Gazze ve Ötesi-6: Akdeniz’de Suudi Arabistan ve BAE Ne Maksatla Bayrak Gösteriyor?
Suudi Arabistan İsrail ile yapılacak Abraham anlaşmasına katılmak için Aralık 2022’de Resmileştirilmiş ABD-Suudi ittifakı, ABD'den silah tedariki ve Suudi sivil nükleer enerji programının onaylanması şartlarını öne sürmüştür.
Gazze ve Ötesi 1. bölümde Gazze’nin tarihsel gelişimini anlattım. 2-5 arasındaki bölümlerde “Hangi Ülke Akdeniz’de Ne İçin Bulunmak İstiyor?” başlığı ile bazı ülkelerin bölgedeki amaçlarını açıklamaya çalıştım. Bu bölümde yazı serime Suudi Arabistan ve BAE ile devam ediyorum.
Suudi Arabistan ve BAE İçin Akdeniz ve Ortadoğu’nun Önemi
Suudi Arabistan, Orta Doğu'nun en büyük ülkelerinden biri olup tarihi, kültürel ve dini öneme sahiptir. Ülke, Arap Yarımadası'nın büyük bir bölümünü kaplar ve hem Kuzey Yarımküre ‘de hem de Doğu Yarımküre ‘de yer alır. Doğusunda BAE, Katar, Basra körfezi ve İran, batısında Kızıldeniz, Mısır ve Sudan, Güneyinde Yemen ve Umman, Kuzeyinde ise Kuveyt, Irak ve Ürdün ülkeleri bulunur.
Suudi Arabistan, Orta Doğu'nun önemli bir ülkesidir ve İslam'ın kutsal topraklarına ev sahipliği yapmaktadır.
2011 Arap Baharı ayaklanmaları Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de süregelen siyasetin dönüşümünü başlatmıştır. Akdeniz kıyısındaki bu devletleri saran siyasi kargaşa, Arap Yarımadası’nın zengin devletleri olan Katar, BAE ve Suudi Arabistan için yeni tehditler, yeni de fırsatlar yaratmıştır. Ekonomik yardım, siyasi destek ve zaman zaman askeri yardımı içeren olaylar, Arap ülkelerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve mücadelesini de şekillendirmiştir. İdeolojik temellere dayanan bu rekabet, Körfez devletlerinin farklı coğrafyalarda yürüttüğü dinsel veya hanedanlık kökenli varoluş meselelerinin bir parçası haline gelmiştir.
Körfezdeki bu rekabet, Orta Doğu arenasını ve özellikle de Akdeniz’i de önemli bir sahne haline gelmiştir. Bölgesel siyasette iki farklı kutupta bulunan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan karşısında Katar ve ilişkileri oldukça derinleşmiş olan Türkiye’nin rolleri ve İran’ın Şii hilali amacı, temelde bu siyasi karşıtlıklar üzerinden Doğu Akdeniz jeopolitiğini etkilemektedir. Özellikle ABD’nin Orta Doğu coğrafyasındaki gücünü azaltma niyeti de bölgesel ve dinsel güç rekabetini körüklemektedir.
Körfez ülkelerinin Doğu Akdeniz’e olan ilgisi istikrarlı bir şekilde artarken, Avrupa da sürekli artan bir şekilde Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki birçok çatışmasının içine çekilmiştir. Körfez devletlerinin güç mücadelelerinin Doğu Akdeniz’e yansıması, bölge devletleri, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler için zaten oldukça zorlu olan bölgesel sorunlarını daha da arttırmıştır.
Akdeniz’deki son dönemde artan bu rekabet ilk olarak 2011 Arap baharı devrimi sırasında ve sonrasında Mısır’da yaşanmıştır. Suudi Arabistan bölgesinde bulunan Mısır’da yaşanan siyasi olayları kendisi için fayda muhasebesi yaparak değerlendirmiştir. İran’ın Şii hilaline karşı Mısırla ortak hareket etmeyi ve Yemen dâhil diğer bölgesel sorunlarında Sünni olarak bilinen Mısır devletini ve askerlerini kullanmak istemiştir.
2011’de BAE ve Katar, NATO ve Arap Ligi öncülüğünde Libya’ya Albay Muammer Kaddafi’yi devirmek için müdahale etmiştir. Fakat 2014 yılında başlayan iç bölünme ile farklı kutupları da desteklemeye başlamışlardır. BAE, Mısır’ın desteğiyle General Halife Hafter’e askeri destek ve mali yardım sağlamaya başlamıştır.
Bölgede daha öncesinde İran ve Molla rejimiyle başlayan olaylar, Arap baharı ve Mısır’da yaşanan siyasi değişimler bölgedeki mevcut sorunların birer birer ortaya çıkmasında domino etkisi yaratmıştır. Özellikle Libya ve Suriye’deki çatışmalar, Körfez’deki krizi tanımlayan, güç ve nüfuz mücadelesini yansıtan tam bir vekâlet savaşlarına dönüşmüştür.
Körfez ülkeleri açısından 1979’dan beri en ciddi tehdit İran’ın askeri kapasitesi olarak gelişmiştir. İran’ın askeri personel sayısının fazla olması, füze ve İHA teknolojilerinde kat ettiği mesafe, Hizbullah gibi aktörleri sahada kullanması, nükleer güç olma hırsı ve saldırgan tavırları Körfez ülkeleri açısından son derece önemli bir tehdit kaynağı olarak görülmüştür. Körfez ülkeleri açısından Tahran yönetiminin tehdit olarak görülmesinde İran’ın askeri teknolojide nükleer lige yükselme hırsı ve bu hırsın bölgesel güç dengesini değiştirme potansiyeline sahip olması etkilidir. İran nükleer programının başarıya ulaşması durumunda, İran’ın bölgesel üstünlüğü ele geçirme ihtimalinin artacağı endişesi neredeyse tüm Körfez ülkelerinin ortak kaygısı olmuştur.
Ulusal ekonomileri büyük oranda enerji ihracatına bağlı olan Suudi – BAE ekseni, son yıllarda küresel enerji piyasasında yaşanan gelişmelere bağlı olarak (Pandemi döneminde petrol fiyatlarının aşırı düşmesi gibi) ciddi ekonomik kayıplar ve sorunlar ile de karşı karşıya kalmıştır. Küresel enerji piyasasında yaşanan ve Suudi – BAE ekseninin bölgedeki pozisyonunu siyasi ve ekonomik olarak zayıflatan gelişmeler bu ülkeler açısından yalnızca bir ekonomik kaygı olmamış aynı zamanda ülke ekonomilerinin enerji gelirine bağımlı karakterine bağlı olan kayıplar sonucu ülkelerinde bir milli güvenlik meselesine de dönüşmüştür.
Krallıkla ve hanedanlıkla yönetilen Körfez ülkeleri açısından rejim güvenliğinin bir diğer önemli boyutu ise beka meselesidir. Kralın, Hanedanın ve dolayısıyla devletin geleceğini güvence altına almak bu ülkelerin temel amacı olarak görülmektedir.
Suriye’de yaşanan olaylarda Rusya’nın İran ile birlikte Suriye’de Suudi Arabistan ve Riyad’ın desteklediği muhalifler karşısında durması iki ülkenin uzun döneme yayılacak stratejik ittifaklar kurmasına da engel olan önemli bir unsur olarak da masada durmaya devam etmektedir.
Özellikle Rusya’nın Kasım 2015 sonrası Suriye’deki terör örgütü olan DAEŞ ile birlikte Suudi Arabistan’ın desteklemiş olduğu İslamcı örgütlere karşı da yoğun hava operasyonları düzenlemesi ve saldırılarda bulunması, Suudi Arabistan’ın Suriye’deki nüfuz alanının daralmasına neden olmuştur.
9-10 Eylül 2023 tarihinde, Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de yapılan G20 liderler zirvesindeki en önemli gelişmelerden biri ABD, Hindistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri liderlerinin açıkladığı Hindistan'ı Ortadoğu ve Avrupa'ya bağlayacak yeni ticaret yolu girişimi olmuştur.
Türkiye'nin dışarda bırakıldığı, "Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru - IMEC" isimli proje, Hindistan'ın Mumbai limanından kalkan gemilerin Dubai'ye yanaşmasını, buradan da demiryoluyla Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail rotasını takip ederek Akdeniz üzerinden Avrupa'ya bir nakliye rotası oluşturulmasını öngörmektedir.
Avrupa'ya Yunanistan'ın Pire limanı üzerinden giriş yapması planlanan koridorun Almanya'nın kuzeyindeki Hamburg limanına kadar ulaşması planlanmaktadır.
Koridorun geçeceği Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Avrupa Birliği (AB), Fransa, İtalya, Almanya’nın yanı sıra, koridor güzergâhında olmayan ABD de metni imzalayanlar arasındadır.
ABD yönetimi, projeyi Pekin'in yaklaşık 10 yıl önce uygulamaya başladığı, Çin'i dünyaya bağlamayı hedefleyen Kuşak ve Yol Girişimi'ne bir alternatif olarak görmektedir.
Hindistan bu proje ile Çin’e ticari alternatif olmaya çalışmakta, Yunanistan, GKRY ve İran üzerinden Ermenistan ile olan ilişkilerini güçlendirmeye çalışmaktadır.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman söz konusu ekonomi projesinin ülkesindeki demir yolu ağları ve altyapının gelişmesine katkı sağlayacağını, uzun vadede iş fırsatları sunacağını ifade etmiştir. Oluşturulacak ekonomi koridorunun Hindistan, Orta Doğu ve Avrupa arasındaki ticareti artıracağını, elektrik ve hidrojen ihracatı için boru ve nakil hatlarının genişletilmesine katkı sunacağını kaydetmiştir.
Özellikle Hindistan’ın, ülkenin dev güneş enerjisi santralleri sayesinde hidrojen üretiminde büyük bir potansiyel taşıdığı belirtilmektedir. Yeni Delhi hükümeti, hidrojen endüstrisini geliştirmek için 2 milyar dolarlık teşvik sağlamayı planlamakta ve Avrupa’yı merkezi hedef pazar olarak görmektedir.
IMEC'in Önemi
IMEC’e en yakın AB limanı olan Yunanistan’da hem dağlık coğrafya hem de finansman eksikliği nedeniyle demir yollarının yeterince gelişmediği ifade edilirken, IMEC için Suudi Arabistan ve BAE’de çölde demir yolu ağı inşa edilmesini gerektirmektedir. Çölde inşa edilecek demiryollarının maliyetlerinin de çok yüksek olacağı değerlendirilmektedir.
Suudi Arabistan, dün Çin ve bugün ise ABD’nin desteklediği Hindistan’la yakınlaşıp Körfez’deki ve Akdeniz’deki siyasi ve dinsel etkisini arttırmaya çalışmaktadır.
Suriye’de Beşar Esad rejimine karşı Mısır devletinin Suudi Arabistan yerine Beşar Esad ve Rusya’yı desteklemesi, Suudi Arabistan’ın Afrika politikaları da Mısır devletini rahatsız etmektedir. Tarih boyunca Mısır devleti ve Suudi Arabistan, Arap milliyetçiliği ve İslamcılık davalarında da farklı bakış açılarına sahip olmuşlardır.
İran ve Suudi Arabistan doğrudan savaşmamakta ama bölge çapında devam eden birçok çatışma ve savaşta destekledikleri güçler karşı karşıya bulunmaktadır. Suriye, bunun en net örneğidir. Yemen'de ise Suudiler, İran'ı Husi isyancılara, kendisine yönelen balistik füzeleri temin etmekle suçlamaktadır.
Suudi Arabistan-İran arasındaki anlaşmazlıklar Ortadoğu’nun güvenliğini de olumsuz yönde etkilemektedir. Çünkü her iki ülke de doğrudan birbiriyle savaşmak yerine başka ülkelerin toprakları ve insanları üzerinden vekâlet savaşları yürütmekte ve birbirlerini engellemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla her iki devletin takındığı bu tutum nedeniyle bölgede birçok kriz ve sorun ortaya çıkmış veya mevcut olan sorunlar daha fazla uzamıştır. Her iki ülkenin birbiriyle olan ilişkileri incelendiğinde karşılıklı uzlaşma imkânının neredeyse yok denecek kadar az olduğunu söylemek mümkündür.
İran Şii Hilalini Suudi Arabistan ise Sünni genişlemeyi savunur görünmektedir. Bu çerçevede bölgede diğer ülkeler tarafından yaratılarak büyütülen Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki sorunların daha fazla uzamasına neden olunmuştur.
Bölgede yaratılan DAEŞ ve benzeri örgütlere karşı birlikte bir karşı duruş gösterilememiş yerine Emperyalist ülkelerin bölgedeki etnik güçlere silah ve para desteğiyle DAEŞ’e karşı savaşan dini ve etnik unsurlar ortaya çıkmıştır.
Suudi Arabistan ve BAE Türkiye’nin Akdeniz’deki uyguladığı politikalara da mesafeli olduklarını Yunanistan ile yapılan askeri tatbikatlara katılarak Türkiye’ye ifade etmeye çalışmaktadır. Buna ilaveten bölgede İsrail - Yunan işbirliği de artan şekilde gelişmektedir.
28 Eylül 2018 tarihinde Cemal Kaşıkçı, Hatice Cengiz ile evlilik işlerini halletmek için Suudi Arabistan büyükelçiliğine gelmiş ve bir daha canlı olarak dışarı çıkamamıştır. Konu Suudi Arabistan ve Türkiye ilişkileri arasına atılmak istenmiş bir el bombası izlenimi vermektedir. Bölgede yeni oluşumlara ve birlikteliklere izin verilmeyeceği ve bu nedenle de Emperyal ülkeler ve istihbarat birimlerince her türlü oyunun oynandığı ve oynanmaya da devam edeceği bir başka gerçektir. Bölgede ülkelerin bir amaç etrafında birleşmesine asla müsaade edilmeyeceği bu ve benzeri olaylardan anlamak mümkündür.
Suudi Arabistan’ın son yıllarda özellikle petrol üretim tesislerine karşı tanker ve dron saldırılarına maruz kalmıştır. Suudi Arabistan, ABD’den oldukça büyük maliyet ödeyerek tedarik ettiği hava savunma sistemlerinin korumasının yetersiz kaldığını bu olaylar göstermiştir. Suudi Arabistan, İran’ın bölgedeki Şii hilali hayalini Rusya ile ilişkilerini geliştirerek durdurmak istemektedir. İran faktörü, Suudi Arabistan-Rusya ilişkilerinin gelişmesinde çok büyük önem derecesine sahiptir.
Suudi Arabistan İsrail ile yapılacak Abraham anlaşmasına katılmak için Aralık 2022’de 3 şart öne sürmüştür. Bunlar:
1) Resmileştirilmiş ABD-Suudi ittifakı.
2) NATO ittifakında olmakla eşdeğer miktarda ABD'den silah tedariki.
3) Küçük çaplı bir Suudi sivil nükleer enerji programının onaylanması şartlarıdır.
Rusya’nın son on yılda Ortadoğu’da artan etkisi ile birlikte her iki ülkenin güncel petrol fiyatlarından memnun olmaması Rusya-Suudi Arabistan ilişkilerine farklı bir boyut kazandırmaktadır.
Suudi hükümetine yakın bir kaynak yaptığı açıklamada, İsrail ve Hamas arasındaki savaşın devam ettiği bir ortamda, Riyad'ın İsrail ile olası normalleşme görüşmelerini askıya almaya karar verdiğini söylemiştir.
Gazze merkezli Filistinli silahlı direniş grubu Hamas ile İsrail arasında devam eden savaş, aynı zamanda Suudi Arabistan Krallığı'nı İran'la ilişki kurmaya itmiş ve Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman, çatışmaların patlak vermesinin akabinde ilk telefon görüşmesini de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile yapmıştır.
ABD Başkanı Biden, katıldığı bir yardım toplantısında, İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu değerlendirmeye göre Biden; “Suudilerle masaya oturacağımı biliyorlardı. Suudiler, İsrail'i tanımak istiyordu” diyen Biden, Hamas'ın İsrail'e saldırmasının nedenlerinden birinin; İsrail ve Suudi Arabistan ilişkilerindeki normalleşme sürecini aksatmak olduğunu söylemiştir.