Nasıl Olmuş da Farklı Dillerimiz Olmuş?
Merak ettiğim şeylerden biri de Âdem ile Havva cennetten kovulduktan sonra neler olduğu. Mesela bu kadar farklı dillere sahip olduğumuza göre bir aralar yeryüzündeki insanların birbirini anlamaması üzerine, yani bu kadar çok dil konuşmalarına sebep olacak bir şeyler olmuş olabilir mi? Tabii konuya kutsal kitaplarda yazılı olduğu haliyle bakmak istiyorum.
İnancımıza göre insanlık tarihimiz Âdem ve Havva ile başlamış.
Ancak ardından gelen nesiller hakkında kutsal kitaplarda çok da fazla bir bilgi yok.
Merak ettiğim şeylerden biri de Âdem ile Havva cennetten kovulduktan sonra neler olduğu.
Mesela bu kadar farklı dillere sahip olduğumuza göre bir aralar yeryüzündeki insanların birbirini anlamaması üzerine, yani bu kadar çok dil konuşmalarına sebep olacak bir şeyler olmuş olabilir mi?
Tabii konuya kutsal kitaplarda yazılı olduğu haliyle bakmak istiyorum.
Bilimsel açıdan, evrimleşme üzerine yazılı teoriler bugünkü yazımızın konusu değil.
***
Tarihte bir Nuh peygamber gerçeği var ve bir de büyük tufan var!
Büyük tufan olmuş mu gerçekten?
Yapılan arkeolojik kazılara bakacak olursak gerçekten büyük yağmurların yağdığı, suların yükseldiği dönemler olmuş.
Ama biz zaten olaya kutsal kitaplar açısından bakıyoruz, olmuş tabii ki demem gerekiyor!
Âdem ve Havva ile başlayan bu söz dinlemezlik ve o zamanlar yeryüzündeki insanlar üzerinde şeytanın kötülük etkisi, tanrıya karşı çıkışları tanrıyı gerçekten kızdırmış anlaşılan.
Tanrı gerçekten insanı yarattığı için pişman olmuş olabilir mi?
Tanrının öfkesi! Ne kadar garip değil mi? Tanrı da biz insanlar gibi kızabiliyor, hatta öfkeleniyor!
Tanrının sadece öfke değil, başka duyguları da var.
Mesela kıskançlık, olabilir mi böyle bir duygusu?
Tanrı Âdem ile Havva’nın yasak elmayı yemesini niye yasaklamış?
Yoksa yasak elmayı yiyerek gözlerinin açılmasından mı çekinmiş? Bunun için mi o elmayı yemelerini yasaklamış?
Elmayı yediğinde insanın da onun gibi tanrısal güçlere erişeceğinden çekinmiş olabilir mi mesela?
***
Yasak elmayı yiyince Âdem ile Havva çıplak olduklarının farkına varırlar, buldukları incir yaprakları ile mahrem yerlerini kapatırlar.
Yılan Havva’ya elmayı yerseniz size söylendiği gibi ölmezsiniz, tersine gözünüz açılır der, olan bitenin farkına varırsınız der.
Yasak elma aynı zamanda ölümsüzlüğün de anahtarıdır! Tanrısal güçlerin elde edilmesini sağlar.
Havva da yılanın sözünü dinleyip yasak ağaçtan bir elma koparıp ikiye bölerek yarısını kendi yer, diğer yarısını da Adem’e verir ve Âdem de yasak elmadan bir ısırık alır.
Ama ısırığı elma Ademin boğazına takılır! O yüzden gırtlağı yutkunurken oynayan, çıkık olanlara adem elması var derler.
Yılanın dediği gibi yasak elmayı yiyince Âdem ile Havva’nın gözleri açılır, ve birden çırılçıplak olduklarının farkına varırlar.
Ne kadar garip değil mi, yılan doğruyu söylemiştir!
Acaba yılan şekline bürünmüş şeytan her zaman kötülüğümüzü istemiyor olabilir mi? Bu hikâyeden bu çıkarımı yapabilir miyiz?
Yoksa şeytan kötülük yapayım derken iyilik mi yapmıştır?
Bu arada tanrının sırf Âdem ile Havva tanrısal güçler elde etmesinler diye elmayı insana yasaklaması da ayrıca tartışma konusu!
***
İşte o günden sonra insanoğlu tanrının sözünü dinlemez olmuş.
Cennetten kovulmuş ve yeryüzüne gönderilmiş, ancak burada da rahat durmamış.
Söz dinlemeyince de tanrıyı iyice kızdırmış.
Tanrı büyük tufanı sırf bunun için mi gönderdi acaba?
İnsanlar onun sözünü dinlemiyorlar diye mi oldu büyük tufan? Onca katliam?
Tanrının insanların onun sözünü dinlemesine ihtiyacı var mı gerçekten?
Yoksa insanların iyiliği için mi sözünden çıkmalarını istemiyor?
Neticede insanlar tümden çığırından çıkmışlar, hiç söz dinlemez olmuşlar. Tanrı açısından kötü bir durum tabii ki bu olanlar. Otoritesi sarsılmış muhtemelen. Ve büyük tufanı göndermiş, yeryüzünde kendi yarattığı tüm canlıları tufanda yok etmek istemiş!
Nasıl bir tanrı bu kadar gaddar olabilir?
Ama yine de acımış sanırım tanrı insanlara, son anda Nuh peygambere bir gemi yapmasını söylemiş.
Tufan yolluyorum, canlılığı yok edeceğim, ama aralarından iyileri seç ve kurtar demiş. Bir de unutma, her hayvandan bir çift gemiye al mutlaka demiş.
Nuh da sadece kendi ailesini kurtarmış!
***
Bu arada gemiye alınan canlılar arasında unutulan canlı yok mu?
Mesela dinozorlar!
Acaba dinozorları Nuh mu unutmuş, yoksa tanrı dinozorlara gerek yok mu demiş?
Neyse, bu başka bir tartışma konusu. Zaten dinozorlardan başka mamutlar da var.
***
Kısacası tanrının insandan ümidini kesmemiş olması iyi bir şey.
Yoksa dinozorlar gibi biz de yok olup gidecekmişiz.
Ancak Nuh’un gemisi ile tufandan kurtulanlar da o kadar çok değilmiş neticede, hem onlar da sanırım aynı dili konuşuyorlarmış.
Yani bu durumda dünya yüzeyinde o günlerde de tek bir dil konuşuluyor olmalı. Bugün konuşulan bu kadar farklı dil olması Nuh peygamber sonrasında olan bir durum muhtemelen.
***
Bu konunun kutsal kitaplarda bir şekilde açıklanıyor olması gerekir aslında.
Gerçekten ben bilmiyorum, bu konu kutsal kitaplarda geçiyor mudur acaba?
Kutsal kitaplar diyorum, çünkü her üç kitaba da bakmak gerekir sanırım. Üçü de Allah tarafından gönderilmiş neticede.
Gerçi Kur’an dışında diğerleri ilk halinde değiller, insanlar tarafından kimi yerleri değiştirilmiş, ama tekrar baştan yazılmış değiller ya, belki de bu konuyu anlatan kısımlar aslı gibi kalmıştır.
***
Aslında diller konusunda birtakım başka efsaneler de var. Ama bunlar Sümerlerden kalma efsaneler.
Şu ünlü tanrıya ulaşmak için yapılmaya başlanan dev kule efsanesi vardır ya, bilir misiniz o hikâyeyi?
Babil kulesi!
Babil asma bahçeleri içerisinde Sümerler tarafından Tanrı Marduk’a , onun yaşadığı yere ulaşmak amacıyla yapılmaya başlanan, ama maalesef inşaatı tamamlanamayan meşhur kule.
Babil’in asma bahçeleri o kadar güzelmiş ki, bugün bile dünyanın yedi harikası arasında sayılıyor. Bugün yerinde duran bahçe falan yok tabii ki, efsanede kalmış meşhur bahçeler.
İşte o asma bahçelerinin içinde yapımına başlanan meşhur kule aslında çok da yüksek bir kule değilmiş, 90 metre yükseklikte ve 7 katlı olarak yapılması düşünülmüş ve bu düşünceyle inşasına başlanmış.
Ancak Tanrı Marduk insanların bu niyetinden hoşlanmayarak işçilerin kuleyi tamamlayamamaları için birbirini anlayamamasının bir çözüm olduğunu düşünmüş ve dolayısıyla da birden hepsini farklı dillerde konuşturmaya başlamış.
Onlar da artık birbirlerini anlayamadıkları için kuleyi tamamlayamamışlar.
Efsaneye göre Nuh’un torunları olan Babilliler ardından dünyanın çeşitli yerlerine dağılırlar ve böylece o zamanlardan beri dünyada tek bir dil yerine farklı farklı diller konuşulmaya başlanır.
Olabilir mi böyle bir şey?
Olayların geçtiği zamanlar çok eski zamanlar, nereden bilelim, belli olmaz, belki de gerçekten böyle olmuştur.
En azından Sümerler böyle olduğuna inanıyorlarmış. Böyle yazmışlar kil tabletlere.
***
Sümerler derken M.Ö. 4000- M.Ö. 2000 yılları arasında Mezopotamya’da yaşamış bir medeniyetten bahsediyoruz.
Elamların Sümerleri yok etmesiyle artık Akadlar devri başlar ve efsaneler Akadlar tarafından bazı değişikliklerle nesilden nesle aktarılmaya devam eder. Ardından Hititler ve diğerleri gelir.
Bu arada batı Anadolu’da da Lidyalılar ve ardından Antik Yunan medeniyeti. İyonya, Atina ve Troy antik şehir devletleri.
***
Ancak bu efsanede bahsi geçen her birinin kendince tanrısı olan Sümer şehir devletlerinden biri olan Babil şehir devletinin tanrısı Marduk.
Sümerler şehir devletler olarak yaşıyorlar o zamanlar, henüz merkezi yönetimde bir devlet kavramı yok günlerde. Daha uzun bir süre de merkezi yönetimle yönetilen devletler olmayacak.
***
O zamanlar her Sümer şehir devletinin ayrı bir tanrısı varmış, ya da birkaç tanrısı, yanlarında da tanrıçaları.
Peki biz nereden biliyoruz bu detayları?
Çünkü Sümerlerden günümüze kalma kil tabletler var. Tabletlerde yazıyor bu detaylar.
Ayrıca Antik Yunan’dan kalma yazılı belgeler de var.
Bu Sümer kil tabletlerinde eski Yunan mitolojisine benzer birçok hikâye var.
Mesela o zamanlar Babil gibi Uruk da bir şehir devlet ve Uruk’da da tanrı An ve ana tanrıça olan İnanna var.
Bu tanrıları Babilliler de biliyorlar, ancak onlar An’a Anu diyorlar, İnanna’ya ise İştar ismini vermişler.
İnanna aslında Antik Yunan tanrıçalarından Afrodit’e benzetiliyor. Aşk ve bereket tanrıçası.
Ama İnanna, ya da sonraki tarihlerdeki adıyla İştar bir yandan da savaş tanrıçası.
Bu anlamda bir yandan da Antik Yunan tanrıçalarından Atena ile de benzerlik kurulabilir.
Gerçi Sümer efsaneleri birebir Antik Yunan mitolojileri ile aynı değil tabii ki, Antik Yunan mitolojisinin daha çok batı Anadolu’daki hikayelerle benzerlik içerdiği düşünülüyor. Ancak oldukça çok benzerlikler var da denebilir.
Belki de Antik Yunan medeniyetinin tanrıları, tanrıçaları gerçekten Sümerlerden esinlenilerek düşünülmüştür!
***
Sümer efsaneleri belki de bir şekilde kutsal kitaplarımıza da girmiş olabilir mi acaba?
Sonuçta o zamanlar her şey kil tabletlere geçirilmemiş muhtemelen, ya da zaman içinde kimi tabletler belki de yok oldu gitti.
Yine de kulaktan kulağa sözlü olarak da aktarılmış birçok efsane vardır ve evet, olabilir, bu efsanelerin bir kısmı bir şekilde böylece nesilden nesle anlatılarak sonrasında kutsal kitaplara aktarılmış olabilir.
Uzmanları bu konuyu karşılaştırmalı olarak analiz etmiş olsalar keşke.
Çünkü büyük tufan ve Nuh peygamberin gemisi de Sümer tabletlerinde bahsi geçen konular, bu konu kutsal kitaplarda da bahsi geçtiğine göre bir bağlantı olabilir.
***
Kur’an’da farklı dillerin olması, ya da sonradan dillerin farklılaşması konusunda bildiğim kadarıyla herhangi bir bilgi yok.
Allah’ın Adem’e her şeyi öğrettiği yazıyor sadece, ama Allah’ın Adem’le konuşabilmesi için Adem’in bir şekilde Allah ile aynı dilde konuşmayı önceden öğrenmiş olması gerekiyor diyor İslam alimleri.
Bu konu İslam alimleri arasında zamanında tartışılmış.
Tabii doğal olarak farklı görüşler ortaya çıkmış. Kimileri Allah baştan yarattığında Adem’e konuşmayı da vermiş olmalı demişler, kimileri Ademin konuşmayı meleklerden öğrenmiş olabileceğini söylemiş.
Üstelik İslam alimleri farklı diller olmasını da aralarında tartışmışlar ve doğal olarak bu konuda da bir karara varamamışlar.
Aynı bir zamanlar Bizans’ın alınışı sırasında kilisede meleklerin cinsiyetinin tartışılması gibi değil mi? Bazen ne kadar saçma konular tartışma konusu oluveriyor.
Alimlerin kimileri de farklı dillerin insanlar arasında daha sonra nesnelere verilen farklı isimler yüzünden oluştuğunu savunmuş, kimileri başlangıçta farklı dillere sahip olunduğunu, hatta Adem’in tüm dillere hâkim olduğunu ve ardından gelenlere farklı farklı diller aktardığını savunmuş.
Tüm bu görüş farklılıkları Kur’an ayetlerinden esinlenilerek üretilen farklı yorumlardan kaynaklanıyor anladığım kadarıyla.
Kur’an’da açıkça dil farklılığının nereden kaynaklandığına değinilmiş olsa böyle bir karışıklık çıkmayacak, bu kadar tartışmaya da gerek kalmayacak.
Ancak tuğla bir kuleden Kur’an da da bahsedilir ki, Firavun ve Musa peygamberin de beraberinde aynı yerde bahsinin geçmesi yüzünden büyük ihtimal bahsi geçen kule Babil kulesidir.
***
Ben diğer kutsal kitaplara çok hâkim değilim, ancak anladığım kadarıyla Tevrat’ta kutsal kitap metinlerinde mi geçiyor, yoksa Ruhban edebiyatı öğretilerinde mi geçiyor bilmiyorum, meşhur Babil Kulesi efsanesi bir şekliyle Tevrat metinlerinde de anlatılıyor.
İncil’de de bahsinin geçtiği söyleniyor.
Aynı efsanenin kil tabletlerde de olması, Antik Yunan’da Heredot tarafından da bahsinin geçmesi oldukça ilginç tabii ki.
***
Her nasıl olmuşsa olmuş, bugün dünyada konuşulan 7000 civarında farklı dil var.
Birçoğu artık unutulmak üzere.
Latince gibi artık unutulmuş ve konuşma dili olarak kullanılmayan da bir sürü dil var.
Dillerimizin farklı olması insanlık olarak bir kültür zenginliğimiz aynı zamanda.
Keşke herkes bu bilinçte olsa da, kültürel asimilasyon hevesi hiç kimsede olmasa.
Yine de bu dediğimin bu yüzyılda geçerliliği yok sanırım. Gücü elinde tutanların istediği gibi yaşanan bir dünyada yaşıyoruz sonuçta.
Güçlü olan ise ayakta kalan oluyor, hiç kimse zayıf olana acımıyor.
Tarih ise tarihe not düştüğün zaman senin hatırlanmana imkân verecek derecede acımasız.
Tarihe not düşmezsen unutulur gidersin!
Aynı dinozorlar gibi, tanrı bile sana Nuh’un gemisinde yer vermez.
Efsanelerle kalın.
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla.