Site İçi Arama

analiz-ve-raporlar

En Kötü Senaryo: “Türkiye ve İran İttifakının İsrail’e Savaş Açması.” ABD Bu Senaryo İçin mi Gemilerini Doğu Akdeniz’de Bekletiyor?

İsrail'in tavrı ve izlemekte kararlı olduğu yol; Gazze ve Hamas'a karşı yürütmekte olduğu imha savaşını Filistinlileri Gazze’den çıkarıncaya, sonrasında Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı boşaltıncaya kadar devam etmek olabilir. Arkasında ABD olduğu müddetçe kimsenin kendisine müdahale etmeyeceği veya karışamayacağı algısıyla hareket eden İsrail’in bu nedenle pek de durmaya niyeti yok.

7/10 Saldırısı Sonrası Türkiye’nin İsrail-Hamas Çatışmasında Takındığı Tutum

Hamas 7 Ekim’de, İsrail yönetimini zayıflatmak, Gazze’ye ve Doğu Kudüs’e yönelik Tel Aviv politikalarına bir anlamda dur demek için, terörizme, bir başka deyişle şiddetin politik kullanımına başvurdu. Birçok masum insanın zarar görmesi yanında aldığı rehinelerle (30 kadar çocuk dahil) İsrail’in ‘itibarıyla’ oynadı. Muhtemelen bunun karşılığı olacağını bilerek bu terör eylemini yaptı. Olanlara bakıldığında, gözü dönmüş Hamas liderlerine şunu sormak lazım: “Değdi mi?” 

En nihayetinde İsrail’in başındaki gözü dönmüş Netanyahu, ülkesinin uluslararası itibarını daha da fazla kaybedeceği bir yola girmeyi kendince gerekli gördü. Dini doktrinin, teo-politik çizginin esiri olan Netanyahu Hükümeti, belki diplomasiyle çözülebilecek bu problemi, artık İsrail’in itibarını tamamen kaybetmeden geri çekilemeyeceği bir noktaya taşıdı. Gazze’nin kuzeyinde yaşayan Filistinlilerin Şerit’in güneyine ve hatta mümkün olduğunca Gazze’nin dışına göç etmeleri için baskısını artırdı. Bu arada havadan başlattığı bombardımanlarla, çoluk çocuk demeden, hedef gözetmeksizin, Hamas niyetine Gazze’nin masumlarını cezalandırmaya koyuldu.

Bu arada Türkiye’nin; 7 Ekim Hamas saldırısı sonrasında patlak veren İsrail-Filistin çatışmasının bölgedeki başka ülkelere de sıçramadan sonlandırılması ve taraflar arasında müzakerelerin başlatılması için çok yönlü diplomasi yürüttüğünü gördük. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çatışmaların başladığı ilk andan itibaren pek çok liderle görüşmeler gerçekleştirdi. Abbas ve Herzog’a aklıselimle, devlet aklıyla, suhuletle hareket etme tavsiyesinde bulundu. İzlenecek hareket tarzları yanında İsrail’in durdurulması için taraflar arasında üçüncü taraf diplomasisi (arabuluculuk, uzlaştırma ve hakemlik) seçeneklerini devreye sokabilmek manasında Türk Dışişleri isteklilik gösterdi. Ancak bunlardan bir sonuç çıkmadı. Zira İsrail Ordusunu karadan devreye sokan Netanyahu ile bir nokta buluşmak, uzlaşma kapısını aralamak neredeyse imkânsız hale geldi.

Sonrasında Erdoğan, 11 Ekim’de AKP Grup toplantısında gündemi değerlendirirken, “İsrail topraklarındaki sivillerin öldürülmesine açıkça karşı çıkıyoruz. Aynı şekilde Gazze’deki masumların hiçbir ayrım gözetilmeden sürekli bombardımana maruz bırakılarak katledilmelerini de asla kabul etmiyoruz. İsrail devlet gibi değil örgüt gibi davranırsa, sonunda örgüt gibi muamele görmeye başlayacağını unutmamalıdır.” uyarısında bulundu ve tarafları tekrar itidale davet etti.

Türkiye: “Hamas Terör Örgütü Değildir!”

Krizin ilk günlerinde daha dengeli bir söylem kullanan ve etkin diplomasi ile savaşın yayılmadan sonlanmasına çalışan Türkiye, Gazze’de El Ehli Hastanesi’ne yapılan saldırıdan sonra tonunu sertleştirmeye başladı. Erdoğan, bu saldırıdan sorumlu tuttuğu İsrail’i “soykırıma varan nitelikte” saldırılar yapmakla suçladı ve İsrail’e karşı tepkisini sertleştirmeye başladı. En nihayetinde, Erdoğan’ın ağzından, İsrail’in “işgalci” ve “örgüt” olduğunu söyledi. “Hamas terör örgütü değildir” sözleri sarf edildi. 

Erdoğan'ın açıklamalarına tepki olarak İsrail, Türkiye'deki diplomatlarını geri çağırdı. İki ülke arasında geçen yıl onarılan, ancak 29 Aralık 2022 tarihinde yemin eden Netanyahu Hükümeti’nin İsrail’de iktidara gelmesiyle birlikte tekrar bozulmaya başlayan diplomatik ilişkileri, son tahlilde İsrail Hamas bahanesiyle tekrar geriye götürdü. Buna rağmen Ankara’nın İsrail-Hamas Çatışmasındaki pozisyonu değişmedi. Çünkü ortada yaşanmakta olan insani bir dram vardı.

28 Ekim’de Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen "Büyük Filistin Mitingi"nde konuşan Erdoğan; “Gazze'de yaşanan katliamı telin etmekle kalmıyoruz, onunla birlikte kendi istiklalimizin ve istikbalimizin de müdafaasını yapıyoruz. 'Bir gece ansızın gelebiliriz' şiarıyla kendi çizdiğimiz yolda ilerlemeyi sürdüreceğiz." dedi ve ekledi: “Türkiye ve Müslüman ülkelerin askeri olarak hareketlenmeleri gerekiyor!” Bu konuşmanın dışarıya verilen en önemli sinyalinin bu cümle olduğunu Ankara’yı yakından takip edenler kaçırmadılar. 

Erdoğan ve dolayısıyla Ankara Hükümeti halen İsrail karşıtı çizgisini koruyor. Geçmişte İsrail, Hamas yetkililerinin Türkiye’de yaşadıklarını ve İsrail’e karşı siyasi, propaganda ve askeri faaliyetlerini buradan yönettiklerini iddia ediyordu. Ayrıca İsrail, Hamas’ı Türkiye’nin de “terör örgütü” olarak tanımasını bekliyordu. Oysa Hamas’ı terör örgütü olarak tanımayan Türkiye, 2006’dan bu yana doğrudan ve kamuya açık bir şekilde Hamas ile temas kurmayı tercih etmişti. 7 Ekim sonrasında İsrail’in savaştığı Hamas’ı tanımlayan Erdoğan, “terör örgütü değil” açıklamasını yapması, İsrail-Hamas savaşında Türkiye’nin bir anlamda safını netleştiren bir ifade oldu.

Blinken’in Türkiye Ziyareti

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail ile Hamas arasında Gazze'de devam eden çatışmalar sırasında Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya geldi. Ankara ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşme fırsatı ‘bulamayan’ Blinken, yine de Amerikan medyasına göre Türkiye’den ılımlı bir destek almayı başardı.

Blinken’in Ankara ziyaretinde karşılama Vali Yardımcısı seviyesinde yapıldı, üst düzey bir diplomatla karşılanmasını Türk Dışişleri Bakanlığı’nın tercih etmediği anlaşılıyor. Ziyaret tamamlandığında iki bakan ortak bir basın açıklaması da yapmadı. Ankara’da bu olanları Türk-Amerikan ilişkisindeki Gazze kaynaklı soğukluk diye yorumlamak mümkün. Esasında Blinken, Türkiye’den gördüğü muamelenin bir benzerini birkaç hafta önce Suudi Arabistan'da Muhammed bin Selman’ı ziyaretinde de yaşamıştı. Saatlerce bekletilmişti. Blinken belki bunları dert etmiyor olabilir ancak dünyanın bir numaralı ülkesine karşı sergilenen bu soğuk tavrın şifrelerini hiç olmazsa iyi okumalıdır kanaatindeyim.

Batı Dünyası, Türkiye-İsrail Savaşının Çıkabileceğine Dair En Kötü Senaryoya Oynuyor

Batı medyasında Erdoğan’ın son 20 yıldır Türkiye’yi Batı kampından koparmakta olduğuna ve İslam'ın Türk toplumundaki merkezi konumunu yeniden tesis ettiğine dair yorumlar yapılıyordu. Blinken’ın bu ziyareti sonrasında bu tür Erdoğan merkezli menfi yorumlar İsrail özelinde iyice arttı. Erdoğan iktidarının Mısır merkezli Müslüman Kardeşler ile ilişkisi yanında Müslüman Kardeşler’in Filistin’deki uzantısı, hatta silahlı kanadı olan Hamas’a Türkiye’nin kol-kanat germe yönünde adımlar atabileceği söylenir oldu. “Hamas bir terör örgütü değildir!” söylemi buna delil olarak gösterildi. 

Batı medyasında yer alan yorumlardan ben şunu söylemeye çalıştıklarını anlıyorum: Esasında konu İran-Hamas bağlantısı değil. İran ile Hizbullah bağlantısı zaten biliniyor ve şu anda Hamas’ın başlattığı İsrail’le savaşı Hizbullah seyretmekle yetiniyor. İran’ın hamasete varan sözlerine rağmen, esasında İsrail’e saldırmaya niyeti yok. Aynı şekilde Mısır da 50 yıldır İsrail ile iyi ilişkiler sürdürmek için çaba sarf ediyor. İsrail’le savaşmak gibi bir arzusu yok. Ürdün, Suudi Arabistan ve Emirlikler için de bu durum geçerlidir. Ancak, Türkiye denince durmak lazım. Hamas’ın esas bağlantısı Türkiye ile var. Hamas, Türkiye’den destek alıyor. Ankara; İsrail-Hamas savaşını ‘seyretmiyor’, bilakis müdahil olmaya hazırlanıyor. Erdoğan’ın son söylemleri de bunu doğruluyor. Dolayısıyla İsrail (ve Batı dünyası) için yükselen en büyük ve yakın tehdit, Türkiye’dir. Zira Türkiye haricinde Müslüman dünyasında İsrail’e karşı koyabilecek, mevcut askerî güç seviyeleriyle İsrail’i silahla durdurabilecek bir ülke bulunmuyor. Sadece Türkiye isterse bunu yapabilir.

İsrail için Kıyamet Senaryosu

Gerçekten de Türkiye, İslam coğrafyasında, birçok yönüyle dünya ölçeğinde güçlü bir ordusu olan, NATO'daki en büyük ordulardan birisine sahip olan tek ülkedir. İsrail’le savaşma boyutunda Türk Ordusunun sahip olduğu yetenekler, harp silah, araç ve gereçleri dikkate alındığında, Türkiye’nin İsrail’den çekinmesini gerektirecek bir durumu bulunmuyor. İki ülke arasında savaş ‘hayati’ olduğunda, Türkiye, sahip olduğu kapasite ve kabiliyetler manzumesiyle, İsrail’i haritadan silmeye kadar gitmese de, Tel Aviv’e ‘söz dinlemez’ tavrını değiştirebilecek şekilde gücünü İsrail’e karşı layıkıyla gösterebilir. Hele ki Türkiye-İran ortak ekseni birlikte hareket ederse, Arap ülkelerinin de devreye girmesi an meselesi olacaktır ki İsrail için bu kıyamet senaryosudur. Belki de ABD, iki uçak gemisinin de içinde bulunduğu büyük bir deniz gücünü Doğu Akdeniz’e bu kötü senaryonun gerçekleşme ihtimaline karşı bir tedbir olarak gönderdi. Kim bilir? 

Erdoğan ne yapmak istiyor?

Dışardan bakıldığında, Erdoğan Türk kamuoyuna mesajlar veriyor. Halkın, Gazze’de yaşanan, Siyonistlerce gerçekleşmekte olan katliama tepkisini anladığını, Türk halkıyla aynı frekansta olduğunu gösteriyor. 100 adet gemiyle gerçekleşen 100. Yıl Boğaz Geçişini yapılırken, Türkiye’nin eriştiği askeri gücü de sergilemiş oluyor. Konuşmalarıyla tüm Türkiye’yi diri, dinamik tutuyor. Peki bir savaşa mı hazırlıyor?

Erdoğan’ın Türkiye’nin cumhurbaşkanı sıfatıyla bu kadar basit, çılgınca bir düşüncenin içerisinde olmadığını değerlendiriyorum. Ankara, bu tür söylemlerin aksine, sahada akılla hareket eden bir yönetim kültürüne sahip. Erdoğan’ın, savaş yanlısı değil ancak askeri gücü arkasına alan, güç politikalarını devreye sokmaktan hoşlanan bir yönetim anlayışına sahip olduğuna inanıyorum. Gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerini dış politikanın bir enstrümanı olarak kullanmaktan çekinmiyor. İçerde ve dışarda İsrail’e yönelik değerlendirmelerde, 21 yıllık iktidar döneminde bu manada, güç kullanma konusunda sayısız örnek verdiğini bilmemiz gerekiyor. Erdoğan’ın, Türkiye için hayati önemi olmayan mevzularda uzlaşmaya istekli bir duruş sergilemeyi daha çok tercih eden bir anlayışla hareket ettiğini gözlemlerimizle yakinen biliyoruz. 

İsrail’le ilişkilerde de, bu ülkeyi dizginleyecek, Gazze’de Filistinlilere karşı asimetrik güç kullanarak, hedef gözetmeksizin sayısız sivilin ölümüne neden olan İsrail’in asimetrik saldırılarını durduracak diplomatik çabalarını sürdürüyor. Esasında, sınırlandırılmış ve rasyonel olduğu sürece İsrail’in çıkarlarını da Türkiye yasal görüyor. Ama Gazze’de Filistinlilere hayat hakkı tanımamasını, 1967 sınır ve şartlarına uymamasını eleştiriyor. Bu da olması gereken Türkiye duruşudur. 

Sonuç

Türkiye’nin, Erdoğan yönetiminin, İsrail’e bir savaş istediğine inanmıyorum ancak İsrail tüm dünyanın gözü önünde uluslararası hukuku rafa kaldıran, sözde Hamas’ı cezalandırmak uğruna binlerce Filistinliyi katleden, topraklarından süren bu savaşı sürdürmeye devam ederse, İsrail-Hamas çatışmasının boyutunun genişleyeceğine, o zaman haritanın İsrail aleyhine gerçekten değişebileceğine inanıyorum.

İsrail'in tavrı ve izlemekte kararlı olduğu yol; arkasında Amerikan ve genel manada Batı desteği olduğu müddetçe, Gazze ve Hamas'a karşı yürütmekte olduğu imha savaşını Filistinlileri Gazze’den çıkarıncaya, sonrasında Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı boşaltıncaya kadar ve belki de sonrasında kuzeye dönüp Hizbullah’ı Lübnan’dan kovuncaya kadar devam etmek olabilir. Arkasında ABD olduğu müddetçe kimsenin kendisine müdahale etmeyeceği veya karışamayacağı algısıyla hareket eden İsrail’in bu nedenle pek de durmaya niyeti yok gibidir. 

İsrail bu özgüvenle savaşmaya devam edebilir. Ancak burada önemli olan “İsrail, başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasının sabrını daha kaç gün daha test etmeye devam edecek?” veya “İsrail çizgiyi ne zaman aşacak?” sorularına verilecek cevaplardır. Bu sorunun cevabı Tel Aviv’de değil Washington’dadır. O yüzden Suudiler de, Türkler de Amerikalılara karşı soğuk bir tavır sergiliyorlar. Ortada insani bir durum var. İnsanlar öbek öbek İsrail Ordusu tarafından öldürülüyor. Ordusunu işe karıştıran İsrail uzlaşmaz bir tavır sergiliyor. İsrail böyle devam ettiği müddetçe, Müslüman dünyasının başkentleri eğer İsrail’i durduracak adımları atmazlarsa, kendi iç karışıklıklarına da davetiye çıkarmış olurlar ki, bunu hiçbir İslam ülkesi başkenti, uysal Kahire dahil, istemez. Bu nedenle Biden’ın 2024 seçimlerini kazanmak uğruna Netanyahu’nun çıkarlarına hizmet etmemesi, acımasız savaşının bir parçası olmaması beklentim ve umudumdur. Biden, Netanyahu’nun ‘ipini’ sıkı tutmalı, gerekirse artık kafese kapatmalı, İsrail’in başına aklı selim bir başbakanın gelmesi için Herzog’a destek olmalıdır. 80’lik Biden, İsrail lobisinden değil biraz da Allah’tan korkmalı, bunca masum insanın kanı eline bulaşmış vaziyette, Netanyahu ile kol kola öbür dünyaya zebanilerle kucaklaşmaya gitmemelidir kanaatindeyim. Sonu daha iyi olabilir.

Son söz: Mevcut şartlarda Ortadoğu Bölgesi için en kötü senaryo: “Türkiye ve İran (olası) ittifakının İsrail’e savaş açması” olacaktır. Eğer böyle bir şey olursa bunun arkası III. Dünya Savaşıdır. ABD’nin bu felaket senaryosu için gemilerini Doğu Akdeniz’de beklettiğini, şimdilerde bölgeye Patriot benzeri hava savunma silah ve sistemlerini sevk etme telaşında olduğunu değerlendiriyorum. 

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 09.11.2023
  • Süre : 5 dk
  • 2381 kez okundu

Google Ads