Siyah Kuğu Filmi Üzerine
Kadın olmak, âşık olmak, var olmak, yok olmak üzerine, Siyah Kuğu Filmi’nin düşündürdükleri…
Bölüm I
Kadın olmak, âşık olmak, var olmak, yok olmak üzerine, Siyah Kuğu Filmi’nin düşündürdükleri…
Kadın olmak özsel bir gerçeklikten öte varoluşsal bir anlam barındırıyor kendinde. Olmakla ilgili hemen her şey de öyledir. Yokun bile olmaklığı var ki Siyah Kuğu, kadının yok olması sürecine dair bir hikâye anlatıyor. Her kadın kız çocuğu olarak doğar. Onun yetişkinliğe, fert olmaya geçişi, sağlıklı anne gözetimine, baba varlığına ve gözetimden sağlıklı ayrılmaya bağlıdır. Kız çocuğunun kadın olması, kadının fert olması, erkeğin fert olmasından daha zordur. Onun anne kucağından ayrılması da öyle; Lacan’a göre erkek anneyi kutsayarak bile olsa aşmanın yolunu bulur fakat kız anneyi aşmakta çok daha zorlu bir mücadelenin içindedir.
Her şeyden önce kadın olmak, kadın cinselliğinde karmaşıklaşır; kadının cinsel olgunlaşma evreleri, bedenindeki libidinal çeşitlilik/ikilik arasında sürer. Klitoristen vajinaya verilen duyarlılık, onun cinsel evrimi sırasında fizyolojik ve psikolojik etkiler sürecidir. Anneyle kurulan ilişki kız çocuğunun psikoseksüel evrelerinin sürecidir. O evrelerden geçiş annenin sağlıklı gözetimine ve gözetimin gereken zamanda bırakılmasına bağlıdır.
Anneden ayrılış iki tip anne varlığında imkânsızlaşır: İlki gerekir zamanda ilgi ve sevgi göstermemiş anne, ikincisi de gerekir zamanı aşan ve kız çocuğunu kendi uzvu gibi var eden annedir. Bu iki tip annenin muhatabı olan kız çocuğu, anneden ayrılamadığında sahte benlik geliştirip anneden yüz çevirme taklidi üretir ya da annenin manipülasyonları karşısında çaresizce itaat etmeye devam eder. Kız çocuğunun ön ödipal evresi erkeğinkine göre çok daha karmaşıktır; klitoris duyarlılığından vazgeçip vajinal algıya taşınamayan arzunun arkasında anneyle bir varlık olma durumu vardır.
Anneden ayrılamayan kadın henüz kadın olamamış kadındır. Kaç yaşında olursa olsun, kendisi anne dahi olsa, bölünememiştir. O infantil cinsellik aşamasındadır ve yaşadığı tüm ilişkilerde anne aramaktadır. Gerekir zamanda anne ilgisi görmemiş ve gerekir zamanın dışında o ilgiye maruz kalan her kadın, anneyi arzulamaya devam eder ve ona açlığını doyuramaz, bıkkınlık verse bile. Eşcinsel eğilimlerin bir kısmının altında da anne arayışı vardır. Yahut heteroseksüel bir kadın için aradığı erkek, dişil özellikler barındıran, şefkatli ve anne yerini tutacak olan erkektir. Babalarına benzeyen erkekleri çekici bulan kadınlar içinse asıl hayran olunan baba değil yine annedir; o annenin uzvu olmaya devam ettiği için babası tipli biri karşısında annesi olarak konumlanabilecektir.
Anneyle bir/aynı varlık, tek duygusal birim olma durumu devam eden kadın, farkında olmadan anneye olan ihtiyacını doyurmaya devam eder ve bir türlü gerçek kendilik kuramaz.
Bu durumda anne tarafından yutulma korkusu, annenin güvenilir alanında kısır döngü olarak işler. Onun uzvu olmak, yutulma tehdidini doğurur, yutulma tehdidi onun uzvu olma güvencesini ister. Maternal sesin hem güven verip hem tehdit etmesi sürekli tekrarlanır. Yutulma tehdidinde kadının yutan cinselliğinin payı büyüktür. Kadın erkekle olan ilişkisinde yutan taraftır; fakat bu korku anne ve kız taraflarında birbirlerine karşı sessizce sürdürülür. Kızın annesiyle aynı cins olması anne tarafından rekabetin bastırılmasıyla karşılanır. Rekabette kızını karşısına almamak için ve geçmişte bıraktığı yutulma korkusunun yeniden cisimleşmemesi için kızının kadın olmasını farkında olmaksızın duraksatır. Baba işlevinin önemi burada devreye girer; çünkü kız tarafından büyük bir boşluk olarak algılanan anne, babasal bir işlevle nicelik olarak kavranılan bir varlık olmaya başlar. Erkek varlığı, kız için kendi eksikliğini ve annenin kendisininkine benzer eksikliğini fark ettirir. Freud’un hadım olma korkusuna karşı Lacan’ın hadım olamama korkusu dediği budur. Eksikliğin eksikliği anneyi tamlığı olmayan bir boşluk olarak var eder. Baba varlığı o boşluğu doldurarak eksiltir. Gerçi Kristeva baba işlevinin şart olmadığını dilin aynı işlevi göreceğini iddia ediyordu fakat Siyah Kuğu’da Nina annenin duygusal manipülasyonlarının kıyıcılığını en azından dans hocası Thomas’ın - babasal işlev - teşvikleri sayesinde görebilmişti.
Bölüm II
Bölünememiş kadının aşkı, yok olmaktan ibarettir. Bu yüzden nesnesinde var olabilen, arzu nesnesi vasıtasıyla varlığını hissetmek isteyen sistolik kişilikle ilişkilerine yönelir. Eğer arzu nesnesine ulaşamazsa yok edici ve kıyıcı olmaya başlar. Arzu, yerini kıskançlığa bırakır. Kıskançlık kadın için etki gücünün geri yansımasıdır. Arzulananın bir başkasındaki varlığı ya da arzulananda bir başka varlık, kadın için dışta bırakılmadır, yok olmadır. Bundan sonra kıskançlık da yerini var olma mücadelesine bırakır. Kadın kıskançlığı sadece arzulanana ulaşamamakta yatmaz; o en çok arzulanan olmamayı sindiremez. Arzulanandaki bir başka varlık kadın için şudur: İstediğim onda var olmaktı. Onda başka biri var ve o bende olmadığı kadar bir başkasında var. İşte bu bütün “var”lar arasında aslında tek bir şey var: Benim yokluğum. O hâlde Hera’nın Zeus’a değil de Zeus’un kadınlarına ve çocuklarına yönelen öfkesiyle var olabilir miyim arzu nesnemde? Arzu nesnemde var olmadan arzu nesneme zarar gelsin istemem. Böyle işler onun planı. Burada Zeus’un kadınlarına yönelmekte olan Hera’nın yok ediciliği bazen fantezist ilişkilere de neden olabilir. Rakibi modelleme, onu merak etme şeklinde ilerleyen ilişki, sevdiğinin sevdiği üzerine yönelen stratejilere gebedir. Ulus Baker’in Sanat ve Arzu kitabında anlattığı gibi: “manage a trois” sevdiğimin sevdiğini severim, nefret koşulum çaresizce beni sevdiğimin sevgisini taklit etmeye iter. “Stratejik olarak, bir yalan olarak, illüzyon olarak, sahte de olsa bir sevgidir bu ve bir melodramın konusu olabilir ancak.”
Bölüm III
Kadın idealizasyonları içinde iki seçenek olarak var olmak: Bir azize ve bir günahkâr. Lidya ve Jezebel (İzabel)
Hikâyelerde, kurgu romanlarda ya da filmlerde kadının idealize edildiğini görmek güç değildir. O ya melek olabilir ya da lanetli kişi. Siyah Kuğu’da tek bedende o iki kadın anlatılır
Nina Lidya olarak annesinin uzvu, masum kızı, son sahnede kendisini tırmalayarak açığa çıkan ve Nina’yı yok eden Jezebel’e dönüşecektir. Lidya İncil’de Pavlus anlatımıyla imanlı, temiz mor kumaş satıcısı makul bir kadındır. Jezebel ise, 9. YY’da yaşamış, Sidon kralı Ethbaal’in kızı ve İsrail kralı Ahav’ın (Ahab) karısıdır. Günahkâr, şirret ve yoldan çıkaran olarak resmedilir. Hakkında hem İncil’de hem Tevrat’ta yergiyle söz edilir ve sonu, kötü kadınlara emsal olarak gösterilir.
İncil’de: “Tiyatiradaki meleğe yaz! Gözleri alev alev yanan ateşe… Tanrının oğlu şöyle diyor: İzabel kullarımı kötü yola saptırıyor… Bak onu yatağa düşüreceğim, onu ve onunla zina edenleri büyük sıkıntılara sokacağım.”
Tevrat’ta da onun işlediği günahlar anlatılır ve İncil’deki cezasına ek olarak cesedini yiyen köpeklere domuzlar eklenir.
Lidya ve Jezebel, Mother Meri veya Meri Magdalene ikiliği, kadının indirgendiği tiplerdir. Erotizmini bulduğunda kötü; Faust’un Mephisto’su, bulamadığında ise iyidir. Bu iki idealize biçimini aşmak için batı, bir üçüncü idealize karakter ekler hikâyeye: Entelektüel kişi.
Celileli Meryem… İsa’yı yalnızca dinler, takip eder. Onun kadınlığıyla işi olmaz, büyük hedeflerin insanıdır; bir nevi cinsiyetsizdir. Wagner’in erotik Kundry’sine, iktidarsız Amfortas’ına entelektüel Parsifal’i eklemesi gibi bir kısırlıkla her yeti idealize edilir ve indirgenir.
Kadın bunların hepsine sahip olarak iyi olamaz mı? Kendisi olarak var olamaz mı? O anneden yok olmadan ayrılamaz mı? Yalanı, kıskançlığı, var olma mücadelesinde yitip gitmeyi aşamaz mı? Kendi benliğini bularak en basit gerçekliğiyle güzel olamaz mı?
Nada’nın Medusa şarkısı eşliğinde cevabı düşünmeye doğru…
https://youtu.be/iCGGa1QboCk