Biden’ın Soykırım Şifresi
Türk kamuoyu olarak, 23 Nisan’ımızı kutlar, neşe dolardık ve hemen arkasından 24 Nisan’da gerilir, ABD başkanının soykırım ifadesini kullanıp kullanmayacağı kabusunu yaşar ve bu kelimenin söylenmemesiyle rahatlardık.
Geçen yıl tarihte ilk defa bir ABD başkanı, 1915 yılında yaşanan olayları Ermeni soykırımı ve büyük felaket ifadeleriyle açıklamıştı. Üstelik bununla da yetinmemiş, İstanbul’a Constantinopolis demişti. Bu yıl da Biden, yine soykırım ifadesini kullanmaktan imtina göstermedi.
Peki, ne oldu da ABD başkanı, soykırım ifadesini her yıl kullanmaya başladı?
20’nci yüzyılda bir şekilde çözülebilen veya karşılıklı hassasiyetlere özen gösterilen Türk-Amerikan ilişkileri, 21’inci yüzyılda krizlerin bir bir arttığı ve çözümlerin zorlaştığı bir yönde ilerlemeye başladı.
Bugüne kadar, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan birçok soruna rağmen, 1915’te yaşanan olaylarla ilgili ABD başkanları tarafından hiçbir zaman, soykırım ifadesi kullanılmamıştı. (Sadece 1981 yılında Ronald Reagan’ın benzer bir ifadesi olmuştu ama, o dönem o kadar ses getirmediği için, Biden’ın ifadesini ilk olarak kabul etmek doğru olacaktır.)
Türk kamuoyu olarak, 23 Nisan’ımızı kutlar, neşe dolardık ve hemen arkasından 24 Nisan’da gerilir, ABD başkanının soykırım ifadesini kullanıp kullanmayacağı kabusunu yaşar ve bu kelimenin söylenmemesiyle rahatlardık.
Gerek iç, gerekse dış dünyada değişen düzen, bir yandan 23 Nisanlarımızı doya doya kutlayamamamıza, bir yandan da soykırım ifadesinin ilk defa kullanılmasına ve huzursuzluğumuzun artmasına sebep oldu.
Aslında nedense ABD başkanı soykırım derse soykırım olmuş, demezse soykırım olmamış gibi bir anlam yüklemesiyle yaşadık yıllarca. Oysaki, ABD başkanının soykırım ifadesini kullanması ya da kullanmaması hiçbir zaman bir netice olamaz, sonuçta bu olaylarla ilgili kararı veren kurum, siyaset değil tarih ve hukuktur. Gerek tarih, gerekse hukuk bilimlerinin yaşanan olayları soykırım olarak nitelendirmediği ABD başkanı tarafından da bilinirken, bu açıklamayla yapılmak istenenin ne olduğunun irdelenmesi lazım.
ABD başkanı Biden’ın, soykırım sözcüğünü bir kez daha kullanması, Türkiye karşıtlığı politik duruşunun önemli bir göstergesidir.
Türk-Amerikan ilişkilerinin bu duruma gelmesinde iki farklı görüş ortaya çıkmakta ve tartışılmaktadır. İkili ilişkiler tarihinde ilk kez söylenen ve hiçbir doğruluk payı olmayan bu mesnetsiz soykırım sözünün kullanılma sebebi kimine göre Türkiye’nin dış politikadaki yanlış adımları, kimine göre ise Türkiye’nin bağımsız politikalar izlemesidir.
Muhalefet yanlıları birinci, iktidar yanlıları ise ikinci önermeyi desteklemektedirler. O zaman durumu biraz detaylı inceleyelim.
Dış politikada yapılan yanlışlar nelerdir? Önce bunlara bir bakalım.
Dış politikada hata veya yanlış olarak değerlendirilebilecek konular:
1. Türkiye’nin dış politikasının belirlenmesinde, yıllarını vermiş bürokrat ve dışişleri mensuplarının, monşer denilerek hakir görülmesi ve yerlerine atananların daha ziyade politik aktörlerden seçilmesiyle oluştuğu iddia edilen zafiyet.
2. İç politikada oy getireceği düşüncesiyle İsrail’e karşı yapılan “one minute” çıkışı ve sonrasında yapılan beyanlarla ilişkilerin bozulması, bu bozulmanın ABD’de Türkiye’nin lehine hareket eden Yahudi lobisinin desteğinin kesilmesine sebep olması ve desteksiz kalan Türk lobisinin Yunan, Rum ve Ermeni lobisine yenik düşmesi.
3. Dış politikada yaratılan ihvancı ve yeni Osmanlıcı algı yüzünden, başta Mısır, İsrail ve Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerin bozulması, karşılıklı elçilerin çekilmesi ve bölgesel manada, Katar hariç, Türkiye ile dost olarak anılabilecek ülke kalmaması.
4. 2003 yılında Türk askerinin başına çuval geçirilmesiyle başlayan ABD’nin aşağılama ve ders verici eylem, söylem ve hareketlerine, gerekli ve yeterli tepkinin verilememesi ve bunu gören ABD’nin yaptığı abesle iştigal baskılarını ve hasımca davranışlarını git gide artırması ve Türkiye’nin bu ivmelenen baskılara, nedense gerekli ve yeterli karşılığı bir türlü verememiş olması.
5. Serbest bırakılması mümkün değil denen Rahip Brunson’ın, ABD’nin baskılarına boyun eğilerek serbest bırakılması ve ülkesine gönderilmesi.
6. ABD’nin Rusya, Çin gibi hasımlarına ve düşman olarak betimlediği Kuzey Kore ve İran gibi ülkelere uyguladığı CAATSA (Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası) yaptırımlarını, aynı ittifakta olmasına rağmen Türkiye’ye de uygulamasının bir türlü önüne geçilememesi.
7. ABD ve NATO tarafından yaşanabilecek problemler öngörülmeden, fayda mahsur analizi tam olarak yapılmadan, S-400’lerin Rusya’dan satın alınması ve bu sistemin baskılar yüzünden aktif şekilde kullanılıp kullanılmadığının tartışılması.
8. ABD’nin öngörülemeyen Türkiye yerine öngörülebilir Yunanistan’ı daha fazla stratejik ortak olarak görmeye başlaması ve politik, askeri desteğini Yunanistan lehine artırması.
Kısaca özetlenen bu politik olaylar zincirinin, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerini etkilediğini ve Türkiye’ye karşı soykırım ifadesinin kullanılmasına sebep olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan, Türkiye’nin özellikle 2016 yılından sonra daha bağımsız, öngörülemeyen, başına buyruk denilebilecek bir dış politika izlemeye başladığı, eski hatalarından yavaş yavaş sıyrıldığı bazı konuları da görmezden gelemeyiz.
Peki nedir bu konular?
1. Suriye’de ABD desteğiyle yapılmaya çalışılan ve İsrail’in güvenliğini sağlamak adına desteklenen PYD/YPG yapılanmasına ve onun devletleşmesine karşı Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı operasyonlarının yapılması ve bu operasyonlar sayesinde, Türkiye’nin bölgede oldu bittilere izin vermeyeceğini ilan etmesi.
2. Mavi vatan konseptinin ulusal politika olarak kabul edilmesi neticesinde geçmişte üzerinde durulmayan Doğu Akdeniz’deki hakların savunulmaya başlanması. Bu bağlamda, sondaj gemileri satın alınması, Libya ile yapılan deniz yetki alanları sınırlandırması anlaşmasının imzalanması ve diğer kıyıdaş ülkelerle gecikmeli olsa da ilişkileri düzeltmek adına atılan adımlar.
3. Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan krizde, Rusya ile karşı karşıya kalmadan, Azerbaycan’a verilen politik ve askeri desteğin, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’da işgal ettiği Azerbaycan topraklarının bir bölümünün geri alınması ile neticelenmesi.
4. Kıbrıs davasında bir türlü neticelenmeyen federasyon çözümlü görüşmelerden vazgeçilmesiyle iki eşit ve egemen devletli konfederatif çözüme yönelmede gösterilen duruş.
5. Rusya ile Ukrayna arasında uygulanan dengeli politika sayesinde, NATO üyesi olmasına rağmen Türkiye’nin barış için arabuluculuk yapabilen ve önemi artan bir ülke olması.
Karşılıklı olarak diğer devletin içişlerine karışılması şeklinde özetlenebilecek iki tarafın da hatalı politikalarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Başkan Trump’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben bürokratik dilden uzak ve aşağılayıcı bir üslupla yazdığı mektuba, Türkiye’ye yaptırımları onaylamasına, ekonomik olarak Türkiye’yi çökertmeyle ilgili tehditlerde bulunmasına ve Suriye’de Pyd/Ypg desteğine devam etmesine rağmen, Erdoğan’ın Trump’ı desteklemesi ve onun seçilmesinden yana olduğunu açıklaması. Sonrasında Biden’in seçilmesiyle ortaya çıkan sorun.
2. ABD’nin Türkiye tarihindeki darbelerin arka planında olduğu ve 15 Temmuz 2016 kalkışmasından kalan netameli durumu belliyken, ABD Başkanı Biden’ın, Erdoğan’ı devirmek için muhalefeti destekleyeceğini açıklaması.
3. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün arkasında olduğu algısını destekler şekilde ABD’nin, Fetullahçı terör örgütü liderini teslim etmemesi ve darbe girişimi sonrası yaptığı gecikmeli ve tuhaf açıklamalar.
4. 6 Ocak 2021 tarihinde ABD kongresinde yaşanan baskın ve anti demokratik olaylarla ilgili, ABD’nin benzer olaylarda yaptığı ifadelere benzer şekilde, Türkiye’nin yaptığı kinayeli yorum ve ifadeler.
Türkiye, bir yandan kendisine biçilen müttefiksen sorgusuz itaat et gömleğini giymek istemezken, diğer taraftan ekonomi ve dış politikada alınan hatalı kararların getirdiği kırılganlık sebebiyle ABD’ye karşı net tavır gösteremiyor.
Artan ABD Baskıları:
ABD ise, yeniden iki kutuplu dünya düzenine dönmek istiyor. Soğuk savaş dönemindeki kapitalist ve komünist kutuplar yerine, ABD’nin bu sefer oluşturduğu kutuplar, demokratik ve otokratik rejimler olarak kurgulanmakta. ABD’nin haklı veya haksız olması bir yana, Türkiye’yi tam demokratik olarak görmemesinden dolayı bu baskıları artıyor. ABD, Türkiye’ye “Ya bizimle birlikte demokratik, şeffaf bir demokrasi ol ve müttefikimiz kal; ya da Çin, Rusya gibi karşı tarafta otokratik rejim ol, hasmımız kal” baskısını artırıyor.
ABD’nin 2003 yılında çuval hadisesi ile başlattığı Türkiye’yi yönetenleri test etme, tabiri caizse ayar verme ve gerilimi artırma operasyonu,
2014’te PKK’ya tırlarca silah yardımı desteğiyle,
2016’da 15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasında olmakla ve nihayetinde
2021 ve 2022 yıllarında, 24 Nisan tarihlerinde soykırım ifadelerinin kullanılmasıyla şiddetini artırarak devam ediyor.
Kısaca; ABD, Türkiye’nin vereceği tepkiyi ölçüyor, tepki gelmedikçe veya dozajı düşük kaldıkça baskılarını artırıyor ve hassasiyetleri kaşıyor.
Anlaşılan o ki, cılız ve işlevsiz tepkiler devam ettiği müddetçe, hoşumuza gitmeyen benzer olayların ve ifadelerin yaşanacak olması muhtemeldir.
ABD’nin, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması ve CAATSA yaptırımlarına devam etmesine ek olarak, Halkbank davasından çıkacak kararlara göre şekillenecek mal varlığı soruşturmaları ve Suriye’de de facto bir Kürt devletinin kurulma çabalarının artırılması şeklinde baskılarını artıracağı ve önümüzdeki dönemde Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorunların ivmelenerek karşımıza çıkacağı anlaşılmaktadır.
Peki o zaman Türkiye ne yapmalı?
1. Türkiye, öncelikle demokratik değerlerini geliştirmeli, sosyal, demokrat bir hukuk devleti olduğunu iç ve dış dünyaya göstermeli, demokratik normlarını içselleştirmeli ve otokratik rejim görüntüsü veren tüm uygulamaları sona erdirmelidir. Hukukun üstünlüğü ve basın özgürlüğü seviyelerinde otokratik rejimlerle aynı seviyelerde olmak, Türkiye’nin demokratik karnesine yakışmamaktadır.
2. Dış politikayı, iç politika malzemesi haline getirerek, ülke içinde kendi gibi düşünmeyenleri ötekileştirmek ve düşmanlaştırmak yoluyla içeride birlikteliği sağlamak mümkün değildir. Birlikteliği sağlamak, ancak ve ancak daha çok demokrasi, hoşgörü, özgürlük ve şeffaflıktan geçer.
3. Türkiye, milli menfaatleri ile ilgili konularda en ufak ödün vermemelidir. Milli davalarımız Kıbrıs, Mavi Vatan, Adalar Denizindeki ada, adacık ve kayalıklar üzerindeki hak ve menfaatlerin korunması ile Suriye ve Irak’ta oluşturulmaya çalışılan kukla devlet oluşumuna karşı kesinlikle taviz verilmemelidir.
4. NATO’dan çıkmak gibi, Türkiye’nin bekasını doğrudan etkileyecek bir yanlışlığa kesinlikle girilmemeli, karar alma sürecinde uzlaşmanın geçerli olduğu NATO üyeliğine sahip olma gücü kaybedilmemelidir. NATO üyeliğinin sadece dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı değil, aynı zamanda ittifak içinden gelebilecek tehditlere karşı savunma sağladığı unutulmamalıdır.
5. Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünün birlikte savunulması ve tüm bölücü örgüt ve yapılarla birlikte mücadele etmek adına, beğensek de beğenmesek de, Türkiye komşu devlet yönetimleriyle ilişkilerini düzeltmeli ve alınacak ortak tedbirlerle bölgede emperyal amaçların gerçekleşmesine mani olmalıdır. Bu bağlamda, Avrupa’da denenen ve savaşların çıkmasını önleyen AGİT (Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı) benzeri bir OGİT (Ortadoğu Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) kurulması için çabalar artırılmalıdır.
6. Ekonomik yaptırımlara karşı, derhal tasarruf ve üretim ekonomisi tedbirleri öne çıkarılmalı, savunma sanayinde yaşanan milli ve yerli gelişmelere paralel olarak teknolojik, ekonomik ve siyasi millileşme hamleleri süratle devreye sokulmalıdır.
7. Kanal İstanbul gibi büyük masraflı projeler derhal askıya alınmalı veya unutulmalı, kaynaklar milli güç yani askeri, ekonomik, teknolojik ve politik güç unsurlarına aktarılmalı, özellikle zayıflamakta olan ekonominin gelişimini sağlayacak üretim ekonomisi tedbirleri acilen alınmalıdır.
8. Kamu diplomasisi ve lobicilikle ilgili eksiklikler tespit edilmeli, sorunları giderici tedbirler alınmalı, ülkenin tanıtımı ile ilgili her türlü görsel, yazılı ve sosyal medya faaliyetlerine hız verilmelidir.
9. Politikacıların yurt dışı görevlere atanmasından ziyade, liyakat esaslı, konusuna vakıf, ülkeyi temsil etme kapasite ve kabiliyetine sahip kişiler, monşer olup olmadığına ve siyasi görüşlerine bakılmaksızın, kritik görevlere getirilmelidir.
10. Kıbrıs davasında, Rum tarafının AB üyesi olması ve eşit egemenliği kabul etmemesi sebebiyle bozulan denge neticesinde federatif çözümün mümkün olmadığı anlaşıldığından, eşit ve egemen iki ülke temelli konfederatif çözüme ulaşma ve KKTC’nin tanınması için çabalar artırılmalıdır. Bu bağlamda garantör ülke İngiltere’nin Türk tarafı ile birlikte hareket etmesi sağlanmalıdır.
11. Adalar denizinde egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a verilmemiş, buna rağmen Yunanistan tarafından işgal edilmiş ada, adacık ve kayalıklar tek tek tespit edilmeli, BM ve NATO nezdinde bu bölgelerin boşaltılması için girişimlerde bulunulmalı, Yunanistan’a nota verilerek belli bir tarihe kadar buraların boşaltılması sağlanmalı ve boşaltılmazsa müdahale edileceği tüm dünyaya ilan edilmelidir.
12. Büyük güçleri dengeleme politikası, ancak ve ancak bölgesel güçlerin birlikte hareket edebilmesi ile mümkündür. Atatürk’ün kendi döneminde uyguladığı ana dış politika ekseni iyi anlaşılmalı, Balkan ve Sadabat paktlarının arka planı iyi değerlendirilmelidir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasına derhal dönülmeli, Suriye, İsrail ve Mısır ile görüşmeler hızlandırılmalı, deniz yetki alanları ile ilgili siyasi ve ekonomik anlaşmalar imzalanmalıdır.