Site İçi Arama

analiz-ve-raporlar

Rusya-Ukrayna Savaşı: Dünya Adasının Hearthland'ında Türklerin Jeopolitik Uyanışı

Dünya adasındaki en önemli noktalardan birisinin de Doğu Avrupa olduğunu savunan Mackinder, Kara Hakimiyet teorisinin dayanak noktası olarak Doğu Avrupa’ya hakimiyeti şart koşmuştur. Bu nedenle, küresel üstünlük arayan herhangi bir gücün, Avrupa Kıtasının doğu yarısından çıkacağı savını öne sürmüştür.

Rusya-Ukrayna Savaşı: Dünyanın karasal merkezinde (heartland) bulunan Sovyetler Birliği’ni; Türkiye, sahip olduğu stratejik konumundan ötürü Karadeniz’de Ukrayna ile birlikte çepeçevre sarıyor olması, Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerin baş düşmanı olan ABD’nin günümüze kadar Türkiye üzerinden yararlanmakta olduğu jeopolitik bir fayda sağlamıştır. Ukrayna, Karadeniz Filosu ve özellikle nükleer cephaneliğin bir kısmı dahil olmak üzere birliğin tarımsal üretimini, savunma sanayilerini ve ordusunu barındıran ve barındıran on beş Sovyet cumhuriyetinin en kalabalık ve en güçlü ikinci ülkesi olarak çıkıyordu. Ukrayna, otuz yıllık bağımsızlığından bu yana, Avrupa ve transatlantik kurumlarla, özellikle de NATO ile daha yakın bir uyum içinde olmaya çalışırken, egemen bir devlet olarak kendi benzersiz yolunu bulmaya çalışmıştır. Ancak Kiev, çeşitli nedenlerle karşı karşıya kaldığı derin iç bölünmeler nedeniyle dış ilişkilerini dengelemekte de zorlanmıştır. Demografi açıdan bakıldığında, ülkenin Katolik inancına sahip batı kesimlerindeki Ukraynaca konuşan nüfus, genel olarak Avrupa ile daha fazla entegrasyonu desteklerken, doğuda Ortodoks inanç eğiliminde olan ve çoğunlukla Rusça konuşan kesim, Rusya ile daha yakın ilişkileri tercih eden bir anlayışa sahip olmuştur.

Ukrayna, 2014 yılında Rusya'nın Kırım'ı işgali ile ülkenin güneydoğusundaki Donbas bölgesine yönelik Moskova'nın irredentist (tekrar topraklarına katma) faaliyetleri maruz kalmış, bu konu Ukrayna’yı aşan bir şekilde dünya gündemine taşınmıştır. Rusların 2014 yılında gerçekleştirdiği Kırım işgali, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez bir Avrupa devletinin bir başkasının topraklarını ilhak etmesi yönüyle yükselen bir tehdit olarak görülmüştür. 1990'lardaki Balkanlarda yaşanan 1990’lı yıllarda savaşlardan bu yana Avrupa'nın en kanlı çatışmalarına sahne olan Donbas'ta, 2022 yılına kadar çıkan çatışmalarda on dört binden fazla insan yaşamını yitirmiştir. Bu bölgede hortlayan yeni düşmanlıklar, birçok analiste göre, küresel güvenlik mimarisinde tek kutuplu bir Amerikan hakimiyetine karşı çıkan Rusya’nın ABD’ye meydan okumasına, Büyük Güçler arasında rekabeti gün yüzüne çıkaran bir duruma işaret etmektedir. Nitekim Şubat 2022'ye gelindiğinde Rusya, Batı destekli Vilademir Zelenski hükümetini devirmek amacıyla Ukrayna'ya yönelik büyük çaplı işgale başlamıştır. Bu neden olmuştur? Ukrayna gibi egemen, bağımsız bir devleti işgal etmenin Rusya açısından haklı gerekçesi ne olabilir? Sahada devam etmekte olan taraflar arasındaki şiddetli çatışmalara rağmen, bu soruya Rus perspektifinden bakıldığında, savaş aslında Ukrayna ile Rusya arasında var olan birtakım anlaşmazlıklardan dolayı çıkmamıştır. Bu savaş, Kremlin’in Rus jeopolitik çıkar arayışlarına Beyaz Saray’ın sıcak bakmaması nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Rusya'nın, savaş başlamadan hemen önce gerilimi düşürmeye yönelik şart koştuğu taleplerinden ilki, NATO'nun Doğu Avrupa'dan geri çekilmesiydi. Nihayetinde Ukrayna çatışmasının birçok yönden Sovyet çöküşünü yansıttığı nokta da bu talep etrafında şekillenmiştir. Elbette Rusya ve Ukrayna'yı birbirine çeken bir bakıma ortak ulus geçmişi, kültürel ve tarihi unsurlar var ama jeopolitik açıdan savaş Ukrayna'yı aşan bir boyuta taşınmıştır. Rusya, kendi perspektifinden “Rusya İmparatorluğunu” çok kutuplu küresel düzen temelinde yeniden kurma gayreti içine girmiştir. Moskova; Rus genişleme veya Çarlık Rusya’sını yeniden inşa etme konseptine göre, Rusya doğu ve güney Ukrayna'yı kendi topraklarına katmayı öngörmüştür. Bu durumda Doğu Avrupa'daki mevcut güvenlik düzeninde dengelerin değişmesi ve istikrarsızlığın Avrupa’ya taşınması riski Avrupa’yı tedirgin etmektedir. Ayrıca Rusların lehine gelişecek bu durum NATO'nun etkisinin azalmasına ve Putin'in Rusya'daki gücünün artırmasına neden olacaktır. Batı dünyası açısından bu tür bir gelişmeye izin verilmesi halinde, Çin’in Tayvan'ı işgal etme yönünde cesareti artırılmış olacaktır. Ayrıca Rusya, Kırım ve Donbas bölgesini elinde tutarsa, NATO ve Batı, Slav ülkeleri üzerinde daha az etkili olacaktır.

Otuz yıl kadar önce, Genel Sekreter Mihail Gorbaçov'un Sovyet siyasi ve ekonomik sisteminde reform yapma çabasının ardından SSCB içindeki iç siyasi, ekonomik ve etnik parçalanmanın yaşanmasının önüne geçememiştir. Gorbaçov açılımlarına rağmen, Sovyetler Birliği dağılma sürecine girmekten kendini kurtaramamıştır. Bilindiği üzere Gorbaçov, çöküşü durdurmak düşüncesiyle, ekonomiyi canlandırmak için tasarlanmış bir siyasi reform hareketi olan 'perestroyka'yı başlatmıştır. İlk başta bu program 1985 yılında SSCB'ye gözle görülür bir şekilde canlılık getirmiştir. Ancak ABD ile rekabetini devam ettirmekte olan Sovyetler Birliği, silahlanma yarışının olumsuz etkilerinin ve yıllarca süren kötü yönetimin sonuçlarını aşmakta zorlanmıştır. Komünist rejimin gücünü oluşturan ve propagandasıyla alkışlanan 15 Sovyet Cumhuriyeti'nden oluşan Birlik; önce Kafkasya bölgesinin Moskova'ya isyan etmesiyle, kısa bir süre sonra Baltık ülkelerinin bu başkaldırıya katılmasıyla birlikte, hızla çökmüş ve SSCB’nin dağılış sürecine girmesine neden olmuştur. Estonya, 1988 yılında, Moskova'dan bağımsızlığını ilan eden ilk Sovyet cumhuriyeti olmuştur. 8 Aralık 1991 tarihinde, SSCB’nin kurucuları arasında yer alan büyük cumhuriyetlerden üçünün (Rus, Ukrayna ve Beyaz Rusya) liderleri, birbirlerinin bağımsızlığını tanıdıklarını ilan etmişler ve bir bakıma Sovyetler Birliği'nin artık var olmadığını ilan etmişlerdir. Takiben Bağımsız Devletler Topluluğu'nun kuruluşuna imza atmışlardır. Ana gövdesini koruyan ve Rusya Federasyonu olarak varlığını sürdüren Moskova, yüzyıllardır süren jeopolitik çekişmeyi bir anlamda böylece kaybetmiştir.

Dağılma sonrasında Rusya, 18. yüzyıldaki sınırlarına geri çekilmek durumunda kalmıştır. Rus imparatorluk ordusunun ve Sovyet kızıl ordusunun yaptığı onca savaştan ve mücadeleden sonra, Aralık 1991'de Sovyet bayrağı Kremlin'den indirilmiş ve yerine Rusya bayrağı göndere çekilmiştir. Bu ‘gerileme’, Ruslar için yutulması zor bir hap olmuş ve bugüne kadar Rus dış politikasının tekrar eski günlere dönme arzusunu kamçılayan en önemli faktör olarak görülmüştür. Sovyetler Birliği'nin çöküşü beraberinde ülkedeki sağlık hizmetlerini de bozmuş, endüstriyel sistemde aksamalara neden olmuş, Rus akraba topluluklarını birbirinden koparmış, hatta bazı bölgelerde taraflar arasında düşmanlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Gelişmiş Rus teknoloji duraklamaya girmiş, bazı a altyapı projeleri çürümeye terk edilmiş ve milyonlarca Rus vatandaşının hayatı kökten değişmiş, çoğunlukla bozulmuştur. Sovyetler Birliği döneminin sona ermesi, küresel bir güç olarak komünizmin sonunun simgesi olmuş ama aynı zamanda süper güç olarak Rusya'nın da sonunun geldiğinin bir işareti olarak görülmüştür.

Rusya, dünyanın merkezinde oturan imparatorluk söylemiyle, kendi çıkarları doğrultusunda Ukrayna'yı işgale yeltenmiştir. Rusya’nın bulunduğu coğrafyaya atfen tanımlanan merkez (heartland) kavramı, Halford Mackinder tarafından 20. yüzyılın başlarında formüle edilmiştir. Mackinder, dünyanın doğası gereği, her birinin yerine getirmesi gereken özel bir işlevi olan yalıtılmış alanlara bölünmüş olduğu fikrine dayalı olarak dünya coğrafyasını tarihsel perspektifleri dikkate olarak bir teori etrafında yorumlamıştır. Avrupa medeniyetinin dış baskının ürünü olduğunu iddia etti. Asya'dan gelen istilalara karşı yüzyıllarca süren mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıkan Avrupa medeniyeti ve Avrupa tarihi hakkındaki açıklaması da aynı fikri esas almıştır. Mackinder; Avrupa'nın ilerlemesinin ve genişlemesinin, Asya'nın merkezinden gelen baskıya yanıt verme ihtiyacı doğrultusunda teşvik edildiğine dair bir anlayış geliştirmiştir. Buna göre, Dünya Adasında tüm jeopolitik dönüşümlerinin ekseni olarak hizmet eden Heartland (Avrasya'nın kıta kütlelerinin yoğunlaştığı yer) idi. Mackinder’in Hearthland veya bir başka deyişle Kara Hakimiyet teorisi dünyayı üç parçaya bölmüştür. İlk parça Avrupa, Asya ve Afrika'dan oluşan dünya adası, merkezi dünya olarak tanımlanmıştır.

İkinci parça, Britanya adaları ve Japon takımadaları gibi açık deniz adalarından oluşmaktadır. Öte yandan Nicolas Spykman, Heartland ile büyük açık deniz adaları arasında yer alan ve Batı Avrupa'dan Orta Doğu'ya, Hindistan'a uzanan ve Çin kıyılarında son bulan amfibi bir Rimland dediği şeyin varlığına işaret ederek Mackinder'ın formülasyonlarının değişikliğe uğramasına neden olmuştur. Spykman, dünyanın üretken potansiyelinin çoğunun Heartland'de değil, Rimland'de olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Bu nedenle, Rimland'ın kontrolünün önemli olduğunu savunmuş, her iki dünya savaşı sırasında da esas çatışmanın tam olarak dünyanın kontrolünün kimin eline geçeceği üzerine odaklandığını belirtmiştir. Büyük savaşların deniz güçlerine karşı kara güçlerini doğrudan sıralama savaşı olmadığını ancak kara ve deniz güçlerinden oluşan karışık ittifaklar arasındaki mücadelelerin bir eseri olduğunu ifade etmiştir.

Üçüncü parça, Amerika ve Avustralya'dan oluşan dış adalardan teşkil edilmiştir. Kuzey Amerika, Mackinder'ın teziyle uyumlu bir konum sunar. Spykman, ABD’yi öne çıkaran ve bu ülkeye küresel bir güç konumu kazandırmayı amaçlayan bir bakış açısını esasında savunmuştur. Birleşik Amerika’nın Heartland’in bulunduğu konumdan daha fazla olanaklara sahip izole bir noktada olduğunu, büyük toprakları ve geniş kaynakları elinde bulundurduğunu, Avrupa iç çekişmelerinden uzak durduğunu, canlı bir ekonomi kurduğunu ve bu nedenle kutsal bir görevi yerine getirmek için seçilmiş bir millet olan Amerikalılara, Avrupa ve Asya dahil tüm eski kıtaya hükmedebilecek şekilde tüm dünyaya hegemonik bir lider olarak hükmetme fırsatının doğduğunu açıklamaya çalışmıştır. Böylece, iki stratejik bölgeye sahip olmak, yani Kuzey Amerika'nın kalbiyle birlikte tüm Avrasya Dünya Adasına hükmetmek, beraberinde küresel istikrarı ve refahı getirebilecektir. Spykman’in bu yaklaşımı, Avrasya'nın stratejik önemini teslim ederken, Mackinder'in ilk tasarımına ABD açısından bir açıklık getirmiştir. Aynı zamanda ABD'nin; Avrasya'nın Büyük Güçlerine eşit statüde olduğu anlayışını tesis etmiştir. Ayrıca, ABD’nin eski kıtadan uzakta izole edilmiş bir coğrafi konumda olması; küresel bir dengeleyici güç rolüne soyunmasına ve bundan böyle Avrasya’daki büyük güçlerin karşısında konumlanan Büyük Güç olarak dünya sahnesinde yerini almasına imkân tanımıştır.

Bu parametreler çerçevesinde, kara hakimiyet teorisini merkezine alan dünya adasına özel bir vurgu yapılmıştır. Çünkü dünyada nüfusun en kalabalık olduğu yer bu bölgedir ve kaynaklar açısından zengin bir karasal coğrafyayı temsil etmektedir. Fransa'dan Çin'e, Suudi Arabistan’dan Güney Afrika'ya kadar olan çembere hükmedecek bir süper güç; Avrupa’nın teknolojisinden, Afrika’nın kaynaklarından ve Asya’nın beşerî sermayesinden yararlanma fırsatına erişebilecektir. Ancak bu eski kıtasal dünya adası içinde Vulgar Nehri'nden Yangtze'ye ve Kuzey Kutbu'ndan Hazar Denizi'ne kadar uzanan bir kalp bölgesi vardır. Bu merkezi bölge, kendi içinde istikrarı olan bir güç yapılanmasına sahip olması koşuluyla, bu bölgedeki yerleşik süper gücün, dünya adasının geri kalanına hâkim olabilmesine imkân tanıyabilir. Rusya, bu açıdan kara hakimiyet teorisinin merkezinde yer alan süper bir güçtür ve bu nedenle Rus dış politikasının hayat bulmasına beşiklik eden fikirler, bu teoriyle iç içelik veya benzerlik gösterir.

Bu teoride Kara Hakimiyetinin en avantajlı jeopolitik konuma sahip olduğu öngörülmüştür. Kara Hakimiyet teorisinin göreceli üstünlüğünün “merkezi konum” olduğunun farkında olan Mackinder, küresel jeopolitik süreçler bağlamında, Avrasya Kıtası'nın dünyanın merkezinde bulunduğuna ve Heartland'in Avrasya Kıtası'nın merkezini işgal ettiğine dikkatleri çekmek istemiştir. Mackinder, Heartland'e hâkim olan jeopolitik öznenin (aktör), dünya adasını ve nihayetinde dünyayı nihai olarak kontrol etmek için gerekli jeopolitik ve ekonomik potansiyele sahip olabileceğini öne sürmüştür. Dünya adasındaki en önemli noktalardan birisinin de Doğu Avrupa olduğunu savunan Mackinder, Kara Hakimiyet teorisinin dayanak noktası olarak Doğu Avrupa’ya hakimiyeti şart koşmuştur. Bu nedenle, küresel üstünlük arayan herhangi bir gücün, Avrupa Kıtasının doğu yarısından çıkacağı savını öne sürmüştür.

Mackinder'in dünya adası teorisi, Rus siyasi elitleri için önemli bir rehber işlevi görmüştür. Vladimir Putin'in siyasi danışmanı Dr. Dugin; dünya adasını Avrasya Kara İmparatorluğu anlamında yorumlamak istemiştir. Aslında, Dugin'in kendi teorisi, üç Avrupa başkenti olan Moskova, Berlin ve Paris'ten geçen bir eksen ile birleştirilmiş doğal bir kıtalararası Avrasya ittifakı öngörmüştür. Başta İran olmak üzere Orta Doğu'daki diğer tamamlayıcı coğrafyalarla birlikte Rusya; Amerika'nın Anglo-Sakson deniz gücüne karşı bir cephe oluşturmak için bir bütün olarak Avrupa ile bir anlaşmaya girme konusunda özgün bir anlayışın öncülüğüne soyunabilecek bir konuma sahiptir.

Dr. Alexander Dugin ayrıca modern egemen batı medeniyetini kültürel/etnik olarak Anglo-Sakson, coğrafi olarak Atlantik, dini olarak Protestan ve ruhani olarak kapitalist-materyalist olarak nitelendirmektedir. Bu noktada Dugin; Üçüncü Roma’ya (Moskova) ev sahipliği yapan tellürokratik (Avrasyacı, Kara hakimiyet teorisini esas alan) Rusya'nın gezegenin kutbu olmak gibi bir işlev yüklenebileceğini, Avrasya küresinin savunucusu rolünü oynayabileceğini, idealizm, geleneksel değerler ve maneviyat boyutunda tüm dinleri (Ortodoks Hıristiyanlık, Hinduizm, İslam) bir potada buluşturabileceğini öne sürmüştür. Neticede ortaya çıkacak coğrafyanın, sosyalist bir ruhla aşılanmış olacağını, böylece hem Slav hem de Müslüman etkilerden beslenen bir oluşumun ortaya çıkabileceğini düşlemiştir. Buna ek olarak Rusya'nın bu yaklaşıma göre bir Türk-Slav ittifakı kurmaya çalışması gerekiyor ki bu fikir bazı Türk aydın grupları tarafından da benimsenmiştir. Doğu'dan yükselen bir güneş gibi, Rus liderliği de dünya küresine bir güneş gibi doğacak tüm kaynaklara ve yeteneklere sahiptir. Kabul etmek gerekir ki, asırlık bir jeopolitik teoriyi dış politikada bir şablon olarak kullanmak günümüz şartlarında garip bulunabilir. Ancak Kara Hakimiyet teorisini güncel tutan bir şey, insanoğlunun çoğunluğunun yaşadığı yeryüzündeki önemini korumaya devam etmesidir.

Rusya'nın nüfusunun ve ana sanayilerinin çoğu, Rusya'nın coğrafi çekirdeği olarak bilinen bölgede, Rus Ovası'ndaki Ural Dağları'nın batısında yerleşkelerinde bulunmaktadır. Bu Batı bölgesine Moskova bölgesi, Volga bölgesi ve Ural Dağı bölgesi de dahildir. Rusya'nın başkenti Moskova, elli milyondan fazla insana ev sahipliği yapan merkezi bir sanayi bölgesini içinde barındırmaktadır. Tek başına Moskova'nın metropol bölgesinde yaklaşık on üç milyon civarında bir nüfus yaşamaktadır. Bu nüfus yapısı belki Moskova’yı Los Angeles ve Kaliforniya kadar büyük bir metropol yapmasa da, Rus nüfusunun yüzde 80'inin bu bölgede yaşıyor olması ve Rus siyasi ve ekonomik kararlarının çoğunun bu bölgede alınıyor olması, Kremlin’in varlığı gibi faktörler, Moskova’yı diğerlerinden daha öne çıkan bir metropol haline getirmiştir.

Rusya’nın çekirdek arazisi düzlüktür ve Avrupa Ovası'nın bir parçasıdır. Haritaya bakıldığında bu Rus bölgesinin yeşil ovalardan oluştuğu görülür. Avrupa Ovası doğuya doğru uzandıkça, Rusya Federasyonu sınırlarına ulaştığında daha da genişler ve genişliği 2.000 kilometreyi bulur. Böylesine geniş ve düz bir yapıya sahip bir arazi parçasını hiçbir ordu, batıdan gelebilecek bir saldırıya karşı, kolay kolay savunmak için yeterli güce sahip olamaz.

Kremlin'in bakış açısına göre, işbirlikçi inisiyatifler ile askerî programlar arasındaki boşluğu kapatmaya yönelik çabalar, yalnızca bürokratik manevralar olarak görülmemelidir. Analitik olarak anlamlı sonuçlara ulaşabilmek için Kremlin'in politikasındaki üç modeli (veya politik açılımı) anlayabilmek gerekir. Bunlardan birincisi, askeri gücün Rusya'nın çıkarlarını ilerletmenin temel aracı olduğu varsayımına dayanmaktadır ve bu yaklaşım “realist/militarist” olarak tanımlanabilir. İkincisi, Rusya'nın komşularıyla bağlarını geliştirmeyi öngörür ve yakın coğrafyası ile “iş birliği/sosyal inşaacılık” perspektifinde ele alınabilir. Üçüncüsü ise, gündemi en fazla işgal eden model olup, Rus etki alanını inşa etmek için uğraş vermeyi ve bu doğrultuda yetenek geliştirmeyi gerektirir. Öte yandan, Rusya'nın bunu yapabilmesi için Avrupa Ovası'ndaki yumuşak karın alanlarını azaltması, olası tehdit oluşumlarına karşı uyanık olması gerekirken; Rus politika yapıcıların Rus Devletinin Baltık Denizi ve Karpat Dağları'na demir atması gerektiğini savunan genişlemeci bir politikaya yönelmeleri, Avrupa’daki mevcut gerilimi artıran bir faktör haline gelmiştir.

Baltık Denizi bölgesinde 1991 sonrası dönemde Rusya'nın önemli bir hedefi, Almanya ile güçlü bir ekonomik ilişki kurmak olmuştur. Bu öncelik, sadece Almanya ile değil, diğer AB ve NATO ülkeleriyle uyumlu bir ilişkiyi esas almaktadır. Rusya, diğer Avrupa ülkelerini mümkün olduğu kadar gri bir güvenlik bölgesinde tutmayı hedeflemiştir. Bu ülkeler, NATO'nun tamamen dışında ya da ABD ve NATO ile zayıf bağları olan ülkeler olarak varlıklarını sürdürebilirler. Burada Ruslar açısından önemli olan kendisine karşı bir askeri planlama içine girmemeleri, bu ülkelerde NATO konuşlandırmaları ve üslerinin olmaması gerekir. Aksi durumun Rus gücünün önünde ciddi bir askeri engel teşkil edeceği varsayılmıştır. Rusya, özellikle Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya'da haricen gelen diğer NATO üyesi ülkelerin askeri güçlerinin varlığından hoşlanmamaktadır. Rusya; bu tür ‘yabancı güç’ konuşlandırmalarını; NATO'nun genişlemesi sırasında ve daha önce Almanya'nın birleşmesi sırasında verilen taahhütlerin ihlali olarak görüyor. Rus karar vericiler, Baltık Denizi bölgesindeki ülkelere karşı gerektiğinde kullanılmak üzere konuşlandırılan Rus askeri varlığına da dikkat çekiyorlar ve bu gücün (sivil ve asker yetenekler manzumesi) çeşitli risk ve maliyetlerine katlanılmak suretiyle, Ruslar tarafından kullanılabileceğini ima ediyorlar. Rusların gerektiğinde kullanmaktan çekinmeyeceği bu güç yelpazesi, 1991 yılından bu yana gittikçe büyümüş ve çeşitliliği artmıştır. Bir uçta, bir askeri çatışmada kullanılabilecek nükleer silahların varlığının sağladığı caydırıcılık, diğer uçta ise Ruslarla iyi ilişkiler içinde olmayı isteyen Avrupa ülkeleriyle enerji, ticaret, transit ve yatırım ilişkilerinin sürdürülmesi yer almaktadır. Bireysel olarak Baltık ülkeleri Rusya'yı tehdit edecek güce sahip değillerdir. Ancak bu Baltık bölgesi bir bütün olarak ele alındığında, Ruslara karşı baskı uygulamak için önemli bir üs ve kanal vazifesi işlevi görebilecek bir konumdadır. 18. yüzyılda gerçekleşen İsveç istilasından 20. yüzyıldaki Alman işgallerine kadar pek çok Avrupalı güç, Baltıklardan geçerek Rusları boyunduruk altına almaya çalışmıştır.

Kuzeydoğu Avrupa'da yer alan Baltık ülkeleri Litvanya, Letonya ve Estonya artık AB ve NATO üyesidir. Ancak bu üç ülke, Haziran 1940'da Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişlerdir ve 1991 yılında Sovyetler dağılıncaya kadar Rusların peyk devletleri arasında yer almak durumunda kalmışlardır. Putin'in Sovyetlerin dağılmasını “20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” olarak nitelendirmesinden hareketle, birçok analist, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal teşebbüsü, eski Sovyet İmparatorluğunun yeniden inşa edilmesine yönelik bir adım olarak nitelemişlerdir. Baltık ülkeleri 2004'ten beri NATO ve AB'nin bir parçası olmalarına ve para birimlerinin Euro olmasına rağmen, coğrafi konumları onları Ruslara karşı savunmasız bırakmaktadır. Ukrayna gibi, bu üç ülkenin de Rusya ile ortak sınırı bulunmaktadır. Ayrıca Letonya ve Litvanya, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinde Rusya'yı desteklediğine inanılan Belarus ile de ortak sınıra sahipler. Rusya'nın jeopolitik çıkarları bu ülkeyi Baltık'ı ele geçirmeye yöneltebilir. Eğer böyle bir durum gelişirse, Ruslar; Kaliningrad bölgesini Rus anakarasına bağlamaya öncelik verebilirler. Baltıklara hâkim olacak bir Rusya’nın Avrupa’daki varlığı iyice güçlenirken, aynı zamanda Baltık Denizi'ni serbestçe kullanım hakkına da erişmiş olacaktır.

Bu arada Karpatlar bölgesi, Ruslara karşı Avrupa’dan saldırabilecek orduları durdurabilecek doğal bir tampon ve engel vazifesi görmektedir. Karpatlar’ın etrafından dolaşılması halinde bu engelden kurtulmak mümkündür ancak bu fetih ordusunun harekât yarıçapının uzamasına, daha uzun mesafeler kat etmesine neden olacağından pek tercih edilmez. Avrupa ovası fetih birlikleri için bir otoyolu temsil ediyorsa, Karpatlar bu yüksek yolun ortasında bir hız tümseği gibidir. Bu noktada Karpat jeopolitik açmazından dolayı Türkiye ve Montrö Sözleşmelerinin jeopolitik önemi NATO, Avrupa Birliği ve Rusya için öncelikle gündeme gelmektedir. İçinde yaşadığımız siyasi coğrafya, küresel jeopolitiğin Rimland Teorisi üzerindeki seyriyle İsrail'in güvenliği yanında enerji politikaları açısından da doğrudan ilişkilidir. Unutulmamalıdır ki Truman Doktrini, 1947'de tam da Rimland (çevreleme) jeopolitiği ve İsrail'in güvenliği nedeniyle Türkiye'yi Atlantik eksenine dahil etmiştir. Türkiye o yıllarda demografik, ekonomik ve askeri olarak oldukça güçlü bir ülke olarak göze çarpıyordu. Türkiye savaşa dahil olmamış ve Alman tanklarının Anadolu topraklarına girmesine engel bir caydırıcılığa sahip olduğunu göstermiştir. Fransa, İtalya, Japonya ve Almanya, İkinci Dünya Savaşı sırasında veya sonrasında ABD tarafından ya işgal edildi ya da kurtarıldı. Türkiye ise Sovyet tehdidi nedeniyle kendi isteğiyle ABD’ye yanaşmıştır. Türkiye; 21. yüzyılda kendi kararlarını verecek ve kendi yolunu çizecek güce ve geleneklere sahiptir. Jeopolitik açıdan, Karpat jeopolitik açmazını aşabilecek konumda bulunan Türkiye, Rusları çevreleyecek bir pozisyona sahip olması yönüyle, halen de Rimland jeopolitiğine önemli katkılar sunmaya devam etmektedir. Bu arada İsrail Devleti'nin Körfez Arap Devletleri ile İbrahim Anlaşmasına imza atması, aynı zamanda Yunanistan, Fransa ve Mısır ile birlikte Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na oluşturması, İsrail’in güvenliği boyutundaki sıkıntıları bir yönüyle ortadan kaldırmış durumdadır.

Ukrayna ve Rusya arasındaki kriz, aslında Rusya ve NATO rekabetinin yanı sıra ABD ve Avrupa Birliği arasındaki kırılma noktalarını da ortaya çıkarmıştır. Öte yandan, NATO'nun (Birleşik Krallık) Atlantikçi yapısı ile Fransa'nın Avrupacı yapısı arasındaki kriz henüz tam manasıyla giderilememiştir. 1856 Kırım Savaşı'ndan bu yana, bu iki önemli okul, Avrupa jeopolitiğine hâkim olmak için kıta içinde birbiriyle rekabet içinde olmuştur. Türkiye; ekonomik krizin yaşandığı şu günlerde, İsrail Devleti'yle uyumlu bir ilişkiyi yeniden geliştirmek suretiyle, Levent gaz sahasından Ceyhan limanına boru hattı döşenmesine yönelik İsrail’le mutabakata varmıştır. İsrail'in; Yunanistan, Mısır ve Fransa ile dengeli bir diyalog ortamı tesis etmiştir. Bugünlerde bu ortama Türkiye’nin katılması da söz konusu olabilir.

Her ne kadar İngiltere, Avrupa Birliği ile birlikte Rusya'ya karşı yaptırım uygulanmasında bir taraf olarak yer alıyor olsa da, aslında İngiliz Hükümeti siyasi olarak ve tek başına da yaptırım uygulayabileceğini göstermiş bir ülkedir. İngiltere, Montrö Boğazlar Rejimi konusunda Türkiye’nin yanında yer almış ve herhangi bir Avrupa ülkesine ait veya Amerikan savaş gemisinin Karadeniz'e girişine dolaylı olarak engel olmuştur. Bu arada, kendisinin yeniden çevrelenmekte olduğunu gören Rusya’nın Karpat Dağlarını aşarak Avrupa’ya girme ihtimali, Almanya'nın büyük bir silahlanma kararı almasını tetiklemiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron; "NATO'nun güney kanadı güçlendirilmelidir" şeklindeki son konuşmasında, Avrupa’nın güvenliğinin güney Avrupa’dan başladığını dile getirmiştir. Türkiye, savaşan tarafları İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda buluşturmuştur. Türkiye Antalya Diplomasi Forumunu da başarıya ulaştırmıştır. Güvenlik Konferansları bunu yapamazdı. Son olarak, Hearthland jeopolitiğinde ortaya çıkan Ukrayna ve Rusya çatışması, Türkiye'ye; Batıyla ilişkilerine Türk Akımı Projesi'ni harekete geçirme imkânı tanımış ve İsrail ile birlikte hareket etmek suretiyle Levent gazının Türk topraklarını üzerinden Avrupa’ya ulaştırabilmesinin kapılarını aralamıştır.

 

Not: Bu yazının orijinali İngilizce olarak, Dış Politika Enstitüsü internet sitesinde, 19 Nisan 2022 tarihinde yayımlanmıştır. Linki aşağıdadır.

https://foreignpolicy.org.tr/russias-war-on-ukraine-the-turkishs-geopolitical-awakening-on-hearthland-ofworld-island/

Araştırmacı Yazar Mehmet BİLDİK
Araştırmacı Yazar Mehmet BİLDİK
Tüm Makaleler

  • 28.04.2022
  • Süre : 11 dk
  • 1970 kez okundu

Google Ads