Site İçi Arama

dinfelsefe

Galaksi Falı Nedir?

Bilirsiniz, içi su dolu bir bardak mercek etkisi yapar, arkasındakileri ters gösterir, baş aşağı görünür neye bakıyorsak. Bu da oluyor gökyüzünde.

Bu evrende ışık bile eğiliyor bükülüyor. Bir yıldız düşünün, gökyüzünde tıpa tıp bir ikizini görüyorsunuz. İkiz mi gerçekten? Hayır, aslında yıldız bir tane, sadece yıldızın ışığı size direk gelemiyor, ikiye bölünüyor, çünkü önünde çok büyük çekim gücü olan bir galaksi var, yıldızın ışığının bir kısmı galaksinin sağından bükülüyor, bir kısmı da solundan. Bize kadar gelen ışıklar sanki aynı yıldızdan iki tane varmış gibi görünüyor, ama bir anlamda göz yanılması.

İşte size uzayın sihirli yüzü, bir sihirbaz gibi, sizi yanıltıyor, gözünüzü büyülüyor. Böyle şeyler oluyor gökyüzünde aslında, algısal gerçeklik çağı demiştik, bu da onun gibi bir şey, sadece burada algı oluşturan gökyüzü, tanrı mı desem yoksa?

Bilirsiniz, içi su dolu bir bardak mercek etkisi yapar, arkasındakileri ters gösterir, baş aşağı görünür neye bakıyorsak. Bu da oluyor gökyüzünde.   

Daha çözülemeyen çok şey var uzayda, sanırım bazı şeyler hiç çözülemeyecek hatta. Ya çok küçük oldukları için ya da çok büyük oldukları için. Bazen de bize iletecekleri bir şeyleri olmadığı için. Algılayacağımız bir şey yaymıyorlar. Uzayda algı sınırlarımızın dışında gelişiyor birçok şey. Kara madde bu şeylerden biri, daha ne olduğunu kimse bilmiyor, çünkü elle tutulmuyor, gözle görülmüyor. Birtakım hesaplardan olması gerektiği düşünülüyor, ama sadece o kadar, henüz bir kanıt yok.

Uzayda bizden başka yaşam var mı, bu da bir merak konusu. Yapılan istatistik hesaplar olması gerekli diye sonuçlar veriyor, ama komple teorileri anlamındaki UFO tartışmaları dışında henüz elle tutulur bir kanıt yok.

Bir zamanlar düzenli bir sinyal almışlar uzaydan, tamam demişler, bizimle iletişim kurmaya çalışan uzaylılardan geliyor bu sinyaller. 

Sonradan anlaşılmış işin aslı, aslında bir pulsardan geliyormuş bu sinyal. Pulsar dönerken yalpaladığı için, sinyal de uzaktan üzerinize elindeki feneri döndüre döndüre tutan bekçi gibi düzenli dalgalar halinde ulaşıyormuş. 

Pulsar derken bilmeyenler için söyleyeyim, nötron yıldızıdır pulsar, sönmüş bir yıldızdır yani aslında. Yakıtı bitmiş belli bir büyüklükteki yıldızlar çekirdeği içine çöktüğünde, yani süpernova patlamasından sonra bütün atomların elektronları da protonlar üzerine çöker ve bütün protonlar nötrona dönüşür. Ama bu olay belli büyüklükteki yıldızlar için geçerli, daha büyükleri süpernova patlaması sonrasında karadeliğe dönüşüyor, daha küçükleri ise dağılıp yok oluyor, belki bir kısmı tekrar bir araya gelip başka bir yıldızın çevresinde bir gezegen oluyor, belki de göktaşı olarak uzayda serbest olarak dolaşıyorlar. 

Pulsarlarda nötrona dönüşümü sağlayan bu nükleer reaksiyon sırasında açığa çıkan radyasyon nötron yıldızının kutuplarından ışınlar şeklinde uzaya yayılır. Nötron yıldızları çok hızlı dönerler. Yüksek hızlardan dolayı dönüş ekseni etrafında bir yalpalama hareketi oluşur, eğer dönüş ekseni dünyaya dönükse, bu sebeple de belli aralarla dünyaya ulaşan bu radyasyon ışınımını dünyadan izleyebiliriz ve düzenli, periyodik bir sinyal olarak algılarız.

Uzayda çok fazla pulsar olduğu düşünülüyor, ancak bu bahsettiğim radyasyon ışınımı dışında bir başka ışınımını yok, dolayısıyla fark edilmesi ışınım bize ulaşmıyorsa çok zor. Çünkü ışınım da sadece kutuplarından salındığı için sadece dünyaya rast gelen olursa yerleri tespit edilebiliyor. Yıldızlar gibi ışık yaymıyorlar, kapkara bir gök cismi. Ancak eğer ışık yayan bir yıldızın önüne denk gelirlerse, bazen gölgelerinden ya da yıldızın ışığına engel oldukları için fark edilebiliyorlar. 

Peki niye bu kadar önemli pulsarlar? 

Bunu anlatabilmem için biraz başka konulara girmem lazım. 

Evrendeki hidrojenin tümünün ve helyumun bir kısmının, biraz da lityum ve berilyum izotopunun büyük patlama ile oluştuğu düşünülüyor. Bunlar en hafif elementler. Kozmik ışınım ile yine sıradaki bazı elementlerin uzay boşluğunda oluşması mümkün, ama daha ağır elementler için çok yoğun basınç ve ısı gerekli. Bu ısı ve basınç kaynakları ise güneşimiz dahil gökyüzünde gördüğümüz yıldızlar. Normal bir yıldız kütlesinin çoğunluğu hidrojen olan bir buluttur. Büyük patlama ile oluşan hidrojen bir araya toplanıp gökyüzünde gördüğümüz yıldızları meydana getirmiş. Yani elementlerin gerisi yıldızlarda oluşuyor. Tabii hepsi değil, ağır elementlerin yıldızların yok olması sırasındaki süpernova patlamalarında ve diğer gök cisimleri içerisinde nükleer reaksiyonlarla oluştuğu biliniyor. 

Bir yıldız aslında hidrojen bulutudur demiştik. Yıldız içinde yüksek basınç ve ısı etkisiyle hidrojen nükleer reaksiyonla helyuma dönüşür ve aslında hidrojen yıldızın yakıtıdır. Çekirdeğinde biriken helyum ise yine nükleer reaksiyonlarla lityum, berilyum, bor, karbon, nitrojen, oksijen ve sırasıyla devamındaki flor, alüminyum, potasyum, kalsiyum gibi elementlere dönüşür. Ancak bir yıldız çekirdeğinde oluşabilecek en son element atom numarası 26 olan demirdir. 

Doğal yollarla oluşan element sayısı 94'tür. Periyodik tabloda ise 108 element bulunmaktadır. Yani tablodaki bazı elementleri biz laboratuvar ortamında oluşturularak gözlemlemişiz. 

Demirden sonraki elementler için yıldızların enerjisi ve çekirdeklerindeki ısı ve basınç yeterli değil. Devamındaki elementler için süpernova patlamalarının muazzam enerjisine ihtiyaç var. 

Bu noktada bir şeyi hatırlatmamda fayda var diye düşünüyorum:

Dünyamız, hayatın şu ana kadar tek var olduğu yer olarak bildiğimiz biricik gezegenimiz, çekirdeğinde çok büyük oranda eriyik halde demir ve nikel var, kabuğunda ise daha çok silikat bazlı kayalar ve birçok başka ağır element var. Denizlerimizi ve atmosferimizi biliyoruz zaten, denizlerimiz, okyanuslarımızdaki elementler oksijen ve hidrojen, bir de çeşitli tuzlar. Atmosferde ise yoğunluk azot gazı olmak üzere, gerisi oksijen ve diğer gazlardan oluşuyor. Periyodik tablodaki doğal 94 elementin hepsi az çok dünyada mevcut.

Güneşimiz ise halen daha büyük oranda bir hidrojen bulutu. Güneşin kütlesi yaklaşık olarak %80 oranında hidrojenden oluşuyor. Çekirdeğinde %19-%20 gibi helyum ve çok az miktarda oksijen, karbon, azot gibi diğer bazı elementler var. Hatta biraz da buhar halinde demir var.

Buradan bir sonuca varabiliriz. Demek ki dünya başlangıçta güneş sisteminin bir parçası değilmiş, uzayda süpernova patlamaları ile meydana gelmiş olan çeşitli elementlerin bir şekilde bir araya gelerek sonradan güneşin çekim alanına kapılması sonucu güneş sisteminin bir gezegeni olmuş. Yani bizler birer yıldız tozuyuz aslında. 

Gezegenlerin hepsi böyle sonradan katılmış güneş sistemine. Bir tek Jüpiter'i ayrı tutabiliriz. Jüpiter güneş gibi bir hidrojen bulutu. Büyük ihtimal başlarda bir tek Jüpiter varmış güneşin ekseninde. Güneş kadar büyük bir kütlesi olmadığından o da bir yıldız olamamış, kütlesi nükleer reaksiyonların başlaması için yeterli değil. Daha büyük kütleli olsaymış belki de iki tane güneşimiz olacaktı gökyüzünde. İlginç olurmuş olabilseymiş değil mi?

Dünyada güneşte henüz oluşamamış bir sürü ağır element var, bazıları sonradan dünya yüzeyine göktaşları ile ulaşmış. Bunlardan bazıları da de değerli metaller, özellikle de altın.  

Bir zamanlar Noriksk diye bir şehirde çalışmıştım, kuzey kutbuna yakın bir yerlerde küçük bir maden şehri. Burası da böyle göktaşı düşmüş yerlerden biri, zengin nikel, bakır ve hatta altın madenleri var. Platin dahil periyodik tablodaki hemen hemen tüm metaller çıkartılıyor madenlerden.

Evet, pulsar diyorduk, sönmüş yıldızlar, süpernova patlaması sonrasında çekirdeği yok olmamış, nötron yıldızları. İşte bazı nötron yıldızları da belli bir süre sonra yıldızların çekirdeğine çökmesi sırasında oluşan süpernova patlamaları gibi ikinci bir kere daha patlıyor.  

Altın ve platin gibi bazı değerli metallerin bu pulsar patlamaları ile oluştuğu düşünülüyor. Çünkü bu metaller çok kararlı elementler. Atomik yapıları diğer birçok elementten farklı, diğer elementler gibi kolay kolay kimyasal reaksiyonlara girmiyorlar.

Simyacı diye bir kitap okumuştum, Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun meşhur romanı. Romanın kahramanı Santiago kitapta altın yapma hayalleri ile epey bir seyahat eder.

Newton da büyük bilim insanı olması yanında özellikle simya üzerine epey kafa yormuş, hatta konuyu takıntı haline getirmiş.

Bir zamanlar simya, yani diğer maddelerden altın yapabilmek üzerine çok uğraşmış insanoğlu, kimilerinde takıntı haline gelmiş bu konu.

Bugün de insanoğlu altın konusunda anlamsız bir takıntı halinde. Nedir acaba bu takıntının sebebi diye çok düşünmüştüm. Meğer ayrı dünyaların elementiymiş altın, demek ki o yüzden başka bir türlü etkiliyor insanları. Şimdi sebebini daha iyi anlıyorum diyebilirim.

Uzay madenciliği konusunda bu aralar bazı girişimler var, özellikle uzayda altın rezervi yoğun bir göktaşı bulup madencilik yapma hayalleri üzerine ciddi ciddi hesap yapan şirketler var. Bir gün gerçekleşir herhalde böyle hayaller. İnsanoğlu bir şeyi kafasına takınca önünde hiçbir şey engel olamıyor. Bakalım, zaman gösterecek.

Günlük dertlerimiz yanında bu gibi konular aslında birçoklarının ilgisini çekmiyor. Zaten anlaması da kolay değil uzayda olup bitenleri. Ama bilim bu konuları araştırmaktan vazgeçmiyor. Algı sınırlarımız dışında bilim insanları arasında ayrı bir dünya kurulmuş. Hatta kimileri bütün hayatını harcamış bu bizim çok önemsemediğimiz konular üzerine. Kimileri halen daha hayatlarını sadece bilim üzerine çalışmalara adamış durumdalar. Bazen devletler de çok büyük yatırımlar yapıyorlar, milyarlarca dolar tutuyor kimi harcamalar. CERN bunlardan biri. Bilim insanları bir şekilde ikna edebilmişler siyasileri bu yatırımlar için. Bence büyük başarı bilim dünyası adına. Aslında farkında olmadan da insanlık yapılan yatırımların bir faydasını görüyor. Teknoloji tam gaz ilerliyor. Özellikle de bu yatırımları yapan ülkelerde.

Bizde böyle yatırımlar yapılmıyor nedense, kaynaklarımız çok kısıtlı, belki budur sebebi, yaptığın yatırım elle tutulur bir ürün vermeli diye düşünülüyor herhalde, bilim yatırımları ise sonucunu direk göremediğin yatırımlar. Bize uymuyor yani bu gibi şeyler. Biz daha çok başkalarının yaptığı şeyleri bedelini ödeyip satın almayı ve tüketici olarak kullanmayı seviyoruz. Eh, bu da bir bakış açısı, zengin duruşu diyebilirim, demek ki aslında zengin ülkeyiz diyebiliriz.

Uzayın derinliklerini gözlemek için yakın zamanda James Webb teleskobu yerleştirdiler ayın ötesinde, bir milyon kilometre uzakta bir yörüngeye. Geçenlerde ince ayarları bitirildi ve ilk görüntüler elde edildi. Ne işe yarayacak bilmiyorum, Hubble teleskobundan daha net görüntü elde edildi deniyor, bu iyi bir şey, ama ne işe yarayacak daha net görüntü? Boş boş uzay boşluğunu gözlemek için onca masraf yaptılar, anlaşılır gibi değil. Uzun yıllardır çalışıyorlardı teleskobu geliştirmek için, onca hesap kitap, konu üzerine kafa yoran onca bilim insanı, yapılan onca harcama ve emek. Hem de teleskop başarılı bir şekilde yörüngeye yerleştirildiğinde büyük bir sevinç, alkışlar gözyaşları, ağlaşanlar, anlaşılır gibi değil. Netice daha güzel fotoğraflar, öyle mi? 

Tabii ki değil, bilim dünyasına büyük katkılar verecektir mutlaka. Sizin benim anlayacağımız şeyler değil.

Bu arada ben teleskobun astroloji konusuna da katkıları olacağı görüşündeyim. Bence şimdiden ünlü astrologlar teleskobun sitesine girip uzak galaksilerin muhteşem resimlerini incelemeye başlasınlar. Yıldız falı devri bitiyor, galaksi falı çağına geçmekte fayda var artık. Hem bakın popüler bir konu olur, galaksiler karakterimizi nasıl etkiliyor, ben bile merak ediyorum diyebilirim.

Boş fikir değil dediğim, hemen saçmalıyorsun demeyin, bir düşünün. Bir meslek bir meslektir, falcılara her zaman ihtiyacımız var. Galaksilerin karakterimiz üzerinde ne gibi etkileri var, siz merak etmiyor musunuz?

Moskova'dan sevgi ve saygılar.

 

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 15.07.2022
  • Süre : 6 dk
  • 1435 kez okundu

Google Ads