İnanç, Felsefe ve Bilim Dünyasında Bitmeyen Kavga: Bölüm-1
Gazali şüphesiz çok önemli bir şahsiyet. Dünyaya bakış açısı ve yorumları, vefatının üzerinden yaklaşık 1000 yıl geçmesine rağmen hâlâ da tartışılmaktadır. Sufi ve inanç dünyamızın düşünür ve yazarları tarafından üzerine yorumlar yapılmaktadır. Kendisinin fikirleri, bakış açısı, en az kendisi kadar ünlü olan diğer alimlerden İbni-Rüşt ve İbni-Sina ile örtüşmüyor, hatta karşı kampta yer alıyor. Hasan-Sabbah ve Ömer Hayyam da Gazali ile aynı dönemde yaşayan tanınmış kişiler arasında sayılıyor.
İnsanoğlu bundan 3500 yıl önce yazıyı icat etti. Yazının bulunmasıyla birlikte insanlar olup bitenleri kayıt altına almaya başladılar. Bizler de bu kayıtları okuyarak, geçmişimizi öğrenip geleceğimize yön vermeye çalışıyoruz! Bunu yaparken, tarihi şahsiyetleri iyi okuyup aynı zamanda da çok iyi anlamamız gerektiğini düşünüyorum.
Eğer bundan yüzlerce, binlerce yıllar öncesinde yaşanmışlıkları yaşadığımız ölçekteki zaman dilimimizde değerlendirmeye tabi tutarsak, buna tarih okuması değil, insanın kendi okuması veya yorumlaması dememiz daha doğru olur.
Bilim ve tarih, zaman ve mekândan amade düşünülemez. Biz insanlar bunlardan sadece çıkarımlar yapıp, doğruları bulmak için çaba sarf ederiz. İnsanoğlunun en büyük zaaflarından biri de duygu ve düşüncelerinin zaman içinde kendisinde değişmeyen zihniyet tabularına dönüşmesidir. İşte tabuları ve zihniyetlerdeki değişimi yapabilen insanlar ve topluluklar tarih sahnesinde kalabilmekte, diğerleri ise tarihin çöplüğünde kendilerine ayrılmış yere göç etmektedirler.
Bu çerçevede toplam üç bölümden oluşan bu yazı dizisini kaleme aldım. Birinci bölümde Gazali, ikinci bölümde İbni Rüşt ve üçüncü bölümde de kendi görüşlerimi ve bugüne yansımalarını sizlerle paylaşacağım.
Gazali şüphesiz çok önemli bir şahsiyet. Dünyaya bakış açısı ve yorumları, vefatının üzerinden yaklaşık 1000 yıl geçmesine rağmen hâlâ da tartışılmaktadır. Sufi ve inanç dünyamızın düşünür ve yazarları tarafından üzerine yorumlar yapılmaktadır. Kendisinin fikirleri, bakış açısı, en az kendisi kadar ünlü olan diğer alimlerden İbni-Rüşt ve İbni-Sina ile örtüşmüyor, hatta karşı kampta yer alıyor. Hasan-Sabbah ve Ömer Hayyam da Gazali ile aynı dönemde yaşayan tanınmış kişiler arasında sayılıyor.
İmam Gazali, 1058 yılında Horasan'ın Tus şehrinde dünyaya geldi. 28 yaşına kadar Nişabur Nizamiye Medresesi’nde eğitim gördü. Bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü kanıtlayarak 1091 yılında Bağdat’taki Nizamiye Medresesi'nin Baş Müderrisi olarak tayin oldu.
İlk Haçlı Seferi de Gazali döneminde gerçekleşti. Gazali 40 yaşındayken Antakya Haçlılar tarafından kuşatıldı. Bundan bir sene sonra da Kudüs’ü ele geçirdiler.
Öğrenme merakı onun çok sayıda dini ve fikri akımları araştırmasına sebep oldu. Yaşadığı dönemde hakikati bulmak isteyen insanların dört kısma ayrıldığını ve her birinin hakikati kendi yolunda aradığını gördü. Bunları Felsefeciler, Kelamcılar, Sufiler ve Batiniler olarak sıraladı. Hepsinin görüşlerini inceleyerek; Kelam, Felsefe ve Batınilik yolunu kitaplarında ayrıntılarıyla anlattı ve Sufilerin yolu olan Tasavvufa yönelerek hakikati bu yolda aradı.
Gazali geçirdiği bu süreci El-Münkız Mine'd Dalal adlı kitabında şöyle anlatır:
Gençliğimden itibaren 50 yaşımı aştığım bu ana gelinceye kadar, bu engin denizlerin derinliklerine dalmaktan hiç geri durmadım. Coşkulu denizlere çekingen korkaklar gibi değil, cesur kimselerin dalışı gibi daldım. Gördüğüm her meselenin üzerine atladım. Her zorluğun içine apansız girdim. Her fırkanın inanış ve fikirlerini inceledim. Her grubun tuttuğu yolun inceliklerini ortaya çıkarmaya çalıştım. Araştırdığım fırkaların hak veya batıl, sünnete uygun veya bidat sahibi olmaları konusunda ayrım yapmıyordum.
Batınilik yolunu tutmuş her fırkanın, bu düşünceyle ne hedeflediklerini öğrenmeye çalıştım. Zahirilik yolunu tutmuş olanların, bununla neler elde ettiklerini ortaya çıkarmaya gayret ettim. Felsefe yolunu tutmuş olanların, sahip oldukları felsefeyi bütün esaslarıyla öğrenmeye özen gösterdim. Hiçbir Kelam alimini dışarıda bırakmadan kelamdaki yöntemleri ve mücadeleleri öğrenmeye çaba gösterdim. Bütün gücümle ne kadar Sufi var ise onlardan sufiliğin sırlarını öğrenmeye, ne kadar Abid var ise bu ibadetleriyle neler kazandıklarını araştırmaya çalıştım. Bütün zındıkların, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kabul etmeyenlerin, bu inanış veya inkara yöneldiklerini öğrenmek istedim. Bunun arkasında yatan sebepleri titizlikle araştırdım.
Her şeyin hakikatini öğrenmeye karşı duyduğum susamışlık; baştan ve gençliğimden beri tuttuğum yol ve benim bir hasletim oldu. Bu hasletleri, Allah tarafından benim yaradılışıma ve hamuruma katılmış özelliklerdir diye düşündüm. Benim seçimim ve tercihim değildi. Bunun sonucunda çocukluğumun coşkulu çağlarından itibaren taklit bağlarından sıyrıldım ve büyüklerimizden miras kalan sırf taklide dayalı inanç esaslarından koptum.
Hristiyan çocuklarının hepsi bu din üzere yetiştiklerini, Yahudi çocuklarının sürekli bu dinin esaslarına göre büyüdüklerini, Müslüman çocukların da istisnasız İslam dini üzere yetişmekte olduklarını görmekteydim. Yaradılıştan gelen asli hakikati, ana baba ile hocalar aracılığıyla kazanılan sonraki inanç esasları ve taklit unsurlarının hakikatini öğrenme konusunda içimde büyük bir istek oluştu.
Taklit, başlangıçta birtakım telkinlere dayanmaktaydı. Bunların da hangilerinin hak ve batıl olduğu konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktaydı. Kendime şöyle dedim: Benim istediğim, her şeyin gerçek yüzünü öğrenmektir. Öyleyse önce bilginin gerçek yüzünün ne olduğunu öğrenmekle işe başlamam gerekiyordu.
İmam Gazali'ye göre; o dönemde İslamiyet'in birliğine kötü anlamda doğrudan etki edecek fikirler hızla yayılıyordu. Bir taraftan Yunan felsefesi ile İslam inancını yeniden yazmaya çalışan dönemin filozofları, diğer yandan Kuran'ın apaçık ayetlerini karanlık ve gizemli tefsirlere konu yapan Batıniler, İslam dinine ve ehli sünnet itikadının bütünlüğüne büyük zarar veriyordu.
Batınilik, Gazali’nin döneminde ortaya çıkmış ve Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk bu görüşün üyeleri tarafından öldürülmüştür. Gazali bu dönemde Ehli Sünnet dışı grupların görüşlerine karşı Reddiyeler yazarak mücadele etmiş, Mutezile ve Batınilik'e karşı altı tane eser yazmıştır.
Bu arada, felsefeye karşı verdiği mücadele ile İslam dünyasında felsefenin gelişmesini önlediği iddia edilir. Antik Yunan felsefesine karşı yazdığı Reddiyeler sonucunda İbn-i Rüşd, İbn-i Tufeyl ve İbn-i Bacce gibi düşünürler felsefeyi ona karşı savunma ihtiyacı duydular. Gazali felsefecilerle tartışmış, sert eleştirilerini reddiyeler şeklinde yazarak Aristotales, İbn-i Sina ve Farabi’nin üzerine yöneltmiştir. Gazali’nin felsefeye yönelik olumsuz tutumuna karşın, mantığın birçok yanını İslam'ın din bilimlerine sokmada önemli katkısı olmuştur.
Sufizm ve Şeriat alanında büyük rol oynamış, Sufizm kavramını Şeriat yasaları ile birleştirmiş, eserlerinde tasavvufu ilk olarak teorik anlamda açıklamıştır. Çalışmalarında Ehl-i Sünnet görüşünü benimsediği ve diğer görüşlere karşıt olduğu da söylenebilir.
Gazali Ortaçağ Müslüman ve Hristiyan filozoflarını büyük ölçüde etkilemiş, çalışmaları İslam ve Hristiyan dünyasında Avrupalı bilginlerin dikkatini çeken ilk şey olmuştur. Aziz Thomas ve Aquinas bunlardan sadece ikisidir. Gazali’nin etkisi Aquinas’ın Hristiyan teolojisiyle ilgili çalışmalarıyla karşılaştırılsa da ikisi arasında metot ve inanç bakımından bazı büyük farklılıklar vardır. Gazali, Müslüman inancına sahip olmayan düşünürleri ve onların fikirlerini reddeder. Aquinas ise Yunan-Latin etkilerini çalışmalarında göstermiş ve bütün herkesi kucaklamıştır.
Gazali’nin kitapları birçok Batı diline çevrilmiştir. Eyyühe Veled adlı kitabı Unesco tarafından 1951 yılında Fransızcaya, İngilizceye ve İspanyolcaya çevrilmiştir. Gazali’nin doğduğu ve büyüdüğü yer olan Tus, o dönemde büyük bir tasavvuf merkezi olarak görülüyordu.
Gazali’nin öğrencilik hayatında tasavvuf geri planda kaldı. Geçirmiş olduğu ruhsal bunalım sonrasında tasavvufa yöneldi. Hocası Ebu Ali Farmedi'den dersler alarak, tasavvuf alanında icazet aldı. Gazali’ye göre tasavvuf, insanın manevi hastalıklarından kurtulmasında en önemli etkendir. Gazali’nin, risale ve reddiyeleriyle birlikte beş yüze yakın kitap yazdığı rivayet ediliyor. Mısırlı bilim adamı Abdurrahman Bedevi’nin yapmış olduğu araştırmalara göre, Gazali’nin 457 adet kitap yazmıştır. Ancak günümüze sadece 75 eser ulaşabilmiştir. İhya-u Ulumi'd-din - Gazali’nin en çok bilinen ve en büyük eseridir. Bu kitapta fıkıh ve tasavvuf konularını ele almıştır. Dört kısımdan oluşur. Kitap yazılışından bu yana İslam dünyasında en çok okunan kitaplar arasında yer almıştır.
Gazali'nin günümüze kadar ulaşan önemli sözleri ise şunlardır.
*Eğer bir vaiz halkı ağlatmaya, yaka paça yırttırmaya çalışıyorsa, bilin ki o adam gafildir.
*Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder.
*Okumak üç türlüdür: dilin okuması kıraat, aklın okuması tefekkür, kalbin okuması hayattır.
*Cahillerle tartışmaya girmeyin; ben hiç yenemedim.
*Layık olmadan devletin makamlarına atananlar, astlarını ısırır, üstlerine kuyruk sallarlar.
*Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder.
*Ey nefsim, sonra tövbe ederim ve iyi şeyler yaparım, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tövbe etmeyi bugün tövbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.
*Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir.
*Sabır insana mahsustur. Hayvanlarda sabır yoktur. Meleklerin ise sabra ihtiyacı yoktur.
*Bir kimsenin, arkadaşlarıyla veya diğer insanlarla iyi geçinebilmesi için onlara külfet vermemesi, yük olmaması lazımdır. Mümkün olduğu kadar kendi işini kendi halletmelidir. Mecbur kalmadıkça, hiç kimseden mal, para, gibi şeyler istememelidir. Herhangi bir makama geçmek içinde başkalarından yardım istememelidir.
*Dargın ve küskün olanları barıştır ki yarın kıyamet gününde sevinenlerden olasın.
*İlim adamları olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu. Çünkü alimler insanları, öğretim vasıtasıyla barbarlıktan çıkarıp insanlık seviyesine yükseltirler.
*Çok işte çırak olacağına, bir işte usta ol.
*Bil ki, kalple gıybet etmek, dille etmek gibi haramdır. Bir kimsenin noksanını, kusurunu başkasına söylemek doğru olmadığı gibi, kendi kendine söylemek de caiz değildir.
*Ölüm Allah'ın sevgili kullarına, bir bardak tatlı soğuk suyu içmek kadar kolay gelir.
*Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür.
*Allah-u Teâlâ’nın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dişini görür. Allah-u Teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur.
*İlmi ile amel etmeyen alım; başkalarını giydirdiği halde kendisi çıplak olan iğne gibidir.
*Tamahkar, aç gözlü olma, kalbin katı ve kara olur. Çok mal artırmak için haşışlık yapma.
*Her hadisin hudûsü (sonradan var olanın var olması) için bir sebebe ihtiyaç vardır.
*Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O halde bugünü elden kaçırmamak bunu saadete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün azalarını haramdan koru.
*O halde evrenin de var olması için bir sebebe ihtiyaç vardır. O sebep de Tanrı’dır.
*Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün! Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan şöyle. Yoksa sus.
*Ne kadar kibirli dursa da bardağın önünde eğilir çaydanlık. Öyleyse bu büyüklenme niye? Bu kibir, bu gurur niçin?
*Şüphe duymayan hakikati bulamaz.
*Çocuktaki utanma hali ondaki akıl nurunun alametidir.
*Bedenine değil kendine değer ver ve gönlünü olgunlaştır! Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır.
Batınilik: Kur-an’ı anlamı dışında yorumlayanlarda verilen ad.
Sufi: Gönlü saf kişi.
Tasavvuf: İçeriksiz, güzel bir yaşam tarzı.
Kelam: İslam’ın dini kurallarını felsefi yönden irdeleyen bir bilim dalı.