Doğu’daki Hindistan Batı’ya mı Entegre Oluyor?
Özellikle 2020 yılındaki çatışma sonrasında, Hindistan tarafı; Çin’in yükselen gücünü ve kendisine göre hızla büyüyen Çin savunma sanayi ürünlerini gördükçe, Çin kuvvetlerinin bir gün çok büyük bir saldırı ile Hindistan topraklarına girebileceğinden endişe etmeye başladı. Çin’den ziyade Hindistan tarafında yaşanan bu güven kırılması ve huzursuzluğun, iki ülke arasındaki daha geniş kapsamlı ilişkiler üzerinde uzun vadeli etkilerinin olmasının kaçınılmaz olacağı söylenebilir.
Hindistan topraklarında son yıllarda artan Çin yatırımlarına, savunma sanayisinde bile karşılıklı ilişkilerin gelişim seyrine bakıldığında, Çin-Hindistan ekseninde artık çatışmadan ziyade iş birliği ve birlikte ekonomik kalkınma ve büyüme konuşuluyordu. Ancak, 2020 yılının Haziran ayında, iki ülkenin tartışmalı ortak sınırı boyunca uzanan engebeli arazi yapısına sahip Galwan Vadisi'nde Çin ve Hindistan orduları arasında çapı sınırlı kalan bir sıcak çatışma yaşandı. Bu çatışma esnasında 20 Hintli ve en az dört Çinli asker öldü. Bu çatışma, aslında iki ülke arasında yıllardır artırılmaya çalışılan ikili ilişkileri neredeyse sekteye uğratacak sonuçları doğurmaya başladı.
Oysaki rekor seviyedeki ikili ticaret ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin 2022 yılının Mart ayında Hindistan'a gerçekleştirdiği ziyaret, iki ülkenin sınır anlaşmazlığını bir kenara bırakıp, ikili ilişkileri artırmaya ve ortak bağlarını güçlendirmeye devam edebilecekleri fikrinin daha ağır basmasına neden olmuştu. Devamında Çinli ve Hintli yetkililer bu yılın Eylül ayında Ladakh bölgesinde bir araya gelmişti. Taraflar, sınırın iki tarafında mevzilerini koruyan Hint ve Çin birliklerinin çatışmadan önceki pozisyonlarına geri çekilmesi kararlaştırılmıştı. Bunlar hep iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmeye başladığının işaretleri olarak okunuyordu.
Bununla birlikte bazı analistler, bu yakınlaşma görüntüsünü gerçekçi bulmuyor ve iki ülke arasındaki mevcut kırılmaları, fay hatlarını örtmekten öteye bir faydası olmadığını değerlendiriyorlar. Zira 2020 yılındaki çatışmanın patlak vermesinden şoke olan Hintli politika yapıcıları, son çatışmayla ilgili olarak, dolaylı da olsa, Çin'i saldırgan politikalarına geri dönmekle itham ediyorlar. Bu nedenle Hindistan'ın iç ve dış politikası, bu çatışmadan etkilenen tehdit algısı çerçevesinde, artan bir Çin tehdidine göre yeniden uyarlanması hedeflenmiştir. Bu nedenle Yeni Delhi’nin görünenin aksine ikili ilişkilerde önceki statükonun yeniden tesis edilmesi destek vermesi olası görünmüyor. Öngörülebilir gelecekte Hindistan'ın Çin'e bakış açısı değişme eğilimine girmiştir. Eski Hindistan Dışişleri Bakanı Vijay Gokhale'nin ifadesiyle, Hindistan bundan böyle Çin ile ilişkisinde "silahların gölgesinde birlikte yaşam" yerine “rekabetçi birlikte yaşam” yaklaşımına yönelmiştir.
Çin, Hindistan’a ait olan Tibet’i (Himalaya eyaleti) 1951 yılında ilhak etmiştir. Bu tarihten itibaren Tibet ve diğer sınır anlaşmazlıkları, Hindistan’ın Çin’i kendisine bir tehdit olarak algılamasına neden olmuştur. Bu anlaşmazlıklar 1962 yılında Hindistan’ın toprak kaybıyla sonuçlanan tam kapsamlı bir savaşa yol açtı. Ancak 1986-87 yıllarında yaşanan bir krizin ardından, Yeni Delhi ve Pekin aralarındaki sorunları aşmaya yönelik ortak irade koyma gayretinde oldu. Nispeten barışçıl bir döneme girildi. Bu yumuşama aynı zamanda özellikle ekonomik ve çok taraflı arenalarda daha geniş bir Çin-Hindistan iş birliğini mümkün kıldı. Ancak Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in 2012 yılında göreve gelmesinden sonra, 2013, 2014, 2015 ve 2017' yıllarında iki ülke arasında ufak çaplı askeri çatışmalar yaşandı. Bu yıllarda Çin ile Hindistan, Güney Asya ülkeleriyle ikili ilişkilerinde ve uluslararası örgütlerde pozisyon kapma yarışına girdiler. Dış ilişkilerde yaşanan bu rekabet ortamı, beraberinde tekrar sınır anlaşmazlıklarının iki ülkenin gündemine oturmasına neden oldu.
Özellikle 2020 yılındaki çatışma sonrasında, Hindistan tarafı; Çin’in yükselen gücünü ve kendisine göre hızla büyüyen Çin savunma sanayi ürünlerini gördükçe, Çin kuvvetlerinin bir gün çok büyük bir saldırı ile Hindistan topraklarına girebileceğinden endişe etmeye başladı. Çin’den ziyade Hindistan tarafında yaşanan bu güven kırılması ve huzursuzluğun, iki ülke arasındaki daha geniş kapsamlı ilişkiler üzerinde uzun vadeli etkilerinin olmasının kaçınılmaz olacağı söylenebilir.
Pekin ise iki ülkenin aralarındaki sorunları aşabileceğini düşünüyor. Nitekim Çin, askeri birliklerin bazı sürtüşme noktalarından çekilmesinin bir fırsat olarak görülmesi gerektiğini değerlendiriyor. Bu kapsamda Pekin yönetimi, sınır krizinin bir kenara bırakılması ve iki ülke arasında diplomatik, savunma ve ekonomik iş birliğinin yeniden başlaması çağrısında bulundu.
Ancak Hindistan sınır meselesinin bir kenara bırakılabileceğine inanmıyor. Sınırda barış ve huzuru normal bir Çin-Hindistan ilişkisi için ön koşul olarak görüyor. Başbakan Narendra Modi'nin Eylül ayında Şanghay İş birliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesi kapsamında Xi ile görüşmemesi, böyle bir görüşmenin ilk kez gerçekleşmemesi, Hindistan'ın Çin ile her zamanki gibi iş yapmaya henüz istekli olmadığının açık bir işareti olarak okunuyor.
2020 çatışması, 1962 Çin-Hindistan savaşının uzak bir anı olduğu yeni nesil de dahil olmak üzere, Hindistan'da Çin'e yönelik bakış açısını sertleştirdi. Sınırdaki çatışmalar birçok Hintliyi Çin'in ülkelerine karşı yakın ve ciddi bir tehdit olduğuna dair bir ikna aracı oldu. Zira, yakın dönemde yaşananlar, iki ülkenin sınır anlaşmaları ve ekonomi alanında iş birliği yoluyla siyasi gerginlikleri hafifletebileceği fikrinin geçerliliği üzerinde soru işaretlerinin doğmasına neden oldu.
Yeni Delhi gittikçe Batı eksenine kayma emarelerini veriyor. Artık Hindistan, ABD ile belirli askeri yetenekleri, altyapıyı ve ortaklıkları güçlendirme konusundaki ikili ilişkilerinde, Çin'i kışkırtma endişesinden uzaklaşmaya başladığını gösteriyor. Bu durumdan rahatsız olan Çin ise Hindistan sınırındaki birliklerini takviye etmeyi tercih ediyor. Böylece Hindistan da, Çin'in düşmanca ve güvenilmez bir aktör olarak algılamaya devam ediyor. Uluslararası ilişkiler yönüyle “güvenlik ikilemi” sorunu, 2020 yılındaki çatışmadan sonra Pekin ve Yeni Delhi arasında yaşanmaya başladı.
İki ülke arasındaki sınırda askeri yönden alınan tedbirleri azaltmaya iki tarafın da artık sıcak bakmaması, uzun süreli bir güvensizliğe işaret ediyor. Her iki tarafın da sınırdaki askeri varlıklarını takviye etmesi, 2020 öncesine göre çok daha fazla sayıda askeri birliğini sınır bölgesinde ileri hazırlık durumunda konuşlandırması, taraflar arasında olası yeni çatışmaları tetikleyici bir rol oynuyor. Çin-Hindistan sınırı da Pakistan-Hindistan sınırına benzer bir “askeri yapıya” dönme eğilimine girdi. Pekin ve Yeni Delhi, askeri yığınaklanmalarını artırıyorlar ve birbirlerine bakarak tüm sınır bölgesinde askeri altyapı inşaatlarına devam ediyorlar.
Çin'e yönelik artan endişe Hindistan’ın iç politikasına da yansımıştır. Modi hükümeti, başlangıçta Çin ile ekonomik bağları artırma arayışından, Çin'in Hindistan'daki bir dizi faaliyetine kısıtlamalar getirme ya da daha titiz bir inceleme yapma arayışına girmiştir. Bir bakıma Hindistan'ı Çin'den ayırmayı amaçladığı anlaşılan bu yaklaşım; ekonomik bağları ortadan kaldırmamakla birlikte, Hindistan'ın kritik sektörlerindeki kırılganlıklarını tespit etmesini ve milli düzeltici tedbirlerini artırmasını hedefliyor. Yeni Delhi’nin bu yaklaşımına rağmen, halihazırda iki ülke arasında rekor seviyede bir ikili ticaret seyrediyor. Bununla birlikte, Hindistan'ın Çin ile ticareti geçen yıl dünyanın geri kalanıyla olan ticaretinden yaklaşık yüzde 15 daha yavaş büyümesi dikkat çekici bulunuyor.
Değişimin en önemli çıktısı; Hintli yetkililerin Çin yatırımlarına, Çinlilerin Hindistan'daki kamu ihalelerine erişimine ve Çinli şirketlerin ya da kuruluşların kritik ekonomi, teknoloji, telekomünikasyon, sivil toplum ve eğitim sektörlerindeki faaliyetlerine kısıtlamalar getirmeye başlaması olmuştur. Hindistan eyalet hükümetleri ve devlete ait şirketler, Çinli şirketlerle yapılan bazı anlaşmaları askıya aldı veya daha önce yapılan bu kapsamdaki anlaşmalardan çekildi. Hindistan, sosyal medya platformu TikTok da dahil olmak üzere birçok popüler Çin uygulamasını Hindistan sınırları dahilinde yasakladı. Çinli telekomünikasyon şirketlerini 5G ağının dışında bıraktı. Hindistan icra makamları da vergi ya da veri transferi ihlalleri iddiasıyla Çinli şirketleri hedef almaya başladı.
Pekin ile yaşanan gerginlikler Yeni Delhi'yi Çin'e olan ekonomik bağımlılığını azaltmaya itiyor. Modi hükümeti, Avustralya, Kanada, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği ile ikili ticaret ve yatırım anlaşmaları yapmaya yöneldi. Hindistan ayrıca sadece Batı'da değil Hint-Pasifik ve Orta Doğu'da da yatırım arayışlarını artırmıştır. Bu arada güneş enerjisi, ilaç ve elektronik gibi sektörlerde yerli üretimi artırmak ve Çin'den yapılan ithalata olan aşırı bağımlılığı azaltmak hedefleniyor.
Yeni Delhi, Çin karşısındaki konumunu güçlendirmeye yardımcı olabilecek ülkelerle savunma, ekonomik güvenlik ve kritik teknoloji alanlarında daha fazla yakınlaşmayı tercih ediyor. Bu ortaklar arasında Avustralya, Fransa, Japonya, Güney Kore, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri öne çıkıyor.
Yeni durumda, Yeni Delhi uzun yıllardır sürdürdüğü “stratejik özerkliğini koruma” ve “ittifaklara girmeyi reddetme” anlayışından uzaklaşma eğilimine girmiştir. Hindistan, özellikle ittifakların içinde yer almaya artık eskisi kadar soğuk bakmıyor. Hindistan artık Çin'i kızdırma pahasına da olsa ABD ile daha yakın iş birliği yapmaya istekli görünüyor. Bu durum Çin karşısında Hint-Pasifik bölgesinde neredeyse tüm ülkeleri kendisine müttefik haline getirmeye çalışan Biden yönetimin de işine geliyor.
Hindistan, 2020 yılının Ekim ayında ABD ile bir istihbarat anlaşması imzaladı. Hint ordusu, Amerikan ordusuyla Çin-Hindistan sınırı yakınlarında istihbarat, keşif ve gözetleme kapsamında yüksek irtifada icra edilen tatbikatlar yapmaya başladı. Yeni Delhi; Çin ve Rusya'nın itirazlarına rağmen Hint-Pasifik ortaklığına (Avustralya, Hindistan, Japonya ve ABD) daha fazla angaje oldu ve bu üç ülkeyle birlikte ortak deniz tatbikatları icra etmekten geri kalmadı.
Ayrıca, 2022 yılının Haziran ayında Vietnam ile bir lojistik paylaşım anlaşması imzaladı. Yine bu yıl Ocak ayında Filipinler'e BrahMos füzeleri (Hindistan ve Rusya tarafından ortaklaşa geliştirilen) satmak için bir anlaşmaya vardı.
Modi Hükümeti bunların yanında uluslararası kamuoyunda Çin’in aleyhine okunabilecek bir dizi kararlara da imza atarak, Çin’in hassasiyetlerine eskisi kadar özen göstermeyeceğini de göstermeye başladı. Modi, Tibet'in ruhani lideri Dalai Lama ile yaptığı görüşmeleri açıktan gerçekleştirdi. Hindistan, Doğu Türkistan konusunda Çin’i eleştiren bir duruşa geçti. Hindistan Dışişleri Bakanlığı, BM insan hakları raporunun Çin'deki "azınlıklara yönelik ciddi kötü muamelenin" altını çizdiğini vurguladığını ve Pekin’in düzeltici yönde hareket etmesi gerektiğini belirten bir politika değişikliğine gitti. Tayvan konusunda Çin’i eleştiren bir tavır içine girildi. Tek Çin politikasını desteklemeye yanaşmadı ve Çin’i tek taraflı kararlar almaması için uyardı.
Yeni Delhi, 2020 sınır kriziyle birlikte ABD'nin Güney Asya ve Hint Okyanusu bölgesindeki askeri gücü ve varlığına daha anlayışla bakar hale geldi. Son yıllarda Yeni Delhi, ABD-Maldivya savunma anlaşmasını memnuniyetle karşıladı, Bengal Körfezi'ndeki Andaman Adaları'nda bir Amerikan keşif uçağının yakıt ikmaline izin verdi, altyapı gelişimini kolaylaştırmayı amaçlayan ABD-Nepal Millennium Challenge Corporation sözleşmesini destekledi ve Çin karşısında 2021 yılı Eylül ayında kurulan AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD) oluşumuna sıcak bakmaya başladı. Ayrıca Hindistan, Çin’e karşı diplomatik, güvenlik ve ekonomik alanındaki yeni oluşumları destekleme, kendisine komşu Güney Asya ülkelerinde artan Çin etkisine karşı koyma bağlamında ABD ve Japonya gibi diğer ülkelerle iş birliğini artırma eğilimine girdi.
Görünen o ki, Hindistan; ABD ve bu hegemon ülkenin geleneksel müttefikleriyle yakınlaşmaya artık daha sıcak bakıyor. Bu arada Yeni Delhi, Çin ve Rusya destekli uluslararası gruplar ve örgütlerle bağlarını yavaş yavaş zayıflattığına dair bir görüntü veriyor. Batı dışı platformlar olan BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika), RIC (Rusya, Hindistan ve Çin) ve ŞİÖ ile arasına mesafe koyuyor. Daha önce Batı tarafından görmezden gelindiğini düşünen Hindistan için bu oluşumların içinde olmak değerli görülüyordu. Ancak bugün Hindistan, Çin'in kendisinin bölgesel ve küresel çıkarları üzerinde herhangi bir Batılı ülkeden daha büyük bir kısıtlama oluşturduğunu düşünüyor.
Çin’den bir bakıma kopmayı hızlandıran Hindistan'ın özellikle Rusya’dan kısa vadede kopması zor görünüyor. Halihazırda savunma ticareti ve teknoloji ortağı olarak Rusya'ya olan bağımlılığı devam ediyor. Bunun hemen aşılması beklenmiyor. Bu nedenle Tayvan konusunda Çin’i dengeli bir şekilde eleştirmekten çekinmeyen Yeni Delhi, 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’yı işgale başlayan Moskova’yı açıktan eleştirmekten ve bu ülkeye karşı Amerikan beklentilerinin aksine yaptırımları destekler bir pozisyona düşmekten çekiniyor. Rusya’yı kızdıracak hamleler yapabilecek esneklik henüz Hindistan politika yapıcılarının gözünden bakıldığında pek mümkün gözükmüyor.
Çin ve Rusya karşısında izlediği politika netleşmeye başlayan Hindistan'ın her şeye rağmen bu iki ülkeyi tam karşısına alması, uzun vadeli Hint politikaları açısından uygun bulunmuyor. Yeni Delhi'nin, Amerikan politikalarının kendi çıkarlarıyla ne kadar örtüşebileceğini görmeye ve test etmeye ihtiyacı devam ediyor. Bu noktaya kadar dengeli bir siyaset izlemek isteyen Hindistan; yakın dönemde Çin’e karşı Batı’nın yanında yer almayı, Hindistan’ın hak ve menfaatleri yönüyle daha doğru bulduğu görülüyor. Bununla birlikte, bugünlerde Batı’ya yönelen ve özellikle ABD ile neredeyse tam uyumlu hale gelen Mode'nin izlediği siyasetin şimdilik sonunun Batı'ya tam entegrasyonla biteceğini söylemek doğru olmayacaktır. Hindistan'ın geleneksel siyasi ve askeri duruşunun buna izin vermeyeceğini değerlendiriyorum. Batı resminde yer almaya çalışan günümüz Hindistan'ın aksine, bu geleneksel duruşu farklıdır. Hindistan geçmişte üçüncü dünya ülkelerine yönelik sergilediği liderlik kapasitesi, bağlantısızlar hareketine yön verme becerisi, stratejik özerkliğini ve esnekliğini koruma isteği gibi olgular nedeniyle, bu ülkenin küresel siyasi ve askeri hareketlilikte, mümkün olduğunca dengeyi hedefleyeceğini ve bunu korumaya devam edeceğini düşünüyorum.