Site İçi Arama

savunma

Celal GÜNGÖR Anlatıyor: Kıbrıs Krizi, Sapan ve Çakıl Taşları

Jetlerimiz Kıbrıs üzerinde alçak uçuşlar yapmayı sürdürüyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U-Thant, Rumları suçluyor. Deniz Kuvvetlerimiz Girne açıklarında. Genelkurmay Başkanı Cemal TURAL, gençlere, "Hareket hâlindeyiz." diyor.

Emekli Hava Pilot Kurmay Albay Celal GÜNGÖR (günümüzün meşhur profesörü Celal GÜNGÖR Hoca ile akrabalığı var mı yoksa sadece bir isim benzerliği mi var, bilemiyorum), 1967 yılında, Kıbrıs Krizi nedeniyle yaşanmakta olan ikili görüşmelere, iki ülke arasındaki gerginliğe değiniyor. Kendisi o sırada İzmir’de Çiğli’de uçuş okulunda uçuş hocalığı yapan genç bir yüzbaşı. Kendisinin vaktiyle kaleme aldığı bir hatırasını size aktarmak istiyorum. Yazının akışı içinde ufak eklemeler, girdiler haricinde orijinal halini korumaya çalıştım.

Kıbrıs Krizi, Türk-Yunan Gerginliği

Yıl 1967. Yılın ikinci yarısı boyunca Kıbrıs konusunda Yunanistan'la aramız yine gergin mi gergin bir hava var. Halkımız, Ordumuz, hep birlikte savaş ha çıktı ha çıkacak diye bekliyoruz. O günlerde kaydedilen bazı önemli olayları size sıraladıktan sonra size, Hava Harp Okulu 1957 devresi bir arkadaşımızın ilginç “buluşunu” anlatacağım.

18 Temmuz: Kıbrıs'ta bulunan İngiliz üslerinin Türkiye'ye devredilmesiyle bunalımın çözüleceğine ilişkin İngiliz teklifi ortaya atılıyor.

10 Eylül: Dedeağaç'ta Türk-Yunan görüşmeleri 13,5 saat sürüyor; DEMİREL ve KOLLIAS bir sonuç alamıyor.

1 Kasım: Türk Cemaat Meclisi Başkanı Sayın Rauf DENKTAŞ'ın 21 Ekim günü Kıbrıs'a çıktığı ve 31 Ekim’de yakalandığı öğreniliyor. Geri verilmesini istiyoruz.

6 Kasım: ABD, Rauf DENKTAŞ'ın tahliyesini istiyor.

12 Kasım: DENKTAŞ'ın tutukluluğunun kalkması için mitingler düzenleniyor, Ankara ve İstanbul'da gençler polisle çatışıyor. Sayın DENKTAŞ bırakılıyor ve yurdumuza dönüyor.

16 Kasım: Kıbrıs'ta Rumlar, yirmi dört Türk'ü şehit ediyor. Gençler, sokaklarda, Başbakana hitaben, "DEMİREL istifa!" diye bağırıyorlar. Ankara müdahaleye karar veriyor.

17 Kasım: TBMM, on sekiz saat süren bir gizli oturum yapıyor. Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, Türk Silahlı Kuvvetlerini kullanma yetkisi veriyor: Evet 432, boş 2, hayır 1.

18 Kasım: Jetlerimiz Kıbrıs üzerinde alçak uçuşlar yapmayı sürdürüyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U-Thant, Rumları suçluyor. Deniz Kuvvetlerimiz Girne açıklarında.

Genelkurmay Başkanı Cemal TURAL, gençlere, "Hareket hâlindeyiz." diyor.

ABD Yine Devrede

20 Kasım: JOHNSON, "NATO'ya ait silah, araç ve gereçleri kullanmayın." diye bir mektup daha gönderiyor. Kalabalık mitingler sürüyor, Yunanistan isteklerimizi kabul etmiyor.

23 Kasım: Hükümet, “Kararlıyız!" duyurusunu yapıyor. Jetler Kıbrıs üzerinde. Birlikler Sınırlara doğru kaydırılıyor.

26 Kasım: Gerginlik yumuşar gibi oluyor.

28 Kasım: Gerginlik yeniden artıyor. Deniz Kuvvetleri, Kıbrıs karasularına giriyor ve orada kalmadan geri dönüyor. Mesaj açıkça verilmiş oluyor.

29 Kasım: Yunanistan, Kıbrıs'a ilişkin şartlarımızı kabul ediyor. Bunalım gideriliyor, Yunan Ordusunda ilan edilen alarm da böylece kaldırılıyor.

Yunanistan’da Askeri Darbe Yapılıyor

Her şey düzeliyor derken bu sefer de Yunanistan karışıyor. Türkiye’nin resmi muhatabı Yunan Hükümetine karşı darbe yapılıyor, hükümet düşüyor.

13-14 Aralık: Yunanistan'da askerî darbe... Kral Konstantin, Roma'ya kaçıyor. Cunta kuruluyor.

29 Aralık 1967: Kıbrıs'ta geçici Türk yönetimi ilan ediliyor. Uyulması gereken on dokuz prensip açıklanıyor.

Buraya kadar sizi yormuş olabilirim. Gençliğimizde yaşadığımız ciddi olaylardan birinin çok kısa özetini verdim. Bağışlayın; ama bitmedi.

Tüm Ege Sahillerini Eğitim Uçaklarıyla Dolaşıyoruz, Göz Keşfi Yapıyoruz

Kıbrıs bağlamında büyük bir gerginlik yaşanırken, Yunanistan’da darbe olmuşken, görev yaptığım İzmir bölgesindeki askeri meydanlarda (Gaziemir, Cumaovası ve Çiğli) haliyle büyük hareketlilik var. (Gaziemir ve Cumaovası, bir bütün olarak şimdiki Adnan Menderes Havalimanı’nın bulunduğu bölgede faaliyet gösteren iki askerî meydandı).

O günlerde radarlarımız güneydeki ve batımızdaki hava hareketlerini izleyemiyor. Yunan, NATO'da müttefikimiz ya, düşman ise kuzeyimizde. Radarlarımız, kuzeyi görüyor. Tüm odağımız kuzeye dönmüş vaziyetteyken, Yunan’a ayıracak radarımız yok. İnsan, müttefikini takip edecek ise, o nasıl müttefiklik olabilir, değil mi? O da başka bir konu tabii ki.

Geçmişte büyüklerimiz öyle konuşlandırmışlar. Bu eksikliği nispeten giderebilecek, azaltabilecek çarelerden biri olarak gün doğumu-gün batımı arası 15 dakika ara ile Gaziemir ve Cumaovası Meydanları kalkışlı olacak şekilde, alçak irtifadan göz keşfi yapıyoruz, olası düşman hareketliliğini tespit etmeye çalışıyor. Gidiş irtifamız 400 feet, dönüş irtifamız 500 feet. Tüm sahil boyunca gidip-geldiğimiz bir profil uçuşu bu.

Rotamız, Ege sahillerimiz ile Ege Adaları arasından, güneyde Kaş-Meis Adası'na, kuzeyde Bababurnu-Midilli Adası'na kadar uzanıyor.

Çiğli’de pilotaj eğitimi veren uçuş hocalarıyız. Keşif dediğime bakmayın. Elimizde teknolojik hiçbir şey yok. Sadece gözle görmeye çalışıyoruz. Uçaklarımız da savaş uçakları değil haliyle. Eğitimlerde kullandığımız T-6 ve T-34A Mentor uçaklarına binerek, uçuş okulunda görev yapan uçuş öğretmenleri olarak sırayla bu uçuşları yapıyoruz.

Uçmayı seviyoruz. Verilen görev de çok yorucu değil. Keyifli de. Biz havada uçarken bize engel olmak, rotamızdan alıkoyacak hareketler yapmak isteyecek herhangi bir Yunan tayyaresinin gelme ihtimaline karşı elimizde hiçbir şey yok. Silahsız ve korkusuz uçuyoruz yani. Ama uçuşa hevesimiz var. Başka bir şey de aklımıza gelmiyor. Ne zamana kadar gelmiyor? Sevgili arkadaşım İlhan BAŞIM, duruma el koyana kadar.

Bir akşam, uçuş sonrası yaptığımız toplantı esnasında İlhan, söz istedi:

“Efendim, varsayın ki bir Yunan uçağını gördüm. O da beni gördü. Kaçacak mıyım?”

(Cevabını kendisi verdi!)

“Tabii ki, Hayır!..” Devam etti.

“(Düşmanla) göz göze geldik ya da it dalaşına girdik; herifin uçağı silahlı ya da değil. Hadi Komşu, sen yoluna ben yoluma mı diyeceğim? Onu biçmekten başka ne yapabilirim?” (İlhan zor sorular soruyor. Hepimizin bildiği ama düşünmek istemediği şeylere parmak basmaya çalışıyor.)

“Efendim, indim ya da atladım boş bir araziye. Benim yurdum ise sorun yok... Onun yurdu ise ne ile kendimi savunacağım?..”

Ve kısa bir duraklamadan sonra:

“Efendim, ben iki durum için de çözüm buldum!”,

Diyerek yüzünde bildiğimiz tebessümü ile alt ceplerinden avuç avuç çakıl taşları çıkardı; masanın üzerine koydu. Bir de sapan... Sapanın çatalı harika, lastikleri oto iç lastiğinden özenle kesilmiş, meşini ise gerçek meşin. Ne yalan söyleyeyim, ben de çocukluğumda hep böyle bir sapanım olmasını isterdim. İlhan anlatırken ben de o çocukluk günlerime gidiverdim.

Kendisi sapanı çıkardığında, tebessüm ve hayretle bakakaldık İlhan’a. O heyecanla devam etti sözlerine:

“Ben bununla hem havada hem yerde kendimi savunurum!”, diyordu.

İlhan’ın bu tavrı en azından biz pilotların kendilerini güvende hissetmeleri için bir adım atılmasını beraberinde getirdi. Üs Komutanlığı tedbir almaya çalıştığı.

Ertesi günü sabah brifinginde tüm pilotlara Smith Wesson marka tabanca dağıttılar. Üstündeki mermi ne kadarsa o kadar mermisi ile, daha fazlası yok yani... Birer de dürbün...

Tabancaların dağıtılmış olmasına rağmen, bizim İlhan BAŞIM sapanını, sanıyorum o harekât süresince hiç bırakmadı.

Bunu bildiğim için bir gün kendisine bir gördüğümde takıldım. "İlhan, Tabanca yanında mı?" diye sordum. Bana cevaben:

"Celal GÜNGÖR! Tabanca ile kuş avlanmaz." demişti.

Dr. Hüseyin Fazla
Dr. Hüseyin Fazla
Tüm Makaleler

  • 27.06.2023
  • Süre : 4 dk
  • 1330 kez okundu

Google Ads