Depremin İkinci Gününde, Sefalet ve Acı İçindeki Hatay’a İlişkin Gözlemlerim
Gözlemlerime göre, Hatay merkezde binaların yaklaşık % 30’u tamamen yıkılmış vaziyetteydi. Yaklaşık %50’si ise hasar görmüş ve içine girilemeyecek durumdaydı. Dışarıdan sağlam olarak görülen binalar ise hiç güven vermiyordu. Bir kısmının hemen yakınındaki sağlam binaya doğru eğilmiş veya yan yatmış binalar vardı. Hasarlı binaların yıkılma ihtimali de sağlam binaların bile yıkılma riskini artırıyordu.
Temel gıda, giyecek ve barınma malzemeleri olan bir yardım aracıyla 07 Şubat saat 19:00’da Ankara’dan Hatay’a doğru yola çıktık. Zaman zaman yollarda buzlanma olsa da yol tamamen açıktı. Sabah 06:00 civarında Hatay’a ulaştık. Yol boyunca en çok İskenderun Hatay arasında Belen Bölgesini geçerken zorlandık. Orayı da bir saat gibi bir sürede geçtik. Aslında genel itibariyle, depreme rağmen, karayollarının durumu iyiydi diyebilirim. Yol boyunca karşılaştığımız esas sıkıntı, deprem bölgelerini tahliyeler ile bölgeye yurdun çeşitli bölgelerinden gelen yardımlar nedeniyle, geliş-gidiş trafiğinin çok yoğun olmasından kaynaklanıyordu.
Yalnız Hatay şehir merkezine girdikten sonra şehrin içinde ilerlememiz neredeyse imkânsız hale geldi. Yol kenarındaki binaların bir kısmı caddelerin, bulvarların üzerine doğru devrilmişti. Hem enkazdan hem de iş makinelerinin ve kurtarma ekiplerinin yol üzerindeki çalışmaları, doğal olarak trafiğin tıkanmasına neden oluyordu. Bunların yanında Hatay’daki hastanelerin hasar görmüş olması nedeniyle hasta ve yaralı tahliyelerinin mecburen Adana istikametine akması da giriş ve çıkışlarda trafiğin aşırı yoğunlaşmasına neden oluyordu. Ayrıca, Hatay’dan il dışına çıkmak isteyenlerin sayısının oldukça fazla olması dikkatimizi çekmişti. Bu da özellikle çıkış istikametini tamamen tıkıyordu. Trafiği düzenleyen sistem de çöktüğü için trafik düzenlemesini yapmak da mümkün olmuyordu. Allahtan insanların saygılı ve sabırlı davranması içinden çıkılması zor olan bu durumun kısmen de olsa çözülmesine katkı sağlıyordu.
Gözlemlerime göre, Hatay merkezde binaların yaklaşık % 30’u tamamen yıkılmış vaziyetteydi. Yaklaşık %50’si ise hasar görmüş ve içine girilemeyecek durumdaydı. Dışarıdan sağlam olarak görülen binalar ise hiç güven vermiyordu. Bir kısmının hemen yakınındaki sağlam binaya doğru eğilmiş veya yan yatmış binalar vardı. Hasarlı binaların yıkılma ihtimali de sağlam binaların bile yıkılma riskini artırıyordu. İlginçtir merkezde sadece okul binalarını sağlam gördüm. Bu binalara da çevreden gelen kurtarma ekipleri karargâh kurmuşlar ve kapalı yer ihtiyaçlarını buradan karşılıyorlardı. Yine de okulların içine yaşama maksatlı girilemiyordu. Sadece bahçesinden faydalanılıyor ve okul tuvaletlerini kullanıyorlardı. Büyükşehir Belediyesi ve Jandarma da dahil olmak üzere tüm Doğal Afet Yardım ekipleri depremden etkilenmiş vaziyetteydi. Araç ve ekipmanları az hasar görmüş olsa bile bu araç ve ekipmanları kullanacak operatörlerin ve sürücülerin büyük bir kısmının göçük altında kalmış olduğunu üzülerek öğrendik.
Merkezde elektrik ve doğalgaz da yoktu. Su hatları birçok yerde patlamıştı. Meydana gelen hasar nedeniyle şehre elektrik ve doğal gazın verilmesi imkânsız, verilse bile bunları kullanacak mesken yoktu. Geçici olarak kurulan barınak da yok denecek kadar azdı. Gördüğüm kadarıyla birkaç parkın içinde çadırlar kurulmuştu. Çadırları kuranlar vatandaşın kendisiydi. Kızılay çadırları vatandaşa dağıtmış ve gidin kendiniz kurun demekten başka bir şey yapamamıştı. İnsanlar kendi imkanları ile çadır kurmaya çalışıyordu. Haliyle hepsi düzensizdi. En insani ihtiyaç için civarda tuvalet yoktu. Çadırların içi bomboştu. Isınma imkanları da bulunmuyordu. Derme çatma bir şekilde kendilerine dağıtılan çadırları kuranlar, tabanlarına sağdan soldan buldukları kartonları sermişlerdi. Çadırların içinde battaniyelerine sarılarak ısınmaya çalışıyorlardı. Çadırını kuramayan vatandaşlar da arabalarının içinde yaşamaya devam ediyorlardı. Araçların ise üzerlerine düşen molozlar nedeni ile birçoğu hasarlı durumdaydı. Çoğunun camları patlamıştı. Çevreden temin edilen malzemeler ile arabaların kırık camları kapatılmış olsa da yakıt sıkıntısı olduğu için aracı çalıştırıp araç içini ısıtmak mümkün değildi. Uğur Mumcu Meydanında şartlar nispeten daha iyi gözüküyordu. Sanırım bu meydandaki çadırları doğrudan Kızılay görevlileri kurmuştu. Burada depremzedelere yemek hizmeti bile veriliyordu ancak bundan yararlanabilenler, Hatay nüfusunun binde birine bile karşılık gelmiyordu.
Hatay’a her yerden yardımlar geliyordu. Depremzedelere dağıtılmak üzere İskenderun Expo alanında yığılan yardım malzemelerine yer bulunamıyordu. Yardım TIR’larının şoförleri ne yapacaklarını bilemeden Hatay merkezde bekliyorlardı. Eminim tüm Hatay’a bir ay yetecek malzeme gelmişti. Ama organizasyonun çok zayıf olması, yardımların da ulaştırılmasına engel teşkil ediyordu. Bu nedenle sıfır organizasyon vardı desem yanlış söylememiş olurum.
Biz önce götürdüğümüz yardım malzemesini resmi bir kuruluş aracılığı ile ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak istedik ancak kendimize resmi bir kuruluşu ve görevliyi muhatap olarak bulamadık. Öğle saatlerine kadar bomboş bekledik. Bu arada bulunduğumuz millet bahçesi bölgesinde enkazdan yaralı çıkarma çalışmalarına destek olduk. Nereye yardım dağıtabileceğiz diye orada bulunanlara sorduk. Bir kısmı bizi Samandağ’a yönlendirdi ve oraya gittik. Allahtan orada yıkım fazla olmamıştı. Yardım malzemelerimizin bir kısmını Samandağ’da dağıttıktan sonra tekrar Hatay’a döndük ve en az yardımın ulaştığı Armutlu Mahallesine zorda olsa ulaşarak kalan malzemelerimizi buradaki depremzedelere dağıttık. İnsanların her şeye ihtiyacı vardı. Deprem insanları yatakta yakaladığı için birçoğunun giyecek ayağında giyecek ayakkabısı bile yoktu. Çocuklar soğuktan tir tir titriyordu. Oysa iyi bir organizasyon olsaydı, yurdumuzun dört bir yanından gelen yardımların her noktaya zamanında ve eşit bir şekilde dağıtılması kolaylıkla mümkün olabilirdi.
Dikkatimi çeken en önemli konu ise yardım malzemelerinin çok özensiz hazırlanmış olmasıydı. Verilen yardımlar rastgele dağıtılıyordu. An itibari ile insanları sıraya sokmak ve gerçek ihtiyaçlarını vermek neredeyse imkansızdı. Bir yardım aracı geldiği zaman sanki talan edecekmişçesine depremzedeler gelen araca saldırıyorlardı. Biz yardımı bir düzen içinde eşit dağıtabilmek için çok uğraş verdik.
Gelen yardım malzemeleri cinslerine göre ayrılmış olsa, ayrı ayrı paketlense, paketlerin üzerine ne olduğu yazılsa, gıda yardımları aynen ramazan paketi hazırlar gibi bir ailenin günlük gıda ihtiyacını karşılayacak şekilde paketlenmiş olsa, işler belki daha da kolaylaşmış olacaktı. Yardımları rastgele yapmak yerine bir düzen içinde, yardım tırlarının içerik listelerinin hazırlanmış olarak gönderilmesinin dağıtımların çok daha kolaylıkla gerçekleştirilebileceğini yerinde görerek değerlendirdim. Bu şekilde bir dağıtım sistemi olmayınca, insanlar ihtiyacı olan malzemeyi almak yerine, rastgele malzeme aldığından yardım malzemelerinin bazılarının çöpe gittiğini bile üzülerek de olsa gördüm. Oysa o çöpe atılan malzeme başka depremzedeye yarayabilirdi.
İnanılmaz bir şekilde şehirdeki tüm marketler yağmalanmıştı. İçleri bom boştu. Milyonlarca paranız olsa bile marketlerden bir sakız alma şansınız bile yoktu. Şehirde akaryakıt da kalmamıştı. Araçlarının içinde ısınmaya çalışan insanlar depolarındaki yakıt bittiğinde soğuktan donacakları korkusuyla araçlarında oturuyorlar, kaderin hükmünü bekliyorlardı. Zaten büyük bir çoğunluk enkaz altındaki yakınlarının çıkmasını umut ediyor, öyle kenarda mahzun mahzun duruyorlardı. Yakınlarını bulup defnedenler şehri terk ediyordu. Bazıları ise beklerken araçlarındaki yakıtları da bitireceklerinden dolayı şehri terk edemeyeceklerinin farkında, umutsuzca bekliyorlardı. Bu nedenle akaryakıt şirketlerinin seyyar tankerler ile ücretli ya da ücretsiz şehre akaryakıt götürmesinin ne kadar gerekli ve acil bir ihtiyaç olduğunu yerinde gördüm. Böyle giderse şehirdeki kullanılan araçların tamamının bulundukları yerlerde yakıt yokluğundan terk edilmek zorunda kalınacağını görebilmek için kimsenin kâhin olmasına gerek yoktu.
Hatay’da bir GSM Operatörü hariç telefonlar hiç çekmiyordu. En önemli sorunlardan birisi bu iletişim altyapısında yaşanan sorundu. Hiç kimse yakınlarına ulaşamıyordu. Hatay’dan ayrıldığımda onlarca kişinin beni aradığını ve mesaj attığını gördüm. SMS mesajları gelmiş ama onların da birçoğu gecikmeli gelmişti. Bazıları da ben bölgeden ayrıldıktan sonra sisteme düşmüştü. Hatta enkaz altıdaki bir insanın cep telefonu yanında ise herhangi birine ulaşarak yerini bildirmesi ve kurtarılması bu nedenle mümkün olamaz diye ister istemez düşünmeden edemedim. Oysa GSM operatörlerinin depremin ilk anından itibaren buralara seyyar baz istasyonları kurması gerekirdi. Tabii ki bunu için de önceden hazırlık yapılması, tatbikatlarla denenmesi gerekiyordu. Ülkemizde faaliyet gösteren GSM Operatörlerinin buna hazır olmadığını üzülerek yerinde görmüş oldum.
Resmi kurumların telsizleri de çalışmıyordu. Bunu da bulunduğumuz yerden farklı bölgelerde çalışan diğer resmi kurumlara yolların açık olup olmadığını sormak istediğimizde öğrendik. Zamanında devlet görevindeyken biz de çok telsiz kullandık. Hakkâri’den Ardahan ile telsizle konuşma imkânımız vardı. Yani telsiz iletişimindeki kapasiteyi biliyorum. Biz bu kadarını şimdilik deprem bölgesindeki şüphesiz beklemiyorduk. Hiç olmazsa aynı şehir içindeki birimler birbiri ile görüşebilmiş olsaydı faaliyetler daha güzel bir şekilde ve zamanında düzgün bir akış halinde organize edilebilirdi. Uygun yerlere kurulabilecek birkaç adet röle istasyonu sayesinde bu iletişim sorunu çok kolaylıkla çözülebilirdi.
Gelelim bina enkazlarına. Tam sayısını öğrenemedim ama şehirde binlerce bina enkazı vardı. Bunların içinde mutlaka halen de yaşayan insanlar vardı. Depremin ikinci günü olmasına rağmen bina enkazlarının onlarcasına hiç dokunulmadığına şahit oldum. Arama kurtarma ekipleri canla başla çalışıyordu ancak yeterli gelmiyorlardı. Çünkü ekip sayısı çok azdı ve kurtarılacak enkaz sayısı o kadar çoktu! Hangi birine yetişebilsinler? Kabul ediyorum, ülkemiz çok büyük bir felaket ile karşı karşıya kaldı. Elimizde mevcut kurtarma ekiplerinin sayısal olarak hepsine aynı anda ulaşması imkânsız. Bunların yanında ekipmanlar da çok yetersiz. Gördüğüm kadarıyla iş makinesi ve teknik cihaz sıkıntısı hat safhadaydı.
İlerde, öncelikle İstanbul gibi bir metropolde bir deprem beklendiği düşünülürse bu ekiplerin sayısının ve kalitesinin hemen artırılması gerektiği gerçekliği gün gibi ortadaydı. Bu aşamada seferberlik sisteminin derhal gözden geçirilmesine ihtiyaç bulunduğu kanaatindeyim. Türkiye’deki tüm iş makinalarını ve operatörlerini kapsayacak şekilde yapılacak bir seferberlik planı bu tür büyük bir depreme veya afete müdahaleleri hızlandırmak için faydalı olabilir, daha fazla insanın hayatının kurtarılmasına yardımcı olabilir düşüncesindeyim.
Eskiden olduğu gibi Valilerin koordinatörlüğünde yapılan DAFYAR (Doğal Afet Yardımlaşma) planlarının yeniden hayata geçirilmesinin de önemi yeniden ortaya çıkmıştır. Gönüllülük esasına göre arama ve kurtarma ekiplerinde görev almak isteyenlerin eğitimlerinin önemi daha iyi kavranmıştır. Daha çok insanın bu eğitimi alması, nerede ve ne şekilde görevlendirileceklerinin belirlenmesi ve bu insanlara en kısa sürede ulaşılmasının sağlanması da aynı oranda önem arz etmektedir.
Neticede her şey insan hayatı ile ilgilidir. İnsanı yaşatmak ve yaşam kalitesini artırmak devletin öncelikli görevidir. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.
Milletimizin başı sağ olsun. Eminim ki bu büyük millet bu felaketinde altından kalkacaktır. Allah Ülkemizi ve Türk Milletini tüm felaketlerden korusun.
Not: Bu yardım faaliyetinde birlikte hareket ettiğim Orta Anadolu Sürücü Kursları Federasyonu Başkanı Sayın Serdar Tepeöz’, Ankara Sürücü Kursları Dernek Başkanı Sayın İlyas Kara’ya ve diğer ekip arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.