Site İçi Arama

kultur-sanat

Bize Göre Yengeç Sendromu Nedir

Hepimiz geçmiş ile geleceği iç-içe yaşamaktayız. Bunların kesişme çizgisi de içinde olduğumuz an’ın doğrusal çizgisi olduğu konusunda çoğumuz hemfikirdir kanaatimizce.

Hayat çizgimiz

Hepimiz geçmiş ile geleceği iç-içe yaşamaktayız. Bunların kesişme çizgisi de içinde olduğumuz an’ın doğrusal çizgisi olduğu konusunda çoğumuz hemfikirdir kanaatimizce.

Bunu şöyle ifade edelim. Geçmişte yaşananları bir düzlem ve gelecekte olmasını arzu ettiklerimizi diğer bir düzlem olarak varsayalım. İçinde bulunduğumuz an’ı doğru yaşayabilmek için bu iki düzlemin yakın, orta veya uzak bir merhalede kesişmelerinden yapacağımız faydalı çıkarımlar, bizim bireysel ve toplumsal kazanımlarımızdır. Bu farkındalık bize an’ı doğru ve olması gereken şekliyle yaşama fırsatı sunar. Bunu anladığımız an, ne geçmişe takılıp kalırız, ne de geleceğin hayalleri arasında kayboluruz. Eğer bu “an” konusunda yeterince farkındalık sahibi olamamış isek, en kötüsü (bu iki düzlemin hiç kesişmemesi durumu) gerçekleşir. Belki bizi bir çıkmaza sürükleyebilir.

Zor olanı basitte aramak

Bunu şu örnekle daha iyi anlatabiliriz. Elimizde 6 tane kibrit çöpü olduğunu varsayalım. Eşit boylardaki bu kibrit çöplerinden en fazla 2 tane eşkenar üçgen yapabiliriz. Birisi bize bu 6 eşit boydaki çöpten 4 tane eşkenar üçgen yapmamızı isterse; ne yaparsak yapalım 2 tane eşkenar üçgenden fazlasını yapmamız mümkün olamayacaktır. Çünkü fizik ve matematik kuramlarınca mümkün olması ihtimal dahilinde gözükmemektedir.

Hayatımızda bizden bir şeyi yapmamızın istenmesi durumunda da sanki olası bir çıkmaza girmiş olunabileceğini bir çoğumuz yaşamışlardır. Bir tarafta olması istenen kesin bir sonuç diğer tarafta da zorlanması mümkün olmayan fizik ve matematik kuralları ortadadır.

Siz olsaydınız ne yapardınız?

İstenen şey kesin, yapılacak şeyse imkânsız gibi bir şey. İşte tam da bu durumda bahsedilen geçmiş ve gelecek düzlemlerini yakın, orta veya uzak bir çizgide kesiştirmeyi deneyebiliriz. Bunu nasıl yapacağız. Hem isteneni yapmak hem de yapılanın bilimsel kuramlara uygunluğunu sağlamak. Bu sizce de mümkün müdür?

Biz bunun mümkün olup-olmayacağına bakacağız ve nasıl olabilirliğini deneyeceğiz. Geçmiş ve gelecek düzlemlerini nasıl ve nerede kesiştirmeliyiz? Söz hayata dair olduğundan bunun ahlaki ve bilimsel kuramlarla uyum içinde olmasını sağlayıp, aynı zamanda da istenen sonucu elde edebilmemiz gerekiyor.

Şu ana kadar anlatılanlar herkesin anlayacağı boyutlarda ve sadeliktedir. Ama henüz bir sonuç elde edemedik. Acaba kabul olmayacak duaya âmin demek gibi boşa kürek mi çekiyoruz?

Galiba biz hala aynı düzlemdeyiz. Eğer çözülecek bir problem varsa herkesin düşündüğünden farklı ama herkesin de kabul edeceği bir yöntemimiz olmalı ki bu zor gibi görünen basit problemi çözmüş olalım.

Siz de farkındasınız ki basit bir konuda karar vermek veya verilen görevi yerine getirmek hem mümkün olmayacakmış gibi görünüyor hem de çok basit bir çözümü var mıdır acaba diye de düşünmeden edemiyoruz.

Aslında hayatta karşılaştığımız şeylerde basitte saklı değil midir? Aradığımız bir şeyi bulduktan sonra tam da burnumuzun dibindeymiş diye hayıflanırız. Zor denen şeylerin sırrı basitte saklı değil midir gibi başka çağrışımlar da yapabiliriz. Söylenecek şey, “simple is difficult” tercümesiyle “zor olan basitte saklıdır.”  demektir.

Öyleyse yukarıda bizden istenen zor gibi görünen konunun basit bir çözümü olmalıdır diye yaklaşabiliriz.

6 tane eşit boydaki kibrit çöpünden 4 tane eşkenar üçgen oluşturmayı biz hep aynı masanın üzerinde evirip-çevirirerek deneyip çözmeye çalıştık. Hep aynı düzlemde dönüp durduk. 

Biz nasıl bir düzlemdeyiz?

Hayatımızda biz hep bugüne kadar öğretilenlerle denedik, ama nafile hiç bir sonuç çıkmadı. İlginç değil mi? Peki, nerede ve nasıl bir düzlemde olmalıyız, bu düzlem ne olmalı ki bunu dönüp-dolaştığımız düzlemimizle kesiştirebilelim.

Burada naçizane bir saptama yaparsak, biz düzlem derken hep bize öğretilen kavramlarla düşünüyoruz. Çünkü eğitim sistemimizden aldıklarımız hep bizi bildiklerimizi çözmekle uğraştırdığından çoğunluğumuzun bu şekilde düşünmesi de gayet doğaldır. Bize “applied math” denilen uygulamalı matematik yaklaşımı verilirken, gerçek hayatla olan bağlantıları neredeyse hiç anlatılmadığından böyle bir kısır döngüde kalmamızda doğaldır.

Halbuki biliyoruz ki matematik denilen kavramların da felsefik bir alt yapısı vardır. Teorem ezberlemenin ötesinde farklı bir algıyla, belki yine de bilimsel olan “discrete math” yöntemleriyle hayatımıza dokunan çözüm yollarını da deneyebilseydik daha farklı düşünebilirdik. Netice olarak farklı boyutlarda veya düzlemlerde bir gezinti yaparak “zorun basitte” saklı olduğunu anlamamıza yardımcı olabilirdi.

Konu içinde konuya atlama yöntemini yazılarımızda çokça göreceğiz.

Matematiksel bir eleştiri konusu açmamak adına verilen örneği pekiştirmek için daha teknik olabilecek bir örnek verirsek; mesela bize okullarda hep denklem çözdürüldüğünü hatırlayalım. Hatta bu çözüm yöntemleri ileri düzey matematik derslerinde daha da gelişmiş algoritmalarla detaylıca anlatılır.

Ne yazık ki hiçbir zaman bize bu denklemlerin çözümlerinden elde edilen sonuçların gerçek hayatımızdaki karşılığının ne olduğunun anlatıldığı varit olmamıştır. Her ne hikmetse bizler orta, lise, üniversite veya daha ileri düzeylerde hep daha gelişmiş algoritmalar öğrendik. Çok nadir olmanın dışında bu çözüm sonuçlarının ne işe yarayacağı veya hayatımıza nasıl dokunacağı anlatılmamıştır. O nedenle hep aynı düzlemlerde dönüp dolaşıyoruz.

İleri düzey matematik alanlar için söylersek. Bize çözdürülen denklemlerin kök değerinin 0-1 arası olması demek tasarımını yapacağımız bir motorun istikrarlı olabileceğini belirtir. Kök değerin 0-1 dışında kalmasıysa, o tasarımın çalışmayacağını ifade eder. Buna benzer uygulamalardan nadiren bahsedilmiştir ya da hiç değinilmemiştir.

Veyahut da diferansiyel bir denklemin çözümünün uygulamada ne anlama gelebileceği hiç anlatılmamıştır. Aslında günlük hayatımızda parasal yatırımlarımızda veya bir metalin coğrafik konumlara göre genleşmesinin hesaplanmasında kullanılabileceği uygulamalı olarak anlatılabilirdi.

Üzülerek söylemek gerekirse çok kıymetli bazı algoritmalar yalnız ve yalnız papağan gibi ezberlememizin ötesine gitmemektedir. Hal böyle olunca da hayatta daha iyi papağanlar diğer papağanları test etmekte ve değerlendirmektedirler. Onlara kendileri gibi ezberleyebileceklerini gösterecekleri görevler delege edebilmektedirler.

Sonuç olarak da herkes olmasa da bir çoğumuz hep aynı düzlemde kalmaktayız, o nedenle de ancak ve ancak o düzlemin kapasitesi kadar işlevsel olabilmekteyiz.

Bizden istenen problemin çözümüne gelecek olursak, dediğimiz gibi “zorun basitte” saklı olacağını düşünelim ve geçmiş düzlemimizle kesişecek gelecek düzlemimizin bir an için ne olabileceğine odaklanalım.

Boyut değiştirmek

Hep aynı masanın üzerinde eşit boydaki 6 çöpten dört tane eşkenar üçgen yapmayı denedik. Fakat henüz bir sonuç alamadık. Şimdi bunu bir adım ileri taşıyalım ve elimizde var olan donelerle düşünce boyutumuzu değiştirirsek ne olacağını değerlendirelim.

Masanın yüzeyinin iki boyutlu bir düzlem olduğu aşikârdir. Biz buna “geçmiş düzlem” diyelim. Masanın üzerinde az bir yüksekliğe bakarak ve istenen şekillerin iki boyuttan öte bir üst boyuta taşınmasını düşünelim.

Bu durumda herhangi bir fiziki veya matematiksel kurama aykırı bir durum oluşmayacağından istenen 4 eşkenar üçgeni 3 boyutlu düzlemde oluşturabileceğimiz kolaylıkla görülecektir. İşte bu üç boyutlu düzlemede biz “gelecek düzlemi” diyelim.

Elde edilen sonuç ise bu geçmiş ve gelecek düzlemlerin “kesişme çizgisidir.” Bu çizgi de iki düzlemin kesişim çizgisi olarak istenen sonucu verecektir. Bu kesişim çizgisi de aslında içinde bulunduğumuz an’ı ifade etmektedir.

Buradaki amaç kesinlikle herhangi bir matematiksel problem çözmek tabi ki değildir. Buradan esinlenerek, bu deneme yazılarımızda ilk başta mümkün olmayacak gibi görünen yaşantımızdaki bazı günlük olayların nasıl basitçe çözümlenebileceğine dikkat çekmekti. Denemelerin özü çalışan ilişkilerinde olayların çözümlenmesine referans vermek ve ışık tutmak olacaktır.

Hayatın içinden

Nakledilecek olaylar birer hikaye, anı, benzetme veya deneyim olurken tek ortak paydaları kesinlikle yaşanmış olaylardan betimlenmiş olmalarıdır. O nedenle gerçeği değiştirmek elimizde olmadığından yer yer tutarsız gelebilecek durumlar olacaktır. Tamamen şeffaf alıntılamalar yapmak istiyoruz. Çünkü hayatın inişli ve çıkışlı yönlerinin nasıl var olabileceğini, hiçbir kimsenin hayatının hep mükemmel veya berbat olmayacağını samimiyetle paylaşacağız.

Diğer önemli bir konuda, yazılarımızı hazırlarken kesinlikle herkese hitap edecek şekilde derledik. Hiçbir zaman herkesi “mutlu” etmek veya herhangi bir kimseyi “yermek” gibi bir yaklaşımımız olmayacaktır.

Yeri gelecek aktarılan anlatının hayatınızdaki karşılığından kendinizle gurur duyacaksınız. Aynı zamanda yalnız ve yalnız kendi vicdanınızın sesiyle baş başa kaldığınızdan yer yer pişmanlıklar hissedebileceksiniz.

Biz buna hayatın ta kendisi diyeceğiz. Gerçekten de hepimizin hayatında inişli çıkışlı durumlar yok mudur? Sizleri duyar gibi oluyoruz, evet hiç çekinmeden söylersek, aslında hepimiz aynıyız ve yoktur birbirimizden farkımız.

Madem hepimiz aynıyız, o zaman neden çekiniyoruz, neden utanıyoruz, neyi saklamak gereği hissediyoruz? Eğer yoksa birimizin diğerinden farkı, artık zamanı değil midir el-ele verip bir şeyler yapmak.

Samimiyet

Her şeyden önce samimi olmak gerekir.  Bu samimiyetimize her şeyin başı olan iyi niyetle başlamak elzemdir. Kendimize söz vererek arınmış ve inanmış birileri olmayı düstur ederek bu güzel temennileri dalga dalga yaymanın kolaylığını keşfetmek, buradaki anlatıların hayatımıza dokunmasına inanmayı istemez miyiz?

Hayatımızın birçok evresinde doğru, dürüst ve liyakat sahibi olmanın acı çelmelerini hissetmişizdir. Yardım ettiklerimize dönüp “sen de mi Brütüs” diye aklımızdan geçmiştir. Görev ve makam gereği saygı gösterdiklerimizin kibir hışmıyla karşılaşmaktayız. Aşırı otoriter vurdum duymazlıklarına muhatap olmuşuzdur. Oturduğu koltuğu makam sananların o koltuğu doldurmadığını acı örneklerle görmüşüzdür.

Saygıyı hak etmeyenlere gösterilen yalakalıklara şahit olmuşuzdur. Yeri gelmiş sorumluluk alamayanlara makam verilmiştir. Sorumluluk sahiplerine de yetki verilmeyişini “yetkisiz sorumluluk yalakalıktır” vecizesiyle ifade etmek yerindedir.

Yapıcı eleştiriyi ne kadar yapıyoruz. Riyakar tutumlarla yüzleşmiyor muyuz. Kendimiz adına istenenleri başkaları için layık görüyor muyuz? Kendimize yapılmasını istemediklerimizi başkalarına yaparken ne kadar muhasebe içinde olabiliyoruz.

Duyduklarımız, gördüklerimiz ve yaşadıklarımızda gerçekler saptırılırken ne kadar duyarlı olabiliyoruz. Böyle durumlarda elimiz, dilimiz veya kalbimiz ne kadar olayların farkındadır ve bir şeyler yapabiliyor muyuz?

Üzülerek söylemek gerekir ki bir “nemelazımcılık” almış başını gidiyor. Biz ne zaman bu hallere düştük, dönüp sorguladığımız oluyor mu hiç? Bir toplumda çözülme veya düşüş o toplumun insanları haksızlıklar karşısında “neme lazım” demeye başladığı zaman başlar. İşte bu ataletten kurtulmak istiyorsak “adalet” ve “liyakat” esasında kendimiz için istediğimizi herkes için istediğimiz zaman bir şeylerin değiştiğini görebiliriz.

Ne yazık ki bu değişim gün geçtikçe daha da kötüye gitmektedir, çünkü yaşadıklarımızdan hiç ders almıyoruz. Dünya “haklının güçlü olduğu değil, güçlünün haklı olduğu” yöne doğru hızla ilerlemektedir.

Bunun çaresi var mıdır diye sorarsak zor gibi görünenin aslında çok da zor olmadığını görmek mümkündür. Yeterki samimi, dürüst, adil ve liyakatimize göre kanaâtkar olmak gerekiyor. Bunlara sahip olmakta iyi niyetten geçiyor, yeter ki isteyelim. Kendimiz değişmeyi istemedikten sonra değişimi beklemek beyhudedir.

Yazılarımızın özü her birisi kendi başına yaşanmış, gerçek ve doğal hayattan kesitler sunarak işlenecektir. Anlatılanlarda kesinlikle hiçbir kurgu ya da abartı bulunmayacaktır. Her deneme veya anlatı bireysel, toplumsal ve kurumsal bazı çıkarımları paylaşacaktır. Kendi hayatımızdaki benzer durumların birer muhasebesini yapmamıza yardımcı olacaktır. Yazılarımızdaki alıntılar duyarlı farkındalıklar elde etmemizi sağlayarak kendimize bir ayna tutma güdüsüyle sunulacaktır.

Olaylar vardır “söylesem mi ölsem mi” misali. Her olayın muhasebesini yaparken de “sonunda eyvah diyeceğimiz hiç bir şeye eyvallah dememe” davranışını sergileyebilecek miyiz acaba. Bunun da cevabını okuyucu kendi kendine vermek durumunda kalacaktır.

Siz elinizden geleni yaparsınız. Uğraşırsınız, didinirsiniz, gelişime açıksınız. Gönlünüz hep yükseklerde uçmak ister, ama maalesef ayağınız hep yerdeki gölgelere takılır.

Birazdan etraflıca anlatacağımız üzere, yengeç sendromunun sonucu olarak birileri boş durmaz tutar çeker sizi aşağıya, elinden gelebildiğince elinize-kolunuza dolaşır. Mümkün olabildiğince sizi saf dışı bırakırlar, pasifize ederler, sesinizi soluğunuzu keserler. Nefes alamazsınız, ümitsizlik kapınızda kol gezer. Dost bildiklerimiz aslında en yakınımızdaki şeytanlardır. Bunlar çok iyi kamufle olmuş yalakalardır. Kibir sahibidirler ve yüksek makamlarda otururlar.

Anlarsınız ama ya elinizden bir şey gelmez ya da kabullenmiş durumuna düşmenizi isterler. Sesiniz çıktımı da isyan ettirirler. Haklıyken haksız olursunuz. Dokuz köyden kovulursunuz.

Buradaki yazılarımızda buna benzer olaylar göreceksiniz. Çıkış yolları bulacaksınız. Sonuçlara şaşıracaksınız, bin yıl planlasanız dahi aklınıza gelmeyecek kapılar açacaksınız. Ümitsizliğe kapılmamayı ve yeis için de debelenmeye gerek olmadığını göreceksiniz. Sabır denilen kavramı tanıyacaksınız. Karşılıksız dostlukları bulacaksınız. Aile olmanın kan bağıyla olması gerekmediğini göreceksiniz. Sizden başka iyilerle tanışacaksınız. Şükür etmeyi hep beraber göreceğiz. Tefekküre dalıp inanmanın gücüne şahit olacaksınız. Hayatın tesadüfler silsilesi olmadığına tanıklık edeceksiniz. Nefsani hislerle hareket etmenin acı faturalarıyla yüzleşeceksiniz.

Ne kadar uğraşırsanız uğraşın dönüp dönüp aynı yerde olmanın nedenlerini anlayacaksınız. Yaldızlı sözlere inanmanın hüsranını göreceksiniz. Maalesef sizi namerde muhtaç etmeye çalışıldığına şahit olacaksınız. Çok biliyorum diyenlerin aslında hiçbir şey bilmediklerini ve kendilerini nasıl kamufle ettiklerini göreceksiniz.

Bilginin güç olması gerektiği yerde kibrin ve yalanın nasıl güç olduğunu göreceksiniz. Olayların süreç içerisinde nasıl bir birlerini tekzip ettiğini bulacaksınız. Bazılarının kendi basiretsizliklerini başkalarının çalışmaları ile nasıl kotardığını görmenize yardımcı olacak anlatılar bulacaksınız.

Yengeç Sendromu

Bu köşenin başlığı neden “Yengeç Sendromu” olarak seçildi konusuna da kısa bir açıklama yapalım.

Bu kavramı bir televizyon belgeselinde duymuştum. Konu farklıydı, ama bana çok şey ifade etmişti. Sanki sihirli iki kelime gibi gelmişti. Bu iki kelime anlatmak istediğim veya anlatmaya çalıştığım gerçekleri çok yalın bir şekilde açıkça ifade etmeye yetiyordu.

Başlık “Yengeç Sepeti Sendromu” kavramından esinlenerek kurumsal ve kişisel hayatımıza olan uyarlamalar için benimsenmiştir. Hepimiz hayatımızdan sunacağımız denemelere benzer olaylarla karşılaşmışızdır. Zaman zaman bu olayların farkına varışımız çok geç olmuştur ya da farkında olsak bile koşullar mücadele etmemize fırsat vermemiştir. Maalesef uygulamalarımızda ümit ettiğimiz bu güzel temennilerimizin çok uzağındayız. O nedenle bu köşeye başlık olarak “Yengeç Sendromu”nu seçtik.

Bu kavram kısaca gayret göstererek yükselen bir kişiyi aşağıya çekme sendromu olarak bilinir. Hepimiz bu tür durumlarla gerek kurumsal hayatta gerekse özel yaşamda karşılaşmışızdır.

 

O zaman, bu kavram nedir?

İşimizde veya özel hayatımızda haklı haksız rekabet, kıskançlık, çelme atılması, önümüzün kesilmesi gibi konularla mücadele etmişizdir. Bu da maalesef verimliliğimize engel olmuştur.

İzlediğim TV belgeselinde rivayet edildiği gibi; sepete konulan bir yengeç sepetten rahatlıkla çıkabilirken, yengeç sayısı artınca sepetten çıkmak isteyen yengeçler diğer yengeçler tarafından aşağıya çekilir ve böylece sepetten hiçbir yengeç çıkamaz.

Tek yengeç sepetten rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça çıkmak imkansızlaşır. Çünkü yengeçler birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler ve bir birine zarar verirler.

Yazılarımızda sunulacak söylenti veya deneme diyeceğimiz anlatılar kendi hayatımdan ve yakın çevremde gördüklerimden, yani birebir gerçek olaylardan tasvir edilmiştir. Anlatıları pekiştirmek adına yer yer veciz anonim anlatılar da kullanılacaktır. Herhangi bir kişisel amaç gütmemek adına kişi, yer ve kurum isimleri genel olarak kullanılmamıştır.

Anlatılan konularla herhangi bir yönlendirme amaçlanmadan okuyucunun yaşadığı benzer olayları kendi iç dünyasındakilerle özdeşleştirerek kendine bir ayna tutması amaçlanmıştır.

Son söz olarak, umuyoruz ki burada paylaşılacakları okuduktan sonra hayata bakış açınız olumlu olur. Geleceğinize ışık tutacak aydınlatıcı deneyim muhasebesi yapabilirsiniz. Hayatta her ne ile karşılaşırsanız karşılaşın yeis içinde olmazsınız. Çünkü sizi sizden öte gören ilahi bir adalet vardır.

 

Kendinle barışık olmak

Bir öneri olarak şunu vurgulamadan geçemeyeceğim. Lütfen hayatınızda affedici olunuz. Af edebilirseniz huzur bulursunuz. Biliyorum bazı kişileri af etmek zordur. Verdikleri acı ve ıstırap sizin unutmanıza el vermez. Yazılarımdaki tek öneri olarak şunu bir reçete olarak söylememe izin istersem: Affedemediğiniz bir kişiyi de lütfen affedin.

En azından elinizde olmadan bu dünyada muhatap olduğun bu kişiyi affedin ki yarınki ilahi adalet gününde hakkını almak için dahi olsa bu kişiyle yüzleşmeyesiniz. Merak etmeyin adalet şaşmaz ve illaki yerini bulur. Bunu o kişiye kötü bir şey olması adına değil, sizin için daha güzel şeylerin olabilmesi olarak değerlendiriniz.

Umarız bundan sonraki denemelerimizi keyifle okursunuz. Kendi hayatınızdaki benzerlikleri bulursunuz. Deneyimlerinizden kesitler alarak bu anlatıların size aydınlatıcı bir hayat haritası olmasını dileriz.

Amacım, hep inanarak yaşadığım ve her kişide var olduğuna inandığım kişinin kendine özgü potansiyel özgüvenini uyandırarak kişinin her an’ının faydalı olmasına aracı olmaktır.

Bilimsel bağlamda aşırı düzeyde geçmişe takılıp kalmak depresyona ve gelecekte olup olmayacağı ütopik ham hayallerle avunmaksa agresyona sebebiyet verebilir; o nedenle geçmişten ders alıp geleceğe vizyon oluşturmak adına içinde bulunulan veya hali hazırda eldeki imkanlarla an’ı değerlendirmek daha gerçekçi olacaktır.

Serbest Yazar Halil ŞEFİK
Serbest Yazar Halil ŞEFİK
Tüm Makaleler

  • 22.12.2021
  • Süre : 7 dk
  • 1658 kez okundu

Google Ads