Başkan Xi'nin Üçüncü Döneminde Çin Kendini Bir Savaşın İçinde Bulabilir mi?
Azalan ekonomik büyüme ve artan uluslararası düşmanlığın yarattığı rüzgarlarla karşı karşıya kalan Xi, üçüncü döneminin ilk ikisinden çok daha zorlu geçeceğinin herhalde farkında ki Kongre’de yaptığı konuşmasının temelini Çin’in güvenliği teması üzerine kurguladı.
Komünistleri İktidara Taşıyan Arka Plan
1800’lü yılların başında Napolyon’un, “Bırakın Çin uyusun, uyanırsa dünyayı sallar” dediği rivayet edilir. Çin’in kelime anlamı, ‘merkez ülke’ demektir. Binlerce yıl süren kültürel ve ekonomik üstünlüğünün pekiştirmesi ile imparatorlar ve bürokrasi, Çin’i dünyanın merkezi, dışarıda kalan tüm bölgeleri ise ‘barbar’ olarak niteliyordu. Böyle olunca da uygar Çin dış dünyadan kendisine fayda sağlayacak bir şey bulunmadığına kendini inandırmıştı. Bu nedenle de dış dünyada olup bitenle ilgilenme gereği duyulmuyordu.
Yüzyıllar boyunca Çin’in izin verdiği limanlarda, imparatorluğun koyduğu kurallara uygun davranmak koşuluyla ticaret yapmalarına izin verilen Avrupalılar (çoğunluğu İngiliz tüccarlardı), Çinliler tarafından üstün Çin kültürünün ürünlerine ihtiyaç duyan barbarlar olarak görülüyordu. İngilizler ağırlıklı olarak Çin’den çay, porselen, ipek alıyorlar ve endüstri devrimiyle bolca üretilmeye başlanan tekstil ürünlerini Çin’e satmakta başarılı olamıyorlardı. Sonuçta çareyi Çinlileri afyon kullanımına alıştıran İngiliz tacirler, nihayetinde ticaretteki dengeyi kendi lehlerine çevirmeyi ve Çinlileri afyon bağımlısı yapmayı başardılar. Çin imparatorluk yetkilileri, ekonominin ötesinde afyon bağımlılığının artmasının ülkede sosyal düzen ve genel sağlığı bozduğunu fark ettiklerinde, Çin dış dünyaya karşı ‘uyanması’ gerektiğini anlamıştı. Çin, afyon kullanımını yasaklamaya yeltenince, Büyük Britanya İmparatorluğu çıkarlarının tehlikeye düşeceğini görerek, Çin’e savaş açtı ve sanayi devriminin İngiliz silah teknolojisine kazandırdığı üstünlükle İngiliz Ordusu Çinlileri kolaylıkla yendiler. Çin, barbar dünyada bir şeylerin değişmiş olduğunu yakından görmüş oldu. Çinlilerin İngilizlere direnecek güçten yoksun olduğunu gören Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan, Rusya, ABD gibi devletler adeta birer akbaba gibi Çin’in üzerine çullandılar. Büyük Avrupa’nın ateş gücü Çin’i yarı sömürge durumuna getirmişti. Çinlilerce “utanç yüzyılı” olarak nitelenen, 1840’lardan başlayarak 100 yılı aşkın bir süre devam eden yenilgi ve yıkım dönemi, ardında ekonomik açıdan geri bir ülke bırakmıştı.
Mao’lu Yıllar
Dünyanın merkezi Çin’in ekonomisi, 1820’li yıllarda dünya ekonomisinin %35’ine karşılık gelirken, 1950’li yıllara gelindiğinde, yani Mao döneminin başında ise ancak %5’ini karşılık geliyordu. Çin’in elinde sanayi tesisleri olarak Mançurya’da Japon işgal döneminden kalanlar vardı. Bunlar, başta Shanghai (Şangay) olmak üzere yabancılara açılan limanlardaki tesisler ile memleketin iç kesimlerindeki devlete ait savunma sanayisi tesisleriydi. Bu tesislerde gerçekleşen Çin sanayi üretimi, toplam üretim içinde %2,5 idi. Esasında o dönemlerde tarım ürünleri Çin ekonomisinin %64’ünü oluşturuyordu.
Karma ekonomi, devlet bürokrasinin merkezde olduğu beş yıllık kalkınma planları, tarımda toprak ve üretim araçlarının özel mülkiyetten çıkarılması, verimliliği esas alan ‘büyük ileri adım (1950’lerin sonlarında)’ ile sosyalizmi kökleştirmek ve burjuvaziyi tamamen kaldırmak maksatlı ‘Kültür Devrimi (1960’ların sonlarında)’ gibi ülkede hem gelişmeye hem de çalkantılara neden olan hamleler, Mao’nun 1976 yılında ölümüyle birlikte bir anlamda son buldu. Mao’dan miras Çin ekonomisinde sanayi üretimi %48’e ulaşmıştı. Çin sanayisi, dünya ile kalite ve verimlilikte rekabet edemese de, atom bombasından otomobile kadar geniş yelpazede sanayi üretimi yapabilir hale gelmişti. Çin’in ürettiği her şey, derinlerde yatan yaralanmış Çin milliyetçilik duygusunun dışa vurumu olarak halk tarafından görülür oldu. Mao’nun söylediği gibi: “Milletimiz bir daha asla (Batılılar tarafından) aşağılanan bir millet olmayacaktır. Biz artık ayağa kalktık.”
Deng Dönemi Reformları ve Çin’e Özgü Büyüme Modeli
Değişim yanlılarının liderliğini yapan Deng Xiaoping, iki yıllık geçiş döneminden sonra, 1978 yılında iktidarı ele geçirdi ve gerçek manada modern Çin’in temellerini atan lider oldu. Deng, Çin toplum yapısını ve sosyalizmi esas alarak ‘otoriter kapitalizm’ denen yeni bir ekonomik modeli tesis etti. Mao döneminin aksine Deng döneminde önemsenen tek ideoloji, Çin’in ekonomik büyümesi oldu.
‘Reformların babası’ olarak kabul edilen Deng Xiaoping hiçbir zaman Çin Komünist Partisi’nin başına geçemediği için ülkesinin resmi lideri olamadı. Ancak 1978 – 1992 yılları arasında de facto ülkenin lideri olarak başlattığı reformlar kapsamında, ekonomi alanındaki dönüşüm diplomasiye de taşındı. Çin ile ABD arasında hem ekonomik hem de diplomatik ilişkiler geliştirildi.
Deng, Çin’in federal bir devlet olmasını istemedi. Merkeziyetçiliği esas aldı. Güçlü hükümet yapısının; merkezden taşraya ekonominin büyümesi için ne gerekiyorsa yapılması yönünde komut veren bir otorite olarak merkezi konumunu koruması sağlandı. Çin’in komünist liderleri ekonomiyi liberalleştirdiler, ülkenin hızla kalkınmasını istediler ancak tek-partili komünizm esaslı siyasi sistemi de korudular. Görünürde serbest piyasa ekonomisi olsa da, arka planda devlet büyük ekonomik faaliyetleri (bankacılık, yatırımlar ve döviz kurları) kontrol gücünü hiçbir zaman bırakmadı. Özellikle tam finansal kontrolle, yuanın dolar karşısında değerinin düşük tutulması ve bu sayede ihracat odaklı bir ekonomi modelinin sürdürülmesi hedeflendi.
Deng, yabancı yatırımcılar teşvik için özel ekonomik bölgeler oluşturdu. Çin’in yatırım teşvikleri ve ucuz emeği Japon, Tayvan ve Hong Kong sermayesini Çin’e çekti. Tekstil, giyim, ayakkabı, elektronik eşya üretimi hızla arttı. Böylece Çin ekonomisi, ihracata ağırlık veren dinamik bir endüstrinin üzerinde yükselmeye, modern şehirler inşa edilmeye, büyüyen bir orta sınıfı üretimin lokomotifi yapmaya başladı. Dünyayı tek bir pazara dönüştüren küreselleşmenin de hız kazandığı bu dönemde, “savaşma-para kazan” sloganına Çin sıkı sıkıya sarıldı. Böylece tüm sanayi dallarında ‘barışçıl’ Çin atak yapabildi ve kısa süre içerisinde çok az ülkenin rekabet edebileceği bir dünyanın fabrikası haline geldi. Bugün bu fabrika dünya demir üretiminin %60’ını, bakır ve alüminyum üretiminin %50’sini tüketiliyor. 1980’lerde Türkiye ekonomisi ile karşılaştırılabilir büyüklükte olan Çin ekonomisi bugünkü konumuna her yıl ortalama yüzde 10 büyüyerek ulaştı. Günümüz Çin’i dünyanın en büyük ihracatçısı ve Amerika’dan sonra en büyük ithalatçısıdır.
Komünist yönetim modelini koruyan Çin’in her alandaki stratejik kararlarını veren Daimî Komite, başkan dahil 9 üyeden (sonradan 7) meydana geliyor. Bu üyelerin hepsinin Çin Komünist Partisi üyelerince liyakat esasına göre seçilmesine her dönem titizlikle uyulmaya çalışıldı ve oldukça da başarılı olundu. Örneğin 2008 küresel krizinde tüm dünya ekonomileri sendelerken, bu güçlü ve yetkin komitenin ortak akla dayanarak aldığı sağlam ekonomik kararlar ile darboğazı Çin’in kolaylıkla atlatması mümkün olabildi. Bununla birlikte ülkenin finans sisteminin dünyaya kapalı ve devlet kontrolünde olması, Çin’in büyüme modelinin bir bileşeni olarak önemli bir rol oynamıştı. Ancak, günümüzde giderek ekonominin gelişmesinin önünü kesen bir etki yapıyor. Çin’in on yıllardır süren çok hızlı büyüme süreci; yaygın yolsuzluk ile kırsal yaşamla kent yaşamı arasındaki uçurumun artmasına, büyük bir gelir dağılımı bozukluğuna, çok büyük çevre sorunlarına neden olmuştur.
Çin’de devletin örgütlenmesi yaklaşık 90 milyon üyesi bulunan Komünist partisi etrafında dönüyor. Yönetim sisteminin merkezinde bulunan Parti var. Hükümet de, yasama organları da, esas olarak yargı da Parti’nin uzantıları olarak işlev görüyor. Görünürde her 5 yılda bir yapılan seçimler ile yasamadan sorumlu Ulusal Halk Kongresi’nin toplam 3.000 üyesi seçiliyor. Anayasaya göre hükümeti denetlemek, yasa yapmak, devlet başkanı ve diğer üst düzey görevlileri seçmek yetkisini elinde bulunduruyor. Halk kongresi yılda iki hafta çalışıyor. Halk kongresi içinden belirlenen Ulusal Halk Kongresi Daimî Komitesi ise Kongrenin rutin fonksiyonlarını yerine getiriyor.
Xi Jinping’le Yeniden Yapılanma Dönemi ve Çin’in Geleceği
Ulusal Kongre ise beş yılda bir toplanıyor. Bu yıl gerçekleştirilen 20. Ulusal Kongre toplantısına 2.300 delege katıldı. Kendi aralarından 203 kişilik merkez komite, 24 kişilik politbüro, yürütmeden sorumlu ve ülkenin en üst karar organı olan 7 kişilik Politbüro Daimî Komitesi seçildi. Son Başkan Xi Jinping, bu komitenin başkanı ve Parti’nin Genel Sekreteri olarak tekrar seçilerek, üçüncü beş yıllık dönemde de ülkesinin başında kaldı.
2012 yılında ilk defa devlet başkanı seçilen Xi Jinping, öncesinde eski Başkan Hu Jintao’nun daimî komitesinde yer alan, tecrübeli bir devlet adamıydı. Selefi Hu ekonomiyi ve orduyu inşa etmiş ve Çin'i ekonomik bir varlık haline getirmişti. Xi, Çin'in büyüme dalgasının zirvesinde ve aynı zamanda Çin'in askeri gücünün şafağı gibi görünen bir dönemde iktidara geldi. Xi’den beklenen adım ise Çin'i ekonomik, askeri ve küresel bir güç haline getirmesiydi.
Xi, başkanlığının ilk yıllarında, yolsuzluğa bulaşan generaller ve bakanlar dahil on binlerce devlet görevlisini yargıya teslim etti. Aynı zamanda ülke ekonomisinde piyasaların rolünü artırma ve ekonomide yapısal iyileştirmeler gerçekleştirme yönünde olumlu atımlar attı. Geçtiğimiz 10 yıllık başkanlık dönemin sonunda yetkilerin tümünü üzerinde toplamayı başaran Xi; önümüzdeki beş yıllık devlet başkanlığı döneminde, ekonominin yanında güvenlik ve askeri faaliyetlere daha fazla ağırlık verecek bir aşamaya geçebileceğinin sinyallerini veriyor. Xi, yeni politbüro daimî komitesine seçilenlerin hepsinin kendine yakın isimler arasından belirlenmesini sağladı.
Xi Jinping, Çin'in zengin ulus statüsüne ulaşmasını engelleyecek önemli sorunların farkında bir lider. 20. Kongrede bunları çözmek için bir plan sunmak yerine, partisini arındırmayı yeğledi. Bununla birlikte, Xi liderliğinde yürütülmekte olan Çin'in iddialı uluslararası politikalarının değişmeden devam edeceğini değerlendiriyorum. Ülkede muhalefeti bir anlamda temizleyen Xi, bundan böyle ülkedeki başarılı ve/veya başarısız her adımın tek sorumlusu olacağından, kendi adamlarından oluşan 7 kişilik politbüro daimî komitesiyle birlikte ülkesinin politikalarına yön vermeye devam edeceği anlaşılıyor.
Ülkede politik gelişmelerin yönü, Çin Komünist Partisi’nin medya ve silahlı kuvvetler üzerinde ne derece etkin ve güçlü bir kontrolü olduğuna bağlı olarak şekilleniyor. Bu nedenle daha önce Parti’ye bağlı olan ordu, bundan böyle, 69 yaşındaki Xi’nin üçüncü döneminde başkana bağlı bir yapıda görev yapmasına karar verildi. Parti’nin Mao döneminden beri üzerinde titrediği “silahı parti kontrol eder” temel prensip, bugün neredeyse Xi tarafından ortadan kaldırılmış oldu. Parti üzerindeki hakimiyetini tesis eden Xi, orduyu da kendisine bağlamayı başardı. Parti’nin Merkezi Askeri Komisyonu’nun da başkanı olarak kendisini seçtirdi.
Sonuç
Çin Komünist Partisi'nin 20. Kongresi'nin sona erdiği gün Avustralya ve Japonya açıkça Çin ve Rusya'yı hedef alan bir savunma anlaşması imzaladılar. Geçtiğimiz Haziran ayında ise Avustralya, İngiltere, Japonya, Yeni Zelanda ve ABD tarafından Çin'in Güney Pasifik'teki eylemlerine karşı koymak için Mavi Pasifik Ortaklığını ve yine 2021 yılı Eylül ayında ABD, Avustralya ve İngiltere, doğunun NATO’su olarak isimlendirilen AUKUS’u kurmuşlardı.
Azalan ekonomik büyüme ve artan uluslararası düşmanlığın yarattığı rüzgarlarla karşı karşıya kalan Xi, üçüncü döneminin ilk ikisinden çok daha zorlu geçeceğinin herhalde farkında ki Kongre’de yaptığı konuşmasının temelini Çin’in güvenliği teması üzerine kurguladı. Geleneksel olarak Çin, tarihinde büyük bir ülke olduğu ve dünyanın merkezinin Çin olduğu kurgusuyla hareket ediyor. Çin’i geri bıraktığını düşündüğü dış mihraklara karşı duyulan öfke halkı kamçılıyor, besliyor. Pekin’in gözünde en başta gelen ve en büyük suçlu dış mihrak Japonya, ikinci sıradaki ülke ise ABD’nin olduğu biliniyor. Dünyanın en büyük ekonomisine ve en güçlü ikinci ordusuna sahip olan Çin’in, artık tek adam haline gelen Xi’nin liderliğinde önümüzdeki beş yıllık dönemde, önceki 10 yıla nazaran daha milliyetçi ve daha agresif bir yönde ilerlemek isteyeceğini, özellikle Güney Çin Denizi’ndeki Çin’in toprak iddialarını realize etmeyi ve Tayvan’la barışçıl bir bütünleşmeyi gerçekleştirmeye odaklanacağını, bu açıdan başta ABD olmak üzere etrafına saran komşu ülkeleriyle daha fazla ikili sorunlar yaşayacağını düşünüyorum.
Kaynakça:
Michael G. Roskin ve Nicholas O. Berry, Uluslararası İlişkilerin Yeni Dünyası, Adres Yayınları, (Çeviren Özlem Şimşek), 1. Baskı, Ankara, 2014
Fatih Oktay, Çin Yeni Büyük Güç ve Değişen Dünya Dengeleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Basım, İstanbul, 2020
June Teufel Dreyer, The Chinese Communist Party’s 20th Party Congress: What Happened…and Didn’t, Foreign Policy Research Institute, October 25, 2022, https://www.fpri.org/article/2022/10/the-chinese-communist-partys-20th-party-congress-what-happenedand-didnt/