Site İçi Arama

analiz-ve-raporlar

Maddenin Yaşam Mücadelesi

Birbirini tüketerek, yani birbirine dönüşerek, bir araya gelerek çeşitleşen madde doğada çeşitli elementler olarak karşımıza çıkıyor. Demirinden bakırına, hidrojeninden azotuna, oksijenine, karbonuna madde bu aşamada da durmuyor, kimyasal reaksiyonlarla elementlerden moleküller oluşturuyor. Su oluyor, taş oluyor, cam oluyor, tahta oluyor. Yiyip içtiğimiz, soluduğumuz havaya kadar etrafımızda gördüğümüz her şey moleküler yapıya sahip. Yani moleküllerden oluşuyor.

Canlılık, bazen aklıma takılıyor. Maddenin canlılığa geçiş yolculuğu ne kadar ilginç değil mi?

Evrenin, doğanın kanunu, gözlemlerimizden biliyoruz, madde ancak birbirini tüketerek yeni bir maddeye dönüşüyor.  Helyum helyum olabilmek için hidrojeni tüketmek zorunda. Diğer elementler de öyle, hepsi birbirinden oluşmuş.

Henüz hidrojeni yoktan var edebilmenin yolu bulunamadı, hadi yoktan demeyeyim, enerjiden madde üretmenin yöntemi diyeyim.

Ama hidrojenin aslında bir enerji parçacığı olduğunu biliyoruz. Henüz enerjiden madde üretemesek de, artık atomu parçalayabiliyoruz. Atomun bir sürü atomaltı kuantum parçacıklarından oluştuğunu anladık.

Bu yolculukta birçok bilim insanının çok değerli çalışmalarının büyük payı var. Planck sabiti, Lorentz dönüşümleri, Einstein'ın ışık-dalga ve enerji paketleri düşüncesi, Heisenberg'in belirsizlik ilkesi, Schrödinger'in kedisi, Klein-Gordon denklemi ve devamında Standart Model'in Kopenhag yorumu. Arada saymadığım birçok bilim insanının nice değerli çalışması da var.

Tabii maddenin enerji olduğunu biliyoruz derken kesin olarak eminiz diyemeyiz muhtemelen. Ancak şu ana kadar insanoğlunun düşünebildiği, düşünmenin ötesinde teorisini ortaya koyarak ispatı için bir çok çalışmaların yapıldığı, halen daha uğraşılan bu teori, bu güne kadar ortaya konan teorilerden en tutarlısı. Kuantum Alan teorisinden bahsediyorum. Bu konu çok karışık bir kavram, geçenlerde bilimsel denebilecek bir yazı kaleme almıştım bu konuda hatırlarsanız, ama doğrusu benim aklım da tümüyle konuyu kavramaya yetmiyor zaten, o yüzden şu anda derinlemesine bir defa daha bu teoriye girmeyeyim. Sadece şu kadarıyla tamamlayayım bu bahsi, gelmiş geçmiş en akıllı insanlardan biri olan Albert Einstein formülünü ortaya koymuş. E=mc^2, enerji eşittir madde, madde eşittir enerji.

Evet, birbirini tüketerek, yani birbirine dönüşerek, bir araya gelerek çeşitleşen madde doğada çeşitli elementler olarak karşımıza çıkıyor. Demirinden bakırına, hidrojeninden azotuna, oksijenine, karbonuna madde bu aşamada da durmuyor, kimyasal reaksiyonlarla elementlerden moleküller oluşturuyor. Su oluyor, taş oluyor, cam oluyor, tahta oluyor. Yiyip içtiğimiz, soluduğumuz havaya kadar etrafımızda gördüğümüz her şey moleküler yapıya sahip. Yani moleküllerden oluşuyor.

İşte bu moleküller belli bir şekilde bir araya gelip biz canlıları da oluşturuyorlar. Canlı konumda artık kendi aralarında belli bir düzende enerji çevrimi yapabilirken, bir yandan da birbirlerini tüketiyorlar, sürekli bir dönüşüm içindeler.

Bu aşamada canlı ve cansız kavramlarının insanoğlunun kendi tanımları olduğunu söylemek zorundayım. Madde açısından canlı olmuş, cansız olmuş fark etmiyor. O bir şekilde dönüşümüne devam ediyor. Diğer bir yazımda bahsetmiştim, belirli bir şifre ile bu enerji dönüşümüne devam ediyorsa (DNA), o zaman biz o gruba canlı diyoruz.

Çevremize baktığımızda eğer bir enerji dönüşümü, yani hareket eden bir madde grubu görüyoruz ve biz ona canlı diyorsak demek ki bir takım ortak özelliklerden bahsediyoruz.

Gelin canlı bir varlığı cansız bir varlıktan ayıran bu ortak özellikleri biraz anlamaya çalışalım isterseniz.

Çoğu yazımda yaptığım gibi önce sözlüğe bakayım. Çok ümidim yok ama yine de ilk tercihim Türk Dil Kurumu sözlüğü olacak.

 Canlı, TDK sözlüğünde yedi farklı şekilde açıklanmış. İlk tanımı canı olan, diri, yaşayan. Diğer bir tanımı yaşayıp yer değiştirebilen yaratık, hayvan. Diğer tanımlar konumuzla ilgili olmayan tanımlar olduğu için burada belirtmeye gerek görmüyorum. Her zaman olduğu gibi sanırım size de bu tanımlar yetersiz gelmiştir.

Etimolojik olarak Farsça "can" sözcüğünden türemiş olması da konumuzla ilgili değil diye düşünüyorum. O yüzden etimolojik anlam ve kaynak bilgilerini de geçiyorum. Diğer sözlüklerde de konuyla ilgili ek tanım olarak "henüz ölmemiş durumda olan" tanımını ekleyebilirim.

Ama yine de bana bu tanımlar çok yetersiz geliyor. Ben biraz daha detaylı bir tanım ihtiyacı duyuyorum.

Temel bir tanım olarak bir şeyin canlı olması için:

-örgütlenme,

-büyüme,

-çoğalma-üreme,

-bünyesinin olması, yani bir metabolizmasının olması,

-homeostaz, yani dengeleşiminin olması, canlının fiziksel açıdan iç dengesini koruması,

-iç-dış uyaranlara tepki göstermesi ve

-ortama uyarlanma

Özelliklerinin olması gerektiği yazılmış bir internet sitesinde. Bu tanım biraz daha bilimsel bir tanım sanki.

Biraz karışık ama sadeleştirirsek: "Canlı kendi başına üreyebilen, etkilere tepki verebilen, büyüyen veya en azından gelişebilen, kendi içinde canlılığını koruyabilen, bu amaçla ihtiyacı olan enerji dönüşümlerini kendi başına yapabilen, bir bünyesi olan ve yaşamı boyunca ortama uyum sağlayabilen, bir anlamda hareket kabiliyeti olan moleküller topluluğudur." desek sizce de uygun mu?

İşte bu moleküller topluluğu yaşamını sürdürebilmek için kurulu bir düzene sahip olmak zorunda. Meşhur şifre, DNA! Kurulu düzen derken düzenli bir enerji çevriminden bahsediyorum.

Bu arada hücre içerisinde enerji üretiminden sorumlu organel mitokondrinin kendi DNA'sı var. Yani bir zamanlar hücre yapısı evrimleşirken mitokondri ile diğer organeller birleşerek ortak bir yaşam kurmaya karar vermişler. Aynı şekilde bitkilerde de enerjiden sorumlu kloroplastın da kendine özel DNA'sı var. Bitkisel hücrelerde de benzer şekilde bir zamanlar aynı ortak yaşam kararı alınmış. Bana ilginç geldi bu bilgi.

Neyse, konumuza dönelim.

Canlılık kavramını yanlış anlayalım istemiyorum. Her hareket eden şey canlı değil, her enerji dönüşümü de canlılık olarak tanımlanmıyor. Bir şeyin canlı olarak tanımlanabilmesi için yukarıda belirttiğim ortak özelliklerin tümüne sahip olmalı.

Örnek verecek olursam: Bir fabrika da kendi içinde düzenli bir enerji dönüşümü yapıyor. Birtakım maddeler bir ucundan giriyor, diğer ucundan değişime uğrayarak çıkıyor. Kendi içinde bir enerji çevrimi var. Ama kendi kendine yeni bir fabrikacık üretemiyor, tanıma uygun birçok işlevi yerine getirebiliyor olsa da, eksikleri olduğu için fabrikalar canlı organizmalar değildir.

Virüsler de canlı değiller, DNA'ları olsa da üremek için diğer canlı organizmaları kullanmak zorundalar. Bu yüzden çok yakın olsalar da canlı sınıfına dahil değiller.

Bana göre aslında canlılığın tanımında unutulan bir konu da bilinç sanırım. Bence canlıların tümünde bilinç de var. Gerçi çok emin olamadım şimdi. Bilinç belki de biz insanları diğer canlılardan ayıran temel özelliktir.

Bir bakterinin bilinci var mıdır acaba? Ya da bir bitkinin? Bilerek mi açar bir çiçek? Evet, birçok canlı ortama uyum sağlar, diğer özelliklere de sahip olduğu için canlı kategorisinde değerlendiriliyorlar zaten. Ancak birçoğunun bir bilinci yok galiba.

Ama ben en azından kedilerin bilincinin olduğunu düşünüyorum. Benzer şekilde birçok canlının da bilinci var aslında. Aslanlar, çakallar gibi bazı canlıların toplum bilinci dahi var.

O zaman biz insanları diğer canlılardan ayıran özellik bilinç olamaz.

Acaba bizi diğer bilinci olan canlılardan ayıran özellik nedir?

Birçok canlının bizler gibi düş gördüğü tespit edilmiş. Köpekler mesela, onlar da düş görüyorlar.

Düşüncenin kök sözcüğü düştür. İnsanları diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden biri de düşünmektir desek doğru mudur acaba?

Gerçi kaçımız düşünmeyi seviyoruz ki? Düşünmemek için birçok insan birilerinin peşinden gitmeyi tercih ediyor. Ama yine de düşünebilirlik temel farklardan biri diyebilirim gibi geliyor bana.

Yine de düşünebilen başka canlılar da var bence. O yüzden düşünmek de diğer canlılarla aramızdaki temel ayrılık fark olamaz.

Birlikte yaşamak da değil, topluluk olmak da değil. Tüm bu özellikler diğer canlı gruplarında da görülebiliyor.

Ama toplum olmak? Bakın işte bu konuda bence yavaş yavaş ayrışmaya başladık diyebilirim.

Aslında insanoğlunu diğer canlılardan ayıran asıl özelliği zamanın farkında olması desem en doğrusunu demiş olurum gibi geliyor bana.

Evet, biz hem geçmişimizi biliyoruz hem de gelecek için planlar yapabiliyoruz. Temel fark bu olmalı, düşününce çok mantıklı geliyor.

Öyle av peşinde plan yapan aslan gibi değil demek istediğim. O da avını ürkütmeden yanaşıyor, biliyor ne yaptığını ne yana koşacağını, nasıl avını kavrayıp yere yatıracağını, ya da birlikte ava çıkmışlarsa, avı ne yöne süreceğini planlayabiliyor. Ama o kadar. Kaç çocuk yapayım, nasıl büyüteyim, nasıl geçineyim dertleri yok. Zamanın çok da farkında değil, sadece gününü, anı yaşıyor.

Evet, ben de anı yaşayalım diye bir yazı yazmıştım, biz anı yaşamasını bilmiyoruz, o yüzden yazmıştım. Anı yaşamak da önemli. Ama aslana nazaran biz daha öte gelecek için de planlar yapabiliyoruz. Geçmişimizden, atalarımızın yaşadıklarından kendimize dersler çıkartmasını da biliyoruz. Her ne kadar aramızda bu bilinçte olmayanlar olsa da, genele vurursak insanoğlu zamanın bilinciyle yaşıyor. Temel fark bu. Şimdi daha emin oldum.

Evet, aslında hepimiz birer molekül topluluğuyuz. Hatta doğduğumuz günden yaşamımızın son gününe kadar yenilenen hücrelerimizle aslında biz ilk günkü biz değiliz, sürekli dönüşüm halinde olan maddelerin, moleküllerin bizi terk etmeden önce bir takım aktarım yöntemleriyle yerine geçen yeni moleküllere aktardığı bilgi birikimleriyiz aslında. Belli bir düzen içerisinde gerçekleşen bu bilgi birikiminin bir molekülden diğerine aktarımı bir gün aksadığında, yani artık "henüz ölmemiş durumda olmamız" sona erdiğinde tüm bilgi birikimi de yok oluyor, evrene dağılıyor.

Yaşam aslında bilgi birikimlerimizi birbirimize aktarmamız demek bir anlamda. Edindiğimiz tecrübeleri kendimizde saklamamızın bir anlamı yok, çünkü eninde sonunda o bilgi birikimi yok olacak. Düzen bir gün sona erecek.

Bu aşamada inanç konularına girmek istemiyorum. Konu o madde nasıl var oldu, insan nasıl yaratıldı, öldükten sonra ne olacak, cennet cehennem kavramları değil. İnançlar konusunda zaten daha önce bir yazı kaleme almıştım. Fikirlerimi o yazıda yeterince açık yazmıştım. Dünyada var olan tüm inançlara aynı şekilde saygı duyuyorum. Yani herkes gibi benim de kendimce inancım var, ama konu bu yazıda inançlar değil.

Kıssadan hisse, bir enerji parçacığından yola çıkıp yazının sonunda gelebildiğim yer aslında bir bilgi birikimi olduğumuz.

İşte ben de bu bilinçle fikirlerimi paylaşmam gerektiğine karar vermiştim. Bende kalırlarsa bir gün yok olup gidecekler. Yazık olacak.

Yaşam mücadelesinde enerji dönüşümleriyle birbirinden beslenirken, aynı zamanda birbirini tüketen maddenin bir bilinci yok belki, ama bilincin ve düşüncenin oluşturduğu fikirler ve bilgiler insanın yaşamı sürdükçe bu maddelerden henüz yaşama dahil olanlarının oluşturdukları ortak platform üzerinde birinden diğerine aktarılarak istifleniyor, ayıklanıyor ve önemli olanlar saklanıyor. Bu platform bizim hafızamız, anılarımızın da biriktiği yer. Ama her gün bazı yaşamlar sona eriyor. Doğal olarak da her gün birçok anı, birçok bilgi yok oluyor.

Belki birçoğu işe yaramaz bilgiler olarak da değerlendirilebilir. Ama belki de aralarında insanlığın geleceği için çok değerli olan ne bilgiler ne fikirler vardır. Yok olmaları ne kadar üzücü.

O yüzden bence fikirlerimizi paylaşmaktan çekinmeyelim, özgürce aramızda bilgi paylaşımı yapalım. Bilgi paylaşımı özgür olmalı, yasaklanamamalı.

Bu bir insanlık hakkıdır diyerek bugün de yazıyı bitireyim.

Moskova'dan herkese sevgi ve saygılar.

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 18.09.2022
  • Süre : 4 dk
  • 1418 kez okundu

Google Ads