Türkiye’nin İnsan Hakları Yapılarının Değişmeyen Etkinlik Sorunu
Daha küçük bir çocukken içinde zayıf zenci çocukların olduğu bir İngilizce dergi elime geçerdi. UN tarafından çıkarılan yayının adı sanırım “Refugees and Asylum Seekers” idi. Bu mülteci ve sığınmacılarla ilgili yayın ve o siyah fakir çocuklara kalbimde uyanan merhameti bir yana bırakırsak, insan hakları ile yapısal ilgim profesyonel yaşamımla yakından ilgilidir.
-Paris Şartları Işığında Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Örneği-
İNSAN HAKLARI İLE İLGİM NASIL BAŞLADI
Daha küçük bir çocukken içinde zayıf zenci çocukların olduğu bir İngilizce dergi elime geçerdi. UN tarafından çıkarılan yayının adı sanırım “Refugees and Asylum Seekers” idi. Bu mülteci ve sığınmacılarla ilgili yayın ve o siyah fakir çocuklara kalbimde uyanan merhameti bir yana bırakırsak, insan hakları ile yapısal ilgim profesyonel yaşamımla yakından ilgilidir.
BAŞBAKANLIK İNSAN HAKLARI BAŞKANLIĞINDA GÖREV
2008- yılında Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığında görevlendirildim. 2011 yılında Chicago’ya eğitim için gidinceye kadar Mülteci ve Göçmenler Başkanlığı görevini yürüttüm. Aynı zamanda Başbakanlık Avrupa Birliği Reform İzleme Grubu (RİG) temsilcisi ve Başbakanlık Stratejik Planlama üyesiydim. Demokratik seçimler için AGİT seçim gözlemciliği yapıyordum. İnsan Hakları Başkanlığının bağımsız olması için yasa çalışması içinde yer aldım. Başbakanlık görüşünü hazırladım. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk resmi ayrımcılık raporunu bir hakim arkadaşımla birlikte hazırlamıştık. İnsan haklarının tam da ortasındaydım. Bu alanda müstakil olarak ihdas edilmiş yegâne yapı Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığıydı ve o zaman etkinlik sorununun temel kaynağı da bu kurumun idari, akçalı ve karar verme bakımından bağımsız olmaması ekseninde görülüyordu. “PARİS ŞARTLARI bir yerine gelirse, bakın siz insan hakları nasıl bir şövalye ruhuyla savunulacaktı”: Bağımsızlık, anayasal ya da yasal dayanak, idari ve mali özerklik, çoğulcu temsil, üyelik teminatı, tanınmış bir yetki ve yeterli iktidar, erişilebilirlik, işbirliği, hesap verebilirlik, işlevsel etkinlik
İNSAN HAKLARI, EŞİTLİK ve AYRIMCILIK YASAĞI
İnsan hakları tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. Bu haklar, ABD de vatandaş hakları biçiminde bir imtiyaz olarak yapılandırılmıştır. Bu batı felsefesi içindeki biz ve onlar ayrımının bir yansıması olabilir. Oysaki bunlar “ırk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır.” Bu hakları kullanmakta herkes eşittir.
Temeli “insan onuru” kavramına dayanan eşitlik ilkesi de öncelikle ayrımcılığı yasaklar. Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı devletin tümüne hâkim olan ilkelerin başında gelmektedir. Yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Ayrıca, eşitlik ilkesi birçok uluslararası ve ulusal metinlerde de kendine yer bulmuş evrensel bir ilkedir.
Anayasamızın 10. maddesine göre “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de ayrımcılığı, “objektif ve makul bir neden olmaksızın, aynı durumdaki kişilere farklı muamelede bulunmak “olarak tanımlanmıştır (Willis v. Birleşik Krallık, para. 48, Okpisz v. Almanya, para. 33).
İNSAN HAKLARI İLE İLGİLİ KORUMA YÖNTEMLERİ
Uygulama olarak ciddi sorunlar bulunsa da insan haklarını çeşitli düzeylerde korunmak için, devletler ulusal ve uluslararası düzeyde çeşitli koruma mekanizmaları kurmak zorunda kalmışlardır. Zira insanın doğası her zaman güvenilir değildir.
Ulusal ölçekte insan haklarının korunmasına yönelik yöntemler ya önleme ya da denetleme amacı güder. İç hukuka dayalı olarak yapılan ulusal koruma neticesinde, ihlal edilen hakkın niteliğine göre, hakkı ihlal edene karşı hukuki, cezai veya idari yaptırımlar uygulanabilir. Ulusal ölçekte insan haklarının korunması yargısal ve yargı dışı koruma olarak ikiye ayrılır:
Yargısal koruma ve yargı dışı koruma… Hak ihlal edildikten sonra başvurulacak ilk ve en etkili yer yargısal korumadır. Ancak, yargının insan hakkı ihlalini özel, devlet ya da devletler arası ilişkilerden kaynaklanması durumunda ele alabilmesi bir avantaj ise de ancak uzun zaman diliminde sonuç alınabilmesi de mekanizmanın etkililiğini zayıflatmaktadır. Yargı dışı koruma genel olarak koruma ve denetim işlevi yapan yargı dışındaki tüm kurumları kapsamaktadır ama karalarının bağlayıcı olmaması ve etkinlik sorunları bulunmaktadır.
İnsan haklarının ulusal düzeyde korunması ilk yoldur ama sorunlar artar ve genişlerse ulusal sorun büyüyerek uluslararası sorun hâline gelir. Uluslararası insan hakları düzeni, BM gibi evrensel ve AB gibi bölgesel kuruluşlarca sağlanmaktadır. Uluslararası koruma her yerde ve herkes için geçerli insan hakları vurgusu yapmakta ve ihlallerin cezasız kalmayacağını dikte etmektedir. Ancak, AB ve BM mekanizmalarının standartları her ülke için eşit koymaması ayrı bir yazıyı gerektirmektedir.
TÜRKİYE DE İNSAN HAKLARI İLE İLGİLİ GELİŞMELER ve KURUMSALLAŞMA:
Türkiye’nin ulusal koruma mekanizmalarına göz attığımızda son 30-32 yılı üç ayrı zaman diliminde inceleyebiliriz:
ÖNCÜ DÖNEM (1990-2001):
İkinci milenyumun son on-on bir yılında insan hakları alanında ulusal önleme ve koruma mekanizmalarına öncülük yapacak iki önemli adım atıldı:
- TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu (Hala devam eden parlamento koruması)
- İnsan Haklarından Sorumlu Devlet bakanlığı (İdari merci oluşturma)
ARAYIŞ DÖNEMİ (2001-2012):
Üçüncü milenyumun ilk on yılı Arayış Dönemidir. Bu dönemde;
- İnsan Hakları Danışma Kurulu,
- İnsan Hakları Üst Kurulu,
- İnsan Hakları İddialarını İnceleme Heyetleri,
- Başbakanlık İnsan hakları Başkanlığı,
- İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları.
KURUMSALLAŞMA DÖNEMİ (2012-2022):
Son on yılda, uygulama etkinliği bir yana bırakılırsa, Paris Şartlarına uygun çok önemli kurumsallaşmalar yaşanmıştır:
- Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru mekanizması:
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile 23 Eylül 2012 tarihi itibarıyla herkes, Anayasa’mızda güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel olarak başvurabilmektedir.
- Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsmanlık):
2012 yılında yasa ile kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu, Anayasamızın 74’üncü maddesinde yer alan Anayasal bir Kurumdur ve TBMM adına görev yapar. 6328 sayılı Kanunun 5. Maddesi gereğince “Kurum, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmakla…” görevlendirilmiştir." Sayfasında “Bir hak Arama Kurumu” yazmaktadır.
- TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu:
1990 yılında çıkarılan bir Kanunla Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu kurulmuştur. Varlığını Ombudsmanlık Kurumu oluşturulmasına rağmen sürdürmektedir. Dünyada ve Türkiye'de insan haklarına saygı ve bu konudaki gelişmeleri izlemek suretiyle uygulamaların bu gelişmelere uyumunu sağlamak ve başvuruları incelemek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kurulan bu komisyon Ombudsmanlıkla birlikte ayrı bir yazı olarak ele alınmalıdır.
- Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu:
Bu kurum Türkiye İnsan Hakları Kurumu adıyla 21 Haziran 2012 tarihli ve 6332 sayılı "Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu" ile kurulmuştur. 9 Aralık 2013 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile de ulusal önleme mekanizması haline gelmiştir. 20 Nisan 2016 tarihli ve 6701 sayılı "Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu" ile de aynı zamanda eşitlik kurumu haline dönüşmüştür.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, “; insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi ile bu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek ve bu konuda ulusal önleme mekanizması görevini yerine getirmek üzere” kurulmuştur.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun MİSYONU “insan haklarını korumak ve geliştirmek, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması için çalışmak, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmektir.”
VİZYONU ise “insan haklarının korunması ve güçlendirilmesinde yürüttüğü çalışmaları, evrensel ve yerel değerlerimizi bağdaştıran politika ve kararlarıyla güvenilir, etkin ve saygın bir kurum olmak” olarak belirlemiştir.
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VE EŞİTLİK KURUMU ve PARİS ŞARTLARI
2012 yılında Türkiye İnsan Hakları Kurumu adıyla kurulan kurum, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı yerine kurulan kurumdur. Ne yazık ki, eski yerinde, Mithat Paşa caddesindeki benim de üç yıl çalıştığım eski binada hizmet vermeye devam etmektedir. Kuşkusuz yeni ve modern bir bina kusursuz ve çağdaş bir hizmetin garantisi değildir. Ancak imaj sorununu aşamadığı da açıktır.
Kurum, insan hakları, insan onuru, eşitlik ve ayrımcılığın önlenmesi ile bu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek ve bu konuda ulusal önleme mekanizması görevini yerine getirmek için kurulmuştur.
Baktığınızda kurumun,
- Ulusal İnsan Hakları Kurumu,
- Ulusal Önleme mekanizması,
- Eşitlik ve Ayrımcılıkla Mücadele Kurumu,
Görevlerini yerine getirmekte olduğu ve yetki sorunu bulunmadığı anlaşılmaktadır. Niteliği gereği evrensel olan insan hakları hem ulusal hem de uluslararası bağımsız mekanizmalarla koruma altına alınmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak, uygulama her zaman bu yönde olmayabilmektedir.
Özel bütçeli bir idare olan Kurumun adı, 20 Nisan 2016'da değişmiş ve şimdiki halini almıştır. Hazırlamış olduğum Başbakanlık görüşünde yer alan PARİS ŞARTLARI neredeyse eksiksiz yerine getirilmiştir: Bağımsızlık en azından şeklen tamdır. Anayasal ya da yasal dayanak sağlanmıştır. İdari ve mali özerklikte bir sorun bulunmamaktadır. Çoğulcu temsil şeklen vardır. Üyelik teminatı verildiğinden, süresi dolmadan kimse görevden alınamamaktadır. Aslında tanınmış bir yetki ve yeterli iktidar da mevcuttur. Kamuoyunda ciddi bir farkındalık olmasa da erişilebilirlik yok denemez. İşbirliği ve hesap verebilirlik konusunda eleştiriler olabilir ama asıl sorun da bu değildir: Kurum açıkça Paris şartlarında belirtilen işlevsel etkinliği sağlayamamıştır.
Başbakanlık görüşünde yer alan insan hakları mekanizmalarının çok parçalı hale gelerek güçsüz düşürülmemesi önerisi ise ne yazık ki kabul görmemiştir.
TÜRKİYE’NİN İNSAN HAKLARI KURUMUNUN DEĞİŞMEYEN ETKİNLİK SORUNU
Bir gazetede kurum ile ilgili haber gördüm (BİRGÜN 14.08.2021): “Yıllık gideri toplam 17 milyon lirayı geçen Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, 2020’yi neredeyse boş geçirdi. Personel gideri olarak 7 milyon lira harcayan kurum, geçen yıl yalnızca 12 ziyaret gerçekleştirdi.” “TİHEK’e geçen yıl yapılan başvuru, dilekçe ve ihbar sayısı bin 363 oldu. TİHEK, kendisine gelen başvuruların 276’sını ayrımcılıkla mücadele kapsamında, 679’unu işkence ve kötü muameleye ilişkin ulusal önleme mekanizması kapsamında ve 408’ini ise ön inceleme aşamasında değerlendirdi. Bireysel yapılan hak ihlali başvurularının 203’ünü incelenemez bulan TİHEK, ayrımcılık yasağı kapsamında incelediği 43 dosyanın ise sadece 12’sinde ihlal kararı verdi.”
“Kurum, ulusal önleme mekanizması görevi kapsamında 1 Ocak-31 Aralık 2020 tarihleri arasında yapılan 175 başvuru ile gönderilen 504 dilekçe ve ihbar ile 2019’dan devreden 29 başvurunun incelemesini yaptı. TİHEK’e gelen toplam 708 talebin yalnızca biri hakkında ihlal kararı verildi.”
2021 yılı paylaşımlarına baktığımızda farklı bir tablo görünmemektedir: TİHEK sitesinde, ulusal önleme mekanizması görevi kapsamında 2021 yılında 16 Rapor hazırlandığı, bunlardan 2021/4, 2021/5 ve 2021/15 nolu raporlar –eğer hazırlandıysa- kamuoyu ile paylaşılmadığı anlaşılmaktadır. 2020 yılında ise 15 rapor açıklanmıştır. 5 rapor, eğer hazırlandıysa, kamuoyu ile paylaşılmamıştır.
2021 yılı Kurul kararlarına bakıldığında internet üzerinde paylaşılan 115 Kurul Kararı alındığı, bunlardan çok büyük kısmının kabul edilemezlik kararı olduğu, bir kaç tane ihlal olmadığı, bir tane uzlaşma kararı bulunduğu görülmektedir. Alınan ihlal kararı sayısı sadece beş dosyaya ilişkindir.
Bunlardan birisi bir engellinin kültürel yaşama katılım hakkının engellenmesine ilişkin, diğeri iş hayatına ilişkin cinsiyet temelli ayrımcılık, üçüncüsü ve dördüncüsü kiralık eve ilişkin medeni hal temelinde ayrımcılık, beşincisi ise bir sitede tesettürlü mayo ile havuza girmenin engellenmesine ilişkin inanç temelli ayrımcılık kararı verilmesidir.
DEĞERLENDİRME
Türkiye’de insan hakları kurumları son otuz yılda gelişme göstermiştir. Bu gelişmeler içsel çekim gücünden çok AB süreci gibi dışsal itme gücü ile bağlantılıdır.
Kuşkusuz bu kurumlar, Paris Şartlarının kabulünden sonra yapısal olarak güçlenmiştir. Ancak, bu değişim etkinlik alanında kendini ya hiç göstermemiş ya da yapısal olarak güçlendiği orana göre paralel bir artış sağlayamamıştır.
Türkiye de insanlık onurunu koruyacak ulusal mekanizmaların uygulama ile yasal sorumluluklarını yerine getirmesi gerekmektedir. Yargısal yetkiler kullanan ve ülkenin bağışıklık sistemi olan bu kurumların Paris Şartları ile birlikte biçimsel olarak çok güçlü oldukları yadsınamaz. Bu nedenle sadece güç odakları ve bireylerden değil aynı zamanda hükümetlerden de tarafsız ve bağımsız görev yapmaları, sağlıklı bir ülke ve sağlıklı bir toplum için kaçınılmazdır.
Kuşkusuz 84 milyonluk Türkiye’de kiralık ev arama ya da sitede havuza girme gibi konuların çok ötesinde insan hakları ihlalleri, ayrımcılık iddiaları bulunmaktadır.
Sonuç olarak, Ulusal İnsan Hakları kurumlarının etkisiz kalmasının ortak nedeni “parçalı yapısıyla zayıf bir koruma” sağlamasıdır. Bu çerçevede Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun da değişmeyen etkinlik sorunu bulunmaktadır. Ancak, kurumun biçimsel olarak zayıf bir yapısı kalmamıştır. Çalışanların ve seçilenlerin de güçlü bir karaktere sahip olması gerekmektedir.
Avrupa Konseyi ile birlikte İspanya ziyaretimiz sırasında İspanya Ombudsmanı Defensor Del Peublo Enrique Mugica Herzog’un söylediği gibi (2009) “insan hakları ihlali ve ayrımcılık tespit edersem bir raporla iki bakanı indiririm” kararlılığı gerekmektedir.
Bağlılık bizi kurumlara atayanlara değil, vergileri ile bizi fonlayan Yüce Türk Milletine ve yasalara olmalıdır.