Kahramanmaraş Depremine Müdahale ve Sonrası Üzerine Düşünceler
Toplumda afetlere karşı duyarlılığın en yüksek olduğu an, afetin hemen sonrasıdır. En düşük olduğu zaman ise afetin hemen öncesidir. Bu nedenle duyarlılığın yüksek olduğu zamanların, afete hazırlıkla ilgili çalışmalar için bir fırsatlar penceresi açtığı kabul edilir. Elbette bu fırsatlar penceresinin kamu yararı doğrultusunda kullanılması gerekir.
Sevgili dostlar, bugüne kadar afet yönetimi hakkında yazdığım yazılardan öne çıkan hususları sıralayarak başlamak istiyorum:
1. Afete müdahale topyekûn olmalıdır. Devlet ve sivil toplum bütün kapasitesi ile müdahale etmelidir;
2. Afet yönetimi uzmanlık isteyen bir alandır, mutlaka liyakat esas olmalıdır;
3. Bir toplumun afete müdahaledeki başarısı, bütün kurumlarının kapasitesi ile doğru orantılıdır.
Afete müdahale bu yönüyle hem toplumun afete hazırlık derecesinin hem de bütün kurumsal kapasitesinin sınandığı bir faaliyettir. Afet sonrasında normal yaşantıya dönüş hızı, kurumsal kapasitesi ve dayanışması yüksek toplumlarda çok kısa sürede olurken, düşük toplumlarda çok uzun süreler alabilmektedir. Aslında saydığımız üç faktör de birbiriyle etkileşimli ve doğrudan ilgilidir ve bu üç faktör, afet yönetim sürecinin bütün aşamalarını kapsamaktadır. Zira kurumsal kapasiteden, liyakatten bahsederken, tarihsel olarak her şeyin doğru ve zamanında yapılmasını kastediyoruz.
Afetin ortaya çıkış anı, beklenmeyen bir durumdur. Burada bilimsel olarak öngörülemez olduğundan bahsetmiyoruz. Toplumda afete ilişkin bir duyarlılığın olmayışından söz ediyoruz. Toplumda afetlere karşı duyarlılığın en yüksek olduğu an, afetin hemen sonrasıdır. En düşük olduğu zaman ise afetin hemen öncesidir. Bu nedenle duyarlılığın yüksek olduğu zamanların, afete hazırlıkla ilgili çalışmalar için bir fırsatlar penceresi açtığı kabul edilir. Elbette bu fırsatlar penceresinin kamu yararı doğrultusunda kullanılması gerekir. Bahsedilen fırsatlar, bir takım sermaye gruplarının ya da kişilerin zenginleşmesi fırsatı değildir, olmamalıdır. Bu fırsatlar penceresi döneminde yapılan eleştiriler politika yapıcılar açısından çok değerlidir. Çünkü afet yönetimi, afetlerden alınan derslerle gelişen ve ilerleyen bir disiplindir.
Her şeyi mükemmel yaptığını düşünen bir insanın kendisini geliştirmesi imkânsızdır. Kurumlar için de böyledir. Bu nedenle afet sonrasında vatandaşların, bilim insanlarının ve medyanın eleştirileri, kamu yararını önceleyen bir iktidar için çok önemli ve değerlidir. Bu eleştirilerden çıkarılacak dersler, toplumun kurumsal kapasitesinin geliştirilmesine, afet yönetim sisteminin iyileştirilmesine ve dolayısıyla müteakip afetlerde daha az can ve mal kaybına zemin hazırlayacaktır. Ancak eleştiriler iktidar tarafından bir tehdit olarak algılanırsa, fırsatlar penceresinin açık kaldığı dönem, gelecekteki afetlere hazırlık konusunda kaçırılmış fırsatlara dönüşür.
Sivil Toplum Örgütleri İle İlişkiler Nasıl Olmalıdır?
Kahramanmaraş depreminde sivil toplum örgütlerinin çok çabuk organize olup afet bölgesini desteklemesi, tam da sivil toplum örgütlerinden beklenen bir tutumdur. Çünkü sivil toplum örgütleri, kamu hizmetlerinin yetersiz kaldığı alanlardaki boşluğu dolduran çok değerli yapılardır. Kâr amacı gütmeyen ve gönüllülük esasına göre yatay olarak örgütlenen bu yapılar ne kadar güçlüyse, toplumsal kapasitenin o kadar güçlü olması beklenir. Özellikle devlet kurumlarının kurumsal kapasitesinin yetersiz kaldığı afet ve savaş gibi durumlarda sivil toplum örgütleri, toplumsal dayanışmayı örgütler, derleyip toparlar. Yaşadığımız depremde AFAD’ın bir kamu kurumu olarak tutumu, sivil toplum düşüncesinin Türkiye’de ne kadar zayıf kaldığının göstergesi olarak görülebilir.
AFAD, koordinasyonu ve uygulamayı mutlaka kendi kurumsal yapısı üzerinden yapmakta ısrarcı olduğu için, birçok iyi örgütlenmiş sivil toplum örgütünün afet bölgesindeki etkinliği azalmıştır. Burada sorun koordinasyonun kurumsal olarak anlaşılmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Zaten kurumsal yapı olarak hatalı bir afet yönetimi anlayışı üzerine kurulu olan AFAD, yardımları koordine etmek yerine bünyesinde toplamaya kalkmıştır.
Oysa afetlerde yardımların süratli bir şekilde ulaştırılması ve zaman kaybının en aza indirilmesi, koordinatör yapıyla uyum içerisinde çalışan ayrı yapıların uygulayıcı olması sayesinde mümkündür. Yani bir kurum hem koordinasyondan sorumlu, hem uygulayıcı, hem planlayıcı olursa, özellikle büyük bir bölgeyi etkileyen afete müdahalede her şeyden sorumlu ama hiçbir şeye gücü yetemeyen bir yapıya dönüşür. Kahramanmaraş depreminde olan da budur.
Olması gereken ise sivil toplum örgütlerine daha fazla inisiyatif tanıyıp, onlardan gelen bilgiler doğrultusunda koordinasyonu sağlamaktır. Çünkü bu kadar geniş bir afet bölgesinde her yerden bilgi toplamaya AFAD’ın kurumsal kapasitesi yetmeyeceği gibi, diğer kamu kuruluşlarının kapasitelerinin de yetersiz kalması olasıdır. Arada kalan açıklığı giderebilecek yapılar olan sivil toplum örgütlerini adeta emir-komuta ilişkisinde “hizaya sokmaya” çalışmak, yönetim açısından afet ortamının karmaşıklık düzeyinde hiç takınılmaması gereken bir tutumdur. Buna karşın sivil toplum örgütleri bu afette başarılı bir sınav vermiştir ve vermektedir. Afet bölgesindeki ihtiyaçların karşılanmasında uzun soluklu bir çabaya ihtiyaç duyulduğu göz önüne alındığında, sivil toplum örgütlerinin bu alandaki varlığı çok değerlidir.
Diğer bir sorunlu tutum ise sivil toplum örgütleri arasında ayrım yapıp, dini tarikat ve cemaatlerle organik olmasa da ilişkili olduğu bilinen yapıların pozitif ayrımcılığa uğramasıdır. Daha önceki yazılarımda değindiğim üzere, toplumsal fay hatlarında kırılmalara yol açacak bu tutum, toplumsal dayanışmanın tesis edilmesini de engeller. Oysa ihtiyaç duyulan şey, toplumsal dayanışmanın olabildiği kadar güçlü olmasıdır. Arama kurtarma çalışmalarında enkazdan canlı çıkarılan insanların (şoka girmemesi için) mümkün olduğu kadar sessiz bir biçimde taşınması gerekirken, adeta dini bir ritüelle tekbir sesleri arasında karşılanmasında bilimsel yeterliliği olmayan ve dini temelde örgütlenmiş ekiplerin rolü olduğu açıkça görülmektedir. Sivil toplum örgütleriyle mücadele eder bir görüntü çizen AFAD, bu konuda hiçbir uyarı ya da engelleyici tavır içerisine girmemiştir. Afet sonrasında bunların da mutlaka bilimsel zeminde tartışılmasında fayda bulunmaktadır.
Afet Bölgesinde Gönüllü Desteğinin Kullanılması Nasıl Olmalıdır?
Afetlerin şüphesiz en olumsuz etkilerinden biri, ülkenin insan kaynağının kısa sürede üstesinden gelinmesi kolay olmayacak şekilde zarar görmesidir. Bu açığı kısa süre için de olsa kapatabilecek yaklaşımlardan biri, afet bölgesinde görev almak isteyen gönüllü potansiyelinin etkin ve yoğun kullanımı olabilir. Sivil toplum örgütlerinin bünyesinde yer alan gönüllüler olabileceği gibi, münferit olarak bölgede görev almak isteyen gönüllüler de olabilir. Gönüllü insanların kamu hizmetlerinde bulunmak istemeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının işlerini kolaylaştıran ve toplumsal dayanışmanın gücünü gösteren çok değerli bir katkıdır. Afet bölgesinde koordinasyondan sorumlu yapının hem sivil toplum örgütlerine bu konuda görevler vermesi, hem bireysel gönüllüleri görevlendirmesi, hem de onları desteklemesi, afet sonrasında toparlanmanın hızını artırıcı etki yapar. Ancak bu konuda kamu kurum ve kuruluşlarının hazırlıklı olduğunu söylemek zordur.
Bundan sonrası için yapılabilecek uygulamalardan biri, ülkenin insan gücü envanterinin dijital ortamda tanımlı olmasıdır. Afetlerde devreye sokulabilmesi için, gönüllü olan herkesin e-devlet üzerinden görevlendirme istemesi durumunda, bölgeye intikali, görevlendirilme koşulları, süresi, iaşe ve ibate koşulları belirli olmak üzere görevlendirilebileceği bir platform oluşturulabilir. E-devlet arayüzü üzerinden platforma müracaat eden gönüllülerin uzmanlık alanlarına göre afet bölgesinde görevlendirilmesi mümkün olabilir. Bu gönüllüler, sağlık, eğitim, psikolojik destek, altyapı onarımı, lojistik, kriz yönetim mekanizmaları gibi çok çeşitli alanlarda kullanılabilir. Böylece bir şekilde aktif çalışma hayatında bulunmayan insanların potansiyelinden, afetle topyekûn mücadele kapsamında yararlanmak mümkün olabilir. Ancak bunun için kurumsal ve kişisel egoların aşılması gerekmektedir.
Sonuç
Ülkemiz gerçekten çok büyük bir afet yaşamıştır. Ancak bundan sonrası hiç kimse için kolay olmayacaktır. Oldukça uzun bir süre yardıma ihtiyaç duyacak olan bölge insanının desteklenmesi, kapsamlı bir planlama gerektirmektedir. Kamu hizmetlerinin aşama aşama devreye sokulması olmaksızın bir normalleşme mümkün değildir. Bu planlamanın içerisinde mutlaka sivil toplum örgütlerine ayrım yapılmaksızın yer verilmelidir. Ülkenin gönüllü insan gücü potansiyelinin kullanılması için de mutlaka düzenlemeler yapılmalıdır.
Afetlerden çıkarılacak dersler kapsamında çok değerli bir veri olan eleştiriler, bilimsel bir yaklaşımla toplanmalı, derlenmeli ve tartışılmalıdır. Her şey doğru yapıldıysa, bu kadar insanımızın neden can verdiğinin, kentlerimizin neden enkaz yığınına dönüştüğünün açıklanması gerekir. Yok, eğer bir şeyler yolunda gitmediyse, bunların neden kaynaklandığı tespit edilmeli, giderilmesi için yapılması gerekenler, geniş katılımlı (kamu, sivil toplum, üniversiteler, medya) toplantılarda ele alınmalı ve politika yapıcılar tarafından düzeltici tedbirlere ilişkin politika gündemi kamuoyuna açıklanmalıdır. Sorunların üzerinin örtülmeye çalışılması, yaşanan afetten çıkarılabilecek derslerin de üzerinin örtülmesi anlamına gelir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmamalıdır.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirinde ifade ettiği gibi; “Ummam artık olanlar böyle olsun/Yeni çağda mızrak çuvala girsin” diye bağırmak geliyorsa içimizden, gerçekten bir şeyler değişmelidir.