Putin Ukrayna’dan İtibarlı Bir Çıkış İçin Pası Erdoğan’a Verdi
Rus çarlığının özünü, günümüze uyarlanmış haliyle, “Otokrasi, Ortodoksluk Mezhebi ve Rus/Slav Milliyetçiliği (Narodrizm)" üçlemesi oluşturmaktadır. Çarlık döneminden kalma bu miras günümüzde Putin’in liderliğinde Kremlin’de tekrar hayat bulmuş, bu üçleme ve Putin’in çarpık tarih okumaları Rusya’nın bugününü ve geleceğini şekillendirir olmuştur.
Rusya'nın tarihsel hafızasının belirgin özellikleri Çar I. Nikolay (1825-1855) döneminde formüle edilmiştir. Buna göre Rus çarlığının özünü, günümüze uyarlanmış haliyle, “Otokrasi, Ortodoksluk Mezhebi ve Rus/Slav Milliyetçiliği (Narodrizm)" üçlemesi oluşturmaktadır. Çarlık döneminden kalma bu miras günümüzde Putin’in liderliğinde Kremlin’de tekrar hayat bulmuş, bu üçleme ve Putin’in çarpık tarih okumaları Rusya’nın bugününü ve geleceğini şekillendirir olmuştur.
Putin’in şahsında şekillenen otokrasi
Otokrasi, bir siyasi lider veya hükümdar, küçük bir küme ya da tek bir siyasal partinin siyasal erki elinde bulundurduğu yönetim biçimi olarak tanımlanır. Otokrasi sadece bir liderin yönetimi olarak değil, aynı zamanda hesap verebilirlikten tamamen yoksunluk olarak da tanımlanmaktadır.
Rusya, coğrafi olarak batısından doğusuna sürekli istilaya açık bir halde bulunuyordu. İlk Rus devletini 1240 yılında Cengiz Han’ın ardılları ortadan kaldırdı. Uzunca bir dönem devletsiz kalan Rusların başına geçen ve 15. Yüzyılda Moskova Dükü olan III. İvan, Tatarları geri püskürterek yeni bir Rus devleti kurmayı başardı. Torunu “korkunç” lakaplı IV. İvan 16. Yüzyılda zalimane yollarla Rusya’yı büyüttü. Rusya için bu korkunçluk iyiydi. Yabancı istilacılara ve de Rusya’yı içten çökertmeye çalışanlara karşı güçlü ve sert olmak gerekirdi. Ruslar günümüzde de tek bir güçlü kişiliğin yönetimi altında olmayı seviyor. Ruslar için lider demek, “korkunç” olmak demektir. Stalin böyleydi, Putin de onun ayak izlerini takip ediyor.
Rusya'nın hiçbir zaman dünyevi güce hesap verebilen bir yöneticisi olmamıştır. Bu anlamda Putin; Ortodoksluk temelinde Tanrı’nın gölgesi olarak, modern toplumsal sözleşme ve bunun uzantısı kuvvetler ayrılığını değil, geleneksel Rus Çarlarının yetkilerini üzerinde toplayan bir hükümdar görünümüyle, Rusya için “normal” görüleni temsil ediyor.
Rus yönetimleri için Ortodoksluğun rolü, "Rus olmak Ortodoks olmaktır" diyen ünlü yazar Fyodor Dostoyevski (1821-1881) tarafından tanımlanmıştır. Bunun anlamı, Ortodoks Kilisesi'nin rolünün Kremlin'in gücünü meşrulaştırmak ve Rusları tek gerçek Hıristiyanlar olarak dünyanın geri kalanından ayırmaktır. Bu manada yine Putin'in Patrik Kirill ile ilişkisi ve Ortodoksluğu kutsayan bir tavır ve tutum içinde olması, belki kendisi iyi bir dindar olmasa da, siyaseten doğrudur ve yine Rus Çarlarının izinden gittiğinin göstergesi olarak okunmalıdır.
Rusya’da anlaşılması zor olan şey milliyetçilik kavramıdır. Rusça naródnik наро́дник kelimesi, Batılı anlamda bir ulus veya halk anlamından ziyade 19. yüzyılda Rusya’da ortaya çıkan halkçı siyasi akıma mensup kişileri tanımlamak için kullanılır. Bu sözcük Rusça narod “halk” sözcüğünden türetilmiştir. Bu sözcük Eski Slavca rod' “doğum, soy, aşiret” sözcüğüne dayanır. Günümüzde popüler siyaseti, halkçı siyaseti tanımlayan bir kavram olarak kullanılmaktadır. Narodnikler, Rus halkını, milliyetini dünyanın gerisinden üstün görür. Bir tür ırkçılığı benimseyen popülist halkçılar veya narodnikller, Rus halkını kutsayan, Rus milleti için her şeyi mübah gören bir anlayışa sahiptir. Halihazırda Rus okullarında çocuklara ve gençlere yüklenen "vatanseverlik eğitiminin" arkasındaki narodnizmin itici gücü vardır.
Rus popülist milliyetçiliğinin kodlarına sarılan ve dinamiklerinden beslenerek Ukrayna’daki savaşı kazanmak isteyen, savaş boyunca Rus işgal güçlerinin Ukrayna topraklarındaki mücadele ruhunu canlı tutabilmek için Rus milliyetçilik temasına ve Ortodoks mezhebine sarılan Kremlin için artık çanlar çalmaya başladı. En azından Batı bunu dillendiriyor.
Rusya’ya Ne Olacak?
Batı dünyasında, Putin’in 300,000 askeri silah altına almak için başlattığı "kısmi" seferberlik çağrısı işlerin iyi gitmediğinin en büyük göstergesi olarak yorumlanıyor. Hatta Putin savaşı artık kaybetti diyenlerin sayısı iyice artıyor. Yüz binlerce Rus askeri toplanıp cepheye gönderilebilse bile, cepheye sürülen acemi askerlerin Rus ordusu adına önemli bir fark yaratması beklenmiyor. Uygun eğitim verilmeden, teçhizat eksiklikleri ile mevcut komuta kontrol sorunlarının yaşandığı Rus ordusuna bu askerler can simidi olabilir mi?
Şimdilerde Ukrayna-Rus-Savaşı’nın olası bitiş düdüğünün çalınmasına az bir zamanın kaldığı da konuşuluyor. Bu da savaş bittikten sonra “Rusya'ya ne olacak?” sorusunu gündeme taşıyor. Rus silahlı kuvvetlerinin halihazırda maruz kaldığı dramatik başarısızlıklar göz önüne alındığında, Kremlin’in sakinlerinin değişebileceğine dair spekülatif görüşler öne sürülüyor. Bununla birlikte Rus tarihi dikkate alındığında, bu tür spekülatif görüşlerin ve senaryoları göz ardı etmek, gerçeklikten kopuşa işaret ediyor.
Rus Devleti Çöker mi?
1558–1582 yılları arasında Rusya Çarlığı ile Danimarka, Litvanya Grandüklüğü, Lehistan Krallığı ve İsveç Krallığı'ndan oluşan bir koalisyon arasında fasılalarla toplamda 24 yıl süren Livonya Savaşı yaşanmıştır. Savaş Rusya'nın Baltık Denizi'nde bir liman edinmek amacıyla Livonya Konfederasyonu'na bağlı Estonya ve Letonya kentlerine saldırması sonucu başlamıştır. Ancak bu saldırı Lehistan, Litvanya, İsveç ve Danimarka'nın bir koalisyon oluşturarak Rusya'ya karşı birleşmelerine neden olmuş, aynı zamanda Kırım Hanlığı'yla devam savaşlar 1571 yılında Moskova'nın tamamen yakılarak yok edilmesiyle sonuçlanınca Rusya geçici barış istemek zorunda kalmıştır. 15 Ocak 1582 tarihinde Rusya ile Lehistan-Litvanya Birliği arasında imzalanan Jam Zapolski Antlaşması'nda Rusya Livonya üzerinde iddia ettiği bütün haklardan vazgeçtiğini taahhüt etmiş, böylece savaş sona ermiştir. 26 Mayıs 1583 tarihinde Rusya çarı Korkunç İvan İsveç'le anlaşmaya varmıştır. Bu sonuçtan rahatsız olan bir klik tarafından, 1584 yılında zehirlenerek öldürüldüğü iddiası, tarih kitaplarına rivayet olarak geçmiştir. Ölümünün ardından Rus devleti çökmüş ve ancak tekrar ayağa kalkabilmesi 15 yıl kadar sürmüştür. Bu fetret devrinin daha da uzaması halinde belki de bugün Moskova topraklarında başka bir ulusun hakimiyeti söz konusu olacaktı, kim bilir?
Benzer şekilde, 1904-1905 yılları arasında Japonya ile Rusya arasında çıkan savaşın galibi Japonlar oldu. Bunun sonucunda Ruslar Uzak Doğu’daki yayılmacı politikalarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Bir Asya devleti olan Japon askerleri, Avrupa silahlarını kullanan modern Rus ordusunu perişan etti. Bu yenilgi, Romanov Hanedanı’nın ülkeye yönetemez hale gelmesine neden olan ülke çapındaki kanlı ayaklanmaları tetikledi.
Yine 1917 yılında Almanya'ya karşı alınan bir dizi yenilgi, eve dönen yorgun askerlerin başlattığı ayaklanmalar arasında ortaya çıkan Bolşevik Devrimi'ne rağmen, iç savaş son bulmamıştı. Bolşevikler ülkeye hâkim oluncaya kadar, bir ara eski Rus İmparatorluğu topraklarında 20 farklı hükümet faaliyet gösteriyordu. Ve son olarak 1991 yılında Soğuk Savaş'taki yenilgi Sovyetler Birliği'nin dağılmasına ve neredeyse Rusya Federasyonu'nun da onunla birlikte parçalanmasına neden oldu.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 2021 yılında kaleme aldığı, Ukrayna'nın bağımsız bir devlet olduğunu kabullenmeyen, hatta reddeden ve Rusya'nın "tarihi" sınırları içindeki Ukrayna topraklarını geri alma hakkının olduğunu iddia eden makalesi o dönemde çok tartışıldı. Hatta Batı basınında yer alan yorumlar genellikle Putin'in sadece atıp tuttuğunu öne sürüyorlardı ve yaklaşan bir savaşın öncü ikazı olduğu sonradan anlaşılan Putin’in tarihe gönderme yapan kuvvetli iddialarını dikkate almak istemiyorlardı.
Oysa, Ruslar tarafından tarihe yapılan bu tür çağrılar ciddiye alınmalıydı. Çünkü “korkunçluğa dayalı Rus liderlik anlayışı”, Rus halkına kendi tarihsel hafızalarından oluşan bir jeopolitik balonu dikte ettiriyordu. Rus tarihinin güncel Rus meselelerin içine bu kadar dahil edilmesinin ve Kremlin'in geçmişe bu kadar sık atıfta bulunmasının nedeni, bugünü şekillendirmede Putin’in tarihe dayanan bir anlayışla hareket etmesiydi. Bunun tehlikeli bir yanılgı olduğu Ukrayna’yı işgal etmek için giren Rus Ordusunun ayak sesleri duyulduğunda tüm çıplaklığıyla görüldü.
Tarih rüzgarına kapılan Rus liderliği bir türlü işgal edemediği Ukrayna bataklığından çıkış için şüphesiz her şeyi yapmayı gerekli görüyor. Seferberlik, nükleer silah tehdidi, doğal gazı kesme, işgal edilen bölgeleri topraklarına katma gibi bir dizi adımlar atan Moskova, kendine çıkış yolu arıyor. Putin eğer çıkışa gidemezse, tarihte çokça görüldüğü üzere, Rus devletinin çöküşü olası senaryolara dahil edilebilir.
Putinizm Yaşamaya Devam Edebilir mi?
Bununla birlikte Ukrayna’da işler kötüye gitse bile, mevcut Putin rejiminin hayatta kalması da olasıdır. Rusların Vladimir Putin'i Korkunç İvan ve Büyük Petro'dan Joseph Stalin'e uzanan liderler silsilesinin bir parçası olarak kendisini tasvir etmesi Rus tarihi açısından bir sürekliliği vurguluyor. Putin’in öykündüğü bu “korkunç” liderlik biçimi, yüzyıllar boyunca Rus yönetiminin, araya savaş ve çöküş dönemleri de serpiştirilerek, süregelen liderlik bir tarzı olarak halk tarafından çoğunlukla benimseniyor. Putin’in, Ukrayna’da çamura saplansa da bunu içerde ve dışarda kendi liderliğine zarar gelmeyecek şekilde yönetebilmesi halinde, rejiminin devam etmesine engel kuvvetli bir muhalif hareket ortaya çıkamayacaktır. Bugünlerde aslında Putin’in yapmaya çalıştığı da budur. Ukrayna’da çamura saplanmasına rağmen “Rus topraklarını genişleten lider” olarak tarihe geçtiği iddiasıyla halkına ve dünyaya seslenmeye devam etmektedir.
Başta kim olursa olsun, rejimin ayakta kalması aşırı bir lider kültüne, yabancı düşmanlığına ve Rus değerlerinin aşılanmasına dayanan Stalinizm (bugünkü yorumuyla Putinizm) ideolojisini sürdürmek zorundadır. Putin rejimin devamlılığı, sözde devlet düşmanlarına karşı yoğunlaştırılmış bir baskı, sosyal medya dahil dış dünyaya kapalı sınırların korunması ve otarşik bir savaş ekonomisini yürütmekle eşdeğer hale gelmiştir. Eğer Ukrayna’daki savaş devam ederse, savaş ekonomisi modeli, Sovyet dönemindeki "yapısal militarizasyona" benzer bir yapıda işleyecektir. Toplumun tamamının ordunun ihtiyaçlarına tabi kılınması bir zorunluluk olarak ortaya çıkacaktır.
Rus ordusu yüceltilmek suretiyle, Ukrayna’da Batı’ya karşı yeniden “büyük bir destan” yazmak arzusuyla Rusların kendilerine uygulanan Amerikan liderliğindeki küresel yaptırımlara direnmesi mümkün olabilir. Böylelikle, I. Aleksandr'ın ordularının Napolyon'un Grand Armee'sini ve/veya Joseph Stalin'in ordularının Büyük Vatanseverlik Savaşı'nda Nazileri yenmesinin gururunu taşıyan Rus Halkı ve Ordusu, sahte bir zafer sarhoşluğuyla Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken bile kodlarına kazınmış bir şekilde Kızıl Meydan'daki büyük bir geçit törenlerine, devasa askeri kutlamalarına devam edebilirler.
Rusya İçin İtibarlı Çıkış ve Bölünmüş Ukrayna Senaryosu
Rus tarafındaki algı ve yanılsama ne olursa olsun, nihayetinde Rusya’yı içine düştüğü mevcut kötü durumdan “itibarlı bir çıkışa” götürebilecek tek şey, Batı’nın 1953 yılında razı olduğu Kore’nin ikiye bölünmesi tarzı bir çözümü kabullenmeye yönelmesi olacaktır. Batı kendi çıkarları gereği bu türden bir bölünmeye razı olursa, Ukrayna halkını/liderliğini ikna etmesi ve böylece “ateşkes var ama barış yok” tarzı bölünmüş bir Ukrayna ile Doğu Avrupa’da barışın yeniden tesis edilmesi söz konusu olabilir.
Batılı hükümetler günümüzde sıklıkla zikrettikleri üzere, savaş sonrası (geçici ama aslında kalıcı ateşkes sonrası) Batı Ukrayna’nın yeniden inşasına yardımcı olabilirler. Ukrayna’dan Rus işgali sonucu koparılan Kırım, Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya bölgelerini Ruslara “ateşkes” çerçevesinde bir süreliğine terk etmeye Ukrayna halkını razı edilebilmek için, Batı’nın Batı Ukrayna’yı kendi güvenlik ve refah şemsiyesi altına alması, Batılı bir devlet haline getirmesi, AB’nin bir parçası yapması gerekir. Böylece, bir Güney Kore misali, bölünmüş ama daha güçlü bir “Batı Ukrayna” idealinin hayat bulması Ukraynalılara yeni bir ideal aşılayabilir, savaşın yaralarını sarabilir.
Bölünmüş bir Ukrayna, dünyayı Putin’in çılgınlıklarından kurtarırken, daha fazla kan dökülmeden Avrupa’daki Ukraynalıları ülkelerine geri döndürecek bir barışı mümkün kılabilir. Kremlin’de Putinizmin devamına kapıyı aralayabilir. Hem Rusya hem ABD için “bölünmüşlük” bir çıkış kapısı olabilir. Belki de bunun için iki gün önce Putin, "Eğer Ukrayna müzakereler için hazırsa, arabuluculuk çabaları gerekecek" diyerek Türkiye’yi işaret etti. Putin, Avrupa’nın doğalgaz merkezi (hub) olarak görmek istediği Türkiye’ye sunduğu bu itibarlı pozisyonla, Batı dünyası ile kendisini barıştırması için Erdoğan’dan çaba göstermesini istediğini saklamadı. Barış ve enerji için Avrupalılara muhataplarının Türkiye olduğuna işaret etmesini, Kremlin için itibarlı bir çıkış hamlesi olarak okunması gerektiğini düşünenlerdenim. Erdoğan için de 2023 seçimi öncesinde elini yükseltecek ve küresel etki alanını artıracak bu türden bir arabuluculuk hamlesi önemlidir. Erdoğan’ın barış için arabuluculuk çabaları Batı dünyasında ve özellikle Biden yönetimi nezdinde karşılık buluyor. Hatta Türk-Amerikan ilişkisindeki sorunlu alanlarda zaman zaman Türkiye lehine yumuşamaya yol açabiliyor.
Sonuç
Putin’in Erdoğan’a oynama alanı açması ve topu Türkiye’nin tarafına atması, acaba beklediği itibarlı çıkış imkanını kendisine getirebilecek mi? Ben bunu kuvvetli bir olasılık olarak görüyorum. Gerçekleşmesi halinde, bu sürece önderlik edecek Erdoğan’ın iç siyasette ve dışarda kazanmasının kapılarının sonuna kadar açılabileceğini değerlendiriyorum. Erdoğan’ın Avrupa’ya ağır kış şartları gelmeden önce, Putin’in kendisine verdiği bu pası iyi kullanacağı ve topu kaleye göndermek için taraflar arasında “Kore usulü ateşkesi” sağlayacak bir mekik diplomasisine soyunacağı anlaşılıyor. Erdoğan tarafından Biden ve Zelensky ikna edilebilirse, dünya Putin’in nükleer silah kullanmak gibi “korkunç” bir adıma yeltenmesinden kurtulmuş olacaktır. Türkiye de bunun karşılığında ABD ve Batı dünyasıyla ilişkilerini onarma yönünde bir ortam yakalayabilecektir.