Kahramanmaraş Depremi Sonrasında Neler Yapılmalı?
Normal koşullarda ilk 12-24-36-48-72 saatlik sürede enkaz altında kalanların yaşama şansı tedricen azalmaktadır. Mevcut hava koşulları düşünüldüğünde, bu sürenin daha da aşağı düştüğünü tahmin etmek zor değildir. Artık afet bölgesinde enkaz altındaki vatandaşlarımız için umutların tükenmeye başladığı zamanları yaşıyoruz. Ancak durumun aciliyetinin ortadan kalkacağını düşünmek aşırı iyimserlik olur.
Sevgili dostlar gönül ister ki, böylesine büyük bir felaketin yaşandığı ortamda siyasi tartışmalara değil, birbirimizin acısına odaklanalım. Ancak daha ilk günden itibaren siyasi iktidarın adeta suçlu psikolojisiyle eleştiri ve tartışmaları bastırma çabası, toplumda yine siyasi iktidar tarafından siyasi bir strateji olarak seçilmiş olan kutuplaştırma yaklaşımını derinleştirici bir etki yaratıyor görünmektedir. Umarız ki, toplumsal fay hatları bir daha bir araya gelemeyecek şekilde ayrılmaz. Zira hükümetler geçici, devlet ve halk kalıcıdır. Sosyal medyada bant kısıtlama tercihi, bu bağlamda son derece talihsiz bir uygulama olmuştur. Oysa eleştirileri, kurumsal kapasiteyi geliştirmeyi sağlayacak bir veri seti olarak kaydedip daha etkin bir iletişim için sosyal medya uygulamalarını desteklemek, eleştirenleri tehdit etmekten daha sağlıklı bir iletişim açısından yapılması gerekendir. Hangi kademede olursa olsun kamu görevlilerinin afet ortamının gerektirdiği hız ve koordinasyon için çaba göstermek yerine haberleşmeyi kısıtlamak yoluyla ne amaçladığını günün birinde öğrenebilmeyi umuyoruz.
Bu yazıda en azından kurtarma çalışmaları devam ederken, afetin çok da dikkate alınmayan bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Bu boyut afet sonrası yaşanacak olan afetin ikincil ve müteakip olası etkileri ve bu konularda yapılması gerekenlerdir. Çünkü afetlerden sonra toplumsal yaşantı normale dönene kadar bir müddet kamu hizmetlerinde aksama yaşanır ve bu hizmetler hayatı etkileyecek boyutta hizmetler de olabilir. Afet bölgesine ilk bir aydan sonra yapılan yardımların yoğunluğu azalırken, birçok ihtiyacın daha zor karşılanabileceği bir süreç başlar ve bu süreç, toplumda afetin kurtarma çalışmalarının bittiği kabul edilen zamandan başlayarak, aylar hatta yıllar sürebilir. Şimdi bunları açmaya çalışalım.
Afetin gerçekleştiği andan itibaren, insanların temininde güçlük çektiği maddeler, sağlık riski yaratan büyük bir soruna dönüşebilir. İçme suyu ve gıdaya erişimin yanında şehir şebekesinin zarar görmüş olma ihtimaliyle temizlik konusunda da sorunlar yaşanabilir. Eğer afet bölgesi Kahramanmaraş depremindeki gibi çok büyük bir alanı kapsıyorsa, bu sorun daha ciddi bir halk sağlığı sorununa dönüşebilir. Afet sonrası eksikliği en çok hissedilen ihtiyaçlar, bu çerçevede gıda, temizlik ve barınma ihtiyacı olarak kendini gösterir. Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye için 3. Seviye Acil Durum ilan ettiğini açıklaması da, afet sonrası ikincil etkilere yönelik olarak alınan tedbirler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Afetin büyüklüğü dikkate alındığında zarar gören altyapının onarımının beklenenden uzun sürebileceği, afetzedelerin acil ihtiyaç maddelerinin teminine uzun süre bağımlı olarak kalabileceği değerlendirilmeli ve afet sonrasına ilişkin planlamada mutlaka dikkate alınmalıdır.
Özellikle hava koşullarının çok olumsuz olduğu bir zamanda gerçekleşen deprem sonrası en büyük olumsuzluk, kurtarma ekiplerinin ulaşımında yaşanmıştır. Ulaşımda yaşanan gecikmenin enkaz altında kalan afetzedeler açısından da durumu ağırlaştırdığı açıktır. Normal koşullarda ilk 12-24-36-48-72 saatlik sürede enkaz altında kalanların yaşama şansı tedricen azalmaktadır. Mevcut hava koşulları düşünüldüğünde, bu sürenin daha da aşağı düştüğünü tahmin etmek zor değildir. Artık afet bölgesinde enkaz altındaki vatandaşlarımız için umutların tükenmeye başladığı zamanları yaşıyoruz. Ancak durumun aciliyetinin ortadan kalkacağını düşünmek aşırı iyimserlik olur.
Öncelikle afetten yaralı olarak kurtarılan afetzedelerin büyük bir bölümünün rehabilitasyon sürecinin en iyi ihtimalle birkaç ay sürebileceği mutlaka öngörülmelidir. Buradan yola çıkarak zarar görmüş sağlık tesislerinin altyapı ile birlikte öncelikle kesintisiz hizmet verebilecek şeklide işler duruma getirilmesi gerekiyor. Elbette destek personeli olarak bölgeye giden personel açısından değerlendirdiğimizde, bu kadar uzun süreli rehabilitasyon programlarını daimi personelle yürütmek daha etkin ve uyun bir çözüm olacaktır. Ancak uzunca bir süre, kamu görevlileri açısından bu bölgenin istenmeyeceği bilinmelidir. Yapılması gereken, bölgeyi kamu görevlileri için cazip hale getirecek uygulamaların hayata acilen geçirilmesidir. Bu kapsamda barınma imkânlarının geliştirilmesinin yanında maddi imkânların da ayrıcalıklı bir şekilde düzenlenmesi gerekebilir. En az 10 yıl boyunca afet bölgesinde görev yapacak kamu personeline afet tazminatı sağlanması ve bölgenin kamu görevlileri için cazip hale getirilmesi etkili bir çözüm olabilir.
Belki birkaç ay süreyle bölgede görev yapacak olan takviye kamu personelinin yaşayacağı basit sağlık sorunlarının yanında, psikolojik olarak yıpranacakları da göz önünde bulundurulmalı ve değişim planlanmalıdır. Bu süreçte kamu güvenliği önemli bir sorun alanı olarak görülmeli ve mutlaka kamu güvenliğini sağlamaya yönelik tedbirler alınmalıdır. Takviye personelin görev yaptığı süre içinde güvenli bir yere prefabrik geçici kamu hizmet yapıları kurulmalı ve kamu hizmetindeki aksamalar, kalıcı yerleşimler sağlanana kadar azaltılmalıdır. Bu kapsamda süratle konteynır hastaneler oluşturulmalı ve sağlık hizmetleri hızlı bir şekilde sağlıklı bir zemine oturtulmalıdır.
Altyapı sorunlarında yaşanacak gecikmelerin toplum sağlığı açısından yaratacağı risklerin farkında olunmalıdır. Bu kapsamda yapılacak planlamaların Türkiye’nin halk sağlığı alanında uzman değerli hocalarının desteği mutlaka sağlanmalıdır. Bu sorunların başlıcası altyapı eksikliği kaynaklı salgın hastalık riski olabilir. Ancak altyapı sorunları giderilirken mutlaka üniversitelerin jeoloji ve çevre mühendisliği bölümlerinden destek alınmalıdır. Burada bir parantez açıp şunu söylemek gerektiğini düşünüyorum. Japonya’nın 2011 Tohuku depremi tecrübelerini dinlediğim iki Japon uzman, Japonya’da afetin ardından altı ay boyunca o bölgede yapıya müsaade edilmediğini, bu sürede bütün etütlerin en ince ayrıntısına kadar yapıldığını, bu çalışmalardan sonra ancak altı ayın sonunda yapıya müsaade edildiğini söylemişlerdi. Bu yaklaşım beni çok etkilemişti. Kahramanmaraş depreminde etkilenen bölgenin büyüklüğü bu süreye müsaade edecek gibi görünmüyor. Ama yine de ilk etapta süratle çok katlı beton binalar yapmak yerine tek katlı prefabrik yapılaşma bir çözüm olarak görülebilir. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı’nın bir yıl içerisinde yıkılanların yerine 3-4 katlı yapılaşmanın sağlanacağı açıklamasını en azından kat izni açısından olumlu görülebilir.
Bölgede afet sonrasında yaşanacak sorunların en önemlilerinden biri de eğitim konusundaki aksaklıklar olacaktır. Okullar iyi durumda olsa bile, çocuklarımızın ve gençlerimizin psikolojik durumları var olan yapılar içerisinde eğitime çok müsaade etmeyebilir. Bu nedenle hastane için çözüm olarak önerdiğim konteynır okullar, acil ve etkin bir çözüm olarak değerlendirilebilir. Ayrıca ailelerini kaybetmiş çocuklarla ilgili psiko-sosyal destek uygulamaları da süratli bir şekilde hayata geçirilmelidir. Bölgede görev yapan öğretmenlerin de yaşamlarını kolaylaştırıcı tedbirlerin mutlaka planlanması gerekmektedir. Gelecek yılların bölgede eğitim hizmetleri konusunda çok kolay geçmeyeceği tahmin edilebilir. Bu konuda mutlaka ek önlemlere ve uygulamalara ihtiyaç duyulacağı öngörülmelidir.
Dünyada büyük afetler yaşayan her ülkede olduğu gibi, muhtemelen Kahramanmaraş depreminin olumsuz etkileri yurt genelinde uzun süre hissedilecektir. Bunun en net hissedileceği alan, kalkınma ve ekonomik göstergeler olacaktır. Japonya 2011 yılındaki Tohuku depreminin ardından, 2020 yılına kadar sadece gelir vergisine ilave % 5 bir artış öngörmüştü. Gerçekten de Milletçe bu süreci atlatmak zorunda olduğumuz gerçeğini dikkate aldığımızda benzer bir uygulamanın bizde de yaşanması sürpriz olmamalıdır. Ancak 1999 depremindeki gibi özel iletişim vergisi adında dolaylı bir verginin halkın sırtına bindirilmesi yerine, gelir vergisi gibi adaletli bir vergi ile çözüm üretilmesi, toplumsal barışın korunması adına çok önemlidir. Dolaylı vergilerde de, sadece lüks ürünlerde bir KDV artışının toplum genelinde tepkisel karşılanmayacağını düşünebiliriz. Elbette burada lüks üründen kastımız, temizlik ve sağlık ürünleri, evcil hayvan mamaları, çeşitli gıda maddeleri gibi günlük kullanılan maddeler değildir.
Sonuç
Dünyada hiçbir toplumun kapasitesi, yaşadığımız Kahramanmaraş depremi gibi birbirinden dokuz saat arayla iki yüksek şiddetteki depremin çok büyük bir alanı etkilemesi karşısında yeterli olmayabilir. Devletin olanaklarının böyle bir felaket karşısında yetersiz kalması da anlaşılabilir bir durumdur. Burada devleti yönetme sorumluluğu olan iktidarın acil ihtiyaçları süratle koordine ederek ve bekletmeden karşılanmasını sağlayacak etkinlikleri yönetmesi beklenir. Bu eleştirileri yapan hiç kimse hain değildir. Zaten toplum çapında başlatılan büyük bir yardım seferberliği insanların, siyasetin kutuplaştırıcı diline rağmen nasıl bir dayanışma içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu kadar geniş bölgeye yayılan böylesi bir afetin etkileri uzun süre devam edecek gibi görünmektedir. Yapılması gereken ilk şey, toplumsal kutuplaşmanın topluma verdiği zararların fark edilmesi ve birlik ruhunun da talimatla, emirle sağlanamayacağının anlaşılmasıdır. Bundan sonra zaten herkes ülkesinin bu durumdan çıkması için vatandaş sorumluluğunu kendinde hissedecektir.
Afet sonrasında yapılması gerekenler için en çok ihtiyaç duyduğumuz, bilimin ve aklın rehberliğinde bir planlama ile ihtiyaçların doğru tespiti ve en rasyonel çözümlerle bu ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bunun yanında hukukun, yeniden yapılanma süreçlerinin her safhasında etkin bir şekilde adaleti sağlaması, yolsuzlukları ve kayırmacılığı önlemesi gerekmektedir. Siyasetçilere düşen ise halkı kutuplaştırıcı söylemlerden ve halka karşı tehdit dili kullanmaktan kaçınmaktır. Emin olun bu büyük Millet çok badireler atlattı, bunu da atlatır. Ama kutuplaştırdığınız bir halkı zorlayıcı tedbirler ve ikna çabaları ile bir araya getiremezsiniz. Görünen odur ki, Türk Milleti acısını yaşamayı da paylaşmayı da iyi bilmektedir. Herkes işini doğru yapmalıdır. Büyük Önderimiz Atatürk’ün şu sözünü unutmayalım; “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır”. Aşağıdaki linkte BBC tarafından hazırlanan 11 dakikalık bir paylaşım bulunmaktadır. Bilimin ve aklın rehberliği yanında ahlak da olunca sonuç ne kadar güzel olabiliyor diye görmek isterseniz lütfen izleyin. Nefretten uzak sevgi ve saygı dolu bir gelecek diliyorum…