İnanç Nedir? Din Nedir? Din Kuralları Nasıl Yazıldı? İlahi Adalet Var mı?
Etimolojik sözlükte Arapça “dyn” kökünden gelen “din” sözcüğü “yasa” demektir denmiş. Farsça “dēn” sözcüğü var. Ahuramazd veya Zerdüşt dini, yani yasaları anlamındadır diye not düşülmüş. Aramice/Süryanice ise “din” sözcüğü “yargı” sözcüğüyle eş köklüdür denmiş.
Bu yazıda yazacaklarımı Türkiye’de okuduğunu anlayanların oranının yaklaşık olarak %40 olduğunu bilerek yazıyorum.
Yani tahminimce okuyan 10 kişiden 6’sı bu yazdıklarımı anlamayacak.
Ya da yanlış anlayacak.
Bunu ben demiyorum, bu bir gerçek!
Bu yüzden baştan söyleyeyim, lütfen yazdıklarımı anlamaya çalışın.
Anlamadıysanız baştan bir defa daha okuyun, çünkü bu bir sınav değil ve anlamanız için bir zaman kısıtlaması yok.
İstediğiniz kadar tekrar tekrar okuyabilirsiniz ve aşağıda yazılanlar üzerinde istediğiniz kadar düşünebilirsiniz.
Yanlış anlaşılmak istemediğim için baştan bu uyarıyı yapayım istedim.
***
Takip edenler bilir, bazen ben bir sözcüğe takılırım ve gerek etimolojik olarak, ve gerekse sözlüklerden, çeşitli kaynaklardan, hatta ansiklopedilerden bakarak o sözcüğün ne anlama geldiğini ıncığıyla cıncığıyla irdelemeye çalışırım.
Bugün konumuz din!
Evet, bu yüzden baştan bir uyarıda bulunmak ihtiyacı duydum.
Genellikle bu konuya dokunur dokunmaz sen bizim kutsalımıza ne diyorsun diye itiraz edenler oluyor.
Amacım kimsenin kutsalına bir söz söylemek değil, sadece kendimce din üzerine biraz tarihi gelişimi irdelemek istiyorum.
Böylece belki yanlış bilinen bazı şeylere kendimce bir katkım olur diye düşünüyorum.
***
Evet, başlayalım öyleyse.
TDK sözlüğünde birkaç anlam yazılmış din üzerine.
1. Tanrı’ya, doğa üstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet. (Bu arada diyanet için de din kurallarına tam bağlı olma durumu şeklinde açıklama yapılmış)
2. Bu nitelikteki inançları kurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen.
3. İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veya ülkü, kült.
Yani genel bir tarif yapılmış.
Kısacası inanç!
(Arapçadan dilimize geçtiği de belirtilmiş. Fizikte kullanılan güç birimi olan din, ya da diğer konumuzla ilgisiz anlamlarını göz ardı ediyorum.)
Halbuki ben “dinden çıkmış bu adam” dendiğinde hangi dinden bahis geçtiğini anlıyorum.
Sözlükte ise toplum içinde kullanılan “din” sözcüğünün bu “İslam dini” anlamı nedense belirtilmemiş.
***
Gelin biraz daha derine inelim. Etimolojik sözlüğe de bakalım.
Sözcüklerin etimolojileri bazen anlamlarını doğru kavrayabilmek için gerçekten faydalı olabiliyor.
Etimolojik sözlükte Arapça “dyn” kökünden gelen “din” sözcüğü “yasa” demektir denmiş.
Sonra da bu sözcüğün kaynağı açıklanmış.
Farsça aynı anlamda “dēn” sözcüğü vardır, ayrıca Avestaca “daenā” aynı anlamdadır ve ilk kullanımı özellikle Ahuramazd veya Zerdüşt dini, yani yasaları anlamındadır diye not düşülmüş.
Aramice/Süryanice ise “din” sözcüğü “yargı” sözcüğüyle eş köklüdür denmiş. Kökü eş olunca bir anlam ilişkisi oluyor doğal olarak.
Yani konu “yasa” olunca o yasalara göre yapılan “yargı” da aynı kökten gelen bir sözcük oluyor.
Bence mantıklı!
Hepsinin başlangıcı ise Akatça aynı anlama gelen “dīnu” sözcüğüdür denmiş. Akatça “dīnu” sözcüğü “yasa”, ve aynı zamanda “yargı” anlamındaymış.
Bilinen en eski kullanımı ise Babil Akatçasında kullanıldığı hali.
Önce Elamca vasıtasıyla eski Babil Akatçası üzerinden Farsçaya geçmiş, oradan da diğer dillere yayılmış.
İbranice/Aramice/Süryanice… tüm bu dillerde “din=yasa” demek.
Düyun, düyun-ı umumiye. Bu sözcük de aynı kökten gelen bir sözcük.
Gerçi Düyun-ı Umumiye “Genel Borçlar” demek. Yani burada “Düyun” borç anlamı taşıyor.
Bu durumda yasa, yargı derken borç da ilgili bir sözcük oluyor.
Ama tarihi anlamları arasında inanç yok!
Tarihte din yasa demekmiş!
Aynı zamanda yasalara göre yapılan yargı!
Bir yandan da borç! Belki de borçlar kanunu.
***
Bilinen en eski yazılı yasalar Mezopotamya’da, Babil kralı Hammurabi tarafından yazılmış olan yasalardır.
M.Ö. 1760 yılından kalma yasalar bunlar.
Hammurabi yasaları!
Aslında daha önce de yasa yazanlar olmuş.
Mesela M.Ö. 2050 yılından kalma Ur kralı Ur-Nammu’nun da yasa kitabı var.
Ardından M.Ö. 1930 yılından kalma Eşnunna’nın da yasa kitabı var.
Sonra M.Ö. 1870 yılından kalma İsin’li Lipit-İştar’ın da yasa kitabı var.
Ama Hammurabi yasaları hem arkeolojik kazılarda bulunan kalıntılar arasında günümüze kadar en iyi korunabilmiş olan yasa kitabı, ya da yasa kitabesi, anıtı demeliyiz belki de, hem de içeriği belki de bugün için bile oldukça anlamlı olan yasalar.
Mesela adalet konusunda yazan birkaç maddesi şöyle:
1. Bir adam başka bir adamı cinayetle suçlayarak suç duyurusunda bulunur, ancak bunu kanıtlayamazsa, suçlayıcı idam edilecektir.
2. Bir adam başka birini kendisine büyü yapmakla suçlamışsa ama bunu kanıtlayamamışsa, sanık kutsal nehre gidecek, kutsal nehre dalacak ve eğer kutsal nehir onu yenerse, suçlanan kişi evini mülk edinecek. Kutsal nehir masumiyetini gösterir ve o kurtulursa, onu suçlayan idam edilecektir.
3. Eğer bir adam bir davada yalancı şahitlik eder veya verdiği şahitliği ispat etmezse, bu dava yaşamla ilgiliyse, o adam öldürülecektir.
4. Bir adam tahıl veya parayla ilgili yalancı şahitlik yaparsa, davaya konu olan cezayı kendisi üstlenir.
5. Bir yargıç hüküm verir, karar verir, usulüne uygun imzalanmış ve mühürlenmiş bir hüküm verir ve sonra kararını değiştirirse, vermiş olduğu hüküm değişikliğinden dolayı o yargıca hesap soracak, verdiği cezayı 12'ye katlayıp ödetecek ve mecliste onu yargı kürsüsünden atacaklardır.
6. Bir adam bir tanrının (yani tapınaktan) veya sarayın malını çalarsa, o adam öldürülecektir. Çalınan mülkü elinden (ondan) alan da öldürülecektir…
11. Kaybolan malın sahibi, kaybettiği malını tespit etmek için şahit getirmezse, dolandırıcılığa teşebbüs etmiş, fitne çıkarmış ise, idam edilir.
Maddeler böyle devam ediyor.
Birçok madde mülkiyet kurallarından bahsediyor. Birçok madde de köleler üzerine yazılmış.
Hatta hanımlar konusunda da kurallar var Hammurabi yasaları arasında, daha doğrusu o zamanlar köle ve fahişe olanları üzerine.
26. Köle kadınlar ve fahişeler kesinlikle başlarını örtmeyeceklerdir. Başı açık olması zorunlu olan kadınlar örtünerek bu kuralı ihlal ettiklerinde onları görüp ihbar etmeyenlerle birlikte cezalandırılacaklardır.
Baş örtmek o zamanlarda bir sosyal statü belirtisiymiş anlaşılan.
Köleler ve fahişeler başları açık gezmek zorundalarmış, başlarını örtmeleri yasakmış!
Neden acaba? Gizleniyorlar diye mi? Başlarını örtünce kimse bilemiyor ya, belki de ondandır.
Neyse önemli değil sebebi, ama çok katı cezalar var değil mi yasalar içinde?
Birçok suçun cezası ölüm!
Tarih boyunca toplum olarak yaşamak birtakım kurallar ve bu kurallara uymayı gerektiriyor, başka türlü düzenin devam etmesi mümkün değil!
Ama kölelik, bir de hemen her suçta ölümle cezalandırmak…
O günlerin yasaları oldukça katıymış.
***
Peki nasıl olmuş da, “din”, yani “yasa” bugün bizim din dediğimizde anladığımız “inanç” anlamını almış?
Sonuçta olay “yasa” ise, yasalar günün koşullarına göre değişiklik gösterebilir.
Eğer Hammurabi gibi bir kralsan, istediğin yasayı yazarsın, olmadı kaldırırsın, yerine istediğin gibi yenisini yazarsın.
Yasa koyucu sen değil misin sonuçta?
Hayır!
Hammurabi bile yasaları kendi adına yazamamış.
Bu yasaları Babil’in koruyucu tanrısı Marduk adına yapılmış tapınağa dikilen bir anıt üzerine yazdırmış.
Halbuki kral sen değil misin?
Yaz oraya kralın kanunlarıdır! Dik bir anıt taş şehrin göbeğine, gelen geçen görsün, okusun!
Ama hayır, bu anıt Marduk’un tapınağına konmuş.
Yani o zamanın en büyük tanrısının gücü kullanılmak istenmiş yasalara uyulsun diye.
Üstelik yasaları güneş tanrısı Şamaş’ın ona bildirdiğini söylemiş Hammurabi.
Yani yasalar Hammurabi’nin kendi yasaları değilmiş gibi söylemek zorunda kalmış insanlara.
Kralsın değil mi! Çık de, bunlar benim yasalarım! Ben böyle istiyorum!
Ama hayır, Hammurabi bile Marduk’un ve Şamaş’ın manevi desteğine ihtiyaç duymuş koyduğu yasaların uygulanması için!
***
Bugün ne Marduk’un, ne de Şamaş’ın tanrı olmadığını bildiğimiz için böyle bir yorum yapabiliyoruz, yasalar Hammurabi’nin yasalarıydı, ama tanrıların ardına gizlendi diyoruz yasaları uygulansın diye, insanlar yorum yapmadan kabul etsinler diye.
Acaba o zamanlar Kral Hammurabi gerçekten Şamaş’ın sözcüsü olduğuna kendisi de inanıyor muymuş?
Yoksa insanların bu inancını kullanmayı mı tercih etmiş?
Bunu bilebilmek bugün artık mümkün değil, ölmüş gitmiş.
Yaşıyor olsa bile onun kendi iç dünyasında neler yaşadığını bir tek o kendisi bilebilir.
Sizin, benim için, bir başkası için geçerli değil mi bu dediğim?
Kimin neye inandığına nasıl emin olabilirsiniz?
Belli eder kendini! Yaşam tarzından belli eder, ibadetinden, davranışlarından, sözlerinden…
Evet, insanoğlu gösterişi seviyor!
Bir de oynadığı rol işine geliyorsa, rol yapmasını da iyi biliyor!
Konumuz Hammurabi olduğuna göre Hammurabi’nin tanrılarının bugün gerçek tanrılar olmadığını bildiğimiz için onun rol yaptığını söyleyebiliriz.
En azından kendi yazdığı yasalarının toplum tarafından kabul edilmesi için tanrıların güçlerini kullandığı kesin.
***
İşte bu noktada “yasa” ile “inanç” arasındaki bağlantı kurulmuş oluyor.
Yani “din” sözcüğünün “inanç” ile ilişkisi kurulmuş oluyor diyebiliriz.
Din bir yandan yasa, ama bir yandan da o yasalar tanrıların yasaları, uymazsan tanrıların gazabı üstünde olur!
Tanrılardan korkuyor insanlar, ama sadece bu korku da işe yaramıyor. Ucunda ölüm var uyulmayan yasaların.
Başka türlü toplum düzenini kurmak mümkün değil.
İnsanların koyduğunuz yasalara uyması için inanç dünyalarındaki korkulardan faydalanmanız gerekiyor.
Tanrı inancı!
Aynı zamanda tanrı korkusu.
Böylece din de bugünkü inanç anlamına kavuşmuş!
Ölümden sonraki yaşam, cennet ve cehennem ikilemi.
Aynı zamanda da dünya üzerindeki yaşamın kuralları. Bir toplum olmanın kuralları.
***
O zamanların Babil’indeki baş tanrı Marduk! Jüpiter’in tanrısı.
Babil’de birçok tanrı var.
Anu, gökyüzü tanrısı, Nannar, ay. Bel ya da Baal, toprak. Her ailenin bile kendine özgü dua ettiği tanrısı var.
Bir diğeri de Şamaş, güneşin tanrısı.
Marduk “Büyük Efendi”, dünyanın ve cennetin efendisi. Aynı zamanda gücün temsilcisi. Bir yandan da bilgeliğin sembolü.
Gücünü her zaman iyi ve fakir insanlara yardım etmeye ve kötüleri de cezalandırmaya kullandığına inanılıyor.
Hammurabi de hem Marduk’un yeryüzündeki temsilcisi, Hem de Şamaş’ın yeryüzündeki sözcüsü.
Şamaş’ın bir diğer adı da Utu!
Şamaş, yani Utu her gün dünyada olup biteni izliyor, olan her şeyi görüyor ve adaletin temsilcisi olarak Hammurabi’ye adalet için ne yapması gerektiğini söylüyor. Halkın ve gezginlerin koruyucusu.
Utu, yani Şamaş ilahi bir yargıç aynı zamanda ve yeraltı dünyasında, yani ölüler diyarında kimin nereye gideceğine karar veren tanrı.
Yasalara uyarsan yerin cennettir. Uymazsan cehennemi boylarsın!
***
İnsanlar tanrılara inanıyorlardı, çünkü tanrıların güçleri vardı.
Tanrılar kızdıklarında göğü gürletiyorlardı, şimşekleri çaktırıyorlardı, yıldırımlar yollayıp yangınlar çıkarıyorlardı.
Dağların tepesinden dumanlar salıp kızgın lav akıtıyorlar, depremler yapıp her yeri gümbür gümbür sallıyorlardı.
Ama aynı zamanda gündüz vakti ortalığın aydınlık olmasını, iyi bir hava olmasını, gerektiğinde de yağmur yağdırıp bereketli ürün alınmasını sağlıyorlardı.
Yani ibadet edersen ve tanrılara hediyeler sunarsan insanlara iyi davranıyorlardı.
Bak gördün mü, böyle yaparsan tanrılar kızar! Her zaman tanrıları kızdırdığı düşünülen bir şeyler bulunabilir. Gözünün üstünde kaşın var, kaşını oynattın, gökyüzü tanrısı kızdı, göğü gümbürdetti!
***
İnsanlar tanrıların güçlerine hem inanıyorlar, hem de onlara saygılı olma ihtiyacı duyuyorlardı.
Çünkü korkuyorlardı, henüz doğayı ve doğanın işleyişini çözebilmiş değillerdi. Doğadaki olayları tanrılara bağlamaktan başka çareleri yoktu!
Ölümden de korkuyorlardı, ölümün doğanın bir kuralı olduğunu bir türlü kimse kabullenmek istemiyordu.
Bir yandan da toplum olmanın bilinci yavaş yavaş ortaya çıkmış, toplumun yöneticileri, yani krallar tanrıların bu güçlerini arkalarına aldıklarında toplumu yönetmenin çok daha kolay olduğunu anlamışlardı.
***
Peki ya bugün?
Bugün artık doğanın nasıl işlediğini büyük oranda anlamış durumdayız.
Artık niye şimşek çakıyor, niye yıldırım düşüyor, niye deprem oluyor, niye seller oluyor, bunların hepsinin sebebini biliyoruz.
Özellikle deprem konusunda gerekli önlemleri almasak da, depremin tanrının gazabı olmadığını artık biliyoruz.
Depremde o yıkıntılar altında kalmanın bir kader olmadığını da biliyoruz. Dayanıklı yapılar yaparsak, doğru yere yerleşim yaparsak kimilerinin kader dediği o acıları bir daha yaşamayız.
Tanrım bize deprem yollama diye ne kadar dua edersek edelim, eğer fay hattı üzerinde bina yapmışsak, o binanın bir gün depremde yıkılacağını artık biliyoruz.
Ama yine de tam da oraya şehir kuruyoruz, binalar dikiyoruz.
Sonra da kaderimize küsüyoruz!
***
Konumuzdan sapmak istemezdim, ama sırası gelmişken deprem konusuna girmeden edemezdim diye düşündüm.
Evet, doğanın işleyişini artık biliyoruz ve doğal olayların artık tanrıların gazabı olmadığının farkındayız.
O yüzden o eski tanrılar yok bugün.
Dolayısıyla o eski tanrıların yasaları da yok!
***
Eski zamanlarda değiliz, ancak bir yandan da halen daha toplum olarak birlikte yaşamaya ihtiyaç duyuyoruz.
Dolayısıyla toplum kurallarına, yani yasalara, bir anlamda eski tanımıyla “dine” halen daha ihtiyacımız var.
Din, yani yasalar tanrının yasaları mı olacak?
Yoksa insanların yasaları mı?
Ya da gelin bir başka yönden bu soruyu tekrar sorayım:
Yasalara uymamız için halen daha tanrının desteğine ihtiyacımız var mı sizce?
Sağlıklı bir toplum yaşamı için artık kendimizin yazdığı, hepimizin kabul ettiği yasalara ilahi anlamda destek arayışı içinde olmalı mıyız sizce?
Yoksa biz bir toplumuz, öyleyse toplum yaşamı için gerekli yasalara zaten uymak zorunda olduğumuzun bilincindeyiz mi diyeceğiz?
Sanırım cevabını vermemiz gereken asıl soru budur.
***
Kimileri halen daha hayır, dünyevi yaşamın yasalarını da tanrı koyar diyor.
Hadi daha açık olayım, Allah’ın yasaları ile yaşamalıyız diyen birçok insan var bugün Türkiye’de.
Şeriat!
Şeriatı istemeyen kafirdir diye açıkça beyanat veren bile var.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da aynı görüşte, yani tanrı yasalarıyla, kilise kurallarıyla, sinagog kuralları ile yaşamalıyız diyen milyonlar var.
Bize vaat edilmiş topraklar buralar deyip o topraklarda yaşayanlara vahşet uygulayan bir devlet var bugün!
Ve eğer konu şeriatsa, Yahudi şeriatı ile yönetilen bir ülke bu ülke.
***
Bir diğer görüş ise tam tersi.
Birçokları da modern dünyanın koşulları değişti, artık insanların kendi koyduğu yasalara göre yaşamalıyız, dini kurallar ve dini yasalar ahiret hayatını ilgilendirir diyen de milyonlar var.
Konu dünyadaki yaşam ise, dünyevi hayat insanların kendi koydukları kurallara göre olmalıdır görüşü hâkim görüş bugün.
Hem de bu dünya yasaları çağın gereklerine uygun olan yasalar olmalı, evrensel yasalar olmalı diyor birçok insan.
***
Hangisi doğru?
İlahi güçlere dayanan, ilahi güçlerden destek alan yasalar mı?
Modern dünyanın insan yazısı, evrensel yasalar mı?
Kim nasıl istiyorsa, neye inanıyorsa öyle yaşasın!
Tamam da, biz bir toplumuz ve yasalar birlikte toplum olarak yaşamamız için ortaya konulmuş kurallar.
İşin ucu yargıya, mülke ve cezaya dayanıyor. Birçok ülkede halen daha bireyin yaşam hakkı bile toplum kararıyla, insan eliyle elinden alınabiliyor.
İdam edilen az insan yok dünyada idamlık bir suç işleyince.
Artık birçok ülkede idam cezası olmasa da, halen daha maalesef uygulanan ülkeler var!
***
Herkes kendince kendi kabul ettiği yasalara göre yaşamaya kalkarsa bir toplum olamayız ki!
Bireysel yasa diye bir şey olur mu?
Yasa dediğin toplum olduğumuz için var.
Benim kendi kendime koyduğum kurallarım var tabii ki, ama bu kurallar bile devletin yasalarıyla uyumlu kurallar.
Benim kuralım bu arkadaş, ben önüme geleni soyarım diyebilir miyim?
İki kişi bile bir araya gelse aralarında bir hukuk olmak zorunda.
Kişisel özgürlük sınırları ve özgürlük alanlarımız var.
Pandemi zamanında neydi o?
Sosyal mesafe, evet sosyal mesafemizi bilmemiz gerekiyor bir diğeri ile ilişki kurarken.
***
İşte yasalar toplum yaşamı için olmazsa olmaz kurallardır.
Ve yasaları insanlar koyar!
Çünkü konulan yasalar insan yaşamı için gereklidir, toplum olmak için, bir devlet olmak için gereklidir.
Tanrının insanın nasıl yaşaması gerektiğine dair söyledikleri ortada.
İyi insan olacaksın, kul hakkı yemeyeceksin, diğerlerine saygılı olacaksın.
Kendin için de, eğer ahiret hayatına inanıyorsan ibadetini nasıl yapacaksan yap, nasıl ibadet etmek istiyorsan öyle ibadet et.
Sana hiç kimsenin bir söz söylemeye, itiraz etmeye hakkı yok!
Ama senin de kimsenin ibadetine, yaşam tarzına karışmaya hakkın yok!
***
İşte bu noktada geliyoruz bir başka konuya.
Toplum benim dediğim gibi yaşamalı!
Niye?
Çünkü ben öyle istiyorum, çünkü bence doğru yaşam biçimi böyle olmalı!
Toplumun başı olanlar böyle düşünebiliyorlar.
Niye? Çünkü güç bende diyorlar!
Ben ülkenin geleceği için böylesinin daha hayırlı olacağını düşünüyorum diyorlar.
Bir de üzerine günümüzün yönetim biçimi olan demokrasi düzeni gereği halkın desteğini de arkasına almışsa, kim tutar seni!
Yaz kuralları!
Senin yazdığın kurallara itiraz eden mi var, Allah’ın kuralları da böyle değil mi dediğinde, kanıt da ortada zaten, aç bak istiyorsan kutsal kitaba!
Öyle evire çevire yorum yapmana da gerek yok, birçok şey açıkça yazılmış kutsal kitaplarda.
***
Evet karar vermemiz gereken şey budur bence:
Toplumca toplumsal mutabakat ile yazılmış yasalara göre mi yaşayacağız?
Yoksa Allah’ın yasalarına göre mi?
Şu andaki gibi, kimi zaman nas deyip önce öyle, sonra böyle yapınca, işine geldiği gibi duruma göre yasaya uyulmalı deyip, kendin uymadığında, canın istediğinde anayasa var ya kardeşim deyip, yazılı kurallar sana uymayınca da anayasa bile takmayınca olmuyor.
Kuralları bilelim ve kurallara hepimiz uyalım.
Hammurabi de olsa uysun kurala, düz vatandaş da olsa uysun.
***
Bu arada Hammurabi yasalarından biz inşaatçıları da ilgilendiren bir yasa benim hoşuma gitti. Cezası yine ölüm ama prensipte mantığı bence doğru.
21. Bir inşaatçı herhangi bir kişi için bir bina inşa eder, bu bina uygunsuz olarak yapılıp çöker ve ev sahibi ölürse inşaatı yapan da öldürülür. (Madde 229)
Kısasa kısas, bir zamanların adaleti böyleymiş.
Bugünün adaleti ise insan hakları evrensel beyannamesi!
Magna Carta ile başlayan ve insanların kendi hukuku ilahi adalet kuralları ile yoğrulduğunda (ilahların adaleti değil, ilahi adalet!) yaşamın hepimiz için çok daha kolay olacağı kesin.
Din yasa demektir, dinden çıkılmaz, anca dine uyulmadığı olur, ona da yazılmış yasa adaletli ise uymayacak olan az olur.
Uymuyorsa da cezası neyse çeker.
Kim kafir, kim değil, onu da ancak Allah bilir, size düşmez buna karar vermek!
***
Evet, bugün bence oldukça zor bir konuya biraz ucundan değineyim istedim, sürçülisan ettiysem affola.
Ucundan da olsa yazı fazlasıyla uzadı.
Hep birlikte, uyum içinde ve toplum kurallarına uygun olarak bir yaşam diliyorum.
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla