Anne Babaların Evlatlarından Ebediyen Sorumlu Olmasının Anlamı
Büyük idealler her vakit basit hayaller, küçücük hamleler ve adımlar ile başlamıştır. Onların doğru kaynak, birey, kitle, toprak ve toplumda gerçekleştirilmiş olması bir mıknatıs misali diğer küçük ve büyük doğruların hedefine dönüştürür. Birçok örnekte bunu gözlemlemek ve değerlendirmelerde bulunmak mümkündür. Olumlu tutum ve davranışlarda olduğu gibi olumsuzluklar da aynı istikamette şekillenivermektedir.
Bireylerin bir araya gelmesi topluluğu, onların sevinçte ve tasada birlikteliği de milleti meydana getirir. Bir cümlede özetleniveren hususun birçok paydaşı, aynı miktarda çeldiricisi bulunmaktadır.
Sosyal yapının en küçük birimi baba, anne ve çocuktan oluşmaktadır. Anlam itibariyle çok daha geniş bir halde bir soyu, sülaleyi kapsadığı da bilinmekteyse de an itibariyle bu vasıflarından bir hayli uzaklaşmış durumdadır. Türk kültüründe ailenin tesisi her zaman evliliğe ve müşterek ecdada dayanmaktadır. Zira izdivaçla beliren basamaklar; müesseseyi tesis eden kadın ile erkeğin omuzlarında asırların yaşanmışlıklarıyla pekişmiş, zor zamanlarda saflar yakınlaştırılmış, güçlükler omuz omuza verilerek aşılmış, yayladan yaylaya coğrafyadan coğrafyaya ağırlaşarak taşınmış ancak mücadeleden asla vazgeçilememiştir. Zorunlu ayrılıklar tutkuyu coşkuya dönüştürmüştür. Hem birey, hem aile, hem de kültürel dinamikler çağların üzerinde süzülüp bugüne erişmiştir.
Büyük idealler her vakit basit hayaller, küçücük hamleler ve adımlar ile başlamıştır. Onların doğru kaynak, birey, kitle, toprak ve toplumda gerçekleştirilmiş olması bir mıknatıs misali diğer küçük ve büyük doğruların hedefine dönüştürür. Birçok örnekte bunu gözlemlemek ve değerlendirmelerde bulunmak mümkündür. Olumlu tutum ve davranışlarda olduğu gibi olumsuzluklar da aynı istikamette şekillenivermektedir.
“Anne evladına bak
Öldürme onu artık
Yem etme tuzaklarda
Buz devrine dönüş mü
Cahiliye mi
Nedir bu nasıl vicdan
İnat kavga dövüş mü
Kuduruş mu ölüş mü
Oğlun hani nerede kızın
Etini kargalar yiyor
Sen neredesin
Hudut hudut geziyor
Kanı evladının
Neyi bekliyorsun
Attın önüne vicdansızın
Yok mudur yürek sızın
Dürtünün kulu oldu çocuklar
Sanki paranın pulu çocuklar
Tepede kulaklıklar
Çakallarla dans edemez
İşkembesi dolu çocuklar
Uyuşturucu açık Pazar
Kâbus daha da azar
Yollar pislik bir kurum
Her basamak bir yokuş
Durduramaz evlada kıyamazsın
Edilmez değiş tokuş
Ağlasan çare olmaz
Bağlasan da uçurum
Ana kul baba mahkûm”
Hemen her konuda ciddi bir sorumluluk sahibi olan anneyi özneleştiren akademisyen şair Ali Çayköylü, kız ve erkek evlatların, vicdansızların önüne atıldığı “açık pazar” haline dönüştürülen uyuşturucunun hedef kitlesine dönüştürülmesine doğrudan işaret etmektedir. Dürtünün peşinde, paranın pulu durumunda hayatın uzağında kasap vitrininden leş “kargalarının” gagalarına düşüp gitmesinin kilidi de anahtarı da ailede, aile içerisinde anneye bırakılmıştır. Bakanlığın da anneyi “en iyi narkotik polisi” projesi yürütmesi hem isabetli, hem de tutarlı olmuştur. Sosyal müessese içerisinde ne kadar serbest hareket edilirse edilsin kadının söz konusu edildiği üzere annenin takibi ve çözüm üretmesi hiç de kolay değildir. Kolay olsaydı böylesi bir pozisyonda yer alması da mümkün olabilir miydi?
Yürümek aşınmaz olarak yansıtılan yollarda basamaklar ne olursa olsun kıyılması mümkün olmayan, değiştirilmesi imkânsız bağlasan durmayan evlada ağlamanın çare olmadığı, her an tedbirli, temkinli, itinalı bir kulluk ile mahkumiyetin söz konusu edilmektedir. Atıvermek, silivermek, görmezlikten gelmek, unutup geçmek imkansızdır. Her an göze batmakta, yüze çarpmaktadır.
Olaya diğer cepheden bakılacak olursa; bakış ve duruş noktasına göre farklı ve farkındalıklı bir genç ile gençlik anlayışı; coşkusu, dinamikliği, heyecanı ile hemen herkesin dikkatini çekmektedir. Hareketlilik arz eden ifadeler beraberinde çalkantıyı, bunalımı, arayışı, ıstırabı da getirmektedir. İleriki yıllarda ama hüzünle, ama pişmanlıkla, ama mutlulukla o kıpır kıpır dönemler hep hatırlanmaktadır. Boşa zaman kayıpları hayıflanma sebebi olsa da hasar bırakan hadiseler ve etkileri bir türlü silinememektedir. Ateş düştüğü yeri yaktığı gibi eriştiği noktaları kavurmaktadır.
Bu dönemde kontrolü oldukça zor bir başkalaşma arzusu, öndeki çukurları, bariyerleri, fırtınaları, global projelerin yürütücüleri tarafından büyük bir titizlikle dizayn edilen tuzakları hesaba çekmeksizin genç zihnini işgal eder. Olumlu ve olumsuz adımlarlar çarçabuk atılıverir. Yakın ve uzak çevrede öne çıkma, ilgi merkezi haline gelme, beğenilme, etkin rol üstlenme gayreti genel gözlemler arasında yerini alır. Onların deryalara açılması sonrasında sağlıklı dönüşü ya da sarsıntıların ardından sığınabilecekleri ilk liman ailesi oranın da fedakâr ve cefakar mensubu annesidir. Onlar, kendisine ebedî kul ve mahkûm konumundadır tabii ki gemileri yakıp gitmemişse.
Aile, anne ve genç hususları elbette toplumun haricinde değildir. Genel anlamda toplumun, özel anlamda çevrenin yaşanmışlıkları, ahlakî tutumları, meslekî tercihleri, hayata bakışları zıtlıklar arasında yol almaya çalışan taze birey üzerinde süratle vücut bulmaya başlar. Araştırma konusu bakımından bağımlılık, uyuşturucu konusu başta olmak üzere bireyin, ailenin, çevrenin ve de toplumun müşterek sorumluluğundadır. Elbette ateş düştüğü yeri yakıp geçmekte ancak kontrol altına alınamadığı, engellenmediği takdirde bireyden beşeriyete uzanan bir kaosa dönmektedir. İşin asıl acımasızlığı ise bu durumdan beslenenlerin memnuniyeti olsa gerektir. Yakın çevreden çok uzaklara kadar birçok kanal akışın paydaşları olarak daha fazla işleyiş hesabındadır.
Dünyanın kargaşası, kötülüklerin sınır tanımadığı ortamda ayakta kalmanın yolu ne yapıp ayakta kalmak için bireyin kendini muhafazası önceliklidir. Burada bireye en yakın ebeveyn, çevre, toplum, beşeriyete kadar uzanan muhafazanın sorumluluğu bulunmaktadır. Kitle iletişim araçlarından takip edilebileceği gibi ulusal olsun, uluslararası olsun suç oranları artış göstermektedir. İlişkiler anlamlarını yitirmekte, genel bir yozlaşma yaşanmaktadır. Karar alma, huzuru temin etme, sosyal yapıyı düzenleme, kültürel dinamikleri muhafaza etme hususlarında ulusal politika üretilmesi artık tek başına yeterli olamamaktadır. Uluslararası işbirliği kaçınılmazdır ancak başlıktaki kavramlardan rant sağlama ağır bastığından esaslı bir çözüm noktasına ulaşılması kolay olamamaktadır.
İlgili yerde bahsedildiği gibi “liman” olması gereken özelde anne, genelde aile yapısı asli yapısından uzaklaşma, hem de tükenme yaşanmaktadır. Konunun Türklük ve Türk Kültürü cephesinden önemi bir sır değildir. Biyolojik olduğu kadar kültürel açıdan neslin devamının adresi Türk milletinin gözbebeği gençlerin kimlik kazanmaya başladığı mekan ve topluluğu ifade etmektedir. Ailenin ritüelleri, birliktelikleri, beslenme alışkanlıkları, akrabalık rabıtaları kalabalıklaşan toplumsal yapıda, medyanın ardı ardına yeniden üretimlerinde giderek silikleşmede gençte mevcut adresten uzaklaşmakta, limana dönüş yolunu bulamamakta, zorlukları aşabildiğinde ise ortada bir liman kalmamaktadır.
Ne yazık ki çocuk yetiştikten sonra tek ebeveynli bir genç konumuna gelebilmekte, burada da sorumluluk aynı fedakârlık ve cefakârlık anne üzerinde düğümlenmektedir. Onun mücadelesi çok daha anlamlı hale gelmektedir. Annenin hayatını yeniden kurma çabası, eğlenceye döndüğü takdirde genç dalından kopan yaprak misali kaderini rüzgârın insafına bırakmaktadır. Türk kültürünün geleneksel akışı içerisinde dede torun, nine torun rabıtası çoktan gerilerde kalmış durumdadır. Sosyo-ekonomik şartlar, birlikte ve verimli zaman geçirmeyi de asgariye indirgediğinden genç boşluğu başkalarıyla doldurma kanalına düşmektedir. Kanalın gündeminde kimlik ve şahsiyetten ziyade masaya servis, tek taraflı maddi kazanım bulunmakta, diğerleri tükettiğini sanırken tüketilmektedir.
Her birisi üzerinde bilimsel araştırmalar sürdürülmesi mümkün olan gençliğin sorumsuzluk, ilgisizlik, seviyesizlik, duygusuzluk, israfçılık, savurganlık, sağlıklı iletişimsizlik durumları; girdapları da beraberinde getirmektedir. Yanlıştan doğruya geçebilmek için kırılma noktalarında doğru durakların yakınlığı kaçınılmazdır. O durak günümüz itibariyle anne ya da aile olmadığı takdirde “etinden, sütünden, cebinden, beyninden” kalanların tamamı “leş kargaları” için kolay bir lokma olmakta, işini bitirdikten sonra hiçbirisi arkasına bile bakmadan karambole sendeleyenlere, düşenlere çöreklenmektedir. Onlar için bu durum doğal bir beslenme öğünüdür.
Bireyden topluma sosyal düzeni sarsan tehditlerin başında yer alan uyuşturucu beden ve ruh sağlığını kökünden bozmakta, ölümlere sebebiyet vermekte, suç işleme oranını tırmandırmakta, kazaları artırmaktadır. Uyuşturucu ile diğer bağımlılıkların adli, sosyal ve hukuksal boyutları gerek bilim, gerekse saha insanları tarafından takip edilmektedir. Haber ve yorumlar her geçen gün olumlu tahminleri geçersiz kılmaktadır. Aynı şekilde sadece kullanıcıyı değil ailesi, çevresi ve toplumun tamamı genel akıştan kopmakta, sonu görünmez bir karanlıkta debelenmelere dönüşmektedir.
Her halükârda “kul” pozisyonundaki anne, “mahkûm” durumundaki baba, nesillerinin istikbali ümidi kız ve erkek evlatların “kurda, kuşa yem olmaması” adına müşterek sorumluluk üstlenmeleri, asla geriye düşmemeleri, sendelemelerde ellerini uzatmaları, düşenleri tutup kaldırmaları yerine göre ardına bakmadan sırtlayıp götürmeleri kaçınılmazdır. Bunun için taktir beklemeyeceklerdir.
Gelinen noktada aile, anne ve genç; çağdaş dünyaya profesyonel bir duruş sergilemeli, üzerindeki hesaplara karşı farkındalık ortaya koymalı, liderlik yeteneğine yönelmeli, iletişime açık olmalı, iletişim becerisini teknolojik gelişmelerle desteklemeli, zararlı unsurlara direnç göstermeli, biz merkezli davranmalı, kalabalıklar arasında yalnızlaşmamalı, sanal ortamın iradesine hâkim olmasını engellemelidir. Bunları daha da uzatmak mümkündür ancak tek başına omuzlamak oldukça zordur. Sayıca az olunsa dahi birlikte hareket edilmelidir. Birliğin aşamayacağı güçlüğün bulunmadığı zihinlerde canlı tutulmalıdır.