Gazze ve Ötesi-5: Akdeniz’de İngiltere Ne Maksatla Bayrak Gösteriyor?
İngiltere’nin Uzak Doğu’daki sömürgelerine ulaşmada en kısa yol olan Orta Doğu, 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ve XIX. yüzyılın sonlarında bölgede önemli petrol rezervlerinin bulunmasıyla daha da önem kazandı.
İngiltere İçin Akdeniz ve Ortadoğu’nun Önemi
Britanya İmparatorluğu'nun en güçlü döneminde büyüklüğü Afrika Kıtası'ndan daha fazlaydı.
İngiltere’nin Uzak Doğu’daki sömürgelerine ulaşmada en kısa yol olan Orta Doğu, 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ve XIX. yüzyılın sonlarında bölgede önemli petrol rezervlerinin bulunmasıyla daha da önem kazandı.
Almanya’nın Osmanlı Devleti’yle yakın ilişkiler kurarak Hicaz Demiryolları projesiyle bölgede üstünlük sağlaması bir anlamda İngiltere’yi tedirgin etmiştir. II. Abdülhamit döneminde İslamcılık politikası ve tehlike olarak görülen Şerif Hüseyin’in İstanbul’da tutulmasıyla bölgede milliyetçiliğe bağlı ayaklanmalar Osmanlı imparatorluğu tarafından engellenmeye çalışılmıştır.
Ancak İttihat ve Terakki yönetimi ile bu politikanın terk edilmesi ve Şerif Hüseyin’in bölgeye gönderilmesi, İngilizlere aradıkları fırsatı vermiştir. Böylece İngilizlerin kışkırtmaları sonucunda Orta Doğu’da yerel liderler Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaya başladılar.
Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin bu bölgeye gönderdiği ajanlarla bu ayaklanmalar daha da arttı ve Türklere karşı bazı bölge liderleri İngiltere’nin yanında yer aldı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra daha da güçlenen İngiltere, Orta Doğu’dan aldığı en büyük payla bölgenin hâkim gücü oldu.
Böylece İngiltere, Libya sınırından Hayfa’ya kadar uzanan bütün Akdeniz kıyısını egemenliğine almıştır. İngiltere, bölgedeki çıkarlarını devam ettirecek politikalara yönelmiştir.
İngiltere, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu topraklarını müttefiklerine vaat etmiştir. Bu vaat, Osmanlı Devleti’nin bölgede yenilmesi ve idari yapısının sona erdirilmesine dayanmıştır. Fakat savaş ertesinde İngiltere’nin müttefiklerine verdiği sözler bir karmaşa ortaya çıkarmıştır. Bu karmaşa Ortadoğu’da ekonomik masraflarının artmasıyla neticelenmiştir. Bu nedenle İngiliz bürokratlar stratejilerine dair riskler taşıyan bu süreci düzeltebilmek için politika arayışına girmiştir. Bu amaçla İngiltere’nin bölgeye dair stratejilerini idare etme amacıyla Sömürgeler Bakanlığı altında Ortadoğu Bölümü kurulmuştur. Bölüm doğrudan Winston Churchill başkanlığında çalışmalarına başlamış ve 12-30 Mart 1921 tarihleri arasında Kahire Konferansı’nı düzenlemiştir.
Konferans sonrasında bölgenin sınırları İngiltere’nin çıkarları çerçevesinde belirlenmiştir. Ortadoğu devletlerinin çoğunu İngiltere kurmuştur.
I. Dünya Savaşı sırasında yanında yer alan yerel liderlere İngiltere’nin bağımsızlık vaadi üzerine Hicaz Emiri Şerif Hüseyin, kendini “Arap Ülkeleri Kralı” ilan etti. Ancak İtilaf devletleri onu sadece Hicaz Kralı olarak tanıdı. Şerif Hüseyin, oğullarını Irak ve Ürdün’e kral tayin etti ve 5 Mart 1924’te halifeliğini ilan ederek bölgedeki konumunu güçlendirdi. Başlangıçtan beri bölge liderliği konusunda rekabet eden Necd Emiri Abdülaziz İbni Suud, Şerif Hüseyin’e savaş açtı. Galip gelen İbni Suud kendini Hicaz ve Necd Kralı ilan etti. İngiltere’nin 1927’de tanıdığı bu krallık 1932’de “Suudi Arabistan Krallığı” adını aldı.
1882’de Mısır’ı işgal eden İngiltere, Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na katılması ile Birleşik Krallık, 18 Aralık 1914 tarihinde Mısır'ın bir İngiliz Protektorası olduğunu ve ülkede sıkıyönetim olduğunu ilan etmiştir. Mısır Yasama Meclisi'ni dağıtmış ve Osmanlı Devleti'ni destekleyen Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa'yı hidivlikten uzaklaştırarak yerine amcası Hüseyin Kamil Paşa'yı sultan unvanı ile Mısır'ın yöneticisi yapmıştır. Böylece Mısır Sultanlığı kurulmuştur. 1917 yılında Hüseyin Kâmil Paşa ölünce yerine I. Fuad sultan olmuş, fakat İngiliz işgali devam etmiştir.
İngiltere’nin Mısır’ı işgaliyle başlayan milliyetçilik hareketleri Wilson Prensiplerinin yayınlanmasıyla gelişerek Mısır’da bağımsızlık ümidini güçlendirmiştir. Mısır milliyetçilerinin çıkardığı ayaklanmalar sonunda İngiltere, 1922’de Mısır’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır. Ancak İngiltere, Süveyş Kanalı ve Mısır’daki yabancıların haklarını korumayı, üzerine alarak Mısır’daki egemenliğini dolaylı olarak sürdürmüştür.
Mısır halkı, İngiltere’nin Süveyş Kanalı koruyuculuğundan vazgeçmesi ve Mısır’daki askerlerini çekmesi konusunda baskı yapmaya çalışmıştır. Bu esnada İtalya’nın Habeşistan’ı (1936) işgal ederek Nil’in kaynaklarına egemen olması ve İtalya’nın Almanya ile Orta Doğu’da bağımsızlık isteyen milletleri kışkırtarak yardım etmesi İngiltere’nin Mısır politikasında değişikliğe gitmesine sebep olmuştur. Bu gelişmeler İngiltere’yi Mısır ile anlaşma ve ittifak yapmaya zorlamıştır. Buna göre: İngiltere, Mısır’dan çekilirken sömürge yolu üzerindeki Süveyş Kanalı’nda sürekli asker bulundurma hakkını elde etmiştir. Ayrıca İngiltere, saldırı hâlinde Mısır’ı koruyacaktı. Böylece İngiltere, Mısır’daki nüfuzunu korumuş oldu.
İngiltere’nin en değerli ve gözde kolonisi durumundaki Hindistan’a giden en güvenli yolun hangisinin olduğu, İngiliz dış politikasında uzun süre tartışılmış olan bir konudur. Bu bağlamda iki alternatif ortaya çıkmıştır. İlki, İskenderiye, Süveyş ve Kızıldeniz hattı üzerinden Hindistan’a giden yol; ikincisi ise Suriye Çölü, Fırat Nehri ve Basra Körfezi hattı üzerinden Hindistan’a ulaşılan yoldur.
Neticede, İngiliz stratejistler, Süveyş hattının daha güvenli olduğu yargısına ulaşmışlardır. Ancak geçen zaman içerisinde, Mezopotamya’nın daha doğru hat olacağı düşüncesi güçlenmiştir. Hindistan’ın İngilizler için bu kadar önemli olması ise, kuşkusuz, ekonomik sebeplerle ilgilidir.
Bugün bu konulardaki araştırmaları İngiltere’de Exeter Üniversitesi yapmaktadır. Exeter Üniversitesi, (University of Exeter) İngiltere’nin Exeter kentinde bulunan, 1922 yılında kurulan ve 1955 yılında şimdiki adını alan üniversitedir. İngiliz üniversiteleri arasında “Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü” olan tek üniversitedir. İngiliz istihbarat servislerinin özellikle Arap ve İslam ülkelerine gönderilecek elemanlarının önemli bir bölümü bu üniversitede eğitim görmektedir.
Ekonomik kazanımlarını korumak isteyen İngiltere, Asya’da bulunan geçmişte ve halen sömürgesi olan devletlerle ilişkilerini bugün de devam ettirmek istemektedir.
İngiltere dünya üzerindeki sömürgelerinden kazandığı parayı bölgenin kontrolü için harcamakta fakat harcaması gereken bu para miktarı da her geçen gün kat be kat artmaktadır.
Ortadoğu ve Asya’da sadece İngiltere bulunmamakta ABD, Fransa, Almanya ve Rusya gibi devletler de artık bölgede boy göstermeye başlamıştır. Bu nedenle bölgeyi kontrol altında tutabilmek için harcaması gereken para miktarı ve uğraşması gereken sorunlar da gün geçtikçe artmıştır.
Çin ve İran da bölgede ve Afrika’da daha etkin rol oynama çabası içerisindedir.
Sıcak denizlere açılmak isteyen Rusya da Suriye’de bulunan üsleri haricinde Libya, Mısır ve İran ile de ilişkilerini güçlendirmek istemekte ve bu durum İngiltere’nin ticari ve ekonomik kazanımlarını etkilemektedir. İngiltere, her ne kadar Mısır ve Süveyş kanalını kontrol etmeye çalışsa da bölge her geçen gün için için kaynamaktadır.
İngiltere, 1878 yılında yerleştiği Kıbrıs’tan, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile çıkmıştır. Fakat İngiltere, 1960 yılında imzalanan Kurucu Antlaşması’nın A ekinde Agrotur ve Dikelya üslerini kendi egemen toprağı olduğunu ve iki üssün bulunduğu bölgelerde belirlenen deniz alanının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin karasuları olarak ileri sürmemesini kabul ettirmiştir. Bu durum, İngiltere’yi Doğu Akdeniz’deki bölgesel aktörlerden biri haline getirmiş olup bugün de Akdeniz’de yaşanan her türlü sorunda İngiltere’nin bu olaylara müdahale ettiğini görmekteyiz.
GKRY, Kıbrıs Türklerinin eşit haklarını hiçe sayarak ve Kıbrıs meselesi çözülmemiş olmasına rağmen 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan, 2010’da da İsrail ile deniz sınırı anlaşmaları yapınca Türkiye ve KKTC bu anlaşmalara şiddetle itiraz etmiştir. İtiraz sebeplerinden biri anlaşmanın Kıbrıs Türk tarafının eşit haklarını, diğeri ise Mısır ile yapılan anlaşmanın Türkiye’nin kıta sahanlığı haklarını ihlal etmesi olarak belirtilmiştir.
Türkiye, bölge ülkelerini bu anlaşmaları yapmamaları konusunda uyarmış olmasına rağmen Mısır ve İsrail, Rumlarla yaptıkları anlaşmaları devlet olarak onaylamıştır. Lübnan ise İsrail ile arasında ihtilaflı bir alan oluşunca anlaşmayı onaylamamıştır.
KKTC, bu olayların devamında Doğu Akdeniz’e ilişkin attığı bir diğer adım olarak Türkiye ile 2011 yılında münhasır ekonomik bölge antlaşması ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile petrol ve doğalgaz arama antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma ile TPAO şirketi KKTC’ne ait deniz yetki alanlarında sondaj çalışmalarına başlamıştır. Bu çalışmalar günümüzde de belli aralıklılarla devam etmektedir.
Gelişen olaylar GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz arama çalışmaları sebebiyle İngiltere, Ortadoğu’daki hayati çıkarları nedeniyle tekrar harekete geçmiştir.
Bu bağlamda HMS Enterprise adlı gemi, İngiliz üsleri arasındaki Limasol açıklarında petrol araştırması yapmıştır. İngiliz Lordlar Kamarası da aldığı bir kararla Güney Kıbrıs’ta bulunan üslerinin karasularında petrol ve doğalgaz arama yetkisinin GKRY’de değil, İngilizlerin yetkisinde olduğunu belirtmiştir. Bu gelişmelerden, İngiltere’nin bölgedeki gelişmelere kayıtsız kalmadığını ve gelecekte de Akdeniz ve Kıbrıs’ta petrol veya doğalgaz bulunması halinde daha aktif tutum alacağını ve pay isteyeceğini anlayabiliriz.
Ortadoğu’da oyun alanı, diğer ABD, Fransa ve Rusya gibi devletlerin de sahaya inmesiyle iyice daralan İngiltere ise çözümü İngiltere - Çin İpek demiryolu projesi ile çözmeye çalışmaktadır. Rusya ve İran gibi bölgede etkin olabilecek güçler yerine kendisine daha yakın veya zayıf Türki devletler, Çin ve Hindistan ile Süveyş kanalına alternatif bir güzergâh yaratmıştır.
Ekonomik olarak bu Ortadoğu bataklığına yeteri kadar kaynak aktaramayacak durumda olan İngiltere Ortadoğu coğrafyasında kan karşılığı para ve servet harcama işini bölgedeki diğer aktörlere havale etmiştir. Bölgede özellikle ABD ile karşı karşıya gelmek yerine çıkarları için ABD ile birlikte hareket etme stratejisini benimsemiştir.
Çin İpek demiryolu projesi ile yapılacak milyonlarca tonluk taşımacılığı Karadeniz üzerinden Avrupa’ya, Türkiye’nin boğazları ve Karadeniz limanları üzerinden de Akdeniz’e aktarılması planlanmaktadır. İpek demiryolu Ortadoğu’ya nazaran daha güvenilir bir koridor olup etki alanında çoğunlukla Türki devletler ve Avrupa ülkeleri vardır. Bu durum da İngiltere -Türkiye arasında zoraki stratejik ortaklığının temelini oluşturmaktadır. AB ülkeleri ile bu projede karşı karşıya gelebilecek olan İngiltere bu nedenle de AB’den ayrılmıştır.
İngiltere’nin bölgedeki hesaplamalarına göre Türkiye ile Arap ülkeleri de bir şekilde bir araya getirilebilirse İngiltere hariç diğer tüm bölgesel aktörler otomatik olarak devre dışı kalacaktır. Böylece sorunlu Ortadoğu ticareti yerine ticarete sorunsuz müttefikler üzerinden yapılacak ticaret ve taşımacılık ile İngiltere tekrar eski günlerine kavuşacaktır. Bu ortaklığa gelecekte Rusya da eklenirse Çin İpek demiryolundaki ticaret tamamen İngilizlerin kontrolüne geçecektir.
Bu amaçla İngiltere bölgede ortak bir payda olan Ilımlı İslam yani Sünni guruplar ile bir birliktelik oluşturma hedefine doğru adım adım ilerlemektedir. Ama bu duruma ABD, Rusya ve Fransa da ihtiyatla yaklaşmakta ve İngiltere’nin bu yeni planına karşı kendi planlarını bölgeye zorla da olsa kabul ettirmeye çalışmaktadır.
İngiltere, geçmişte ülkemizde büyütüp beslediği Kürt politikalarının ABD ve Fransa gibi ülkelerin kontrolüne geçmesinden dolayı da bölgede Sünni İslam ülkeleri birliği yaratarak hem İran’a hem de ABD’ye karşı kendisine daha az maliyetli müttefikler ve savaşacak insan gücü sağlamaktadır.
İngiltere 2020 yılında Ortadoğu’da askeri olarak konuşlandığı ülkeler ve bu bölgelerde bulundurduğu askeri birlik ve asker sayısı ABD ye nispeten daha az sayıdadır. Fakat olayların gidişatına göre bu sayı her an artabilecek şekilde tedbirler almaktadır.
Artık bölgenin alev alması için her şey hazırdır ve bir kibrit alevi bu yangın için yeterlidir.