Dini Yapıların Tüzel Kişiliği Sorunu
İnanç toplumsallaştığı anda potansiyel olarak tehlikelidir. Bu inanç maddi çıkarlarla birleştiğinde çok daha fazla tehlikeli hale gelir. Burada maddi çıkardan kasıt sadece parasal değer değil, maddi anlamda haz duygusuna aracılık eden her türlü çıkarı tanımlamak için kullanılmıştır. Toplumsallaşan inanç karşıtlık üretir.
Sevgili dostlar genel olarak inanç, zihnin bir durumunu ifade eder. Bilginin yetersiz olduğu durumda inanç, çok güçlü bir bağlılık yaratır. Bilgi ne kadar azsa inancın o kadar güçlü olması beklenebilir. Toplumsal yapının şekillenmesinde/şekillendirilmesinde inanç üzerinden kurgulanan bağlılık, sadece devlet adını verdiğimiz siyasal örgütün tanımlanmış alanında var olan bir unsur değildir. Sivil toplum içerisindeki örgütlenmelerde görülebildiği gibi, siyasal partilerde de görülebilmektedir. Daha da fazlası, bu bağlılığın hukuksal alanın dışında kalan örgütlenmelere konu olabilmesidir. Tüzel kişiliği olan örgütler açısından hukuksal olarak bir sorun görünmemektedir. Bu tüzel kişiliklerin nasıl kurulup, nasıl ortadan kalkacağı, uyması gereken kuralların neler olacağı, kurallara uymadığında hangi müeyyidelerle karşılaşacağı açıkça bellidir. Devletin tüzel kişiliği olan bu örgütlerle ilişkilerinin nasıl olacağı da hukuksal olarak belirlenmiş bir çerçevede tanımlanmıştır. Ancak hukuksal varlığı olmayan örgütlerin durumu devletin kurumsal yapısı açısından oldukça sorunludur.
Sivil toplum örgütlerinin hepsinin mutlaka bir tüzel kişiliği vardır. İnsanları bu tüzel kişilik bünyesinde bir araya getiren duygu, derneğin amaçlarını gerçekleştirmenin topluma faydalı olacağına ilişkin inançtan kaynaklanmaktadır. Tüzel kişiliğin bir sonucu olarak, devlet tarafından bütün örgütlü yapıların denetlenebilmesi, kanunlara uygun hareket etmelerinin sağlanması anlamında bütün örgütler kontrol edilebilmektedir. Bir dernekte zimmetine para geçiren bir yöneticinin bu suçunun tespiti mümkündür ve karşılığında hukuki müeyyideler devreye girer. Ancak tüzel kişiliği olmayan örgütlü yapılar, kontrolü mümkün olmayan ya da çok zor olan yapılardır. Bu yapıların içerisinde hukuksal anlamda suç teşkil eden fiillerin ortaya çıkması ancak örgüt içindeki iletişimde sorun yaşanması durumunda mümkün olabilmektedir. Yani işlenen suçlara karşı, tüzel kişiliği olmayan yapılarda koruma kalkanları örülebilmektedir ve toplumun işlenen suçlardan haberi olmamaktadır. Şimdi tüzel kişiliği olan ve olmayan yapılar hakkında konuyu biraz açmaya çalışalım.
Dernekler Açısından Durum Nasıldır? (1)
İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü, Türkiye’de kurulmuş bütün derneklere ilişkin verilere sayfasında yer vermektedir. Türkiye’de 308.897 dernekten 101.766 adedi halen faal durumda olup diğerleri münfesih derneklerdir. Faal olan derneklerin faaliyet alanlarına göre dağılımına bakıldığında birinci sırada 38.282 (%37,62) mesleki ve dayanışma derneklerinin olduğu görülmektedir. İkinci sırada ise 17.985 (%17,67) derneğin dini hizmetlerin gerçekleştirilmesine yönelik faaliyet gösteren dernekler öne çıkmaktadır. Bilindiği üzere ülkemizde din hizmetlerinin kamu hizmeti boyutunda yürütülmesinden sorumlu bir kurum vardır. Birçok üniversitenin araştırma bütçesinden yüksek bir bütçeye sahip bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, hangi hizmette yetersiz kaldığı için bu alanda dernekleşmeye yönelim olmuştur? Bunlar toplumsal olarak açıklanması gereken konulardır. Yerine göre bir sivil toplum örgütü, kamu hizmetinin sunum usullerinden biri olarak faaliyet gösterebilir ama devletin kurumunun hangi alanda yetersiz kaldığının bilinmesi gerekir.
Dernek sayıları incelendiğinde toplumsal yapı hakkında fikir sahibi olmak imkânı da bulunabilmektedir. Hak ve savunuculuk alanında faaliyet gösteren derneklerin oranı % 1,49; çevre doğal hayat hayvanları koruma derneklerinin oranı %2,64’dür. Sadece bu rakamlar bile toplumdaki ilginin nereye yöneldiğini göstermesi açısından önemlidir. Bu durumun aynı zamanda toplumun bilgi düzeyi ile de ilgisi olduğunu söyleyebiliriz. Bilgi düzeyi düşük toplumlarda inançların rolü diğer toplumlardan daha fazla belirleyici olabilmektedir. Bir dernek neden kurulur? Derneği kuran insanlar, örgütlü bir yapı içerisinde kendi düşüncelerinin kamu politikalarına/kamu yönetimine yön vermesini isterler. Konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamayacağı, Dernekler Kanunu 30. Maddede belirtilmiştir. Yani dernekler ortak amaçları gerçekleştirmek için kurulur. Dini hizmetleri ortak amaç görerek kurulmuş derneklerin oranı, mesleki ve dayanışma derneklerinin ardından ikinci sırada ise, burada hangi ortak amacın gerçekleştirilmek istendiği sorgulanmalıdır. Bireyin inanç alanında olan bir konunun hangi anlamda ve ne ölçüde toplumsal bir sorun olarak görüldüğü mutlaka açıklanmalıdır. Belirli bir alandaki hak mücadelelerinin toplumsal alanda önemli bir karşılığı vardır. Buna karşılık toplumda bu düşünceye yönelim, dini hizmetler alanında dernekleşmeye olan yönelimin onda biri kadar bile olmuyorsa, toplumda bunun iki sonucu olur. Birincisi, bu toplumda hak ve özgürlükler konusunda bilinç ve farkındalık oluşması çok zorlaşır. İkincisi, inanç temelli yaklaşımların tanımladığı bir alanda sunulan hak ve özgürlüklerle yetinme eğilimi öne çıkar.
Elbette her ne olursa olsun, tüzel kişiliği olan yapılar, kanunlara uygun olarak faaliyet göstermek zorundadırlar ve bunun kontrolü mümkündür. Bu yönüyle hangi amaçla kurulmuş olursa olsun derneklere karşı bir suçlama yöneltmek özgürlükçü bir davranış olmaz. Biz sadece toplumsal yönelim konusunda bir takım sonuçlara varmaya çalışıyoruz. Bu sonuçlara karşı yapılabilecek olanlar ise sonuçların kamusal bir sorun olarak kabul edilmesi neticesinde kamu politikası süreçlerinin başlatılması ile mümkündür. Bunun yanında, derneklerin denetimi konusunda siyasal iktidarın politikalarının etkisinin hissedilmesi gibi bir sorunun varlığından da söz etmek gerekmektedir. Kendi siyasal çizgisine uygun görmediği dernekler üzerinde denetim yetkisini en ağır biçimiyle kullanan bir iktidarın, gelişmesine ve yayılmasına sıcak baktığı dernekler üzerinde aynı yetkileri kullanmaması, devlet imkânlarının iktidar tarafından kötüye kullanılmasına işaret eder. Bunun sonucunda siyasal iktidarlar, kendi politikaları açısından tehdit olarak gördüğü alanlarda dernekleşmeyi bodurlaştırır. Bunun bilinçli bir tercih olmadığını söylemek mümkün değildir. Çünkü örgütlü sivil toplum üzerinden yönetsel olan bütün faaliyetlerin meşruiyeti için bir temel inşa etme çabası söz konusudur. Buraya kadar ifade ettiklerimizi özetlersek, devlet, siyasi iktidar ve sivil toplum birbiriyle ilişkide olan ve birbirini denetleyen yapılar olursa, toplumsal faydanın sağlanması mümkün olabilir. Aksi halde, burada siyasi iktidarın yozlaşması ve devlet gücünü çıkar için kullanmasının yolu açılır. Ama burada sivil toplum örgütlerinin var olmasını sağlayan toplumsal koşulların iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde sağlıksız sivil toplum örgütleri siyasi iktidarların yönetsel meşruiyetinin bir aracı olmaktan öteye gidemez. Yani bir ülkede savunulması ve korunması gereken gerçek değerlerin (hakların, çevrenin, yaban hayatının, diğer canlıların) marjinalleştiği, inançlara dayalı değer yargılarının belirleyici olduğu bir düzen ortaya çıkar. Burada değerlerle değer yargıları arasına net bir ayrım koyduğumuzun görülmesini isterim. Zira değer yargılarının sübjektif olduğu ve toplumda bölünmeye hizmet eden yanlış bilinç oluşturabildiği akıldan çıkarılmamalıdır.
Cemaat Yapılarının Yarattığı Sorunlar Nelerdir?
Cemaatler, ilişkilerin kişisel olarak, inanç ve güven temelinde belirlendiği yapılardır. Bu nedenle kurumsallaşma olgusunun öncesini ifade ederler. Elbette burada kurumsallaşma ifadesinden hukukun belirleyiciliğinin ve gayrı şahsi ilişkilerin artması anlaşılmalıdır. Cemaatler, kurumsallaşması yüksek toplumlarda tüzel kişiliğe sahip, devlet adını verdiğimiz siyasal örgütlenme biçimi karşısında tehdit oluşturmayan ancak belirli kesimlerin dayanışma ve inanç temelinde bir araya geldiği yapılardır. Ancak kurumsallaşması yeterli aşamaya gelememiş toplumlarda cemaat yapıları, yasalara karşı gizlilik ve kayıtsızlık temelinde örgütlenen, devletin siyasal işlevleri için her an tehdit oluşturabilme potansiyeline sahip kontrol dışı yapılardır. Öyle ki, bu yapılar siyasette belirleyici olabilecek toplumsal gücün yanında, organik olarak bağlantılı görünmeyen büyük bir ekonomik güce de sahip olabilmektedirler. Bu tür cemaatlerde zaman zaman kendi bünyesinden çıkan tüzel kişiliğe haiz yapılar kurulabilmektedir. Burada iki faktör etkili olmaktadır; toplumsal olarak gizlenmesi mümkün olmayan faaliyetlere yasallık kazandırmak, cemaatin ekonomik gücünü koruyacak vakıflar kurarak olası kayıpların önüne geçmek.
Özellikle dini cemaatlerle ilişkili vakıflarda cemaatlerin tüzel kişiliği olmadığından, tüzel kişiliğe sahip vakıfla cemaat arasında hukuken bir organik bağ bulunamamaktadır. Ama organik bağın olmaması, hiçbir bağın olmadığı anlamına gelmemektedir. Yerine göre bu gizil bağ cemaatlere çeşitli avantajlar da sağlayabilmektedir. Siyaset üzerinde belirleyiciliği olan yapılar, siyasal iktidarlarla işbirliği içerisinde hareket ederek hem kendi bünyesindeki kişilere haksız menfaatler sağlayabilmekte hem de devlet aygıtının çeşitli kademelerinde adı konulmamış bir güç odağı haline gelebilmektedir. Karşılığında siyasi iktidara maddi ve siyasi destek sağlayan bu yapılarla siyasi iktidar arasında zamanla simbiyotik bir ilişki gelişmektedir. Toplumda “x” cemaatine üye olmadan devlet memuru olunamayacağına ilişkin bir algının oluşması bile bu büyük sorunu gözler önüne sermeye yetmektedir. Daha ileri aşamada cemaat mensuplarının, ülkenin hukuk düzenden neredeyse bağımsız bir kurallar bütününe tabi olduğu ikili bir yapı ortaya çıkabilmektedir. Cemaat mensubu, sadece bu özelliğinden dolayı girdiği kamu görevinde kendi cemaatine hizmet etmeyi devlete olan sadakatinin önüne koyabilmektedir. Bu durum kurumsallaşma yolunda ilerleyen toplumlar açısından yıkıcı sonuçlar üretebilecek kadar büyük bir soruna işaret etmektedir. Tönnies’in “cemaatten cemiyete doğru sosyal bir evrim olduğu, bu evrimin geri döndürülemez tarihsel bir süreci içerdiği, geri döndürmeye çalışmanın toplumları böleceği” yönündeki görüşleri, konunun sosyolojik çözümlemesi açısından önemlidir.
İnanç toplumsallaştığı anda potansiyel olarak tehlikelidir. Bu inanç maddi çıkarlarla birleştiğinde çok daha fazla tehlikeli hale gelir. Burada maddi çıkardan kasıt sadece parasal değer değil, maddi anlamda haz duygusuna aracılık eden her türlü çıkarı tanımlamak için kullanılmıştır. Toplumsallaşan inanç karşıtlık üretir. Tarih toplumsallaşmış inançların insanlık tarihinde ne kadar tehlikeli olabildiğini gösteren sayısız örneklerle doludur. Kıta Avrupası, Fransa’da 1905 yılında laiklik yasasının çıkarılmasına kadar inançların ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteren çok karanlık koridorlardan geçmiştir. Şunu söyleyebiliriz; laikliğin kabul edilmesi, kurumsallaşmanın bir üst aşamaya taşınabilmesine imkân tanıyan çok önemli bir tarihsel gelişmedir. Bundan sonra en üst siyasal örgütlenme biçimi olan devlet, kendi sınırları içerisindeki egemenliği tam anlamıyla tesis edebilme olanağına kavuşmuştur. Bilindiği üzere egemenlik tek ve bölünemezdir.
Sonuç
Ülkemizde cemaat örgütlenmesinin devletin en kritik kadrolarını nasıl ele geçirip, kendi düzenini kurmak adına bir kalkışmaya giriştiği 15 Temmuz gerçeği göz önündeyken, çeşitli bakanlıklarda farklı dini cemaatlere mensup kişilerin örgütlendiği yönünde oluşan toplumsal kanaat, “şüyuu vukuundan beter” ifadesinin tam karşılığı olmaktadır. Cemaat ilişkilerinin devlet görevlilerinin işe alınma ve kariyer planlaması konularında etkili olduğu yönündeki inanış, bu tür yapılarla simbiyotik ilişki içinde olmayan bir iktidar için “acil” kodlu bir uyarı olarak algılanmalıdır. Aksi halde olması muhtemel olayların bütün yükü siyasi iktidarın üzerine kalacaktır. Yaşananlardan çıkarılacak en önemli sonuç, laiklik ve hukuk devleti ilkelerinin ne kadar önemli olduğunun anlaşılmasıdır.
Cemaatler zaman zaman kriminal olaylarla da gündeme gelebilmektedir. Özellikle çocuk istismarları bu alanda önemli bir başlık oluşturmaktadır. Sorunu sadece ortaya çıkan kriminal olay olarak görmek, büyük bir bataklılığı görmezden gelmek demektir. Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya hazırlandığımız bir yılda halen kurumsallaşmasını tamamlayamamış bir toplum olmamızın sorumluluğu, özellikle Cumhuriyet devriminin değerini ve tarihsel önemini anlayamamış, cemaatlere oy alabilmek için taviz vermiş bütün siyasetçilerin omuzlarındadır. 1980’lerde Türkiye ile aynı gelir düzeyindeki Güney Kore’nin bugünkü gelir düzeyi ile Türkiye’nin gelir düzeyini karşılaştırdığımızda ortada net bir yönetsel sorun olduğunu söylemek mümkündür. Bu sorunu görmezden gelip, halen hiçbir şey olmamış gibi pişkin pişkin sırıtan, çıkarları için ülkenin geleceğini tehlikeye atmaktan çekinmeyen, halkın gözüne baka baka yalan söyleyen ve cemaatlerle simbiyotik ilişki içerisine giren siyasetçi tipolojisinden kurtulmadıkça, dini yozlaştıran cemaatlerin yarattığı bataklıktan ve onların karıştığı suçlardan kurtulma imkânı olmayacaktır. Çözüm, tarihin akışını çok iyi okumuş büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de Anayasanın 2. Maddesine devletin niteliği olarak dâhil edilmesine öncü olduğu laiklik ilkesinin bütün kurum ve kurallarıyla uygulanmasındadır. Çözüm, kurumsallaşmanın ileri boyuta taşınmasında, tüzel kişiliği olmayan gizil yapıların siyasi ve maddi güce ulaşmasının önüne geçmekte, hukuk devleti olabilmektedir. Aksi halde toplumun bilimden uzaklaşarak önce sahtekârların kucağına, sonra da parçalanmış bir toplumun sığınacak yer arayan bireylerine dönüşme ihtimali çok da uzak olmayabilir.
(1) https://www.siviltoplum.gov.tr/derneklerin-faaliyet-alanlarina-gore-dagilimi