Site İçi Arama

kultur-sanat

Ustalığa Kestirmeden Gitmek Mümkün mü?

En az çabayla en çok kazancı elde etme arayışı veya anlayışı, ne yazık ki insanlara istenilen mutluluğu ve kurtuluşu vaat etmiyor! Bir düşünür, “ustalığa kestirmeden gidilmez" der ama bu çoğumuz için geçmişte kalan bir söz gibidir.

Gerçekten de toplum olarak her şeye kestirmeden gitmeye, ulaşmaya, erişmeye çalışıyoruz. Bunu sanki her birimiz karakterlerimizin bir parçası yapmışız. Örneğin, kısa yoldan zengin olmak istiyoruz. Hiçbir şeye hak ettiği, gerektiği kadar vakit ayırmak istemiyoruz. Tamam biliyoruz, çağımızın önemli düşünce virüslerinden birisi de, her şeye ekonomi penceresinden bakma veya görme hastalığıdır. Her şeyin bir dinamiği, mekanizması var. Ekonominin temel derdi de, en az harcamayla en fazla kâra ulaşma veya kazanma arzusudur. Siz buna kapitalizmin insafsız döngüsü de diyebilirsiniz. En az yatırım yaparak en çoğu kazanma, oyunu en ekonomik şekilde oynayarak galip gelme, en az harcayarak en fazla gelir elde etme, hiç sevmeden sevilmeyi bekleme, en az okuyarak en yüksek bilgiye sahip olma, spor yapmadan kilo verme, çok yiyerek fit olmayı bekleme, emek vermeden zengin olmayı umma vb. şeyler de bu bakış açısının hayatımıza yansımalarıdır. 

En az çabayla en çok kazancı elde etme arayışı veya anlayışı, ne yazık ki insanlara istenilen mutluluğu ve kurtuluşu vaat etmiyor! Bir düşünür, “ustalığa kestirmeden gidilmez" der ama bu çoğumuz için geçmişte kalan bir söz gibidir. Pek üzerinde düşünmek istemiyiz. En azla en çoğu elde etme anlayışı yani kestirmelerle yaşamak şeklinde özetlenebilecek günümüz yaşam anlayışı her birimizin akıp giden hayatlarında daha baskın geliyor. Bu ‘kestirmeden gitme’ salgınının, ne yazık ki Covid 19 virüsünden daha fazla insanlığa ve özellikle de Türk insanına zarar veriyor düşüncesindeyim. 

Günümüzde bir çoğumuz bir an önce, neredeyse hiçbir emek vermeden; yarım yamalak bilgi ve becerilerle istediğimiz, beklediğimiz sonuca gitmek istiyoruz. Bu nedenle hiçbir şeyin tadı kalmıyor. Manavdan ya da marketten aldığınız meyveler görünüşte olgun ve olmuş görünüyorlar ama hiçbirinin neredeyse hiç tadı yok. Kasap reyonunda etler kıpkırmızı görünüyorlar ama biliyoruz ki içlerine hormon basılıyor. Baklava adı altında insanımıza çoğunlukla glikoz aromalı tatlı satılıyor. 

Bu arada henüz olgunlaşmamış ama kendini olgun göstermeye çalışanlar zuhur etmeye başladı. Tıpkı sebze, meyve gibi. Olgunlaşmadan oldum sananlar. Örneğin, günümüzün yirmi beş yaşlarındaki gençleri sanki hayatın tozunu yutmuş yetişkin gibi davranma arayışındalar. Öyle davranmaya çalışıyorlar. Komik oluyorlar o da başka bir mesele! 

Birkaç ezberi olan kendini âlim sanıyor artık bu coğrafyada. Okuyup araştırdıkça bu tiplemeleri daha yakından tanıma fırsatı buluyorum. Kendine bir faydası olamayanlar insanlara rehberlik etmeye çalışıyor. Sahte ve sahtelik alıp başını yürüyünce hakikat kendine yer bulamıyor artık. Belki eski zamanlarda da vardı böyle şeyler kuşkusuz ama bu devirde sanki daha da arttı gibi geliyor bana. 

Kendini gizleyen, olduğunun dışında davranan ve “köprüyü geçene kadar" anlayışı, ortalama insanı her şeyin azını harcayarak çoğunu alma eylemine itiyor. Kestirmeden gitme yollarını, kendilerince zekâ sosuna batırıp önümüze koyuyorlar. Sabretmek, zamanını beklemek, hakikat ehli olmak, doğruyu yapmak, günümüz dünyasında sanki artık erdem değilmiş gibi kabul ediliyor. Oysa sabır; uzun, zor ve zahmetli yolu seçmeyi, kısa dönem kazançlar yerine uzun dönemli kazançlara odaklanmayı, ufku ve hatta ötesini görebilmeyi insana öğretir. Ancak böyle yaptıkları takdirde, insanlar, gerçek erdem ve bilgelik seviyesine erişebiliyorlar. Sonunda yine kendisi kazanıyor ve kazanmayı da gerçekten hak ediyor. 

Aynı zamanda bir hız çağı olarak da görülen bu dönemde insanlar arası ilişkiler de çabuk yıpranıyor. Evlilikler bile çok kısa süreli oluyor. Boşanmalar artıyor, zira kimsenin kimseye hoşgörüsü kalmıyor. Alttan almayı herkes zayıflık sanıyor. Geçinmek için bile bunu yapmıyor. Egosuna yediremiyor. Mutlu bir yuva için birbirine azıcık sabretmeyi, öfkelenen bir eşin sakinleşmesini beklemeyi, sonra konuşmayı gibi esasında birlikte kurdukları yuvanın selametine olacak şeyleri de yapmıyorlar. 

Bazıları da her şeyde kendisi üstün çıksın diye bağırıp, çağırıp, kendi hedefine bu şekilde erişmek istiyor. Diğerleri umurunda olmayabiliyor. Karşısındakinin suskunluğunu korkaklık olarak görüyor. Onun sabrını bile göremiyor, ona bile tahammülü yok. Böylece kimse kimseyi anlamadan, kendi dünyasında yaşayıp gidiyor. Tabii buna yaşamak denirse. Çok az insan farkına varıp bu kısır döngüyü kırıyor ve doğruya ve doğruluğa yönelmeyi seçiyor. Bazı şeylerin kapitalist düsturlardan farklı bir dünya gerektirdiğini, her şeyin ekonomi olmadığını insanlar ancak yaş aldıkça anlamaya başlıyor. Daha insanca bir yaşamın sabır, şükür ve sevgi gerektirdiğini; bunların da çarşı pazarda satılan şeyler olmadığını insan çok geç kavrıyor.

Bu arada ekonomi önemli kuşkusuz. Dolar/TL paritesi hepimizin takip ettiği şey ama hayat bu pariteye bağlı işleyen, iniş çıkışlı bir şey değil. Başı ve sonu belli olan bir yaşam ekonomisi var. Yaşamı, ömrü ekonomik kullanmak gerekiyor. İnsan her şeye ekonomik bir gözle bakmaya başladığı zaman, kısa zamanda köşe dönme, azla çoğu alma isteği her bireyi esir alabilir. Çünkü bu tür bir bakış çocukluğundan itibaren her bir insanı daha tam gelişmeden, olgunlaşmadan zehirlemeye başlıyor. Hayatın akışı çocuklarımızı, gençlerimizi buna itiyor. Neredeyse gençleri, ömründen yirmi yıllık bir bölümünü verip, bir an önce 20 milyon dolar kazanmaya motive edecek kadar ahlaksız, düzenbaz hayat koşturmacası var. 

Oysaki, başarının, ustalığın, mutluluğun, sevginin, erdemin, doğruların ve insan olmanın kestirme yolu yoktur. Geçip giden her dakikanın, saniyenin de geçmişi yoktur. Her şeyin bir zamanı vardır ve o zaman içinde gerekenler yapılınca, her şey yolunda gider. Bazı şeyleri erkenden boşa zorlamanın, acele ettirmenin anlamı yoktur. Zengin olunacaksa, çalışıp, gayret edilirse, ekonominin kurallarına göre adımlar atılırsa, olunur. Acele işi şeytan karışır. Haramsız çok para olmaz. Çok param olsun diye kestirmeden gitme telaşına kapılmak doğru değildir. İnsana yanlış yaptırır. Sonra çok paranız olsa da insanca bir yaşam süremezsiniz. Paranız kadar değer görürsünüz. Paranız bir şekilde elinizden giderse, 10 paralık olursunuz. 

Nihayetinde her şeyin başının sabır olduğuna inanıyorum. Sabır, zamanını beklemek aileden başlayarak bir şekilde her çocuğa verilmelidir. Böylece her birey, insanlık ailesinde, mutlu bir toplumun mutlu bireyi olarak yaşamını sürdürebilir. 

Saygı dolu sevgiyle

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 07.10.2023
  • Süre : 3 dk
  • 1299 kez okundu

Google Ads