Kahramanmaraş Depremi Toplumsal Fay Hatlarımızı Neden Salladı?
Eğer Anayasaya karşı işlenen suçlar karşısında toplum sessiz kalıyorsa fay hatları hareketlenmiş demektir. Çünkü bizi bir arada tutan mutabakat metni geçerliğini yitirmiş demektir.
Sevgili dostlar, Kahramanmaraş merkezli on ili etkileyen depremin üzerinden üç gün geçti. Beni bu süreçte yapılan ya da yapılmayanlardan daha çok etkileyen şey, daha önce yaşanan büyük felaketlerde olmadığı kadar ayrışmış ve kutuplaşmış olan toplum görüntüsüdür. Afetler toplumsal olaylardır. Zaten toplumsal yaşantı etkilenmese afet olmaz. Böyle olaylar toplumların hiç olmadığı kadar birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğu durumlardır. Türkiye’de siyasetteki gelişmeler üzerine düşüncelerimi yazdığım yazıda (1) siyasetin toplumu kutuplaştırıcı dilinin, özellikle afet ve savaş gibi olağanüstü durumlarda olumsuzlukları artırıcı etkiler yapabileceğini yazmıştım.
Bu yazının üzerinden 24 saat geçmeden bütün ülkeyi yasa boğan depremle sarsıldık. Televizyonlarda uzmanlar çıkıp teknik detayları halka anlatarak toplumun deprem konusunda uzman olması yönünde (!) bilgi dağarcığımızı genişletti. Hükümet yetkilileri çıkıp iktidarlarının propagandasını yapmaktan çekinmedi. Aslında ihtiyaç duyulan, afet bölgesinin ihtiyaçlarına odaklanarak, yapılabilecek olanlar üzerine yayınlar yapılmasıydı. Deprem uzmanları çıkıp bize ülkemizdeki fay hatlarının teknik detaylarını anlattı. Ama bu esnada toplumsal fay hatlarındaki kırılmanın çok daha büyük sarsıntılar yarattığını kimse görmek istemedi. Siyasetteki tartışmaların muhatabı halk değil yine siyaset olmalıydı. Ama ne yazık ki, siyasetin yarattığı kutuplaşma, halkı böylesine ulusal bir acı karşısında bile ikiye böldü.
Burada defalarca yazdım, tekrar ediyorum. Eğer bir ülkenin Anayasası toplumsal bir mutabakat metni ise, bu metni çiğneyen herkes gerçek anlamda bölücüdür. Anayasanın 123. Maddesinde belirtilen, üniter devlet yapısının gereği olan “idarenin bütünlüğü” ilkesi, merkezi ve yerel yönetimleri bir bütün olarak kabul eder. Ancak hükümette olan siyasi parti kendisini devlet gibi görmeye başlar ve yerel yönetimlerle çatışma içine girerse, bu açıkça ulusal mutabakat metni olan Anayasanın ihlalidir ve devletin üniter yapısına karşı bir saldırıdır. Bir makamda bulunan kişi, o makamın yetkilerini toplumun belirli kesimleri için kullanıyorsa bu açıkça Anayasanın ihlalidir. “Milli irade” siyaset biliminde karşılığı olmayan boş bir söylemdir. Var olan gerçek, “Milli Egemenlik”tir. Egemenlik tek ve bölünmezdir. Yürütme erki ise, bu egemenliğin sadece bir bölümünü oluşturur. Yani yürütme tek başına hareket etme iradesine sahip olamaz. Ama tek başına bir kişi çıkıp kendisini egemenliğin tek yetkilisi gibi görürse, bu da Anayasaya karşı işlenmiş bir suçtur. Eğer Anayasaya karşı işlenen suçlar karşısında toplum sessiz kalıyorsa fay hatları hareketlenmiş demektir. Çünkü bizi bir arada tutan mutabakat metni geçerliğini yitirmiş demektir.
Afetin olduğu günden beri hükümet, afet bölgesinde yaşanan aksaklık ve eksikliklerin konuşulmasını, eleştirilmesini ve tartışılmasını istemediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bunun yanında devlet imkânlarının harekete geçirilmesi için yapılan çağrılar bile hükümetin varlığına eleştiri gibi algılanmış, bu konuda gerek sosyal medyada gerekse gerçek ortamlarda insanlara haksız eleştirilerde bulunulmuştur. Hatta yetkili makamlarda olanların, zımnen halkı gözdağı verin bir dil kullandığı, bir tutum takındığı gözlemlenmiştir.
Öncelikle şurası bilinmelidir ki, bazen sınırları zorlasa bile, afete müdahale konusunda yapılan her eleştiri değerlidir. Çünkü afet yönetimi disiplin olarak afetlerden alınan derslerle gelişir ve bir sonraki afette daha iyiye ulaşılması hedeflenir. Bir insan “yardım gelmiyor” dediği için hain olamaz. Bu kişi kesinlikle doğru söylüyor olabilir, yardım varsa da bunu görmediği için böyle hatalı bir söylemin içinde olabilir ya da yapılan yardımları yetersiz gördüğü için böyle söylüyor olabilir. Bu kişiyi döverek yardımın doğru yapıldığına ikna edemezsiniz. Kaldı ki, afet bölgesi Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan afetlerle kıyaslandığında en büyük afet bölgesidir.
Söz gelimi Hatay ilimize ilk 24 saatte yardım ulaşmadığını söyleyenler yanılıyor da olabilir, mesele burada doğrunun ne olduğu değildir. İnsanlar afete uğradığı andan itibaren gerçekle olan bağlarını kısmen kaybetmiş durumdadır. İşin bir diğer boyutu, eleştiriler karşısında siyasi tercihi çok açık olan kişilerin birlik çağrısı yapmasıdır. Evet, ben de birlik çağrısı yapıyorum ama hiç kimse böyle bir olayda benim hükümeti eleştirmemi engelleyemez. Hükümeti eleştirmek birlik ve beraberliğe yönelik bir saldırı değildir. Hükümetin böyle düşünmesi de eleştiriyi ‘saldırı’ olarak görmemiz için yeterli olmaz. Ben biliyorum ki, benim eleştirilerim toplumsal birliğe, toplumsal iyiye ulaşma anlamında hükümeti ve onun yönettiği devleti geliştirecektir. Öyleyse bu sergilenen tahammülsüzlük nedir? Neyin kaygısı yaşanmaktadır? Hükümetin devleti kendi çiftliği gibi görme lüksü yoktur, olamaz da. Devlet, Türk Milletinin devletidir. Hükümet ise yarın gider, başka hükümet gelir, onu da eleştiririz, bir başkası gelir. Ama bu, vergi ödeyen vatandaşın hükümetin kölesi gibi muamele görmesini gerektirmez.
Toplumsal alanda yaşanan kutuplaşmanın yanında her afette olduğu gibi yine “dış güçler”, “kâfirler” denilerek düşmanlaştırılan ülkelerden yardımlar geldi. Biz de afet olduğunda onların yardımına koştuk. Genellikle bu büyüklükteki afetlerle başa çıkmakta bütün ülkelerin kapasiteleri yetersiz kalır ve insani olarak düşmanlıklar unutulur ve herkes felaketle boğuşan ülkeye, insanına yardıma koşar. Bu yardım falanca ülke ile aramızdaki sorunları çözmez ama her şeyden önce bu bir yardımdır, insanidir. Bu durum bile siyasetçilerin topluma karşı kullandıkları dilde ne kadar sorumlu hareket etmeleri gerektiğini gösterir. Düşmanlıkları körükleyerek huzur, barış ve güven tesis edilemez.
Bunun yanında afete müdahale için birçok sivil toplum kuruluşu, birçok gönüllü seferber olmuştur. Oluşan bu kapasitenin etkin kullanımı için etkin bir koordinasyon becerisi gereklidir. Afetlerin doğası gereği alanda çok fazla insan, kurum ve kuruluş vardır. Önemli olan gecikmeye sebep olmadan bu yüksek yardım potansiyelinin afetzedeler için en etkili şekilde kullanılmasının sağlanabilmesidir. Bu alanda AFAD’ı eleştirdiğimi önceki yazımda (2) belirttim. Bu yapılanları takdir etmediğim anlamına gelmez. Afet yönetimi konusunda birçok bilimsel makale ve kitap bölümleri yazmış bir insan olarak buna hakkım olduğunu düşünüyorum. AFAD hükümetin değil halkın kurumudur. Elbette eleştiririm ve daha iyi olmasını isterim.
Afetin ilk günü, özellikle sosyal medyada eleştirel tutumdan kaçındım. Çünkü henüz olayın büyüklüğünün farkına varılmamıştı ve sosyal medya daha çok yardım organizasyonlarının harekete geçirilmesinde etkin bir rol oynayabilirdi. Ama geldiğimiz noktada yönetsel olarak gördüğüm eksiklikleri vatandaş kimliğimle eleştirmemden, bir başkasının eleştirmesinden kimse rahatsız olmamalıdır?
Siyaset toplumsal sorunlar etrafında oluşur. Sorun olmasa zaten siyasete gerek olmaz. Siyasi partiler iktidara geldiklerinde kendi politikaları (siyasa) ile bu sorunları çözmeye çalışır. Başarılıysa halkın teveccühünü kazanır, başarısızsa gider, yerine bir başkası gelir. Ama toplum da devlet de bir yere gitmez, kalıcıdır. Kimse bana halkın bir dönem için kendisini yönetmek üzere seçtiği hükümet erkini devletin sahibi gibi dayatmaya kalkamaz. Afet bölgesinde yaşanan acılar karşısında evimde gözyaşı dökerken, yanlış gördüğüm şeyleri eleştiriyor olmam, beni veya bir başkasını hain de yapmaz, kötü de yapmaz. Kaldı ki, eleştirilerimde haklı ya da haksız olmam çok da önemli değildir. Ben her durumda afet bölgesinde canla başla çalışan görevlileri ve gönüllüleri takdir ederim. Ama hiç kimse buradan kendisine siyasi çıkar sağlamaya soyunmamalıdır. Orada yardım için bulunan herkes, bölgeye yardım için bölge dışında çabalayan herkes, afet bölgesinde afetzede olan herkes, bölgede yaşananları görüp de elinden bir şey gelmediği için kahrolan herkes, siyasi tercihi, inancı, düşüncesi ne olursa olsun benim bir parçamdır. Ama lütfen toplumsal fay hatlarını hareket ettirmeyin, durduramazsınız.
Afetler belirli bir zaman döngüsünde tekrarlanan olaylardır. Dün oldu, bugün oluyor ve yarın olacaktır. Fay hatları kırılır, deprem yaratır, binalar yıkılır, insanlar yaralanır ve ölür. İstemesek de bunlar olabilir.
Ama toplumdaki fay kırıkları sadece afetler gibi belirli bir zamanda olup geçmez. Eğer toplum birlikte yaşama iradesini kaybetmeye başlarsa, sürekli bir toplumsal sarsıntı sarmalına girer. Ama toplumsal birlik ve beraberlik, emir ve talimatla gerçekleşen, hükümetin propaganda aygıtları üzerinden tek taraflı iletişimi ile mümkün olan, polis ya da askerin gücüyle zorlayarak sağlanabilen bir şey değildir. Siyasi çıkarları için toplumun belirli bir kesimini ve/veya kesimlerini ötekileştiren, suçlayan, kutuplaştıran siyasetçiler bu vatana en büyük kötülüğü yapıyor olduklarının farkındadır ya da değildir. Ama eğer toplum bu kutuplaşmanın farkında değilse, felaketin en büyüğü budur. Kral çıplaksa bu gerçeği görmezden gelmek, görüp de susmak, ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Toplumsal fay hatlarının acilen onarılması için haykırıyorum; KRAL ÇIPLAK…
(1) https://strasam.org/stratejisiyaset/siyaset-bilimi/siyasette-neler-oluyor-1640
(2) https://strasam.org/analiz-ve-raporlar/analiz/kahramanmaras-depremi-ve-afete-mudahale-1645