Kelimeler Duygularımızı Ne Kadar Doğrulukta Anlatabilir?
Evrene, dünyaya ve insanoğluna dair onca gerçekliği kelimelerin dar alanlarına sığdırmaya çalışmak gerçekten zordur. Bir kelimenin farklı kişilerde aynı çağrışımları yaratabilmesi daha da zordur, çünkü insanlar; etiketlerin, birikimlerin, imgelerin ve anıların etkisinden kurtulup, sadece olanı algılayamaz ve ifade edemezler.
Yaşadığımız dünya bir kelimeler dünyasıdır. Gördüğümüz, duyduğumuz, düşündüğümüz, hissettiğimiz her şeyin sözel karşılığı mutlaka vardır. Ancak, ne olursa olsun, algıya ister istemez hep yorum karışır ve kelimeler, gerçekliği kişisel bir boyuta indirger. Herkes kendi gözleriyle bakar yaşadıklarına ve bu yüzden de gerçeklik kişiden kişiye değişir, başka bir deyişle, iç dünya neyse dış dünya da onun bir yansıması olur. Birikimler, şartlanmalar, anılar, olanın ‘olan’ haliyle değerlendirilmesini engeller ve kelimeler saflıklarını yitirip, yüklendikleri diğer anlamlarla birlikte hayata geçer. Öyle ki, hem dost, hem düşman olabilir. Bizi, bize yaklaştırıp, bizi bizden ayırabilir. Kimi zaman yüreğimize dokunan şiirlerde kimi zaman savurduğumuz küfürlerde dile gelir. Aşka, sevdaya bürünür. Öfkeye, nefrete bulanır. Birkaç sessiz, birkaç da sesli harfin yaşamın tüm derinliğini ifade edebilmesi mümkün müdür?
“Ağaç” kelimesi bir ağacı anlatmaya yeter mi?
“Aşk” sığdırılabilir mi üç minik harfin içine?
“Gökyüzü” demek kâfi gelir mi o enginliği ifade etmeye?
Sevgiliye duyulan özlemin ne kadarını anlatabilir “Hasret” kelimesi? Gün doğumundaki renklerden yayılan coşkuyu “Turuncu”, “Mavi” veya “Sarı” uyandırabilir mi içimizde?
“Sevgi”, ne kadar allanıp pullansa da tanımlanabilir mi? “Nefes” kelimesi, o ilahi yaşam gücünün şükredilesi duygusuyla doldurabilir mi yüreğimizi?
“Savaş” dendiğinde savaşın gerçek anlamını hissedebilir mi insanlar? “Doğum”, ardındaki mucizeyi; “Yaşam”, özündeki gizemi; “Ölüm, ötesindeki bilinmezliği yansıtabilir mi?
Evrene, dünyaya ve insanoğluna dair onca gerçekliği kelimelerin dar alanlarına sığdırmaya çalışmak gerçekten zordur. Bir kelimenin farklı kişilerde aynı çağrışımları yaratabilmesi daha da zordur, çünkü insanlar; etiketlerin, birikimlerin, imgelerin ve anıların etkisinden kurtulup, sadece olanı algılayamaz ve ifade edemezler. O yüzden aynı dili konuşsalar bile ortak duygularda buluşamazlar çoğu kez. Belki de bu yüzden sanatçılar vardır yeryüzünde; kelimeler yetersiz kaldığı için. Onlar, kelimelerin ötesinde yaşar, sonsuzluğun içinde süzülür, gerçekliğin derinliğinde kaybolur, hayallerin arasında kendilerini bulurlar. Belki de bu yüzden olanı en iyi anlatabilenler şairler, besteciler, ressamlar, Heykeltıraşlardır. Kelimeleri yürekleriyle yaratır onlar, zihinlerinin tutsağı değildirler.
Belki de bu yüzden “Çılgın” diye anılırlar. İfade biçimleri diğer insanlarınkinden farklı olduğundan göze batarlar. Artık bende çılgınlar ordusun giriş kapısında sayılırım. Onlar; bir taşa, bir kuşa, bir çiçeğe bakarken, bunları isimlendirmez, etiketlemezler; sadece hayranlıkla izler, özleriyle bütünleşirler. İşte o zaman insanlığın düşünceye esir olduğunda kaybettiği mucizevi duygu ortaya çıkar ve ilham dedikleri şey devreye girer.
Odasında, bir köşede duran sıradan bir sandalyeye bakıp, “Eski bir sandalye" diye etiketlemeyen Van Gogh, tuvalinin başına geçer, boyalarını karıştırır, fırçasını sallar ve adeta sandalyenin özüyle bir olup onun resmini yapar. Muhtemelen çok ucuza alınan bir sandalyeyi farklı bir duyguyla çizen, ışığa ve renklere ruh katan Van Gogh 'un bu meşhur tablosuna bugün paha biçilemez.
Beethoven, kelimeleri aştığı gibi sesleri de aşar, en güzel eserlerini sağırken besteler. Michelangelo, “Bu heykelleri nasıl böyle mükemmel yapıyorsun?" diye soranlara, “Önümde Bir Taş Duruyor ve Ben Ona Bakıyor, Bakıyor, Sonra Fazlalıklarını Alıyorum” der, tüm değeri taşa yükleyerek.
Ve Bizim Nazım, pek çoğunu hapishanelerde ya da sürgünde yazdığı şiirlerinde zihnin esaretinden kurtulup, duyguların kanatlarında uçan kelimelerle giderir yalnızlığını:
Bu geç vakit bu sonbahar gecesinde kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak, el gibi ağır ve yıldızlar gibi pırıl pırıl kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni, onlar ana, onlar kadın ve yoldaş olan.
Mahzundular,
Acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar, kelimelerin; insandılar.
Bunları ben demiyorum, bizim olan Nazım diyor.
İşte, bizler de sanatçılar gibi bakabilsek hayata, bizi bizden ayıran kelimeler belki bizi bize daha çok yaklaştırır ve gerçek, düşüncelerle kirlenmeden olanca saflığıyla Evrenin mucizelerini serer önümüze.
Ağaçlar, Kuşlar, Çiçekler, Kayalar, Taşlar ve Gökyüzü bizim onlara yüklediğimiz anlamlar dışında da pek çok şey söyleyebilir hepimize. Duygular saf duygu olarak çıkar yüzeye, varlığımız masumiyetine kavuşur sessizce.
“Bilgelerin Dili Sessizliktir” derler ya, kastedilen zihnin sessizliğidir, eminim ve sessizlikten geldiği, olanı etiketlemediği için o denli güçlüdür onların ağzından dökülen kelimeler. Yıldızlar gibi pırıl pırıl Kelimeler. İşte, bende kelimelerin Sihirli dünyasında biçare dolaşan bir kardeşinizim. Kodlarımın şifrelerini sizinle paylaşmaktan başka da yaptığım bir şey yok. Sizler de kelimelerin "Sihirli Dünyasının" okyanusunda benimle beraber sörf yapmak güzel Türkçemizin engin derinliklerinde seyahat etmek istiyorsanız takılın peşime birlikte Sörf yapalım.
Saygı dolu sevgiyle kalın.