Zırhlı Birliklerin Yükselişi ve Çöküşü
Hava hakimiyeti kuramayan veya en azından hava üstünlüğü sağlayamayan tarafın zırhlı birliklerinin hiçbir işe yaramadığı açık bir şekilde görülmüştü. Taarruz helikopterleri de zırhlı birliklerin hızla etkisiz hale getirilmesinde önemli bir rol oynamıştı.
Tankların Doğuşu:
Tanklar, ilk olarak 1. Dünya Savaşı’nda kullanıldı. Ancak henüz muharebe meydanlarında yeni ortaya çıkmışlardı. Bu yüzden, savaşın sonucu üzerinde önemli bir etkileri olmadı. Fakat bu silah, dikkatli gözlerden kaçmamış ve geleceğin muharebeleri için sahip oldukları potansiyel fark edilmişti. Bu konuda en ciddi çalışmaları Almanlar yaptılar. Almanlar, sadece tankların teknik özelliklerini geliştirmekle kalmadılar, tanklar için yeni doktrinler ve konseptler de geliştirdiler.
1. Dünya Savaşı, yıpratma muharebeleri şeklinde gerçekleşmişti. Bu durum, ateş ve hareket ikilisinden ateş gücünün harekete göre daha ön plana çıkmasına sebep olmuştu. Bu ise muharebeleri durağan bir hale getirmiş ve savaşın uzamasına sebep olmuştu. Bu durağanlığı kırmanın tek bir yolu vardı: Tel engelleri geçmek için fazla vakit kaybetmeyecek, dolayısıyla baraj ateşleri ve makineli ateşlerinden etkilenmeden hızla savunma mevzilerine ve hatta savunma hattı gerisine gidebilecek bir silah olan tankları kullanmak.
İşte bu temel düşünce çerçevesinde Almanlar, bir yandan tankların teknik özelliklerini geliştirdiler ve piyadenin tankların hızına uyum sağlamasına yardım edecek zırhlı araçlar imal ettiler diğer yandan da Yıldırım Harbi olarak isimlendirdikleri manevra konseptine dayanan yeni bir muharebe anlayışı icat ettiler.
Bu yeni anlayış, 2. Dünya Savaşı’nda etkinliğini kanıtladı ve Almanlar art arda kazandıkları muharebelerle rakip orduları hızla yenerek sınırlarını genişletmeye başladılar. Bu durum, diğer devletleri de daha çok tank ve zırhlı araç üretmeye ve bunlarla yeni zırhlı birlikler teşkil etmeye sevk etti. Bu anlayış savaş sonrasında da devam etti. Bunun sonucunda, Soğuk Savaş döneminde Varşova Paktı ile NATO ülkelerinin askeri güçleri nükleer silah sayılarından ziyade tank ve zırhlı araçlarla donatılmış birliklerin sayısı ile mukayese edilmeye başlandı.
Zırhlı Personel Taşıyıcılar:
Zamanla, muharebe meydanlarına yürüyerek giden piyade birlikleri neredeyse ortadan kalktı. Piyade birliklerinin tamamına yakını, zırhlı personel taşıyıcılar ve üzerine küçük çaplı bir top monte edilen zırhlı muharebe araçları ile teçhiz edildiler. Az sayıdaki piyade birliği de bu birlikleri taşımaya yetecek kadar tekerlekli araçla donatılarak motorize piyade haline dönüştüler. Yani, manevra kabiliyeti ve hareket üstünlüğü, savaş düşüncesinde ön plana çıktı. Bu durum, Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar devam etti. Hatta, Soğuk Savaş sonrasında da uzun bir süre askeri okullardaki taktik derslerinde kara kuvvetleri birliklerinin kuvvet mukayesesi hep tank ve zırhlı araç sayıları baz alınarak yapıldı.
Soğuk Savaş sonrasındaki ilk ciddi muharebelerin meydana geldiği Körfez Savaşı sırasında, bu durumun değişmek üzere olduğunun işaretleri ortaya çıkmaya başladı. Amerikan ordusunun kısa süreli ve kesin sonuçlu tek bir muharebe ile Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarması, daha doğrusu Kuveyt’teki Irak ordusunu tamamen imha etmesi bunun en açık göstergesiydi.
Bu büyük başarı, dünya ordularını yönetenleri, şapkalarını önlerine koyup yeniden düşünmeye sevk etti. İlk düşündükleri şey, hava sahasına hâkim olmanın ne kadar önemli olduğuydu. Çünkü hava hakimiyeti kuramayan veya en azından hava üstünlüğü sağlayamayan tarafın zırhlı birliklerinin hiçbir işe yaramadığı açık bir şekilde görülmüştü. Taarruz helikopterleri de zırhlı birliklerin hızla etkisiz hale getirilmesinde önemli bir rol oynamıştı.
Amerika’nın Irak’a yaptığı ikinci saldırı ise zırhlı birliklere dayalı klasik savaş anlayışında daha büyük bir yara açtı. Bu savaşta elektronik harp, propaganda, halkla ilişkiler, bilgi harbi gibi kavramlar askeri çevrelerde sıcak çatışmalardan daha fazla konuşulmaya başlandı. Harp Akademisi’nde okuduğum o dönemde, klasik Amerikan askeri anlayışının bir tezahürü olarak bu kavramların formülleştirilerek daha gizemli bir hale getirildiğini hatırlıyorum.
Teknolojik Gelişmelerin Ordulara ve Tanklara Etkileri:
Bu kapsamda önce C3, yani Command, Control, Communication (Komuta, Kontrol, Haberleşme) kavramının muharebelerdeki önemine vurgu yapılırken daha sonra harf ve üst sayısı giderek artırıldı. Sonuçta muharebe için en önemli kavramlar olarak C4ISR, yani Command, Control, Communication, Computers, Intelligence, Surveillance and Reconnaissance (Komuta, Kontrol, Muhabere, Bilgisayar, İstihbarat, Gözetleme, Keşif) şeklinde bir şablon oluştu.
Dünyanın gözü, bu alanlardaki teknolojik gelişmelerden ve bu gelişmelerin muharebe alanında kullanımından o kadar etkilenmişti ki sahada meydana gelen diğer gelişmeler çok fazla ilgi görmedi. Amerikan uçaklarının sığınak delici bombaları ve gemilerden atılan hassas güdümlü füzeler gibi muharebenin klasik boyutu olan silahlı şiddet olgusu ile ilgili uygulamalar bile çok yüzeysel olarak ele alınıyordu.
Halbuki, hassas güdümlü mühimmatın kullanımı, muharebelerin cereyanı üzerinde çok önemli bir etki yaratmıştı. Silahlı helikopterlerin zırhlı birlikler açısından ne kadar öldürücü silahlar olduğu her iki muharebede de açıkça görülmüştü. Uçakların konvoylara ve stratejik öneme haiz tesislere yaptığı saldırılar da oldukça önemliydi. Bunlar sadece teknolojik gelişmişlik açısından değil doktrinel açıdan da önemli bir fark yaratmıştı.
Ama nedense herkes, daha çok Irak tank ve zırhlı araçlarının teknik olarak Amerikalıların tank ve zırhlı araçlarına göre yetersiz olduğundan, Irak ordusunun eğitim seviyesinin yetersiz olduğundan, Irak komuta heyetinin yetersizliğinden ve hatta Arapların savaşmaktan anlamadığından bahsetmeyi tercih etti. Fakat savaş, çok iyi bir öğretmendir. Öğretim faaliyeti de henüz sona ermemişti. Hatta yeni başlıyordu.
Nitekim, Irak işgal edilip şehirler ele geçirilince herkes “bu iş bitti” derken hiç beklenmedik bir şey oldu. Irak’ta önce Sünni nüfus içinde sonra da güneydeki Şii Araplar içinde bir direniş hareketi ortaya çıktı. Bu direniş hem meskûn mahallerde hem de kırsalda hızla yayıldı. Amerikalılar ve İngilizler, her gün onlarca zırhlı araç ve asker kaybetmeye başladılar.
Karşılarında, doğru dürüst bir silahı olmayan ama bir türlü yok edilemeyen düzensiz gruplar vardı. Bu grupların tankları, uçakları veya helikopterleri filan yoktu. Hatta topları, havanları ve doğru dürüst tanksavar silahları bile yoktu. Bununla birlikte bu gruplar, zafiyetlerini avantaja dönüştürerek Amerikalılara ve İngilizlere saldırıyordu. Bunun için, ellerinde ne varsa onları kullanıyorlardı. Böylece, düzenli bir ikmal sistemine ihtiyaç duymayan bir mücadele şekli geliştirdiler.
Zırhlı Personel Taşıyıcılarının ve Tankların Kolay Hedef Haline Gelmesi:
Irak ordusu depolarından çalınmış piyade tüfekleri, makineli tüfekler ve çoğu modern tank ve zırhlı araç için pek ölümcül olmayan Rus yapımı RPG roketatarları kullandılar. Roketatarlar mevzilere, motorlu araçlara ve Amerikan ordusunun çok kullandığı Humvee araçlarına etkili oluyordu. Direnişçiler de bu silahları bu hedeflere karşı kullandılar. Ancak en başa çıkılmaz silahlar bunlar değildi. Başa çıkılması en zor olan tehdit, bugün bazılarının nasıl yapılabileceğini internetten bile öğrenebileceğiniz EYP (El Yapımı Patlayıcı)’ler idi.
Direnişçiler, Irak ordusunun talan edilen depolarından ele geçirdikleri klasik mayınları da kullandılar ancak Amerikan ordusuna en büyük kayıpları verdiren EYP’ler oldu. EYP’ler, ev ihtiyaçları için bakkala veya markete gittiğinizde satın alabileceğiniz, bazıları gıda maddesi olan günlük hayatta kullanılan malzemelerle yapılabiliyordu. Çok az para harcayarak bir torba gübre, biraz tuz, biraz şeker ve çay, evdeki radyo için birkaç pil ve havluya lamba çekmek için birkaç metre kablo alan her Iraklı direnişçi, milyon dolar değerindeki Amerikan ve İngiliz tankları ile zırhlı araçlarını imha edebiliyordu. Bu malzemelerle yakalanan biri, bunları evinin ihtiyaçları için aldığını söyleyebileceği için kimin neyi ne maksatla kullandığını bilmek de mümkün değildi.
Amerikalılar ve İngilizler aynı tecrübeyi Afganistan’da da yaşadılar. Bu durum, araç ve silahlarda bazı değişiklikleri de beraberinde getirdi. Örneğin klasik tırtıllı zırhlı personel taşıyıcılar yerine taktik tekerlekli hafif zırhlı araçlar orduların envanterlerinde her geçen gün daha çok sayıda görülmeye başlandı. Bunun birçok sebebi vardı. Ama ilk ve en önemli sebebi, tank ve klasik zırhlı araçların ekonomik olmayışıydı. Örneğin bir Amerikan M-I Abrahams veya İngiliz Challenger-2 tankının fiyatı, kıta yükü mühimmatı ve diğer teçhizatı ile birlikte 8-10 milyon dolar kadardır. Bir direnişçi, terörist veya herhangi biri 800-1000 liradan az bir para harcayarak EYP ile bu tankları etkisiz hale getirebiliyordu.
Tanklar ve Zırhlı Muharebe Araçlarının Barış Dönemi Sorunları:
Üstelik tanklar ile tırtıllı zırhlı personel taşıyıcılar veya zırhlı muharebe araçları klasik muharebeler dışında pek kullanışlı da değildi. Tırtıllı araçlar yolları tahrip ederek sürekli bir yol bakım masrafı çıkarıyordu. Araçların yakıt harcamaları, bakımları, onarımları da maliyetliydi. Palette tek bir bakla hasar görürse araç yürüyemiyor ve hedef olmaktan başka bir işe yaramıyordu. Palet arızalarında kısa süre içinde arızalı parçayı veya paletin kendisini değiştirmek ve yeterince yedek palet malzemesi taşımak da zordu.
Üstelik bu araçlar, meskûn mahaller ve dar yollarda kullanışlı da değildi. Dar sokaklara giremiyorlardı. Girseler bile tankların silahları dar sokaklarda sadece öne veya arkaya ateş edebiliyordu. Çünkü dar yollarda, namlunun dönmesine yetecek kadar alan yoktu. Sadece dar sokaklar değil, geniş yolların kenarlarındaki elektrik direkleri ve meskûn mahallerde kullanılan birçok şey namlunun dönüşü ile atış ve manevra kabiliyetini kısıtlıyordu. Meskûn mahallerdeki çok katlı binaların üst katlarındaki hedeflere tank topu ile ateş edilemiyordu. Tank ve klasik zırhlı araçların görüş mesafeleri de oldukça kısıtlıydı. Bu sebeple tank avcı timlerine karşı hassastılar.
Bu yüzden, Irak ve Afganistan harekâtı süresince, benim gözlemleyebildiğim kadarıyla, Amerikan ve İngiliz orduları tankları ve ZPT/ZMA’ları daha çok üs bölgelerinde emniyet maksadıyla toplu halde tutarken sahada daha çok zırhlı taktik tekerlekli araçlar kullandılar. Bu durum, çoğu ülke ordularını da etkiledi. Örneğin 2. Dünya Savaşı’ndan beri herhangi bir askeri harekata katılmayan Alman ordusu, barışı destekleme harekatlarına katılmaya başlayınca çok sayıda taktik tekerlekli zırhlı aracı envanterine kattı.
Gürcistan İşgalinin Rus Zırhlı Birliklerine Etkileri:
2008 yılında bu eğilim büyük bir sarsıntı ile karşı karşıya kaldı. Çünkü bu yıl, tankların ve klasik zırhlı araçların ruhu adeta yeniden uyandı. Buna, Rusya’nın Gürcistan’a taarruz ederek büyük bir alanı kısa sürede ele geçirmesi sebep oldu. Rus ordusu, Gürcistan’a soğuk savaş döneminin klasik zırhlı birlik yapılanması ile ve Sovyet doktrini ile taarruz etti. Bu taarruz karşısında Gürcistan ordusu, hiçbir direnç gösteremeden geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu durum, özellikle Rusya’da bir yanılsamaya sebep oldu. Burada elde ettiği kolay ve maliyetsiz başarı, Rus ordusunun zamanın ihtiyaçlarına göre doktrinlerde değişiklik yapmamasına sebep oldu. Ordunun zırhlı birlik temelli teşkilat yapısı da neredeyse hiç değiştirilmeden Soğuk Savaş dönemindeki şekliyle korundu. Öte yandan, Gürcistan işgalinin ilk günlerinde Batı dünyasında, Rusya’nın bir tehdit olmaktan çıktığına dair yerleşmiş düşünce sarsıntı geçirdi. Ancak Rusya, Azerbaycan’dan Avrupa’ya giden doğal gaz boru hattı ve Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattına gelmeden durunca, batılı ülkeler kulaklarının üstüne yatmayı tercih ettiler. Çünkü Gürcistan, Avrupa’ya çok uzak bir Kafkas ülkesiydi ve bu küçük ülke için Rusya ile gerginlik yaşanmasına gerek görmediler.
Avrupa, bunun hata olduğunu ancak 2014’te Kırım’ın işgalinden sonra anladı. Turuncu Devrim ile iktidarını kaybeden Ukrayna Başkanı’nın iktidarının son günlerindeki talebi üzerine Rus zırhlı birlikleri hızla Kırım’ı işgal etti. Bu durum hem Rusya’da hem de Avrupa’da tank ve tırtıllı zırhlı araçlara dayalı klasik ordu teşkilatlanmasının hala işe yaradığı izlenimi yarattı. Bunun üzerine Avrupa ve özellikle de NATO ülkelerinde klasik tank ve zırhlı birlik ağırlıklı ordu düzenine tekrar dönülmesi gündeme geldi. Almanya gibi 2. Dünya Savaşı sonrasında ordusunu büyütmemek üzere anayasa ve yasal düzenlemeler yapan bir ülke bile savunma harcamalarını ve tank sayısını artırmayı planlamaya başladı. Almanya’nın bu düşüncesi eylem aşamasına geçemedi fakat Sovyetler Birliği’nden ayrılmış olan ve Rus tehdidini enselerinde hisseden Doğu Avrupa ülkeleri, ordularını Rus ordusu gibi zırhlı birliklerden oluşacak şekilde geliştirmeye başladılar.
Ancak, bundan sonra meydana gelen gelişmeler, bunun çok mantıklı olmadığını çünkü tankların ve zırhlı araçların başında karanlık bulutların belirmekte olduğunu gösterdi. Bu konuda ilk acı tecrübeleri yaşayan ülke Türkiye oldu. El Bab operasyonunda Türk ordusu, çok şiddetli bir direnişle karşılaştı ve bu direniş sebebiyle ciddi miktarda tank ve zırhlı araç kaybetti. Kayıpların en önemli müsebbibi, Rus yapımı yeni nesil tanksavar silahları idi. Omuzdan veya sivil pikaplarla taşınabilen ayak üzerinden atılan bu tanksavar silahları, Suriye ordusuna da çok sayıda zayiat verdiriyordu. Bununla birlikte Suriye, asıl darbeyi farklı bir yerden ve farklı bir silahtan aldı.
SİHA’lar ve Tanklar:
Muhtemelen Rus uçaklarının saldırısı sonucunda Türk ordusu önemli miktarda zayiat verdi fakat olayın sorumluluğu Suriye’nin üzerine kaldı. Rusya sayesinde varlığını sürdüren Esat rejimi de buna ses çıkaramadı. Bunun üzerine Türkiye, Suriye’ye karşı cezalandırma saldırıları yapmaya karar verdi. Rusya tarafından kontrol edilen Suriye hava sahasında Rus uçakları ile çatışmaya sebep vermemek için bu saldırıyı hava kuvvetleri uçakları veya kara kuvvetleri birlikleri ile yapmadı. Bunun yerine SİHA’lar kullanıldı.
SİHA’lar Türkiye’de icat edilmiş silahlar değildi. Önce bir platformdan atılan ve topçu ileri gözetleyiciliği için kullanılan dronlar bulunmuş ve Amerikan yapımı bu araçlar Türk ordusunca da daha Soğuk Savaş döneminde kullanılmaya başlanmıştı. Sonra, bu günkü anlamda İHA’lar üretilmiş ve ardından bunlara silahlar takılarak SİHA’lar üretilmişti. Türkiye, İsrail’den kiraladığı ve satın aldığı bu SİHA’ları, terörle mücadelede kullanmıştı. Daha sonra Türk devlet havacılık şirketi ve ardından da özel bir şirket tarafından özgün SİHA’lar geliştirilmişti.
Bu SİHA’lar, o zamana kadar daha çok nokta operasyonlarında kritik hedeflerin vurulmasında ve teröristlere, yani personele karşı kullanılmıştı. Türkiye belki de acil ihtiyaçtan kaynaklanan bir refleksle dünyada ilk defa yeni bir SİHA doktrini ortaya koydu. Bu doktrin gereğince SİHA’lar, kitlesel olarak ve Hava Kuvvetleri uçakları gibi kullanıldılar. Türk SİHA’ları günler boyunca açıkta gördükleri tüm Suriye hedeflerini vurdular. Bu uygulamadan en çok tanklar ve zırhlı araçlar etkilendi. Rus hava savunma silahları ve sistemleri SİHA’lara karşı etkili olmadılar. Bu sebeple Türk ordusu çok sayıda Suriye tankı, zırhlı aracı ve motorlu aracı ile top ve hava savunma silahını başarıyla imha etti.
Bu SİHA taarruzları o kadar etkili oldu ki, Suriye tankları ve araçları yok olmaktan kurtulmak için köprülerin altına ve hatta binaların zemin katlarına saklamaya çalıştılar fakat kurtulamadılar. Benzer bir başarı Libya’da da tekrarlandığından, bütün dünya ordularında görev yapan askeri otoriteler dikkat ve hayretle bu SİHA mucizesini takip etmeye başladılar. Rusya, kendi ürettiği tankların, zırhlı araçların ve silahların vurulması ve acınacak duruma düşmesi sebebiyle bu başarıyı küçümsemeye ve kendi savunma sistemleri karşısında SİHA’ların aynı başarıyı gösteremeyeceğini iddia etmeye çalıştı ama pek inandırıcı olamadı. Çünkü vurulan tüm hedefler inkâr edilemez şekilde görüntülü olarak internette yayınlanıyordu.
Rus iddialarının doğru olmadığının kesin olarak ispatlanması uzun sürmedi. Karabağ muharebesi öncesinde Azerbaycan, Türkiye ve İsrail’den çok sayıda SİHA satın almıştı. Ermenistan ise gerek ekonomik imkanlarının kısıtlı olması gerek dünyada olup bitenleri iyi okuyamaması sebebiyle aynı şeyi yapmamıştı. Bunun bir sebebi de Ermenistan’ın Azerbaycan ordusuna göre çok daha fazla tank ve zırhlı araca sahip olmasının zafer kazanmak için yeterli olacağı ve Rusya’nın dediği gibi Ermenistan’daki hava savunma sistemlerinin SİHA’ları etkisiz hale getirebileceği hikayesine inanmasıydı.
Ermenistan Ordusu Tank Gücüne Güvendi:
Aslında Ermeniler, klasik bir bakış açısıyla pek de haksız değillerdi. Çünkü, Azerbaycan’ın Karabağ’da imha ettiği ve ele geçirdiği tank ve zırhlı araç sayısına bakıldığında da görüleceği gibi Ermenistan’ın elindeki tank ve zırhlı araç sayısı, sadece küçük Ermenistan ordusu için değil dünyadaki birçok ordu için bile çok fazlaydı. Bunun bilincinde olan Ermenistan, bu üstünlüğüne güvenerek “yeni savaşlar, yeni topraklar” adıyla saldırgan bir stratejiyi uygulamaya koyduğunu ilan etmekten çekinmemişti. Ayrıca, Azerbaycan’ı tehdit ederek “yeni bir savaş çıkarsa iki-üç günde Bakü’ye gireceklerini” iddia ediyorlardı. Ancak savaş başlayınca, kazın ayağının öyle olmadığını anlaşıldı.
Rus ordusu tarafından donatılan ve eğitilen Ermeni ordusu, klasik Sovyet doktrinine göre üç kademe halinde tertiplenmiş ve bir seri direnek noktaları şeklinde hazırlanmış savunma hatlarında kendinden emin bir şekilde muharebeye girdi. Tank ve zırhlı araçlarını da hazırlanmış mevzilerde savunmayı destekleme ve karşı taarruz için konuşlandırmıştı. Ermeni ordusunun teşkilat yapısı, zırhlı birlik ağırlıklıydı. Azerbaycan ordusu ise özel kuvvetler, komando birlikleri ve piyade birliklerinin ağırlıklı olduğu bir kuvvet yapısıyla muharebeye girdi.
Kısa süre içinde, tank ve zırhlı araçların hiçbir işe yaramadığı ortaya çıktı. Çünkü bölge dağlık ve meşelik olduğundan zırhlı birliklerin hareket kabiliyeti ve manevra imkanlarından yeterince yararlanılamıyordu. Öte yandan Suriye ve Libya’daki uygulamalardan ders alarak bu bilgileri muharebe sahasına yansıtan Azerbaycan ordusu, SİHA’larla daha ilk günden itibaren tespit edilen tüm tank, zırhlı araç, motorlu araç, top, havan ve füzeleri vurmaya başladı. Bu taarruzlar o kadar etkili oldu ki, Ermeni askerleri vurulacakları korkusu ile tank, zırhlı araç ve motorlu araçlara binmeye cesaret edemediler. Bu sebeple, Azerbaycan ordusu çok sayıda hasar görmemiş tank, zırhlı araç ve motorlu araç ele geçirdi.
Bu gelişmeler, Ukrayna ordusu ve bu orduyu eğiten İngiltere ve ABD tarafından yakından takip ediliyordu. Ukraynalılar, bu muharebeden çıkardıkları derslerle yeni gelişmelere uygun silahlar temin ettiler. Ordularını da buna göre piyade ağırlıklı olarak teşkilatlandırdılar. Ordu, klasik harp anlayışı yerine yıpratma muharebeleri verecek şekilde konuşlandırıldı. Ruslar ise, ya güçlerine aşırı güvenin verdiği kendini beğenmişlik yüzünden veya durumu tam kavrayamadıklarından silah, araç, teşkilat, doktrin ve konseptlerde herhangi bir değişiklik yapmadılar. Sadece, birliklerini tank, zırhlı araç ve lojistik faaliyetler için kullanılan tekerlekli araçların karışımından oluşan tabur grupları şeklinde muharebe için teşkilatlandırdılar.
Bu anlayışla, manevra konseptine göre bir planlama yapan ve kısa sürede tüm Ukrayna’yı ele geçirecekleri yanılsamasına yenik düşen Rus ordusu, muharebe başlar başlamaz büyük bir sürprizle karşılaştı. Havadan, karadan, zeminden, yani her yönden maruz kaldıkları saldırılarla çok sayıda araç ve personel kaybetmeye başladılar. Kısa süreli ve kesin sonuçlu muharebelere bel bağladıklarından olsa gerek, lojistik planlamalarını da doğru dürüst yapmadan muharebeye giren Rus ordusu, günlerce ana yollar üzerinde ne yapacağını bilemez bir şekilde oyalandı. Bu durum, Ukraynalılara saldırılarını artırma yönünde cesaret verdi.
Rusya; Ukrayna’da Tanklarının Kullanamadı:
Sonuç Rusya için hüsran oldu. Bunun üzerine, kuzeydeki birliklerini geri çekmek zorunda kaldılar. Kuvvetlerini, güneyde daha dar bir alanda topladılar. Çeçen ve İnguş gibi çeşitli Kafkasya halklarından piyade askerlerini sahaya sürdüler. Zırhlı birlik temelli teşkilat yapılarında değişikliğe gittiler. Özel kuvvetlerini sahaya sürdüler. Ancak artık olan olmuştu. Azerbaycan’ın Ermeni tank ve zırhlı araçlarından Bakü’de yaptığı savaş müzesinde olduğu gibi artık binlercesi imha edilen Rus tank ve zırhlı araçlarının bir kısmı da Kiev’deki müzede yerlerini almıştı.
Ruslar, strateji, taktik ve teknikleri ile teşkilat yapılarında kısmi değişiklikler yaparak güneyde, ağır bedeller karşılığında bazı başarılar elde etmeye başladılar. Tank ve zırhlı araçlarını şehirlere yalnız başına sokmaktan vaz geçtiler. Ancak, hala her gün çok sayıda tank ve zırhlı araç kaybettiklerine dair bilgiler basın organlarında çıkmaktadır. Ruslar, zorunluluktan kaynaklanan kısmi değişikliklerle hareket etmeye devam ettikçe, verdikleri zayiatlar artarak devam edecek gibi görünmektedir. Çünkü tank ve zırhlı araçlar, her yönden ve kompleks saldırılara maruz kalmaktadır. Bu saldırılara karşı yeni doktrin, konsept, taktik ve teknikler geliştirmedikçe, saldırıların önlenmesi mümkün görünmemektedir.
Bir sonraki yazımızda, Rus ordusunun maruz kaldığı bu saldırılar incelenecektir.