Site İçi Arama

analiz-ve-raporlar

Komplo teorisi nedir? Rusya-Ukrayna Savaşını başlatan Putin, ABD'nin tuzağına mı düştü?

Gündemdeki Ukrayna kriziyle ilgili olarak belki de en çok sorulan soru; Putin’in Ukrayna’da Batının (özellikle ABD) tuzağına düşüp düşmediği sorusudur. Komplo teorisi gibi görünse de politik ve askeri alandaki pek çok gelişme Putin’in Ukrayna’da bir tuzağa düşmüş olabileceğinin işaretleriyle doludur. Bu yazımızda eldeki verilere göre “Putin Ukrayna’da Batının tuzağına düşmüştür” önermesini analiz edeceğiz. 

Gerek Türkiye’deki gerekse dünyadaki pek çok siyaset bilimciye göre Putin strateji anlamında Rus devlet aklını en iyi kullanabilecek kişidir. Pek çok çevrede Putin strateji konusunda “usta bir satranç oyuncusu” olarak tanımlamaktadır.

Putin bilinçli bir seçimle KGB’de çalışmış, iyi eğitimler almış, soğuk savaşı dönemiyle demir perdenin yıkılışına devlet görevlisi olarak şahitlik etmiştir. 22 yılı bulan iktidarındaki Çeçenistan, Gürcistan, Kırım, Suriye ve Karabağ hamlelerini de göz önüne aldığımızda hem altyapı olarak hem de pratikte strateji üretmek ve yürütmek konusunda yeterli bilgi ile tecrübeye sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Peki Rusya’nın jeostratejisi nedir? Putin, Rusya’nın stratejisini hedefini açıkça ifade etmiş ve eski Rus İmparatorluğu’nun egemenlik alanına sahip olmak istediklerini söylemiştir. Bu jeostrateji ünlü Rus stratejist Alexander Dugin tarafından “Avrasya Jeopolitiği” olarak tanımlanmaktadır. Dugin’e göre Rusya bulunduğu coğrafyadan dolayı küresel bir güç olma potansiyelini doğal olarak taşımaktadır. Rusya tarihsel süreçte 1000’li yıllardan itibaren bu potansiyelini harekete geçirmiş ve gerek çarlık, gerek SSCB gerekse RF dönemlerinde küresel aktör rolünü üstlenmiştir.

Dugin bu jeostratejiyi sürdürebilir kılmanın yollarını dikey ve yatay eksenler teorisiyle açıklamaktadır. Dikey eksen Kaliningrad-Kırım yani Baltık denizi, Karadeniz hattıdır. Yatay eksen ise Kafkasya’dan başlayıp Kırgızistan’a uzanan güney hattıdır. Dugin’e göre Rusya yatay ve dikey eksenleri kontrol edebildiği sürece küresel aktör rolünü oynamaya da devam edecektir. Nitekim Rusya tarihinin her döneminde yatay ve dikey eksenlerinde meydana gelen gelişmelere seyirci kalmamış ve müdahaleci olmuştur. Rusya anakarasını korumanın yolu dikey eksende yer alan Baltık ülkeleri, Belarus, Ukrayna ve Moldova’nın yatay eksende ise Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın kontrolünü sağlamaktan geçmektedir.

SSCB döneminde Varşova paktı vasıtasıyla Baltık ülkeleri, Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya ve Bulgaristan’ın kontrolü, Finlandiya ile savaşı, Türk Boğazları üzerinde sürekli bir tehdit oluşturması, Afganistan’a müdahalesi ile RF döneminde Suriye’de kuvvet bulundurulması söz konusu jeostratejinin “ilave bir çemberle daha korunarak” yürütülmesi açısından proaktif hareketlerdir.

Rus imparatorluk jeostratejisini Avrasya jeopolitiği kavramı içerisinde kısaca tanımladık. Putin’in de Rus devlet aklını bilen birisi olarak bu stratejiye uygun davrandığını varsayıyoruz. Peki Rusya’nın böyle bir güce sahip olması ve Avrasya anakarasını kontrol etmesi kimin işine gelmez? Klasik cevap Batı yani ABD ve NATO olacaktır. Ancak SSCB’nin dağılışından sonra Rusya’nın küresel anlamda ABD için bir tehdit olma özelliğini kaybettiğini de göz önünde tutalım.

Putin Rusya’sının derlenip toparlandığı ve yeniden küresel aktör olma yolunda adımlar attığını söyleyenler de olabilir ancak mevcut parametreler (ekonomik, askeri, hukuk, insani gelişmişlik) bu iddiayı pek doğrulamıyor. Rusya neticede SSCB’nin dağılışından sonra kapitalist sistemin parametreleri içerisinde tanımlanabilen bir ülke konumuna gelmiştir. 200-300 yıllık kapitalist deneyime sahip olan Fransa, İngiltere, Almanya ya da ABD ile aynı kulvarda yarışabileceğini söylemek çok iddialı bir söylem olur.

Biz yine komplo teorimize dönelim. Peki Batı ve özellikle de ABD nasıl bir Rusya ister? Batı ittifakı ile dost, ABD’nin yanında yer alan bir Rusya’ya ne dersiniz? Bugün itibariyle, Rus ordusu Ukrayna’da savaşırken, tüm Batı ittifakı Rusya’ya ardı ardına yaptırımlar uygularken bunu söylemek gerçeküstü bir söylem gibi duruyor değil mi? Neden olmasın diyerek komplo teorimizi geliştiriyoruz.

Rus halkının SSCB dağıldıktan sonra merak ettiği Batı tipi yaşam tarzını benimsemesi çok zaman almadı. Kısa sürede ülkede Mc Donalds’lar açıldı. AVM’ler ve ünlü markalar boy göstermeye başladı. Binlerce Rus genci okumak için Batıya gitti, evlilik siteleri Batılılarla evlenmek isteyen Rus kadınlarıyla dolu, Ruslar tatillerini Türkiye’de geçirmeye başladı.

Ancak Rus halkındaki bu değişime rağmen Rus devlet aygıtı bu değişimi hiç benimsemedi. Yeltsin’den sonra yönetimi devralan Putin için mevcut durum Rus halkının adeta aşağılanmasıydı. Önünde pek çok engeller vardı. Çeçenistan’da, Osetya’da güç kullandı durumu lehine çevirdi, Ermenistan’da Batı yanlısı Paşinyan’a ders verdi. Petrol fiyatlarındaki artışla ekonomiyi nisbi olarak toparladı, medyayı kontrol edip muhalefeti baskı altına alarak siyasi iktidarını güçlendirdi. Bunları yaparken de doğal kaynak zengini mafyavari oligark adı verilen zenginlerle işbirliğinden çekinmedi.

Çeçenistan ve Osetya müdahalelerini iç sorun sayarsak Putin’in yeni Rusya’sı ilk küresel politik çıkışını Suriye’ye asker göndererek gerçekleştirdi. Pek çok Rus’a göre bir rüya gerçek olmuş Rusya Suriye üzerinden Akdeniz’e inmişti. Yetmedi Rusya Libya’da da askeri varlık gösterdi. Putin’in popülaritesi yükseliyordu. Sosyal medyada boy boy Putin fotoğrafları çıkıyor, Putin “yeni çar” olarak tanımlanıyordu. SSCB’nin dağılışından sonra gururu incinen Rus halkının gururu okşanmıştı. Tüm devlet başkanları Putin’in ayağına geliyor, Putin onları bekletiyor, uzun masalarda mesafeli görüşmeler yapıyordu. Eski SSCB’nin itibarı geri gelmişti.

ABD ise 2000’li yıların başında evinde vurulduktan sonra Afganistan’a, Irak’a müdahalede bulunmuştu ancak işler hiç de umduğu gibi gitmemişti. Neticede iki ülkeyi de apar topar terk ettiler. ABD’nin her platformdaki destekçisi Avrupa’da AB projesi ekonomik kriz ve Brexit’le darbe almış, AB’nin varlığı dahi sorgulanmaya başlanmıştı.

Macron 2019 yılında Batının savunma ittifakı olan NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği söylemişti. Batının güneydoğu kanadındaki değişmez müttefiki Türkiye, Erdoğan yönetiminde Rusya ile yakınlaşmaya başlamış, Batı dünyasıyla ilişkilerini sınırlandırmaya başlamıştı. Batı ittifakında adeta bir dağılma sözkonusuydu. Yani Putin Rusya’sının yıldızı parlarken, Batı dünyasının siyasal, ekonomik ve askeri işbirliğinde dağılma emareleri görülmeye başlanmıştı.

Ancak ABD’ye göre asıl sorun Güneydoğu Asya ve Pasifik’teydi. ABD dış politikasında Obama’nın ikinci döneminden sonra Çin konusu gündeme gelmeye başladı. Aslında 2000’li yıların başından beri akademik çevreler dünyada stratejik güç dengesinin Çin’e doğru kaymakta olduğunu tespit etmiş ve tartışıyordu. Ancak bu tartışmalar 11 Eylül saldırıları, Irak ve Afganistan harekâtları, mortgage krizi, küresel terörizm gibi konuların gölgesinde kaldı.

2015 yılında ABD Çin’in yükselişini ve bunun ABD güvenlik stratejilerine etkisini resmi dokümanlarına geçirdi. ABD dış politikasında Çin daha çok yer almaya başlamıştı. Çin’in Güney Çin denizinde askeri varlığını artırması ABD’nin bölgedeki Tayvan, Güney Kore, Japonya gibi müttefiklerini Çin’in olası nükleer ve konvansiyonel müdahalesine ya da tehditlerine açık hale getirmişti. ABD milli güvenlik stratejisini revize ederek Çin’i “başlıca tehdit” olarak algılamaya başladı.

Elbette bu tehdidi Çin’in giderek artan devasa üretim gücü ve ekonomisi de destekliyordu. Çin her geçen yıl savunma harcamalarını artırmaya başlamıştı. ABD Çin’e karşı stratejisini; bölgede bulunduracağı askeri güç, doların uluslararası piyasalardaki kredibilitesi ve uluslararası finans siteminin dayanak noktası olarak kalması, teknolojik liderlik ve Çin’in eksiği olan özgürlük, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü gibi değerler üzerine oturtarak dış politikasında tehdit önceliğini Çin’e verdi.

Trump’ın iktidara gelişiyle birlikte ABD’nin Çin politikasında bir değişim yaşandı. Aralık 2017’de yayımlanan Ulusal Güvenlik ve Strateji Belgesinde “Çin tehdidi” açık ve vurgulu bir şekilde yer aldı. Çin’e karşı alınabilecek önlemler belgede yer aldı. Çin artık “yeni büyük tehdit” olma özelliğini Rusya’dan ve uluslararası terörizmden devralmıştı. Ekonomik alanda ambargo uygulanması, demir ve çelik sektöründe gümrük tarifelerinin yükseltilmesi, Çin’e kayan Amerikan menşeli üretimin geri getirilmesi gibi önlemler Trump döneminde uygulanmaya başlandı.

Halihazırda askerî açıdan ABD’nin Çin’e karşı üstünlüğü açık, kısa vadede ABD ile Çin’in askeri anlamda çatışma ihtimali yok. Ancak Çin’in savunma sanayinde dev adımlar attığı da bir gerçek.

ABD Başkanı Joe Biden 1942 yılında doğmuştur. Hukukçudur. 1972 yılında henüz 30 yaşındayken Senato’ya seçildiğinde ABD tarihinin en genç senatörleri arasında yerini almıştı. Altı kez Senatoya seçilen Biden, başkanlık seçimlerini kazanan Obama’nın 2008-2012 yılları arasında başkan yardımcılığını yaptı. Biden, Vietnam Savaşı, Soğuk Savaş dönemi, SSCB’nin dağılması, Yugoslavya müdahalesi, Irak Savaşı, 9/11 süreci, Afganistan harekâtı gibi uluslar arası politik sistemi sarsan olayları bir politikacı olarak kimi zaman karar verme konumunda yaşadı. 50 yıllık bir politikacıdan söz ediyoruz. Bu bilgileri vermemdeki maksat Putin’i büyük bir satranç ustası ve strateji dehası olarak tanımlayanlara bir hatırlatma yaparak Biden’ın politika yeteneğinin Putin’den aşağı olmadığını hatırlatmaktır. ABD, Obama ve Trump dönemlerinde Batı dünyasının dağınıklığı yüzünden Çin’e karşı kapsamlı ve entegre bir strateji ortaya koyamamıştı. ABD dış politikasında süreklilik esastır. Biden Başkanlığı devraldığında eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Çin ile ilgili uyarı ve düşüncelerini göz ardı edeceğini düşünmek saflık olur. 

22.02.2022 günü Putin bir açıklamayla Ukrayna’ya karşı ayrılıkçı hareketlerin olduğu Luhansk ve Donetsk bölgesindeki yerel yönetimlerin bağımsızlığını tanıdığını açıkladı ve 2 gün sonra da Rus ordusu Ukrayna topraklarında askeri müdahaleye başladı. Dünya şaşkındı ama elbette bu gelişmeler iki günde olmamıştı. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’a müdahalesi ile başlayan süreç, Rus yanlısı Yanukoviç’in yerine Batı yanlısı Zelenski’nin seçilmesi, Luhansk ve Donetsk bölgesindeki gerilimin tırmanması, Ukrayna’nın ısrarlı NATO ve AB üyesi olma isteği ile devamında Rus ordusunun aylar öncesinden başlayarak Ukrayna sınırına yaptığı stratejik yığınak ve askeri tatbikatlarla Rusya ile Ukrayna arasında sıcak çatışma ortamına kadar gelişti.

Krizin son dönemlerinde Batılı politikacıların tavrı çok dikkat çekiciydi. Başta Biden olmak üzere, Boris Johnson, Macron ve Scholz söylemleriyle adeta Putin’in Ukrayna’ya askeri harekâtına yeşil ışık yaktılar. Amiyane tabirle “gel gel” dediler. Sonunda beklenen oldu. Rusya’nın müdahalesi ile birlikte tüm Batılı ülkeler tek ağızdan Putin’e yüklenmeye başladılar, AB ve NATO ülkeleri konsolide oldu, ABD’nin liderliğinde Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar peş peşe gelmeye başladı. Daha da ilginç olan Ukrayna’nın savunma direncinin gün gün artmasıydı. Bugün itibariyle harekât 10. gününe geldi ama Rus ordusunun kayda değer bir üstünlüğü yok. İşte bu ortamda “Putin Ukrayna’da Batının tuzağına mı düştü?” sorusu sorulmaya başlandı.

Şimdi büyük resmi önümüze koyuyoruz ve yine komplo teorimize dönüyoruz. ABD’nin Çin’e karşı kapsamlı ve entegre bir strateji ortaya koyamadığını söylemiştik. Merkeze ABD’nin Çin politikasını koyuyoruz. Putin’li bir Rusya’nın ABD’nin Çin’e karşı olan politikalarına destek vermeyeceği aşikâr. Rusya kazanılmadan ABD’nin Çin ile baş etmesi ise pek mümkün görülmüyor. Putin’siz ve yeniden yapılandırılmış, Batı sistemine entegre olmuş bir Rusya ise ABD için Çin politikasında bulunmaz bir müttefik olur.

Rusya Ukrayna savaşı AB ve NATO ülkelerini ABD’nin yanında yer almaya ve yeniden güvenlik stratejilerine sorgulamaya itti. Finlandiya NATO üyeliği istiyor. Rus ordusunun Ukrayna’daki harekâtı belirsiz ve yıpratıcı, Ukraynalılar, yeni kahramanları Zelenski liderliğinde direnmeye kararlı. Anlaşılan o ki; Rusya Ukrayna’dan kolay çıkamayacak. Çıksa da hanesine “başarısızlık” yazılacak. Başlangıçta Rus halkı Putin’e harekât için onay vermişti, kamuoyu araştırmaları bu yöndeydi ancak her geçen gün bu desteğin düşmeye başladığı konuşuluyor. Yaptırımlar Rus halkının canını yaktıkça memnuniyetsizlik daha da artacaktır.

Rusya’da darbe geleneği vardır ama bunlar hep sessiz darbelerdir. SSCB döneminde, Brejnev’den sonra Politbüro Genel Sekreterleri ve üyelerinin aniden ölüm haberlerini sıklıkla aldığımızı ben hatırlıyorum. Gorbaçov’un Soçi’de enterne edildiğini biliyoruz. Yeltsin’in tankın üzerindeki direnişini hepimiz gördük.

Soru şu; çanlar Putin için mi çalıyor? Aslında Putin benzer bir çağrıyı Zelenski için Ukrayna Ordusuna yapmıştı. Acaba Putin Zelenski için istediği sonu kendisi mi yaşayacak? Şimdi aşağıdaki açıklamaları tekrar okuyalım ve Batılıların Rusya’nın Ukrayna harekâtını algı yönetimiyle Putin’in şahsında nasıl kişiselleştirildiğini, asıl hedefin Putin olup olmadığını sorgulayalım: Batı ittifakı kendisine sorun yaratmayacak, ABD ise “asıl tehdit” Çin ile küresel liderlik mücadelesinde tarafsız kalacak hatta işbirliği yapabilecek Putin’siz bir Rusya mı istiyor?

NATO Genel Sekreteri Stoltenbergh: Bu savaş Putin’in savaşıdır.

ABD Başkanı Biden: Putin bunun bedelini ödeyecek.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken: Putin için maliyet artacak.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron: Putin savaş kararını yalnız ve kasıtlı olarak seçti.

İngiltere Başbakanı Johnson: Putin Ukrayna’da savaş suçu işliyor.

Dr. Eşref ÖZDEMİR
Dr. Eşref ÖZDEMİR
Tüm Makaleler

  • 06.03.2022
  • Süre : 6 dk
  • 1950 kez okundu

Google Ads