Çalışma Hayatındaki Kifayetsiz Muhterisler (2)
Kifayetsiz Muhterisler konusunu Dunning-Kruger yaklaşımının bilimsel kuramları ile değerlendirmiştik. Önceki yazımızdan devamla bu tür insanların özelliklerini tanımamıza yardımcı olabilecek ipuçlarını yaşanmış bazı anekdotlarla anlatmaya çalışacağız.
Kifayetsiz Muhterisler konusunu Dunning-Kruger yaklaşımının bilimsel kuramları ile değerlendirmiştik. Önceki yazımızdan devamla bu tür insanların özelliklerini tanımamıza yardımcı olabilecek ipuçlarını yaşanmış bazı anekdotlarla anlatmaya çalışacağız.
İşte size birkaç ipucu:
Aşağılık kompleksi yaşarlar
Kifayetsiz muhterisler her şeyin en iyisini kendilerinin bildiklerini iddia ederler. Muhattap oldukları konular hakkında, genelde "en iyi biz biliriz", sözlerini bu kişilerden sıkça duyarsınız.
Vasat bir okulda öğretim üyeliğinden hamiline yönetici olmuş bir amirimiz vardı. Kendi alanında hemen hemen hiç bir uygulamalı projede bulunmamıştı. Elinde tuttuğu yetkilerden kaynaklı ilgili ilgisiz her konuda ahkam keserdi. Kurumumuz çok kapsamlı bir bilişim projesine geçmek istiyordu. Görev alanlarımızla doğrudan alakalı olmayan bu projeye hizmet alacak birimler adına davet edilmiştik. Projeyle doğrudan alakalı paydaşlar kapsamlı bir çalışma yapmışlardı. Bu hummalı çalışmalarını bizlerle paylaşmak için toplanmıştık.
Süreç içerisinde konuların detay sunumu tamamlanmadan birim amirimiz yersiz bir tartışma ortamına girdi. Elinde herhangi bir fizibilite çalışması olmaksızın sunulan her konuya itiraz ediyordu.
Bu konuyu kendisinin hazırlayıp tamamladığını hiçbir delil sunmaksızın iddia etmekteydi. Kim, ne zaman ve nerede tamamladı sorularını da mahrem bilgi diye paylaşmıyordu. İddia ettiği, bu projeye başlamakla oluşacak zaman ve maddi kayıp algısıydı. Bu konuyu görev alanı olmamasına rağmen en iyi kendisinin yapacağına kayıtsız şartsız inanmıştı. Kendisinden başkasının da yapacağına inanmıyordu.
Talebi proje sorumluluğunun kendisine verilmesiydi. Bu da olmayınca tamamladığını ve hazır olduğunu iddia ettiği projeyi paylaşmadığı gibi yapılacak projeninde 2 yıl ertelenmesine sebep olmuştu.
Kendilerinin dışındakilerin eğitim ve bilgisini hakir görürler
Karşısındakinin yabancı dil bilmesi, üniversite eğitimi veya unvanı gibi değerlerini kötü bir şeymiş gibi gösterme eğiliminde olurlar. Bu yaklaşımlarını da dogmatik olarak savunur ve etrafındakileri ikna etmeye çalışırlar.
Şirket toplantılarından birindeydim. Farklı birimlerden konuyla ilgili yöneticiler vardı. Önemli bir konunun çözümü için danışmanlık hizmeti veren bir şirket temsilcisi davetimiz üzerine sunum yapacaktı. Sunumun yapılmasına dakikalar kalmıştı. Herkes CEO’nun gelmesini bekliyordu. Bu arada konumu bayağı yüksek bir yönetici sağa sola laubali şakalar yaparak satır aralarında da kendi kendine methiyeler düzüyordu. Gözü bir ara PC üzerinde hazırlık yapan sunumu yapacak davetli şirket temsilcisine takıldı. Hiç tanımadığı ve teknik destek elemanı sandığı bu misafire kendine özgü hakir görme alışkanlığı ile herkesin esefle izlediği şu diyalog hasıl oldu;
- Sen bu ayarlamaları toplantı öncesi yapsana
- Her şey tamam kontrol ediyoruz
- Sen ne zaman başladın bu işe dediğimi anlamadın galiba
- Neye uğradığını anlamayan kişi biraz afallayarak
- Afedersiniz hangi konuda sormuştunuz acaba?
- Bir de soruyor, işini zamanında yapmayıp şimdi mi kontrol ediyorsun?
- İşimle alakalı her şey tamam toplantının başlamasını bekliyorum
- Toplantıdan sana ne ki
- Sunumu ben yapacağım
- Oooo sen o sunumu yapabilir misin?
- Yapmaya çalışacağım, umarım faydalı olur
- Burada bir sürü doktoralı adam var haberin var mı?
- Sen onlara bu konuyu anlatabilecek misin?
...................
Üzücü bir durum hasıl olmuştu. Sunucu soruları soranın kim olduğunu bilmemekle beraber masanın ucuna yakın oturmasından yüksek konumlu birisi olduğunu tahmin etmiştir sanıyorum. Sunum sürecinde sunucuyla yapılan dolaylı konuşmalardan mütevazi ve bayağı ehil birisi olduğu kolayca anlaşılmaktaydı. Aynı zamanda zor durumlar karşısında bayağı sabırlı olan birisiymiş.
- Tam bu sırada CEO içeri girdi
- Sunucuya kadar odanın bir ucundan diğerine kadar yürüyüp tokalaştı
- Sıcak bir hoş geldin yaptı ve başlayalım dedi
Bu noktaya kadar mütevaziliğini koruyan sunucunun başlangıç sayfasındaki kimlik tanımlaması ilginçti. Bilgilendirme amaçlı ibarede şu belirtiliyordu; önemli bir üniversitede sunum yapacağı alanda Doçent Dr. ... olduğu yazıyordu. Toplantı öncesi yaptığı laubalilikler hiç olmamış gibi pişkin pişkin sırıtan o yöneticinin hali herkesçe ibretlik bir haldi.
Gürültü ve patırtı ile çok iş yaptığı havası estirirler
Görev alanı içerisinde yapılması gerekenlerin onda birini yapıp günün sonunda bir mucit olmuş beklentisi için çok fazla gürültü çıkarırlar.
...................
Bir gün bir telefon geldi. Kibir abidesi “bu dağları ben yarattım diyen” üst düzey bir yönetici sorgular şekilde;
- Stajlardan senin birimin mi sorumlu
- Evet buyurun nasıl yardımcı olabilirim
- Siz nasıl değerlendirme yapıyorsunuz
- Konuyu anlamaya çalışmama da fırsat vermiyordu
- Acil olarak ya sen ya da bu konudan sorumlu birisini gönder ofisime
- Gerekli onay mühürlerini de getirin
- Konu nedir belki gelmeye gerek kalmadan yardımcı olabiliriz
- Sizi de rahatsız etmemiş oluruz
- Hayır hayır siz yine de gelin ben hatanızı size göstereceğim
- Ne hatası diye düşünürken
- Yanımda bir stajyer var ve staj onayınızda bir sorun var. Staj defterinin ilk sayfası damgalı ve imzalı, diğer sayfalarda yalnız imza var ama mühür yok
- Bu evrak eksik hazırlanmış
- Siz arkadaşı bize gönderirseniz biz yardımcı olabiliriz dememe rağmen
- Hayır siz geleceksiniz deyip kapattı
...................
Anlam veremediğimiz bu durum karşısında her ihtimale karşı birimden sorumlu birisini gönderdim. Bir süre sonra gidip gelen arkadaşa konu neymiş diye sordum.
- Eksik olan bir durum yok
- Her okul ve staj için farklı gereksinimler olduğunu bilmediğinden yanlış bir anlaşılma var dedi
- Defterinde sorun olduğu iddia edilen stajyerin okulunun gereksinimleri için bizim hazırladığımız işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığını izah ettim
- İzah etmeme rağmen gereksiz yere her sayfaya mühür bastırdı
- Bundan sonra da böyle olmalı diye talimat vermiş
- ...................
Giden arkadaş olayın farklı mecralara gitmemesi adına istenenleri yapıp dönmüştü.
Burada acı olan hangi yanlışı belirtelim ki;
- Her şeyden önce biz bu yöneticinin birimine bağlı değildik.
- Taleplerini bağlı olduğumuz birim amirinden istemesi daha doğru olurdu
- Birim dışı hiçbir talimat ilgili kurullar onayı olmadan işleme alınmaz
- Çalışanın hatası olmadan varmış gibi göstermesi ahlaki ve etik değildir
- Bizim birim amirimizin bilgisi olmadan ayağına çağrılmamız kurumsal değildir
- Olmayan kuralı empoze etmesi kabul edilemez
Arkadaşın öz ifadesiyle bu kibir abidesinin yapmaya çalıştığı yanında oturan şirket dışı birisine hava atma algı intibası oluşturmasıymış... böyle anlamsız güç gösterisine ne gerek var? Bir anlam veremedik, zaten yeterince yüksek bir makamı işgal etmiş durumda... Açıkçası olması gereken ‘bilgi güçtür’ yerine ‘yetki güçtür’ deyişini gürültü patırtı çıkararak ve bu gürültü içerisinde çok iş yaptığı havası estirmeye çalışıyordu. Buna yersiz yere “bir kaşık suda fırtınalar koparmak” demek uygun olur.
Her şeyi kendilerinin hallettiği havasındadırlar.
Dunning-Kruger prensibinin ‘cahil cesareti’ bağlamında çok az bilgi sahibi olmasına rağmen, her alana el atması o kadar büyük olur. Bir alanda uzman kişiler, kendi alanlarının dışındaki işleri uzmanlarına bırakma eğilimindeyken, bu sendromdan mustarip kişilerin her alanda üstün fikirleri vardır ve kendilerine sorulmadan yapılan her iş biraz eksiktir.
Yönetsel fonksiyonlarda verimlilik önemlidir. Yöneticiler konum ve yetkileri kapsamında alt birimlerin yaptıklarından sorumludurlar. Yalnız bu sorumluluk doğru bir şekilde delege edilmediği zamanlarda iş yükünde hantallaşmalar başlar. Bitirilmesi gereken işler bir türlü tamamlanmaz. Çünkü işler birim amirinde beklemektedir. Uzmanlara delege edilen işlerin nasıl yapıldığının detaylarını anlamak istediğinden ve/veya yetkiyi elinde tutup sorumluluk almak istemediğinden onaylamayı bekletmektedir. Her konunun detayına inmek havası vermek istediğinden beklenen zaman yetmemektedir. Sorunlar dağ gibi beklemekte olup hiçbir çözüm çıkmamaktadır. Konunun detaylarına inilmek istenmesi doğal olmakla beraber süreçlerin yeniden yapılması zaman kaybıdır.
Bu konuda yaşadığımız bir ihaleyi paylaşmak uygun olacaktır. Bir yazılım projesi kapsamında hizmet alınacaktı. Konuyla ilgili gerekli ilan ve duyurular yapılmıştı. İlanlara gelen teklifler verilen sürede alınmıştı. Kapalı zarf kapsamındaki tüm teklifler seçilen heyet tarafınca değerlendirilmişti. Teklif veren şirketler kırım için yüz yüze görüş beyanı vermeye çağrılmıştı. Çağrıya 5 şirket katılmıştı. Bunlardan 2 tanesi diğer teklifler karşısında çekilmişlerdi.
Buraya kadar takip edilen prosedürlerde herhangi bir usulsüzlük ya da eksiklik yoktu. İhalenin açık kırım bölümüne son 3 şirket katılmıştı. Yapılan kırım tekliflerinde ihale şirketlerden birisine kalmıştı. Bundan sonraki süreç ihalenin karşılıklı imza aşamasıydı. Belirlenen uygun bir zaman dilimi için imza tarihi belirlendi.
Buraya kadar yapılan her türlü işlem birim amirimize yazılı olarak bildirilmiştir. Aynı zamanda farklı ortamlarda da sürecin akışı sözlü olarak kendisine aktarılmaktaydı. Yapılan toplantılara yetkili amir olarak bulunması gerekirken hiç birine katılmamıştı. Her zaman siz devam edin bakarız diyordu.
İmza tören günü gelmişti. Karşılıklı taahhütler imzalanacaktı. Bugüne kadar hiç yorum yapmayan veya geri bildirimde bulunmayan amirimiz bizleri odasına çağırdı. Herhangi bir aksilik olabileceğini düşünmeyen bizler amirin tavrıyla şok olmuştuk. Hiçbir gerekçe vermeksizin projeyi imzalamanın uygun olmayacağını belirtti.
- İmzalamayı erteleyelim
- İhaleyi alan şirketle ilgili yeterli bilgimiz yok
- Bu ihalenin yeniden ilana çıkılarak yapılmasını istiyorum
- Bu sefer her toplantıya ben de katılacağım
- Kafamızdan kaynar su dökülmüştü
- Ekip şaşkınlıkla biribirine bakıyordu
- Yanlış bir durum mu hasıl olmuştu
- Kendimizi yersiz suçluluk hissine koymuştuk
- Olanlara anlam veremiyorduk
...................
O kadar emek ve çaba boşa gitmişti. Tek umudumuz haklı bir gerekçenin olmasını anlamaktı. Her neyse aynı süreçleri yeniden yaşadık. Amirimiz birkaç toplantıya katılmamakla beraber birçoğuna katılarak tüm süreçlerde yer almıştı.
Tuhaf ve komik bir durum hasıl olmuştu. Aslında komik demeyi ironi olarak söylemek gerekir. Çünkü ihaleyi yine aynı şirket hak kazanmıştı. En acı olanı da güvenmeyen ve işini zamanında yapmayan amirimiz sayesinde bu ihale daha yüksek değere gitmişti. Daha önce katılan diğer şirketler geçen zaman sürecinde teknik koşulların değişmesinden kaynaklı gelmek istemediler. Amirin yetersizliği ve her şeyi kendisinin daha iyi yapacağına olan yönetim anlayışı sayesinde hem zaman hem maddi kayıp hasıl olmuştu. En kötüsü de bizi suçlar mahiyetteki imalarıydı.
Her şeye her zaman hazır imajı verirler
Belli bir konuda daha önceden deneyimleri olmamakla beraber konuya hâkim oldukları ima ve intibaı verirler.
Yurt dışındaki bir üniversitede bölüm başkanı olarak çalışıyordum. İşler normal seyrinde giderken bölümümüzün bağlı olduğu dekan yardımcısı değişmişti. Yeni gelen kişi ‘sömürge zihniyeti’ tescilli başka bir ülkeden gelmişti. Bir dönem yeni amirimize alışmayla geçti. Yeni amirin yaklaşımlarında farklılıkların olmasının doğal olacağını varsayarak ortaya çıkan bazı küçük ayrıntılara takılmak istemiyorduk. Herkesin farklı yoğurt yemesi olur diye elimizden geldiği kadar görevlerimizi yerine getiriyorduk. Zaman akıp gittikçe farklı olan ayrıntılar sırıtmaya başlamıştı.
Yeni yöneticinin güçlü bir iletişim kabiliyeti olmakla beraber bilgiye dayalı konularda karar vermekte tutarsızlıklar başlamıştı. Önerdiği bazı konuların uygulanmasıyla hem zaman hem de hukuki istenmeyen sonuçların olacağı ortaya çıkıyordu.
Müfredattaki bir ders için yeni bir laboratuvar kurulması konusu gündemdeydi. Konuyla ilgili birçok teknik çalıştay yapılmıştı. Olası gereksinimler tespit edilmiş ve yetkili birimler bilgilendirilmişti. Yeni amir almış olduğu bir duyum ile hazırlanan rapor kapsamının dışında bir uygulamaya gitmek istiyordu. Bunu da kendisine yakın durmaya çalışan bir çalışanın etkisiyle yapmak istiyordu. Önerilen yeni yöntem tümüyle belirlenen standartları karşılamamakla beraber amaca da hizmet etmeyecekti. Anlaşılan oydu ki amirin konuyla ilgili teknik bilgisizliği bizi tamamen yanlış bir duruma götürecekti. Gerekli teknik değerlendirmeler yapılmakla beraber amirimiz yeni yaklaşımını uygulamak adına kendisine bu fikri vereni projeyle ilgili yetkili kişi olarak atamıştı.
Bölüm olarak, dışarıya ihale edilen bu uygulamanın hayata geçirilmesi konusunda üzerimize düşen gerekli desteği sağlamıştık. Proje ilerlemekle beraber fazla ele avuca gelir hale dönüşmüyordu. Mevcut sistemlerle olan uyumsuzluklar bariz bir şekilde ortaya çıkmaktaydı. Ya projeden vazgeçilecek ya da mevcut sistemler uyum için değişecekti, doğal olarak bunun da aşırı bir maliyet oluşturacağı bariz bir şekilde ortaya çıkmıştı. Sonunda amirin zoruyla başlanan uygulamadan vazgeçilmiş ve daha önce belirlenen yaklaşımla proje tamamlanmıştı.
Geçen zaman içerisinde ortaya çıkan durum vahimdi. Yeni amirimiz aslında kendinde var olmayan teknik niteliklerini empoze etmişti. İşin aslı, bu kişinin ülkesinde iletişim ve yönetim konularında bir kaç hızlı kursa katılmış olup konumu için ehil olmamasıydı. Sonradan anlaşıldığı üzere amirimiz aslında ülkesinde Hotel yöneticiliğinde bir süre çalışmıştı. Zaman içerisinde bir ara çalıştığı otelde tanıştığı etkili birisine göstermiş olduğu ağırlamadan kaynaklı hamiline olarak gelmiş olmasıydı. Uzmanı olmadığı konuları yapacağına inanmış olmakla beraber bir süreliğine bunu başkalarına da inandırabilmişti (bu olay, sömürge zihniyetiyle yönetilmeye mahkûm bir Ortadoğu ülkesinde vuku bulmuştur...)
Üstlerine saygılı altındakileri ezme huyları vardır
Bilgi ve tecrübenin güç olması yerine makamın gücünün geçerli olduğu bir ortamdır. Yükseklere hassasiyet ve gülücükler, altta olanları hakir görüp ezmek alışkanlığı. Böyle durumlar hatırlatılınca da kabul etmezler.
Bu konuda başka bir anekdot anlatacaktım, ama birkaç hafta önce yaşanan bir olayı güncel ve ibretlik olması adına paylaşmanın daha uygun olabileceğini düşündüm.
...................
Olay, ünlü bir gazetecinin tanınmış bir Büyükşehir Belediye Başkanıyla yaptığı röportaj sırasında vuku bulmuştu. TV programı için röportajın yapılacağı stüdyoda anlaşıldığı kadarıyla küçük bir bağlantı sorunu için teknik bir eleman yardımcı olmaya çalışırken, ünlü geçinen gazetecinin ani bir refleks ile teknik elemana okkalı bir tokat patlatması karşısında herkes şok olmuştu ve bu durum canlı yayın çekimi esnasında vuku bulmuştu. Olayın ulusal çerçevede yayılması neticesinde bahsi geçen gazeteci görevlerinden istifa etmek durumunda kalmıştı.
Buraya kadar anlattığım günlük hayattan bir haber tespit durumudur. Doğru veya yanlış değerlendirmesini herkesin takdirine bırakmakla beraber bazı tespitleri yapmak konumuza uygun bir örnek oluşturmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekirse olayın neresinden bakarsak bakalım tam bir ucube durum hasıl olmuştur. Burada herkes olayın akışı çerçevesinde haklı olarak gazeteciye odaklanarak onu günah keçisi yaparken, aynı derecede etik olmayan bazı konularda gözden kaçırılmıştır. Bir resim bin kelimeden daha aydınlatıcıdır yaklaşımıyla sıralarsak;
- Tokatı yiyen teknik eleman tümüyle iyi niyetinin kurbanı olarak mağdur olandır ve herkesin empati yapacağı bir şey yaşamıştır
- Tokatı patlatan gazeteci tek günah keçisi olarak yapmış olduğu hatanın bedelini pahalı olarak ödemiştir ve belki de daha uzun bir zaman ödeyecektir...
- Röportaj veren Belediye Başkanının tavır ve davranışları ise tümüyle göz ardı edilip sanki böyle bir şey yaşanmamış gibi düşündürücüdür...
Bu olayda hata, acelecilik, öfke, sabır, kontrol, vurdumduymazlık, mağduriyet, kibir, riyakarlık, yalan ve dolan ne dersek diyelim her şey var. En acı olanı da buradaki olaya toplumun duyarsız kalmasıdır.
Konuyla ilgili videoyu dikkatle izledim, buraya kadar anlattıklarımın dışında;
- Başkan hiç bir şey olmamış gibi halen fıstığın rengini anlatırken gazetecide başkanın ne söylediğini bile dinlemiyor,
- “Nasıl olur da... başkan, karşısındaki gazeteci denilen insanın sınırlarda gezinen bu kişilik bozukluğu karşısında hiç değilse ürküp korkmaz ve programı terk edivermeyi bile düşünmez?”
- “Başkan olay çıkarmadan da olsa anında minik bir tutum almaz?”
Anlaşılan, ne belediye başkanı ne de gazeteci bu olayın stüdyo dışına çıkabileceğini düşünmeyerek, o ibretlik olay umurlarında bile olmamıştır...
En garibi de bu vurdum duymaz başkan birkaç gün sonra hiçbir şey olmamış gibi temsil ettiği il’in bir etkinliğinde tüm televizyonlarda en yetkili devlet yöneticileriyle arz-ı endam etmesiydi.
Tutarsızdırlar
Kendi tutarsızlıklarını ya inkâr ederler ya da bunu gündem edenlerin zaaflarını ulu orta sergilemekte beis görmezler.
Birim amirimiz ve 3 kişi daha yurt dışı şubelerimizi denetlemek adına bir seyahate çıkmıştık. Vardığımız ülkedeki şirket müdürümüz ve 2 elemanı bizi karşılamıştı. Gerekli çalışmalarımızı tamamlamıştık. Ayrılık zamanı gelmişti. Yakındaki başka bir ülkedeki şubemizi ziyarete geçecektik. Her ne hikmetse başımızdaki amirimiz havayoluyla gitmemiz planlanmışken karayoluyla gitmemize karar verdi. Herhalde etrafındaki doğanın büyüsüne kapılarak safari yapmak istemişti. Maalesef bunu da şirket zaman ve imkanları kapsamında yaparak bizi de paydaş etmişti.
Tek arabayla gidebilecekken kendisi 4x4 ayrı bir araçla yola çıkmayı yeğledi. Bu sakin ülkede sanırım altındaki aracın gücünü ve hızını sonuna kadar denemek istemiş olsa gerek; ego tatmini diyebilirim. Biz de arkadaki araçla aynı yolu takip ediyorduk. Aradan 5-6 saatlik bir zaman geçmişti. Amirimizden bir telefon aldık. Sesinin tonu çok iyi değildi. Bizim acil olarak kendisine yetişmemizi istiyordu. Anladığımız kadarıyla aşırı hızdan durdurulmuştu.
Yola çıktığımız iki araçta kiralık olduğundan bir şekilde araçlara ait ilgili resmi evraklar bizim araçta kalmıştı. Aşırı hızdan durdurulan amirimiz resmi araç evrakları olmadığından kendisine ulaşıncaya kadar gözetim altındaydı. Bu halinden de hiç memnun değildi. O nedenle sık sık bizi arıyor ve nerede kaldınız diye sitem ediyordu.
Acele etmemiz ve muhatap olduğumuz sitemlerle kaza yaptık. Çok şükür ciddi bir şey yoktu ama bir arkadaşımız biraz yara bere içerisindeydi. Durumun ciddiyetini anlamak için bir sağlık birimine gitmek istedik. Tabi ki bu da biraz zaman aldı. Bu arada amirimiz küplere biniyordu. Ağza alınmayacak her türlü laneti işitiyorduk.
Her neyse gecikmeli olarak da olsa amirin yanına vardık ve gerekli evrakları gösterdikten sonra yola koyulduk. Vardığımız ülkede de fazla zaman harcamadan ülkemizdeki merkez ofisimize döndük. Görev dışı macera uğruna anlamsız ve meşakkatli bir seyahat yapmıştık.
İşin acı tarafı bu amir bizlere konuyu gündem etmeme talimatını verirken arkamızdan bizlerin savunmasını talep etmişti. Acı olansa kazada yaralanan arkadaştan dolayı oluşan gecikmenin faturasını bu arkadaşa çıkararak birim değiştirmesini sağlamıştı.
Riyakardırlar
Gösterilecek aşırı ego, ekibi üzerinde baskıcı ve mutsuz manzaralar oluşturur. Bunu daha çok kraldan fazla kralcı geçinen yöneticilerde görebiliriz.
Yaşadığım şu örnek bunu güzelce ifade eder sanırım; çalıştığım şirkette Genel Müdür tarafınca verilen bir proje üzerinde çalışmamız istenmişti. Proje hazırlıkları tamamlanmış ve proje bütçe onayı toplantısı yapılmaktaydı. Sunumun Genel Müdüre yapılması gerekirken son anda çıkan bir sebeple Genel Müdüre vekalet eden kişiye sunumu yapmak durumunda kalmıştık.
- Birimimiz GM talimatları doğrultusunda tüm hazırlıkları tamamlamıştı
- Proje bir değişimin habercisiydi
- Her yönüyle büyük bir katma değer oluşturacağı barizdi
- Proje üzerinde çok yoğun bir çalışma yapmıştık
- Artısını eksisisini, getirisini götürüsünü detaylıca çalışmıştık
- Gerekli anketler, bilgilendirmeler, talepler, kaynaklar ve yetkinlikler deteaylıca çalışılmıştı
- Ayrıca son sunumdan önce konu 50 kadar konuyla ilgili yöneticiye sunulup geri bildirimler alınarak güncellemeler yapılmıştı
- Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen bürokratik ve protokol açısından egosu yüksek bir yöneticiye ulaşamıyorduk.
- Konuyla ilgili randevu alamıyorduk
- Kendisine gönderdiğimiz elekronik posta ile yapılan bilgilendirmelerde cevap vermiyordu.
- Endişemiz had safhadaydı
- Bu kibirli yönetici maalesef hem onay heyetindeydi ve hem de bahsi geçen toplantıya GM vekili olarak başkanlık ediyordu
- Olay tam da endişe ettiğimiz gibi bu şahıs tarafınca eften püften gerekçelerle iptal edildi
Konu hakkında azimliydik. Bu iptal hem kaynak tasarrufu hem de sağlanacak fayda açısından çok önemliydi. İptal sonrası konuyu en üst makama taşıyarak yeniden onay almıştık.
- Alınmış olan onayı kişiselleştiren bu şahıs herkese açık olan bu projeye kendi ekibinden hiç bir kimsenin katılımınada onay vermeyerek sabote etmeye uğraştı.
- Tüm engellemelerine rağmen proje başladı
- Uluslararası boyutu olan bu projenin lansmanı yapıldığında da gelen yabancı paydaşlara projenin önemi açısından riyakar bir şekilde projenin devamının sağlayacağı katkıları anlatıyordu...!
Tuhaf olansa, proje ana bütçesi iptal edilmiş olmasına rağmen, proje süresince yapılacak seyahat ve konaklama masrafları onay almıştı. Bu da gösteriyordu ki neyin onaylanıp neyin onaylanmadığının farkında bile olamayacak kadar hırsına yenilmiş bir kibir abidesinin hışmına uğramıştık.
İnanması zor ama inanın fazlası var eksiği yok anlatılanların. Yapacak bir şey yok. Kibrine yenik düşen bu kişinin de azmimiz karşısında eğilmesi mutluluk vericiydi. Bu tür kişiler ve engellemeleri hep var olacaktır. Söylenecek tek şey inanmaktan vazgeçmemek gerekiyor. İnandığımız konuda azimle sebat etmek başarmak işin zaruridir.
...................
Olumlu pencereden bakmak
Tam burada bir alt başlık açmak istiyorum. Verdiğimiz ip uçları açıklamalarıyla belli bir kesimi tanımlamaya çalıştım. Hal böyleyken etrafımızdaki tüm yöneticilerin böyle olduğu kanısına saplanmak vahim bir hata olur. En azından kendi yetersizliklerimize bahane üretmekten başka bir şey olmaz.
Burada başlıkla alakalı olmamakla beraber ve yanlış bir mesajda vermemek adına konuyla ilgili dikkat etmemiz gereken birkaç hususu da esprili bir şekilde anlatmak istiyorum.
Bir mağazada çalışan kasiyer, satış sorumlusu ve yönetici sahildeki bir lokantada öğle yemeğine giderken kumsalda sahile vurmuş eski bir şişe bulurlar. Merakla şişenin kapağını açınca uzun süredir şişede tutsak olan bir cin çıkar!
- Cini, özgürlüğümü kazandırdınız herkesin bir dileğini yerine getirebilirim der.
- Kasiyer heyecanla ‘önce ben, önce ben diye öne atlar ve dileğini söyler, “deniz ve güneşin bol olduğu bir tatil yöresinde dertsiz ve kaygısız olmak istiyorum” der ve ‘puf’ dilediği yere kaybolur.
- Satış sorumlusu da aynı cesaretle “sıra bende, sıra ben de” diye öne atlar “ben de bir tatil yöresinde lüks bir resort otelde olup masaj alıp ve dilediğim içecek ve yiyecekler istiyorum” ve puf o da dilediği yere kaybolur.
- Cini son olarak yöneticiye dönüp sıra sende der.
- Yönetici “o iki çalışanın yemek saatinden sonra işlerinin başında olmalarını istiyorum” der.
Bu fıkradan çıkarılacak ders ise “her zaman ilk görüş veya söz yöneticinin olsun”.
Doğru bildiklerimizde “bilgi ve tecrübenin güç” olması gerektiğini unutmamak gerekir. Her konuda da öne atlayan olursak fıkrada olanlar gibi tatilimiz kısa sürebilir.
..................
Bir kartal yüksek bir ağacın bir dalında etrafı kolaçan ediyormuş. Bunu gören bir tavşan;
- “Ben de senin gibi hiçbir şey yapmadan oturabilir miyim” demiş.
- Kartal “tabi ki, neden olmasın” demiş.
- Böylece tavşan da olduğu yere kartala özenerek oturmuş.
- Tam o sırada lakayt olan bu tavşanı gören bir tilki aniden üzerine atlayıp yakalamış ve onu yemiş.
O nedenle;
Bir şey yapmadan boş oturmak için oturduğun makamın bayağı yükseklerde olması gerekebilir.
Kifayetsizlerin tersine ‘kulağına küpe olsun misali’
Yurt dışında proje mühendisi olarak çalışıyordum. Esnek saatlerimiz vardı. Tek kural verilen görevi zamanında tamamlamak ve süreç içerisinde gerekli toplantılarda hazır bulunmaktı. Buraya kadar ‘bundan daha iyisi Şam’da kayısı’ misali bir işti. Her şey liyakat ve güven üzerine kurgulanmıştı. Yalnız burada dikkatimi çeken konu; proje bize verildiğinde en başından çok kesin bir zaman süreci özellikle belirtiliyordu. Mesela tanınan süre 12 gün veya 14 gün gibi. İçinde bulunduğum kısa süreli bu tür projelerde neredeyse hiçbir aksaklık olmuyordu, her şey tıkırında saat gibi çalışıyordu. Toplantılar haricinde ister gece ister gündüz, evden veya ofisten çalışma konusunda hiç bir sorun yoktu. Proje takımımızda 6 kişiydik. Hemen hemen hiçbir aksaklık olmamasına rağmen, her şeyin bu kadar dakik olması da hayrete şayandı.
Cesaretimi toplayıp bu konudaki merakımı yöneticimize sohbet mahiyetinde sordum.
- Affedersiniz bir şey sorabilir miyim
- Tabi ki her zaman; buyur diye tebessüm etti
- Siz bu farklı projeleri nasıl böyle dakik olarak bitmesini belirliyorsunuz?
- .. sen proje süresinden bahsediyorsun
- Evet aynen öyle
- Ben size 14 günde bitecek derken, ona benzer bir projenin 12 günde biteceğini daha önce yaptığımdan dolayı rahatım
- Koşullar farklı olabileceğinden dolayı da 2 gün kadar tolerans ekliyorum
- Gördüğün gibi hep zamanında veya erken bitirebiliyoruz
- Tabi her zaman istisnalar olabilir, o zamanda olası o durumu değerlendiriyoruz
Benim buradan anladığım, bize görev tahsis eden yöneticinin projenin her sürecinin benzerini ya daha önce yaşamış veya birikmiş tecrübeleriyle öngörebilirlik yetisini geliştirdiği bariz olarak hissediliyordu.
Çok şükür ki zaman zaman böyle kifayetli yöneticilerle de çalışma şansım oldu. Aradan çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bugün bile o yöneticimden öğrendiklerimi uygulamaktan çok memnunum.
Sonuç
Çalışma hayatımızdaki ‘Kifayetsiz Muhterisler’ başlığının negatif algısıyla başlamakla beraber en son örneği bende derin izler bırakan kifayetli bir yöneticimin anekdotuyla bitirmeyi istedim. Çünkü elimizde olmayan nedenlerden dolayı çalışma hayatımızdaki Kifayetsiz Muhterislerin hayatımızı kontrol etmesine ve cesaretimizi kırmalarına müsaade edilmemelidir.
‘Kifayetsiz Muhterislerin’ olumsuz yönlerinden de faydalı kazanımlar elde edebileceğimize inanmak doğru olan yaklaşımdır. Einstein bile ne kadar çok hata yaparsak o kadar başarılı oluruz diye boşa dememiş. Tabi burada hata ayrı, kasıt ayrıdır. Bizim, kasıtsız hatalarımızdan öğrenerek yolumuza devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.
Unutmamak gerekir ki Kifayetsiz Muhterisler başarılı olayların tümünü sahiplenirken başarısızlıkları da başkalarına yüklerler, olası başarısızlıklarının da hatırlatılmasından rahatsızlık duyarlar.
İnadına kendi yaklaşımlarının tek doğru olduğuna tamamıyla inanıp yalanlarına sizin de paydaş olmanızı isterler. Bariz delillere bile dayansa herkesin gördüğü ve bildiği şeyleri inkâr edip türlü desiselerle buna inanılmasını sağlamak isterler.
Anlatılardan çıkan en önemli değerlendirme “cehalet ve onun getirdiği ihtiras bencillikle de birleşti mi, ölümcül bir karışım oluşur.” “Kifayetsiz muhteris’ler hayatta çoğu zaman öne çıkar, ‘şahsi’ olarak ‘kifayetliler’e nazaran daha başarılı olurlar.” Maalesef bu başarı yalnızca kendilerinedir, başkalarına ve insanlığa değildir...
“Işinde çok iyi olduğuna yürekten inanan "yetersiz" kişiler, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayacaktır. Aksine bunu bir "hak" olarak görecektir.”
Kifayetsiz Muhterislerin hayatı travmatiktir, bu da onlar için normaldir. Çizik plak gibi hep aynı an’da kalırlar. Aslında bu durumun tek tedavisi teslimiyet ve güvenerek tevekkül edebilmektir.
Şu deyişe bitirmek uygundur diye düşünüyorum;
“Obstacles are what you see when you take your eyes off the goal”
"Engeller, gözünüzü hedeften ayırdığınızda gördüklerinizdir"