Kahramanmaraş Depremi ve Afete Müdahale
İki temel safha vardır. Bunlardan birincisi, afetin öncesinde risklerin değerlendirilerek kabul edilebilir risklere uygun yapıların ve afetlere yönelik planlamanın yapıldığı afet öncesi; ikincisi, afetin oluşmasıyla birlikte ortaya çıkan kriz ortamından kurtulma ve normal yaşantıya dönüş gayretlerinin gerçekleştirildiği afet sonrasıdır. Afet öncesi, “zarar azaltma ve hazırlık”, afet sonrası ise “müdahale ve iyileştirme” safhalarını içeren bir sınıflandırmayla afet yönetim sürecini oluşturur.
Sevgili dostlar, afetler bilimsel olarak açıklaması yapılabilen olaylardan kaynaklanır. Bilimin açıklamakta yetersiz kaldığı çağlarda afetler, tanrının insanları cezalandırdığı olaylar olarak görülüyordu. Ancak bu bakış açısı, bilimin günümüzde geldiği düzeyle birlikte gelişmiş toplumların gündeminden tamamen çıkmıştır. Olayları afete dönüştüren, bu olayın toplumları etkileme gücüdür. Eğer hepimizi üzüntüye boğan deprem, herhangi bir yapılaşmanın olmadığı bir alanda gerçekleşse ve toplumsal yaşantı üzerine herhangi bir etkisi olmasa, sadece bilimsel olarak ölçülen bir doğa olayı olarak kalırdı. İnsan toplulukları tarih boyunca yerleştikleri bölgede yaşadıkları dönemin koşullarına uygun olarak, doğa olaylarından mümkün olduğu kadar az etkilenecek yapılar yaparak barınma ihtiyaçlarını karşılamıştır. Depremler doğa olayları içerisinde, hakkında insanın ancak son 100 yılda ayrıntılı bilgi sahibi olabildiği olaylardır. Gelişen teknolojiye rağmen depremlerin kesin tarihinin tespit edilebilmesi mümkün değildir. Ancak depremlerin nerede ve hangi zaman aralığında olabileceğine ilişkin tahminler yapılabilmektedir.
Diğer doğa olaylarıyla kıyaslandığında etki alanının büyüklüğü açısından toplumsal yaşantı üzerinde büyük etki yaratan depremler, afet olgusundan söz ederken ilk akla gelen olaylardır. Kentlerin planlanmasında afet risklerine karşı risk değerlendirmesi yapılarak, yerleşim alanlarının doğa olaylarından mümkün olduğu kadar az etkilenmesi, etkilendiğinde de normal yaşantıya mümkün olduğu kadar kısa sürede dönülmesi, bütün dünyada afet yönetimi süreçlerinin temel çabasıdır. Öyleyse iki temel safha vardır. Bunlardan birincisi, afetin öncesinde risklerin değerlendirilerek kabul edilebilir risklere uygun yapıların ve afetlere yönelik planlamanın yapıldığı afet öncesi; ikincisi, afetin oluşmasıyla birlikte ortaya çıkan kriz ortamından kurtulma ve normal yaşantıya dönüş gayretlerinin gerçekleştirildiği afet sonrasıdır. Afet öncesi, “zarar azaltma ve hazırlık”, afet sonrası ise “müdahale ve iyileştirme” safhalarını içeren bir sınıflandırmayla afet yönetim sürecini oluşturur.
Afet yönetim sürecinin başarısı ise, sadece müdahale safhasındaki başarıyla değil, dört aşamada da kamu yönetiminin doğru örgütlenmesi, kaynakların etkin kullanımı ve disiplinler arası bir yaklaşımla bilimin rehberliğinde gerekli uygulamaların gerçekleştirilmesiyle sağlanır. Yine de afet yönetim sürecinin bir bütün olarak sınandığı safha, afete müdahale safhasıdır diyebiliriz. Afetin gerçekleşmesiyle birlikte normal yaşantı kesintiye uğrar, gerek yönetsel gerek toplumsal olarak bir kriz durumu ortaya çıkar. Müdahale safhası, bu anlamda kriz yönetimiyle başlar. Bu bilgileri verdikten sonra yaşadıklarımızı değerlendirmeye geçebiliriz.
Afet Öncesinde Yapılanlar Nelerdir?
Konuya ilk önce zarar azaltma açısından bakmamız gerekir. Bu aşamada ilk yapılması gereken risk değerlendirmesi ve kabul edilebilir risklerin tespit edilmesidir. Peki, bu yapılmış mıdır? Kısa cevap; Hayır. Türkiye’nin fay haritası büyük bir doğrulukla çıkarılmıştır. Hangi fayların ne kadar büyüklükte deprem üretebileceği yaklaşık olarak bilinmektedir. Bu konuda Prof.Dr. Naci Görür, 2022 yılında Kahramanmaraş’ta bir deprem beklenmesi gerektiğini belirtmiştir (1).
Görür bir müneccim değildir. Bilimsel olarak temellendirdiği düşüncelerini kamuoyuyla paylaşmıştır. Diğer bir ifadeyle bilim bize Doğu Anadolu fay hattının 7 üzerinde bir büyüklükte deprem üretme ihtimali olduğunu söylüyordu. Burada sorulması gereken üç soru vardır. Fay hatları kesin olarak bilinirken bu hatların üzerinde yapılaşmaya nasıl müsaade edilmiştir? Bu büyüklükte bir deprem ihtimali olmasına rağmen neden etkili bir imar izni, ruhsatlandırma ve denetim süreci işletilmemiştir? Merkezi ve yerel yönetimler açısından fay hatları bilinmesine rağmen, daha önce yapılmış yapıların oluşturduğu yapı stokunun güçlendirilmesi için ne yapılmıştır? Bu sorulara bilim ve ahlak açısından verilebilecek tutarlı cevapların olmadığını düşünüyorum. Tıpkı yakın dönemde bütün bilimsel verilere rağmen fay hattının tam üzerine yapılan Hatay Havaalanının izahı olmadığı gibi.
Sakınım planlaması, yapıların afet durumunda afete müdahaleyi engellemeyecek, diğer yapılara zarar vermeyecek şekilde konumlandırılmasını içerir. Açıkça ifade etmek gerekirse, afet öncesi çok önemli olan “stratejik mekânsal planlama” yapılmamıştır. Bunların yanında yapılaşmada afete hazırlık kapsamında mutlaka dikkate alınması gereken “sakınım planlaması” neden yapılmamıştır? Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bünyesinde Mustafa Varank’ın kuzeni Fatma Varank’ın Bakan Yardımcısı olarak sorumlu olduğu “Alt Yapı Hizmetleri Genel Müdürlüğü”, “Coğrafi Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü”, “Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü”, “Milli Emlak Genel Müdürlüğü”, “Yapı İşleri Genel Müdürlüğü” birimleri neden hiçbir önleyici çalışma içerisinde olmamıştır? Ya da oldularsa bu çalışmalar nedir?
Bilimsel veriler olası bir deprem konusunda gerekli ikazı verirken, bölgede müdahalede kullanılacak araç ve gereçler planlanmış mıdır? Bu konuda yerel yönetimlerin kapasitelerinin artırılması için her hangi bir öngörü ve çalışma var mıdır? Sorduğumuz bu sorular, aynı zamanda doğru yönetilmesi gereken bir afet yönetim süreci hakkında bir fikir vermektedir. MÖ 9. Yüzyılda bir depremle yerle bir olan İzmir’in daha sonra yeniden planlı biçimde yapılaşması örneğinde olduğu gibi bir yıkım yaşamadan çözüm üretilmesi mümkün değil midir?
Elbette bu kadar büyük bir depremin planlamada öngörülememiş olması anlaşılabilir bir durumdur. Japonya 2011 yılında Tohuku depreminde oluşan tsunami dalgalarının boyunun öngörülen yüksekliği aşması nedeniyle afetin ikincil etkisi olarak nükleer bir felaket yaşamıştır. Yani afetler her zaman kesinlikle öngörülebilir olmayabilir. Bu oldukça mümkün bir durumdur. Bu kapsamda Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP)’ı eleştirmek belki doğru olmayabilir. Ancak görünen odur ki, afet öncesinde afet yönetim sürecine uygun olarak yapılması gerekenler tam ve doğru olarak yapılmamıştır. Doğu Anadolu fay hattı 1964 yılında yayımlanan bir raporla ilk kez gündeme gelmiştir. Bu nedenle bu süreçteki hatalı yapılaşmadan bütün hükümetler sorumludur. Yani sorun sadece bugünün sorunu olarak görülmemelidir.
Afetle Birlikte Neler Yapıldı, Neler Yapılmalıydı?
Genellikle afetlere yönelik planlar, afetle karşı karşıya kalındığı anda birçok açıdan işlevsiz kalabilir. Bu nedenle yapılacak planlamanın daha çok kriz yönetim süreçleri üzerine olması, daha etkin bir müdahale safhası yönetimi için daha uygun olabilir. Kriz yönetimi doğası gereği bir elden sevk ve idarenin en üst derecesini gerektirir. Ancak bu ayrı ellerden uygulamaya engel olmamalıdır. Yönetim bilimi açısından bakıldığında AFAD’ın bölgeye intikal eden birimlerinin bütün yetkileri tekelinde toplaması koordinasyonda aksamalara ve gecikmelere neden olmuştur. Buradan edinilen tecrübelerle AFAD’ın örgütlenmesi ve görevleri mutlaka yeniden tartışılmalı ve gerekli düzenlemeler yapılarak görev paylaşımı ve koordinasyon sorumluluğu etkin bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Afetin öngörülenden çok daha büyük olması nedeniyle bölgeye ilk intikal eden ekiplerin yetersiz kaldığı görülmüştür. Bu yetersizlik görüldüğü anda alınması gereken tedbirler vardır. Bunun için süratli karar alınması gerekir. Kriz durumları genellikle çok hızlı gelişmeler neticesinde ortaya çıkar. Durum çok çabuk geliştiği için de süratle karar alacak ve uygulayacak bir yapı gerektirir. Süratle uygulama için karar alma mekanizması ile uygulama mekanizmalarının birbirinden ayrı yapılar olması zorunludur. Geniş bir alanda hem süratle karar alıp hem de bütün alanda bunu süratle uygulamak, tek bir yapının altından kalkamayacağı kadar karmaşık bir iştir. Bu nedenle AFAD’ın mevcut afete müdahaledeki konumu, yaklaşımı, işlevi kesinlikle sorgulanmalı ve yeniden düzenlenmelidir. Çünkü AFAD, kurulduğu 2009 yılından bu yana icracı mı yoksa koordinatör mü olacağı konusunda tereddütlerin bitmediği bir kurumdur.
Erzincan 1992 depreminde 59. Topçu Er Eğitim Tugayında üsteğmen rütbesinde bulunuyordum. 13 Mart 1992 Cuma akşamı saat 19.20’de gerçekleşen depremde nöbetçi subaydım. Yaklaşık bin kişilik mevcudu kayıpsız bir şekilde topladım ve geceyi sıkıntılı da olsa atlatabildik. Ama burada asıl söylemek istediğim, rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nun vali olduğu o dönemde askeri birliklerin şehir içerisindeki kurtarma çalışmalarına başlamasının sabahı bulmamasıydı. Oysa planlama koşulları ve araçları bugünkü kadar gelişmiş değildi. EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) planları vardı ve süratle askeri birlikler sevk edilebildi. Vali 5442 Sayılı Kanunda tanınan yetkileri kullanabilecek yeterlilikte ve saygınlıktaydı. Oysa daha sonra bu planlar, “demokratikleşme” (!) adına iptal edildi. Valiler ise fiili olarak, iktidar partisi il başkanından alt kademeye düşürüldü. Bu durum siyasetin devlet yönetimi içerisine liyakatsizliği sokmasına neden oldu.
Askeri birlikler bütün dünyada disiplini, süratle örgütlenebilmesi, komuta yapısı, esnekliği ve uyum yeteneğinin yanında imkân ve kabiliyetleriyle çok yetenekli yapılardır. ABD dâhil birçok ülkede acil durum uygulamalarında askeri birlikler çok önemli bir yer tutar. Bu sadece arama kurtarma çalışmaları değil, kamu güvenliğinin sağlanması anlamında da geçerlidir. Yaşadığımız Kahramanmaraş depreminde daha gün aydınlanmamışken, afetin ne kadar büyük bir bölgeyi etkilediği ve yaklaşık olarak ne kadar büyük bir afet olduğu konusunda işaretler vardı. Ben sabah saat 5.53’te sosyal medyadan durumun ciddiyetini görüp OHAL ve afet bölgesi ilanlarının gerekli olduğunu yazdım. Devletin elinde benim gördüğüm bilgiden fazlası vardı. Neden benden yaklaşık 35 saat sonra OHAL ilan edildi? Kamu yönetiminde gecikmenin maliyeti genellikle çok ağır olur. Hele ki bir kriz durumu söz konusuysa bu maliyet katlanarak artar. Bu maliyet yaşadığımız afette kaybettiğimiz hayatlar olarak ortaya çıkmıştır. Kamu güvenliği bir iktidarın halkla ilişkiler çalışmalarından daha üstün olmalıdır. Yaşadığımız ulusal felakette yapılan ve yapılması gerekenler konusunda söylenecek çok şey vardır ve bunları ileride söylemek için uygun koşullar olacaktır. Ancak uluslararası yardımı da içeren 4. Seviye alarmın süratle verilmiş olması, yapılan olumlu işlerden biri olarak görülmelidir.
Sonuç
Henüz devam eden bir kriz yönetim sürecinin içerisindeyiz. Bölgede canla başla görev yapan kamu görevlileri ve gönüllüler, enkazlardan hayat kurtarma çabasındalar. Görüldüğü kadarıyla bölgede görev alabilecek yapılara ilişkin iaşe ve ibate konuları planlarda yer almamıştır. Siyasetin kutuplaştırıcı diline rağmen vatandaşlar birlik ruhu içerisinde yardıma koşma çabasındadır. Ancak bu konuda uygulamaları yetersiz olan AFAD üzerinden afeti yönetmek ısrarından vazgeçilmelidir. Bu durum AFAD’ın görevini yapmadığı anlamına gelmemelidir. Açıkça görev, yetki, sorumluluk konularında tutarsızlıklar vardır. Bunların bilimsel çalışmalarla etkin bir çözüme kavuşturulması mümkündür. Ancak “benim dediğim her koşulda doğrudur” mantığı ile hareket edilirse, hiçbir yapı sorunlara çözüm getiremez. Afet yönetimi konusunda uzman olan insanların etkili yerlerde olması gerekirken olayı sadece teknik bir deprem meselesi olarak topluma sunma kolaycılığı, korku ve panik yaratmaktan başka bir şeye yaramaz. İhtiyaç duyulan, kriz ortamının yönetilmesidir ve bu da bir uzmanlık alanıdır. Afet bölgesinde özveriyle görev yapan (gönüllüler ve kamu görevlileri) bütün görevlilere şükranlarımı sunuyorum. Yaralılara acil şifalar, kayıplarımıza Tanrıdan rahmet diliyorum. Bu zor günleri bir an önce atlatmak dileğiyle saygı ve sevgiler.