Bilişsel Çelişki Kuramı Ne Demektir?
Zaman zaman çevremdeki insanların bazı tavır ve davranışlarını anlayamadığım oluyor. Örneğin sigara içen birine sigaranın zararlarından bahsedince hemen, sigara içip de çok uzun ve sağlıklı bir şekilde yaşayan ama sigara içmediği halde genç sayılabilecek bir yaşta ölen kişilerden bahsediyor.
Zaman zaman çevremdeki insanların bazı tavır ve davranışlarını anlayamadığım oluyor. Örneğin sigara içen birine sigaranın zararlarından bahsedince hemen, sigara içip de çok uzun ve sağlıklı bir şekilde yaşayan ama sigara içmediği halde genç sayılabilecek bir yaşta ölen kişilerden bahsediyor. Ama eminim ki kendisi de sigaranın zararlı olduğunu biliyor. Buna rağmen, sigaranın zararlarını kabul etmek yerine daima konuyu başka yerlere çekiyor. Dahası bu tür tepkileri, sigaranın zararlarını gayet iyi bildiğinden emin olduğum sigara içen doktor tanıdıklarım da yapıyor.
Konu sadece sigara ile de ilgili değil. Örneğin bir siyasi partiye veya bir belediye başkanı adayına neden oy verdiğini sorduğum değişik siyasi görüşlere mensup birçok kişi “Daha iyisi mi var?” şeklinde cevap veriyor. Halbuki onlarca siyasi parti ve 80 milyondan fazla nüfusumuz var. Daha iyi bir parti veya daha iyi bir aday olamayacağını düşünmenin mantıksız olduğunu bilmek için sanırım çok zeki olmaya gerek yok.
Bu tür tuhaf davranışları daha birçok alanda görmek mümkün. Farz edin ki herhangi bir şey için sıraya girdiniz. Bir kişi gelip araya girmeye kalkışırsa, sırada bekleyen hemen herkes buna itiraz eder ve hatta bağırıp çağırır. Bu yüzden kavga çıktığına bile şahit oldum. Ama sıradaki kişilerin çoğu, bir gün sonra kendileri uzun bir kuyruk görünce araya girebilmek için sırada bir tanıdığı biri olup olmadığına bakar. Ya da herhangi bir işe başvuran insanları düşünelim. Kendisi işe giremeyip torpili olan biri girince demediğini bırakmayan birçok kişi bir başka iş fırsatı çıkınca kendisi torpil aramaktan çekinmez.
Bu tür davranışları genellikle böyle yapan kişilerin tutarsız kişilik özelliklerine sahip olmalarıyla açıklarız. Ama işin aslı öyle değilmiş. Bu davranış biçimi tüm insanlara olmasa bile insanların çoğuna has bir şeymiş. Ben de bunu bugün bir makale okuyunca öğrendim. Meğer bu konuları inceleyen bazı bilimsel araştırmalar yapılmış ve bu konu ile ilgili bir kuram bile ortaya atılmış.
Bu araştırmayı yapan bir Türk üniversitesindeki bir Türk bilim adamı demek isterdim ama maalesef değil. Reklamlarda sık sık söylenen “İsviçreli bilim adamları araştırdı….” şeklindeki ifadeleri hatırlayıp yine onlar araştırmıştır diyorsanız bu da doğru değil. Araştırmayı yapan kişi bir Amerikalı. İsmi de Leon Festinger.
Okuduğum makaleden öğrendiğime göre insan davranışlarının ve algılarının kaynaklarına dair araştırmalar 1950 yılından beri yapılıyormuş. Bu tür araştırmalar yapanlardan biri olan Festinger, elde ettiği bulgular sonucunda Bilişsel Çelişki Kuramı’nı geliştirmiş. Kuramın orijinal ismi Cognitive Dissonance’miş. Festinger’in bu kuramına göre insan davranışlarındaki temel kavram “biliş” imiş. Burada “biliş” ile kastedilen şey; insanın dış dünya hakkındaki bilgileri algılayabilmesi ve onlar hakkında yargıda bulunabilmesidir.
Bilişsel Çelişki Kuramına göre insanlar, düşüncelerini ve davranışlarını çocukluklarından itibaren oluşturdukları değerlere göre belirlerler. Bu değerler; dini inançlar, siyasi görüşler, kültürel ögeler veya alışkanlıklar olabilir. Yani değerler, insanların kişiliklerini oluşturan her şeydir ve insan davranışları da değerlerinin bir yansımasından ibarettir.
Bununla birlikte, insanlar zaman zaman değerlerine aykırı bazı durumlarla karşılaşabilmekte ve bir karar vermek zorunda kalabilmektedirler. Bu durumda, önce zihinlerinde bir çatışma yani bilişsel çelişki oluşmaktadır. Örneğin yukarıda verdiğimiz kuyruk örneğinde sırada bekleyen bir adam, aradan girene karşı olumsuz bir tutum gösterip bu davranışın ne kadar yanlış olduğunu, ahlaksızlık, saygısızlık ve hatta suç olduğunu söylerken ertesi gün kendisi uzun bir kuyruğa girmek zorunda kalıp da tanıdığı birinin kuyrukta olduğunu görünce bir bilişsel çelişkiye düşer.
Dünkü düşünceleri, şu anki duyguları ve karşı karşıya olduğu gerçeklik birbirine uymaz. Adam, ilk anda bu uyumsuzluktan kaynaklanan bir çelişkiye düşse de kısa süre içinde bunu atlatır. Kuyruğa aradan girmenin mantıklı olduğunu ve hatta doğru olduğunu düşünmeye başlar. Dünkü davranışlarını hatırlatıp bugün yaptığı şeyin yanlış olduğunu söylerseniz “Ama herkes yapıyor.” der ve davranışının doğru olduğuna veya en azından bir zorunluluktan kaynaklandığına dair bir sürü tez öne sürer. Çünkü dün söylediği kavramlar gerçekten haklı olsa da şu an onun gereksinimleri farklıdır.
Bu ve buna benzer davranışlar, gerçeklere karşı olan duruşumuzu tanımlar. İnsanların gerçeklere karşı duruşu, sadece gereksinimlerden kaynaklanmaz. İnsanlar, çoğu zaman kendi inançları için sonradan ortaya çıkan uyumsuzlukları da kabul etmeme iradesini gösterirler. Eğer bir konuya tamamen inanıyorlarsa, onun yanlış olmasını istemezler. İşte tam bu noktada gerçeklerle yüzleşmekten ya kaçarlar ya da ona karşı koyarlar.
Bunu yaparken farklı metotlar denerler. Örneğin, karşıt görüş yokmuş gibi davranırlar. Yani onu görmemezlikten gelirler. Böylece uyumsuzlukla yüzleşmez ve kendilerini kandırmaya devam ederler. Ancak bunu yaparken o kadar başarılıdırlar ki, bunun bir kandırma olduğunu kendileri bile fark etmezler. Diğer bir yöntem ise, ne olursa olsun değerlerini savunmalarıdır. Bunun için saldırgan bir tavır bile alabilirler. Karşıt görüşü sadece çürütmek istemezler, onu yok etme arzusu da duyarlar. Çünkü bunu kendilerine yapılmış bir saldırı olarak algılarlar.
İşte bu yüzden insanlar, kendi partisine mensup bir belediye başkanının yolsuzluk yaptığını söylerseniz size inanmazlar. Sırf başka partiden olduğunuz için onu suçladığınızı söylerler. Art niyetli ve iftiracı olduğunuzu iddia ederler. Somut bir delil gösterseniz bile başkanı savunmaya devam ederler. Bunun için zorda kalırlarsa; “Çalıyor ama çalışıyor.” gibi aslında objektif olarak düşündüğümüzde çalmaktan bile daha ahlaksızca olan (Çünkü çalan yaptığının yanlış olduğunu kabul edebilir ama burada çalmak meşrulaştırılıyor.) bir önermeyi mantıklı bir ifadeymiş gibi söylemekten çekinmezler. Yani çalmak gibi ahlaksızca bir eylemi çalışmak gibi erdemli bir eylemin arkasına saklayarak ahlaksızlığı mazur görülebilecek zorunlu bir yan ürün olarak sunarlar.
Aslında söylediklerinin doğru olmadığını bilinçaltında onlar da bilirler. Ama savunma içgüdüleri, doğru bildikleri şeyleri farkına bile varmadan reddetmelerine sebep olur. Bu sebeple, kendi görüşlerine uygun olmayan gerçekleri ya reddetmeye veya makul karşılanabilecek başka bir gerçekle örtmeye çalışırlar. Festinger bu davranışı sansür olarak tanımlamıştır. O’na göre, bireyler inançlarını korumak için genellikle karşıt görüşleri sansür ederler. Sadece inandıkları değerleri seçerler ve onları korurlar. Eğer bu karşıt görüşler arasında seçme zorunluluğu varsa en iyisini değil, kendisi görüşleriyle en uyumlu olanı seçerler.[1]
Peki bu kuramı bilmek bize ne kazandırır?
Öncelikle kendi davranışlarımızı sorgulamamıza yardımcı olabilir.
Öte yandan, başka insanların davranışlarının kökenini anlamamıza da yardımcı olabilir.
Başkalarının davranışlarının kökenini anlamak ise onları suçlamakla yetinmek yerine davranışlarını sorgulamalarına ve değiştirmelerine katkı sağlayacak yöntemler geliştirmemize yardımcı olabilir.
Eğer yönetici veya amir konumunda isek astlarımızı doğru şekilde yönlendirmemize yardımcı olabilir.
Bir türlü halktan istediği oranda oy alamayan bir siyasi partiye mensup isek, söylemlerimizi buna göre geliştirmemize yardımcı olabilir.
Bunun için hitap ettiğimiz ve oyuna talip olduğumuz insanların değerlerini öğrenmemize yani halkı tanımamıza katkı sağlayabilir.
Kısaca bu kuram, hayatımızın hemen her alanında faydalı olabilir.
[1] http://www.onurcoban.com/2011/09/bilissel-celiski-kuram.html?m=1