Site İçi Arama

dinfelsefe

Felsefenin asli yurdu neresidir?

“Felsefenin Aslî Yurdu, bize öğretildiği gibi İyonya bölgesi ve Grekler mi, yoksa Mezopotamya bölgesi ve Kaldeliler mi?”

“Felsefenin Aslî Yurdu, bize öğretildiği gibi İyonya bölgesi ve Grekler mi, yoksa Mezopotamya bölgesi ve Kaldeliler mi?”

Bu soruya Farabi’nin cevabı Kaldelilerdir: 

Felsefe Kaldeliler üzerinden Mısır’a, oradan da Antik Yunan’a geçmiştir. Malum olduğu üzere dünya üç büyük kültürel aktarım ve etkileşim yaşamıştır. Milâttan önce 600’lerde başlayan kültürel aktarım yaklaşık iki yüz yıl sürmüş, Kaldelilerin, Sümerlerin ve Fenikelilerin kültürel birikimleri önemli oranda Grekçeye çevrilmişti. Tabii doğal olarak Yunanca bilim dili olarak resmiyet kazanmıştı. Felsefî birikim açısından söyleyecek olursak, Cündişapur’dan başlayan kültür aktarımı, İstanbul (Kostantinopolis) üzerinden Antik Yunan’a Atina’ya, oradan Mısır’a geçmiş, İskenderiye en önemli kültür merkezi haline gelmiştir. Bu birikim, Mısır/İskenderiye çevresinde Musevî ve İsevî gelenek yorumuyla Anadolu’ya taşınmıştı.

Dünyadaki ikinci büyük kültürel aktarım, Müslümanlarca yapılmıştır. “Bereketli hilal” de denilen Maveraünnehir (yani iki nehir Seyhun ve Ceyhun) ve Mezopotamya da denilen (yine iki nehir yani Dicle ve Fırat arası) topraklardan Yunanistan’a ve Batı’ya giden felsefî birikime ait Pehlevice, Süryanice ve Grekçeden önemli bilimsel eserler Arapçaya çevrildi. Arapçaya çeviriler, İslâmiyet’in ilk dönemlerinden Emevî’ler zamanında başlamış, Abbasî halifesi Mansur (754-775) döneminde ivme kazanmış, Me’mun zamanında ise Beytü’l-hikme” (830)  ismiyle kurumsal hale gelmişti.

Önceden Grekçe olan bilim dili, artık Arapça olmaya başlamıştı. Özellikle Fârâbî’nin içinde yetiştiği dönem olan Samanî’ler zamanında da bilim dili Arapçaydı. Dünyadaki üçüncü büyük kültür aktarımı ve etkileşimi XII. yüzyılda Avrupalıların İslâm Medeniyetinde üretilen bilimsel eserleri başta Latince ve İbranice olmak üzere diğer batı dillerine çevirmeleriyle gerçekleşti. Batı Rönesans’ını (fikrî dirilişi) tetikleyen bu eserler olmuştur. Büyük İskender, hocası ve danışmanı olan Aristoteles’in katkısıyla Doğu ve Batı’nın felsefî birikimini “Helenistik Felsefe” adıyla evrenselleştirmişti.

Fârâbî ise Grek Peripatetik felsefe birikimini “Hakikatin Birliği” ilkesi bağlamında İslâmiyet’in verileriyle yeniden üretmiştir.  O, felsefeyi ezeli/bir hakikatin bir yansıması olarak görüp, “Bereketli hilal”, Maveraünnehir (yani iki nehir Seyhun ve Ceyhun) ve Mezopotamya da denilen (yine iki nehir yani Dicle ve Fırat) arası topraklardan Yunanistan’a ve Batı’ya gittiğini, orada geliştiğini söyler, ama önemli olan bizim onu eski/ aslî yurduna geri getirmemizdir, der.

İbn Nedim ve Fihrist’inde Kaldeliler:  

Bu hususu İslâm düşüncesinin ilk dönem metinlerinden olan el-Fihrist adlı eserin yazarı İbn Nedim (v.380) hareketle biraz daha açalım: İslam felsefesinin teşekkülünde mihenk taşı konumunda olan Kindî, bu kavmin Kaldelilerin olduğunu söyler. Okuduğu bir kitabı incelediğini bunu Hermes’in Tevhit ile ilgili Makaleleri” olduğunu, oğlu için yazdığı bu eserde tevhid konusunda gayet arı duru olduğunu belirtir. Harnaniye diye bilinen kavmin Sabii diye isimlendirmeleri Halife Memun’un baskısı sonucunda ara çözüm olarak bulduklarını en-Nedim belirtir. Burada Tanrı’nın varlığına dair en uç teorileri huzurunda tartıştıran Me’mun’un tutumu üzerinde ayrıntılı durmak, Halku’l-Kur’an tartışmalarının yoğunlaştığı günümüzde ilginç olabilir. Bunu ara bir not olarak sunup, konuya geri dönelim. Biruni’ye göre (el Asar el-Bakiyye 205) Harnaniye hakiki Sabie’den değildir, denildiğini nakleder.  Bunlar kitaplarda Hunefa (hanifler) ve Veseniyye (putperesler)  diye söz konusu edilenlerdir.

Kindî’nin öğrencisi Ebu’l Abbas Ahmed b.Tayyip b. Mervan es-Serhas’den hareketle sabie diye bilinen Harnaniya (Keldani) akımından şöyle bahseder: Düşünen herkes evrenin bir sebebin olduğunu, bunun yegane bir varlık olduğunu, birden çok olmayacağını,  mahlukattan hiçbir şeyin sıfatlarına erişemeyeceğinde söz birliği eder. O yarattığı varlıklar içinde aklı sahibi kişilere kendi rububiyetini ikrar etme yükümlülüğünü vermiştir. Bunun nasıl olacağını da açıklamıştır. Yolunu göstermek için ve delilini sağlamlaştırmak için resuller göndermiştir. Peygamberlerine kullarını razı olduğu şeylere çağırmalarını, gazabına yol açacak şeylerden sakındırmalarını emretmiştir. Böylece onlar Allah’ın emrine bağlı kalanların daimî nimetlere kavuşacaklarını vadetmişlerdir. Karşı gelenleri ise azaba uğrayacakların ve hak ettikleri kadarıyla ceza çekeceklerini bildirmişlerdir. Allah’a ve kendilerine isim olarak verdikleri Hanifliğe davet eden bu topluluk orada Allah’ın has kulları arasında yer alır. Bunların en meşhurları ve bayraktarları Erani, Egsazeymun ve Hermes’tir. (…) Bunların hepsinin çağrısı birdir. Sünnetleri ve şeriatleri de birbirinden farklı değildir. Onlar kıblelerini bir yapmışlardır. Fıtrat ile çelişen şeyleri bertaraf etmişlerdir.

Kaldelilerin temel öğretilerine bakıldığı zaman Fârâbî ’nin felsefeyi tekrar asli yurduna getirmekle ne kastettiği anlaşılır. Buna göre Hanif öğretinin son temsilcisi olan Hz. Muhammed’e verilen İlahi Mesajı (şeriat-yöntem) merkeze alarak Helenistik kültürü ve diğer doğu geleneklerini yeniden yorumlamaktır. Meşşai öğreti bağlamında İslâm düşüncesini Doğu-Batı kapsayacak şekilde teorik (Hakk Bilmek) ve pratik boyutunu (yani Hayrı bilip ona göre davranmayı) bütüncül bir şekilde sunmuştur.

Sonuç

Evet, düşünce tarihinin “ikinci üstadı” olan Farabi, felsefenin İslâm dünyasına Yunanlılardan, Eflatun ve Aristoteles’ten gelmesini önemser, Çünkü Müslümanlara hem felsefelerinin sonuçlarını öğretmişler hem de bu sonuçlara ileten esasları ve böylece eksilmesi ya da kaybolması halinde felsefeyi yeniden canlandırma yolunu göstermişlerdir.

Bu yeni sistematik sunumu yapan da Farabi’dir, onun kurduğu sistemle Felsefe/Hikmet asli vatanına dönmüştür. Artık felsefe İslâm dünyasında yeni bir vatan ve yeni bir yaşam bulmuştur

Kaynaklar:

Muhammed b.İshak en-Nedim, el-Fihrist, çev.M.Yolcu, Sabri Türkmen, m.Salih Arı, Selahattin Polatoğlu, Furkan Halit Yolcu), İstanbul: Çıra Yayınevi 2017,  809-815.

Mevlüt Uyanık, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak, (Eskişehir: Kırmızılar Yayıncılık 2020, Muhittin Macid, “Tercüme Hareketleri” TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2011, c.40, s.498-504.

Mübahat Türker-Küyel,”Kutadgu Bilig ve Farabi”, Uluslararası İbn Türk, Harezmi, Farabi, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri, (Ankara 9-12/9/1985), AKM yayını, Ankara 1990, s.219.

Mehmet Dağ, “Farabî’nin İki Yapıtı” : “Felsefenin Temel Önermeleri” ve “Mantık ve Eski Felsefenin Temel İlkeleri konusunda Sorunların Kaynakları. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2003, 2.

David C.Reisman, Farabi ve Felsefe Müfredatı”,  İslam Felsefesine Giriş, edit.: Petir Adamson, R.C.Taylor, çev.  M.C.Kaya, (İstanbul: Küre Yayıncılık  2008), 59, 62, 77.

Charles E. Butterwoth, “Ahlak ve Siyaset Felsefesi”, İslam Felsefesine Giriş, edit.: Petir Adamson, R.C.Taylor, çev.  M.C.Kaya, (İstanbul: Küre Yayıncılık  2008), 305-309)

Prof. Dr. Mevlüt UYANIK
Prof. Dr. Mevlüt UYANIK
Tüm Makaleler

  • 17.10.2021
  • Süre : 5 dk
  • 1786 kez okundu

Google Ads