Çivisi Çıkmış Dünya
Kendine gel diye şehirlere ve şehirlerin havasına ayar vermeye çalıştığımız oluyor esprili bir şekilde. Oysa espri değil, bir gerçeği yaşıyoruz. Dünyanın çivisi çıktı diyenlere haklılık payı vermiyor değilim. Gerçekten çivi çıktı ama o çiviyi yeniden sabitlemek gerektiğine de inanıyorum.
Seçimlere yaklaştığımız bu günlerde, tüm okuyucularıma iyi bir hafta sonu diliyorum. Çok sevimli olmayan bir konuyu anlatayım dedim bu hafta sonunun ilk gününde.
Aslında biz insanlar riyakâr, nankör ve kötüyüz. "Acaba insanlar olmasa, dünyamız daha güzel yaşanır bir yer olmaz mıydı?" diye bazen kendi kendime sormuyor da değilim hani! Tabii bu olmayacak bir düşünce. Ama ben bu düşüncemin nedenlerini şöyle size bir anlatayım, ne dersiniz?
Kendi elimizle dünyayı, yok ederken, olanlar ve olacaklara ah vah etmenin bir faydasının olmadığını da biliyoruz aslında. Dünyanın dört bir yanında sürekli devam eden ve neredeyse "olağan afet" haline gelen yangın, sel, fırtına, kasırga, tsunami gibi uğradığı yeri yıkıp geçen, insanları yerinden eden, canını ve malını alan afetleri bir film karesi gibi izliyoruz ama konuya ilişkin haber bittikten sonra da o büyük afeti oracıkta unutup gidiyoruz.
Aslında bütün bu felaketlerin bize çok da uzak olmadığını biliriz. Eskiden “Ben Hayatımda böyle yağmur görmedim” diye başlardı yaşlılar söze. Sonra bir diğeri “Hayatımda ilk kez böyle fırtına gördüm” derdi şiddetli esen bir rüzgârda. Biz de öyle olduk aslında. Örneğin bir yaz havalar çok sıcak geçiyordu. Sonra bir Nisan ayında ilk kez böyle yağmur gördük. Bu kış ilk kez bu kadar sıcak geçti. Neredeyse ilk kez kar yağmadı. Mevsimlerin şaşırdığını hep birlikte görüyoruz.
Kendine gel diye şehirlere ve şehirlerin havasına ayar vermeye çalıştığımız oluyor esprili bir şekilde. Oysa espri değil, bir gerçeği yaşıyoruz. Dünyanın çivisi çıktı diyenlere haklılık payı vermiyor değilim. Gerçekten çivi çıktı ama o çiviyi yeniden sabitlemek gerektiğine de inanıyorum.
Çiviyi gevşeten, onu yalama eden biziz aslında. Doğayı katlediyor, umursamıyoruz. Çevreyi harap ediyor, umursamıyoruz. Her şeyi kirletiyoruz, her şeyi bozuyor, her şeyi daha çok kazanma adına harcıyoruz. Medeni olduğumuzu söylerken elimizdeki çeri çöpü sağa sola saçıyoruz. Doğayı katlediyoruz ya da biz yapmasak bile doğanın katledilişine seyirci kalıyoruz. Sel afetinin yaşanabileceği, selin geçme ihtimali yüksek olan bölgelere ev kurarken, selden etkilenmemeyi düşlüyoruz. Dere yatağına ev yaparken, derenin taşmayacağı konusunda teminat aldığımızı sanıyoruz. En ufak sarsıntıda yıkılacak evde gönül rahatlığıyla oturuyoruz, daha iyi malzemeden ev yapmaya çaba göstermiyoruz.
İçip içip gelişigüzel attığımız cam şişelerin ormanları yakacağını adımız gibi biliyoruz ama adımızı söyleyemeyecek kadar sarhoş olup, şişeleri ormanlarda bırakıyoruz. Sadece bu tür sorumsuzluklar değil, bazen siyasi hesaplarla da yakabiliyoruz ormanlarımızı. Hem de cayır cayır. Yaktığımız bir ağaç değil aslında, binlerce ağaç, içinde türlü türlü canlıların yaşadığı koskoca bir orman ve buna ait ekosistem. Bize hiç zararı olmayan binlerce canlı, cayır cayır yanarken, onların külleri üzerine nasıl ev, fabrika vb. yapmayı düşünebiliyoruz, inanın anlamakta güçlük çekiyorum. Canlılar yanıyor da bize can veren, ormandan gökyüzüne yayılan, bize oksijen olarak gelen havayı da yok ediyoruz. Daha az yağmur yağmasına neden oluyoruz ormanlarımızı yakarak. Temiz hava kaynağımızı yok ediyoruz. Kısaca yarınlarımızı yok ediyoruz.
Tüm bunları, bu felaketlerin sonuçlarını önemsemeyen bir güruh da var, biliyorum. Orman yangınlarını söndürmek için canla başla çalışanların emeğini bile “sırf siyasi hesaplarla görmeyen soysuzlar” içimizde barınabiliyor.
Bizimle yaşlanan ama daha yavaş ölen dünyayı, daha erken öldürmek için elimizden geleni ardımıza koymuyor ve üstelik bundan şikâyetçi de olmuyoruz. Belki de arada bir timsah gözyaşları döküp, kıyıma devam ediyoruz. Bir tarafta ormanlar yanarken, diğer tarafta mangalı yelleyerek üzülüyoruz. Ne ironik bir manzara.
Bir yerlerden kaynaklı salgın bir hastalık çıkıyor, dünyaya yayılıyor. COVID 19 gibi. Tamam, salgını kasti mi çıkarıldı, kendiliğinden mi çıktı, pek bilemiyoruz. Komplo teorilerine inanırsanız, sayısız şeyden bahsedebilirsiniz. Ama önemli olan salgına uğrayanlar hem hastalandı hem fakirleşti. Salgını önleyecek ilaç çıkmayınca eleştirdik. Çıkan aşıları da kullanmadık ya da çekindik türlü korkularımızın esiri olarak. Bahanelerimiz hep çoktu, hepsi birbirinden boştu.
Yine insanları renklerine göre istifliyor, ülkelerine göre sınıflara ayırıyor, inançlarına göre kategorize ediyoruz. Sonra zenginleri başımızın üstüne koyup, yoksullara bir tekmeyi de biz vurmak için sıraya giriyoruz. Savaşları çıkaranları değil, savaşın mağdur ettiklerini horlamak için sıraya giren insanlarız genelde. Hatta o kadar aşağılık tiplerimiz var ki, “sen niye mülteci oldun kardeşim” diye ülkesine bir şekilde sığınmış zavallı insanlara meydan dayağı atmaktan çekinmiyorlar. Tabii ki nadiren güzelliklerimiz de oluyor. Hasbelkader radyo, televizyon ve sosyal medyaya ulaşabilen mağdurlar hep şanslı oldular. Bir anda yardımlar oluk gibi aktı tek bir kişiye, milyonlarca mağdur da şaşkınlıkla öylece seyretti o piyangonun vurduğu kişiyi.
Velhasıl, biz sadece dünyanın çivisini çıkartmıyoruz. İnsanlığın çivisini de bulunmaz yerlere atmak için canla başla çabalıyoruz. Bütün bu yaptıklarımızla çocuklarımıza, torunlarımıza ve onlardan olacak nesillere güzel bir dünya bırakmayacağımız kesin, bunu biliyoruz. Ama daha da kötüsü onlara bırakılacak bir insanlık da kalmıyor, yok olup gidiyor. Dünyanın çivisini çıkarmaya doymuyoruz, bizi biz yapan insanlığımızın da çivisini kökünden çekip atmak için uğraş veriyoruz. Ha gayret çivinin çıkmasına az kaldı. Ne diyeyim, "Durmak yok yola devam!"
Dünyaya, çevreye, insanlığa daha saygı dolu sevgiyle kalın diliyorum.