Site İçi Arama

analiz-ve-raporlar

Rusya’nın Nükleer Doktrinini Değiştirme Kararı Nasıl Yorumlanmalı?

Rusya Federasyonu, nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının Rusya ve müttefiklerine karşı kullanılmasına yanıt olarak –veya Rusya ve müttefikleri için kritik durumlarda büyük çaplı bir konvansiyonel saldırıya yanıt olarak– nükleer silah kullanma hakkını saklı tutar.

Rusya’nın 25 Eylül 2024 tarihinde Putin tarafından açıklanan nükleer doktrin değişikliği uluslararası siyaset açısından son derece önemli bir gelişmedir. Zira söz konusu doktrin değişikliği doğrultusunda Rusya’nın nükleer silah kullanım koşullarını genişlettiği görülmektedir. Bu doğrultuda nükleer konusu sadece enerji dönüşümü kapsamında değerlendirilmenin ötesine geçmekte ve tıpkı Soğuk Savaş yıllarındaki gibi silah olarak kullanılması ihtimalinden bahsedilir hale gelmiştir. Dolayısıyla nükleerin tekrardan bir güvenlik meselesi olması gibi bir durumun ortaya çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. Tüm bunların ışığında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin’in Güvenlik Konseyi toplantısı sonrası, Moskova’nın nükleer silah kullanımı için belirlediği doktrinde yaptıkları güncellemeyi kamuoyuyla paylaşmasıyla gün yüzüne çıkmaya başlayan değişikliklerin nasıl bir anlam ifade ettiğini ele almak gerekmektedir.

Rusya’nın Nükleer Doktrininin Tarihsel Süreçteki Gelişimi

Rusya’nın nükleer doktrininin tarihsel gelişimi, Soğuk Savaş döneminden başlayarak günümüze kadar birçok aşamadan geçmiştir. Bu doğrultuda nükleer doktrin Sovyetler Birliği döneminden miras kalan stratejilerle birlikte, 1990’lardan itibaren Rusya’nın kendi güvenlik algılarına göre şekillenmiştir. Bununla birlikte Rusya açısından nükleer silahların kullanılmasına yönelik ilk önemli belge 1993 Askeri Doktrini’dir. Bilindiği üzere Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından iki yıl gibi kısa bir süre sonra 2 Kasım 1993 tarihinde ilk askeri doktrinini geliştirmiştir. Nitekim Rusya’nın 1993 yılında kabul ettiği ilk askeri doktrinde, nükleer silahları ulusal savunmanın en temel unsurlarından birisi olarak belirlemiştir.

Bununla birlikte 1993 Askeri Doktrin’deki en temel amaç stratejik nükleer silahların caydırıcı rolüne vurgu yaparak, Rusya’nın konvansiyonel güçlerdeki zayıflığının bir nevi dengelenmesidir. Nitekim ayrıntılı olarak incelendiğinde 1993 Askeri Doktrin’inde Rusya’nın iki temel görevini ortaya koyulması kapsamında nükleer silahlara bu süreçte caydırıcılığın eş zamanlı sağlanması çerçevesinde değinilmiştir. Bu doğrultuda Rusya’nın nükleer silahlar çerçevesindeki amacı ülkeye ve müttefiklerine yönelik saldırganlığın caydırılması yoluyla nükleer savaş tehlikesini ortadan kaldırmaktadır. Ancak dönemin Devlet Başkanı Boris Nikolayeviç Yeltsin, Mayıs 1997'de İgor Sergeyev'in Savunma Bakanı olarak atanmasına kadar bu temel doktrinel noktaları açıkça formüle etmemişti. Bununla birlikte esas olarak Rusya’yı silahlı şiddet yoluyla istikrarsızlaştırmaya çalışan güçleri kontrol altında tutmaya odaklanan içe dönük bir politika olan doktrinin, Vladimir Putin’in 1999 yılında ülkenin Başbakanı olarak iktidara gelmesinin hemen ertesinden itibaren yani yedi yıl sonra değiştirilmesine yönelik girişimlere tanıklık edilmektedir.

Putin’in iktidara gelişi Rusya için birçok şeyin değişmeye başlamasının tartışmasız miladıdır. Söz konusu değişen şeylerden birisi de Rusya Askeri Doktrini’dir. Öyle ki 21 Nisan 2000 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 1993 Askeri Doktrin’deki bariz şekilde saldırgan olmayan askeri yaklaşımı reddeden ve güçlü bir nükleer duruş benimseyen yeni bir doktrin imzalamıştır. Dolayısıyla Putin’in iktidara gelişiyle, Rusya’nın nükleer stratejisinin daha aktif bir rol oynamaya başladığı görülmektedir. Zira 2000 yılında kabul edilen askeri doktrin, nükleer silahların sadece geniş çaplı bir saldırı karşısında değil, Rusya’nın varlığını tehdit eden bölgesel çatışmalarda da kullanılabileceğini öngörmekteydi. Bu doğrultuda 2000 Askeri Doktrin’in belki de en önemli noktası, Rusya’nın savaş zamanlarında nükleer silah konuşlandırma kararıydı. Bununla birlikte doktrinin en önemli bölümlerinden birisi şu şekildeydi; "Rusya Federasyonu, nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının Rusya ve müttefiklerine karşı kullanılmasına yanıt olarak –veya Rusya ve müttefikleri için kritik durumlarda büyük çaplı bir konvansiyonel saldırıya yanıt olarak– nükleer silah kullanma hakkını saklı tutar." Zira bu ifade ile Rusya’nın tüm kitle imha silahlarıyla gerçekleştirilen saldırılara yanıt vermek için nükleer silah kullanma hakkını saklı tuttuğunu ilk kez açıkça belirmiştir. Bununla birlikte doktrin, Rusya'nın nükleer silah sahibi olmayan devletlere yönelik olumsuz güvenlik güvencelerini yeniden teyit etmenin yanı sıra ülkenin nükleer şemsiyesini müttefiklerini de kapsayacak şekilde genişlettiğini yinelemekteydi.

2000 yılından sonra Putin yönetimindeki Rusya askeri doktrinini birkaç kez revize etmiştir. Bu doğrultuda önemli güncellemelerden birisi 5 Şubat 2010 tarihinde kabul edilen doktrin belgesinde yapılmıştır. Öyle ki 2010 yılında Rusya nükleer caydırıcılığa tekrardan vurgu yapıldığı yeni bir askeri doktrin geliştirmiştir. Bu doktrinde Rusya’nın askeri tehditler karşısında nükleer silahları daha esnek bir şekilde kullanabileceği belirtilirken, yine de birinci kullanım seçeneği dışlanmamıştır. Dolayısıyla söz konusu doktrin belgesi en çok, Rusya'nın ilk kez, "devletin varlığı tehdit altında olduğunda" konvansiyonel bir çatışmada nükleer silahları ilk kullanma hakkını saklı tutması nedeniyle bilinmektedir. Bu bağlamda söz konusu doktrinde askeri politikaya yönelik güçlü bir duruşa işaret edildiğini söyleyebiliriz.

Kırım’ın ilhak edilmesiyle birlikte Rusya ve Batılı ülkeler arasında bir gerginlik dönemine geçiş söz konusu olmuştur. Bu doğrultuda 2020 yılında Rusya nükleer silah kullanımı düzenleyen daha kapsamlı doktrin yayımlamıştır. Nükleer Caydırıcılık Konusunda Devlet Politikasının Temel İlkeleri olarak bilinen söz konusu doktrin belgesi 2 Haziran 2020 tarihinde kabul edilmiştir. Bununla birlikte söz konusu doktrinde değinilen temel ilkeler, savunmanın sağlanması alanında stratejik bir planlama belgesini temsil etmekte olup, nükleer caydırıcılığın özüne ilişkin resmi görüşü yansıtmakta, nükleer caydırıcılığın uygulanmasıyla etkisiz hale getirilmesi gereken askeri riskleri ve tehditleri, nükleer caydırıcılık ilkelerini ve Rusya Federasyonu'nun nükleer silah kullanımına geçmesi için gereken koşulları belirlemektedir.

Bununla birlikte söz konusu doktrine göre, nükleer silahların kullanımı, Rusya'ya veya müttefiklerine karşı gerçekleştirilen balistik füze saldırıları ya da ulusal varlığı tehdit eden büyük çaplı saldırılar karşısında meşru bir seçenek olarak belirlenmiştir. Ayrıca bu doktrinde, Rusya'nın konvansiyonel güçlerle zayıf olduğu durumlarda bile nükleer caydırıcılığın önemine dikkat çekilmiştir. Bu hususlar doktrin belgesinin “Rusya Federasyonu’nun Nükleer Silah Kullanımına Geçiş Koşulları” başlıklı üçüncü  bölümün on yedinci maddesinde “Rusya Federasyonu, kendisine ve/veya müttefiklerine karşı nükleer ve diğer tür kitle imha silahlarının kullanılması durumunda ve ayrıca Rusya Federasyonu'na karşı konvansiyonel silahlarla bir saldırı durumunda, devletin varlığının tehlikeye girmesi halinde nükleer silah kullanma hakkını saklı tutar” şeklinde ifade edilmiştir.

Rusya'nın nükleer kalkanı, NATO'nun Ukrayna ile devam eden silahlı çatışmalara büyük çaplı müdahalesine karşı onu güvence altına almaktadır. Ancak bu eşiğin altında Batı, Ukraynalı müttefiklerini desteklemek için giderek daha fazla çaba sarf etmektedir. Böylesi bir durum şüphesiz Kremlin'i caydırıcılığının etkinliğini nasıl yeniden sağlayacağı gibi zor bir soruyla karşı karşıya bırakmaktadır. Dolayısıyla Rusya’nın son günlerde karşı karşıya olduğu bu zor soruya cevap arayışına girdiği görülmektedir. Zira Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, ülkenin nükleer doktrininde yakın zamanda değişiklikler yapılacağını duyurmasını bu kapsamda ele almak mümkündür. Öyle ki Putin’in 25 Eylül 2024 tarihinde gerçekleştirilen Güvenlik Konseyi toplantısı sonrası, Moskova’nın nükleer silah kullanımı için belirlediği doktrinde yaptıkları güncellemeyi kamuoyuyla paylaşmasıyla bu durum somut hale gelmiştir. Zira genel çerçevede ele alındığında kamuoyuna duyurulan söz konusu değişiklikler nükleer silahların kullanımı için eşiğin düşürülmesi anlamına gelmektedir.

Güncellenen Nükleer Doktrin

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 25 Eylül 2024 tarihinde gerçekleştirilen Güvenlik Konseyi toplantısı sonrasında, Moskova'nın nükleer silah kullanımı için belirlediği doktrinde yaptıkları güncellemeyi kamuoyuyla paylaşmıştır. Doktrinde yapılan güncellemeye göre Rusya, nükleer güce sahip olmayan bir ülkenin, nükleer güce sahip bir ülke desteğiyle Rusya'ya saldırması durumunda bunu "ortak saldırı" olarak değerlendirecektir. Tartışmasız bu doğrudan Ukrayna’ya yönelik takınılan bir tavırdır. Zira açıkça görüldüğü üzere Ukrayna, nükleer silah gücü olmayan bir ülke olsa da ABD gibi bazı nükleer silah gücüne sahip aktörlerce askeri olarak desteklenmektedir. Bununla birlikte Putin'in nükleer doktrinle ilişkili yaptığı açıklamaların, Ukrayna'nın Batı'dan aldığı uzun menzilli füzeleri Rus topraklarındaki hedefleri vurmak için kullanma yönünde müttefiklerinden onay almaya çalıştığı bir sırada gerçekleşmesi de bunun göstergelerindendir. Dolayısıyla genel çerçevede Rusya’nın nükleer doktrin kapsamındaki yeniliklerini bir nevi Batı’ya sinyal olarak nitelendirmek mümkündür. Nitekim Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov söz konusu yeniliklerin Batı'ya yönelik sinyal olduğunu açıkça ifade etmektedir.

Nükleer Doktrinde Yapılan Değişiklikler

2020 Nükleer Doktrin

2024               Nükleer Doktrin

·  Rusya Federasyonu ve (veya) müttefiklerinin topraklarına saldıran balistik füzelerin fırlatıldığına dair güvenilir bilginin alınması,

·  Düşmanın, Rusya'ya (veya) müttefiklerine karşı nükleer silahlar ve kitle imha silahları kullanması,

·  Devletin varlığının tehlike altında olduğu bir durumda Rusya Federasyonu'na karşı konvansiyonel silahlarla saldırıda bulunulması,

·  Düşmanın, nükleer kuvvetlerin yanıt eylemlerinin aksamasına yol açacak şekilde Rusya Federasyonu'nun kritik öneme sahip devlet veya askeri tesislerine yönelik saldırılarda bulunması.

·  Bir nükleer devleti destekleyen nükleer olmayan bir devletin saldırısı, Rusya Federasyonu'na karşı ortak bir saldırı olarak kabul edilecektir.

·  Rusya Federasyonu sınırına büyük miktarda seyir füzeleri, insansız hava araçları (dronlar), hipersonik ve diğer uçakların girmesi,

·  Konvansiyonel silahların kullanılması dahil Rusya'nın egemenliğine yönelik kritik tehdit oluşturacak durumlar.

·  Belarus'a yönelik saldırı.

Tabloda da görüldüğü üzere Rusya’nın 2024 Nükleer Doktrin’de birtakım önemli değişikler göze çarpmaktadır. Bu doğrultuda en önemli değişikliklerden ilki Rusya’ya yönelik bir saldırının, nükleer olmayan bir devlet tarafından gerçekleştirilse bile, eğer bu saldırı nükleer bir devletin desteğiyle gerçekleşirse, nükleer bir saldırı olarak değerlendirileceğini belirtilmesidir. Bu bağlamda, Rusya’nın savunma stratejisini daha geniş bir askeri tehdit yelpazesini kapsayacak şekilde genişletme niyetinde olduğunu söyleyebiliriz. Öneriler kapsamındaki değişikliklerden bir diğeri, Rusya’nın kendisine veya müttefiki Belarus’a yönelik herhangi bir saldırıda nükleer silah kullanma hakkını saklı tutmasının da yer alıyor olmasıdır. Zira Putin yapmış olduğu açıklamada, bu konunun Belarus Devlet Başkanı ile mutabakata varıldığını ifade etmiştir.

Belgede ayrıca, Rusya’nın “havacılık ve uzay saldırı silahlarının kitlesel fırlatılması” gibi tehditlerle karşı karşıya kalması durumunda, bu saldırılara karşı nükleer silah kullanma yetkisinin devreye gireceği belirtiliyor. Bu doğrultuda stratejik ve taktik uçaklar, seyir füzeleri, insansız hava araçları ve hipersonik silahlar gibi çeşitli platformlardan gelebilecek olası saldırılara söz konusu tür tehditler kapsamında yer verilmektedir. Dolayısıyla yeni doktrine göre, Rusya’ya karşı füze, uçak veya drone saldırısı olursa nükleer silah kullanılabilecektir. Bununla birlikte doktrinde göze çarpan bir diğer değişiklik Rusya’nın egemenliğine yönelik konvansiyonel silahlar ile gerçekleşen kritik tehditlerin de nükleer bir yanıtı tetikleyebilecek olmasıdır. Bununla ilişkili olarak önerilen yeni doktrinde, Rusya’nın ve vatandaşlarının güvenliğini sağlamak için nükleer üçlünün (denizaltılar, karadan atılan füzeler ve stratejik bombardıman uçakları) öneminin yeniden teyit edildiği görülmektedir. Tüm bunların ışığında doktrin kapsamında önerilen değişikliklerin, Rusya’nın küresel askeri dengelere ve stratejik eşitliğe yönelik tehditlere karşı daha güçlü bir nükleer caydırıcılık politikası benimsemeyi planladığını gösterdiğini ifade etmek mümkündür. Nitekim Putin’in bu doktrin değişikliklerinin Rusya’nın modern askeri tehditlere karşı uyumlu ve orantılı olduğunu savunması söz konusu düşünceyi destekleyici niteliktedir.

Devam Eden Savaş ve Yeni Nükleer Doktrin

Rusya’nın yeni nükleer doktrinin odağındaki aktör şüphesiz Ukrayna’dır. Bununla birlikte doktrin değişikliğinin temel motivasyonu ise şüphesiz Ukrayna-Rusya arasındaki silahlı çatışmaların devam etmesi ve bu süreçte ilişkili olarak yaşanan gelişmelerdir. Öyle ki bilhassa son günlerde Rusya’nın ulusal egemenliğini ciddi şekilde tehdit edebilecek potansiyele sahip bir takım gelişmelerin yaşandığı görülmektedir. Söz konusu gelişmelerden başlıcaları Batılı ülkelerin Ukrayna’ya gerek askeri teçhizat gerekse finansal destek olarak sürecin gidişatına doğrudan etki edebilecek nitelikte ciddi yardımlarda bulunmalarıdır. Öyle ki 2023 yılının Eylül ayında Batı’nın Ukrayna’ya yönelik yaptığı askeri yardımlar 95 milyar euroya ulaşmıştır. Bununla birlikte Kiev’e yapılan yardımlara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Örneğin 24 Nisan 2024 tarihinde 61 milyar dolarlık ABD askeri yardım paketinin Senato’dan geçmesini bu kapsamda ele almak mümkündür. Bununla birlikte dünya basınında Eylül 2024’e kadar Ukrayna’ya yapılan yardımların 174 milyar doları aştığı şeklinde haberler yapılmaktadır.

Batılı ülkelerin Ukrayna’ya yapmış oldukları yardımlar başlıca iki şekilde gerçekleşmektedir. Bunlardan ilki doğrudan mali yardımlar iken diğeri askeri teçhizat şeklindedir. Bu doğrultuda şuana kadar son derece ciddi miktarlarda yardımlar yapıldığına tanıklık edilmektedir. Örneğin ABD tarafından yakın zamanda yapılacak yardım paketi kapsamında yer alan askeri teçhizatlar arasında hava savunma sistemleri, orta ve uzun menzilli füzeler ve topçu mühimmatları bulunmaktadır. Bununla ilişkili olarak Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’nin söz konusu destekler kapsamında İngiltere’den Storm Shadow ve ABD’den ATACMS füzeleri talep ettiği silahlar geçtiğimiz aylarda kendilerine gizlice teslim edilmiştir. Ayrıca Batılı devletlerin Ukrayna’ya silahlı insansız hava araçları (SİHA) gibi günümüzün en gelişmiş teknolojileri arasında yer alan saldırı araçlar konusunda da ciddi yardımlar yaptıklarına tanıklık edilmektedir.

Batılı devletlerin Ukrayna’ya yapmış olduğu yardımların Rusya’nın nükleer doktrin değişikliğinde son derece önemli bir etkisi olduğu tartışmasızdır. Nitekim bu yardımlar Rusya’nın ulusal egemenliği üzerinde ciddi bir tehdit haline dönüşmeye başlamaktadır. Bu doğrultuda söz konusu yardımlar Rusya’nın ulusal egemenliğini başlıca iki alanda tehdit eder hale gelmektedir. Bunlardan ilki şüphesiz Ukrayna’nın savaş alanında Rusya’ya karşı pozisyonunun güçlenmesiyken bir diğeri söz konusu silahların kullanılarak gerçekleştirilen saldırıların hedefindeki yerlerdir. Şüphesiz Rusya’nın ulusal egemenliğini tehdit eden söz konusu hedeflerden en önemlisi ülkenin enerji tesisleridir. Öyle ki Ukrayna ve Rusya arasında silahlı çatışmaların başlamasından itibaren iki tarafın birçok kez birbirlerinin enerji tesislerini hedef alan saldırılar düzenlediğine tanıklık edilmiştir. Bununla birlikte taraflar arasındaki silahlı çatışmalar kapsamında enerji tesisleri kimi zaman Rusya kimi zaman da Ukrayna tarafından düzenlenen saldırıların başlıca hedefleri olmuşlardır.

Bu doğrultuda Ukrayna Enerji Bakanlığı, 2024 yılının Nisan-Haziran dönemini kapsayan üç aylık zaman diliminde Rusya’nın ülkenin enerji altyapı tesislerine sekizinci kez saldırı düzenlediğini açıklamıştır. Bununla birlikte Ukrayna ise bu süreçte yaşananlara Rusya’nın enerji tesislerini hedef alan saldırılarla karşılık vermiştir. Örneğin 1 Eylül 2024 tarihinde Moskova bölgesine düzenlenen Ukrayna drone saldırılarında Rusya’nın petrol rafinerisi ve enerji santrallerinin hedef alınmasını Kiev’in vermiş olduğu karşılıklar kapsamında ele almak mümkündür. Ukrayna’nın düzenlemiş olduğu saldırılar sonucunda Moskova rafinerisinde ve Tver bölgesindeki Konakovo enerji santralinde yangınlar meydana geldiği yetkililerce bildirilmiştir. Bununla birlikte Moskova’nın güneydoğusundaki rafineri Rus devlet enerji şirketi Gazprom Neft’e ait olması Kiev’in doğrudan Kremlin’i hedef alması şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca Ukrayna’nın Rusya’nın enerji tesislerine yönelik saldırıları yaşanan bu hadiselerle sınırlı kalmamış ve her geçen gün bunlara yenisi eklenir olmuştur. Nitekim Ukrayna’nın devam eden saldırılarının dozunun artması karşısında Rusya’nın tavrı da giderek sertleşmeye başlamıştır. Öyle ki Rusya ilk aşamada Ukrayna’nın nükleer tesislerini hedef alabileceğini dile getirmeye başlamış ve sonraki aşamada nükleer silah kullanma kozunu öne sürmüştür. Bu doğrultuda Rusya’nın nükleer doktrin değişikliğini bir nevi bu süreçteki yaşananlara karşılık olarak angajman kurallarını güncellemesi olarak nitelendirmek mümkündür.

Ukrayna’nın Rusya’nın enerji santrallerini hedef alan saldırılarının her geçen gün daha artması ve bilhassa 2014 yılından bu yana yaşanan diğer bir takım devam eden hususlar bir araya geldiğinde Rusya’nın ulusal egemenliği açısından son derece ciddi bir tehdit durumu ortaya çıkmaktadır. Öyle ki özellikle Kırım’ın ilhak edilmesinden itibaren Batılı devletler tarafından uygulamaya konan uluslararası yaptırımlar zaten Rusya’yı enerji gibi kritik bir alanda olumsuz etkilerken bunlara saldırıların eklenmesiyle birlikte durum çok daha farklı bir hal almaya başlamıştır. Zira Şubat 2024 tarihine kadar ki süreçte Batılı devletlerin uygulamaya koydukları yaptırımların sayısı 16 bin 587’ye ulaşmıştır. Nitekim Rusya ekonomisinin yaklaşık 2/3’sinin enerji kaynaklarından elde edilen gelirlerin oluşturduğu göz önüne alındığında yaptırımların neden olduğu olumsuzlukların boyutu bir nebze de olsa daha net anlaşılacaktır. Bununla birlikte bu durumu bir takım verilerle de açıklamak mümkündür. Öyle ki yüzlercesi petrol, doğal gaz ve kömür ihracatına yönelik iken bunların arasında Rusya'nın petrol ihracatına tavan fiyat uygulamaları, doğalgaz ithalatının kesilmesi, kömür ihracatına yasaklar ve enerji sektöründe kullanılan kritik teknolojiye erişim kısıtlamaların yer aldığı yaptırımlar, Rus ekonomisinde yüzde 2,2’lik küçülmeye neden olmuştur. Böylesi bir ortamda Rusya’nın ulusal egemenliğinin tehdit altında olması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Yeni Nükleer Doktrin Tamamen Blöf mü?

Rusya’nın nükleer doktrini son dönemde gündeme gelen değişikliklerle tekrar tartışma konusu olmaktadır. Bu doğrultuda özellikle, Moskova yönetiminin Ukrayna savaşı sırasında nükleer tehditleri artırması, dünya genelinde endişeleri tırmandırmıştır. Bununla birlikte birçok uzman, Rusya'nın bu tehditlerinin ne derece ciddi olduğunu sorgularken bunun sadece bir "blöf" olup olmadığını da tartışmaktadırlar. Zira son dönemdeki retorik, bu doktrinin daha esnek bir hale geldiğini düşündürüyor. Öyle ki başta Putin olmak üzere üst düzey Rus yekililer, ülkenin varoluşsal bir tehdit altında olması durumunda nükleer silahları kullanabileceklerini defalarca vurgulamışlardır. Buna karşın söz konusu vurgulamaların Batı'da Rusya’nın Ukrayna'daki başarısızlıklarını nükleer kartını oynayarak telafi etmeye çalıştığı yorumlarına neden olduğu görülmektedir. Bununla birlikte nükleer doktrin değişikliğini blöf teorisi temelinde iki farklı görüş çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. İlk olarak Rusya'nın nükleer tehditlerini bir blöf olarak görenler, bu tehditlerin sadece psikolojik savaşın bir parçası olduğunu savunmaktadırlar. Bu doğrultuda Putin’in nükleer silah kullanma tehdidinin, Batı'yı Ukrayna'ya daha fazla askeri yardım sağlamaktan caydırmak ve NATO’nun doğrudan müdahalesini engellemek amacı taşıdığı düşünülmektedir. Nitekim Rusya, nükleer bir saldırının sonuçlarının dünya çapında yıkıcı olacağının farkındadır. Zira bu nedenle, nükleer silah kullanmak, Moskova için bir "son çare" olarak değerlendirilirken bu seçeneğin ne kadar olası olduğu ise ciddi biçimde tartışmalıdır. Öyle ki blöf teorisi perspektifinden ele alındığında Rusya'nın amacı, nükleer tehditlerle Batı'da bir bölünme yaratmak ve Ukrayna'ya verilen desteği azaltmaktır. Nitekim nükleer silahların kullanılma ihtimali, özellikle Avrupa ülkelerinde ciddi endişelere yol açmaktadır. Dolayısıyla böylesi bir endişe durumu bilhassa Batılı liderleri, Ukrayna savaşında daha temkinli adımlar atmaya yöneltebilir.

Öte yandan, bazı uzmanlar Rusya’nın nükleer doktrinindeki değişiklikleri ciddi bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Zira Rusya'nın konvansiyonel savaş alanında zayıflaması, nükleer silahlara daha fazla bağımlı hale gelmesine neden olabilecektir. Bu doğrultuda özellikle Ukrayna’da yaşanan “başarısızlıklar” ve Batı’nın artan askeri desteği, Putin’i köşeye sıkıştırabilir ve böylece nükleer silah kullanımını bir çıkış yolu olarak görmesine yol açabilir. Dolayısıyla bu görüşe göre, Rusya’nın nükleer doktrini sadece bir blöf olmamakla birlikte gerçek bir stratejik esneklik sağlamaktadır. Bununla birlikte Putin'in yönetimi, nükleer silahları kullanma tehdidiyle Batı'yı sindirmeye çalışırken, bu tehdidin bir noktada gerçeğe dönüşebileceği konusunda dikkatli olunması gerektiği savunulmaktadır. Öyle ki özellikle taktik nükleer silahların kullanımı, sınırlı bir çatışmada Moskova’ya avantaj sağlayabilecektir.

Sonuç

Rusya’nın 25 Eylül 2024 tarihinde Putin tarafından açıklanan nükleer doktrin değişikliği uluslararası siyaset açısından son derece önemli bir gelişmedir. Zira söz konusu doktrin değişikliği doğrultusunda Rusya’nın nükleer silah kullanım koşullarını genişlettiği görülmektedir. Bu doğrultuda nükleer konusu sadece enerji dönüşümü kapsamında değerlendirilmenin ötesine geçmekte ve tıpkı Soğuk Savaş yıllarındaki gibi silah olarak kullanılması ihtimalinden bahsedilir hale gelmiştir. Dolayısıyla nükleerin tekrardan bir güvenlik meselesi olması gibi bir durumun ortaya çıkmaya başladığını söyleyebiliriz.

Tüm bunların ışığında Rusya Devlet Başkanı Putin’in Güvenlik Konseyi toplantısı sonrası, Moskova’nın nükleer silah kullanımı için belirlediği doktrinde yaptıkları güncellemeyi kamuoyuyla paylaşmasıyla gün yüzüne çıkmaya başlayan değişiklikler, blöf ile gerçek tehdit arasında bir denge oluşturmaktadır. Buna karşın nükleer tehditler, Moskova'nın stratejik hesaplamalarının bir parçası olarak görülmelidir. Ancak bu tehditlerin gerçekten uygulanıp uygulanmayacağının halen daha belirsizliğini koruduğu da göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla blöf mü yoksa gerçek mi olduğu sorusu, Ukrayna’daki savaşın ve Batı'nın tepkilerinin nasıl şekilleneceğine bağlı olarak netleşecektir. Tüm bunlara rağmen çaresiz kalmış ve köşeye sıkışmış bir Rusya’nın nükleer silah gücüne başvurmaktan kaçınmasını beklemek çok da gerçekçi değildir.

Doç.Dr. Anıl Çağlar ERKAN
Doç.Dr. Anıl Çağlar ERKAN
Tüm Makaleler

  • 14.10.2024
  • Süre : 6 dk
  • 637 kez okundu

Google Ads