Kendimizle Hesaplaşma
Kendisiyle barışık olanlar, kendisini samimi olarak sorguya çekme cesaretini gösterebilenler, kaybolmaz veya kaybolsa bile hemen bir çıkış yolunu bulabilir.
Bazen insan durur ve düşünür:
Kendi kendimize düşünürüz. Yaşadığımız hayatı düşünürüz ve sorgularız. Kendimize sorarız: Nereden geldik, Neredeyiz ve şimdi nereye doğru gidiyoruz? Bu basit soruların cevabının basit olmadığını hepimiz kendi iç dünyalarımızdan biliriz. Hayat hepimize öğretir bunu.
Bazen de bir düşünce alır bizi, mutlu muyum diye aklımızdan geçiririz. Mutlu olmak için bazen çok şey gerektiğini sanırız. Tıpkı televizyonlarda sıkça gördüğümüz, evlendirme programlarındaki yalnızlığına eş arayan insanlar gibi.
Mutlu Olmak İçin Klişeleşmiş Ön Şartlar:
İnsanımızın çoğunluğunda mutluluk reçetesi bellidir aslında, “evi olsun, arabası olsun, emekliliği olsun” yeterlidir. Klişeleşmiş ön şartlardır bunlar. Yaygın tipolojinin mutlu olmak için istediği şeyler genel hatlarıyla bu üç şeydir.
Doğrudur bazı şeylere ihtiyaç var ama, mutluluk öyle bir şey ki bazen sadece sevgi dolu bir bakış bile yeterli gelmez mi insan olana? Bazen sadece içten bir dokunuş, içten bir sesleniş yeterli olur. İnsanlar ölene dek mutlu olmak için arayışını, arayışlarını sürdürür. Türlü türlü yollar dener, yeni yeni insanlar tanır, tanımak ister. Her tanıştığı yeni insanda mutluluğu arar.
Bazen güzellik peşine düşer, öyle mutlu olacağını sanır. Bazen maddiyatın peşine düşer, güç ve servetin mutluluk getireceğini düşler. Oysaki, hepsi bir arayıştır ama hepsi de gerçeği bir türlü görememe halinden başka bir şey değildir.
İnsan Yalnız Doğar Yalnız Ölür:
Yalın gerçek şudur: İnsanlar şu koca dünya da yalnız doğar ve yalnız ölür. Ölürken etrafında insanların olması, insanın yalnız olmadığı anlamına gelmez. Her insan kendi içinde yalnız değil midir?
Hayatın gerçeği budur. Çevremizde, bu gerçeği özümsemiş, özünde kendi iç benliğinde yaptığı muhasebeyi tamamlamış, kendi kendine yetmeyi öğrenmiş ve dolayısıyla mutluluğu yakalamış çok sayıda insana da rastlarız. Kendi kendine yetebilen ve mutluluğun aslında sevgi dolu bir bakıştan öteye gitmediğini anlayan insanların da var olduğunu görürüz. Bu tür insanların çoğunluğun aksine daha huzurlu bir yaşam sürdüğüne şahitlik ederiz.
Hayatın Temel Gerçekleri:
Hayatın temel gerçekleri: Daha fazla güzellik, insanı daha fazla mutlu etmez. Daha fazla servet, insanı daha fazla mutlu etmez. Dünyanın ne çok başarılı ne de çok zengin insanlara ihtiyacı vardır.
Güzellik önemli olsaydı, dünyanın en güzel kadınları aldatılmazdı. Servet önemli olsaydı, dünyanın en zengin insanları boşanmazdı.
Dünyanın sadece daha çok merhametli insanlara ihtiyacı var.
Başka bir şeye değil!
Şefkat dolu, sevgi dolu insanlara. Tıpkı bir aile ocağındaki merhametli ve sevgi dolu bireylerin varlığı gibi. Ailelerimizde ektiğimiz tohumlar bu nedenle önemlidir. Sevgi ve merhamet tohumları ekilen bir ailede sevgi ve mutluluk fışkırır. Aile içindeki huzur ve mutluluk, dışarıya taşır. Mutlu aileler, mutlu toplumlara beşiklik eder.
Şahsen, merhametin ve sevginin iyileştirici gücünü önemsemeliyiz ve hayatımızdan hiç eksik etmemeliyiz düşüncesinde olanlardan biriyim. Son olarak, aslında mutsuz olmaktan da korkmamalıyız. Bazen mutsuzluğun o sonsuz gibi gelen girdabında yüzmek insana çok şey katabilir. Bu nedenle, doğal olarak çokça karşı karşıya kaldığımız mutsuzluk durumundan da yararlanmasını bilmeliyiz.
Kendimizle İç Hesaplaşma:
Mutsuzluk bir acıdır gereğinde kendimizle bir yüzleşme, iç hesaplaşmadır. Kaybolmaktan korkmamalıyız bu hayat girdabında. Kendisiyle barışık olanlar, kendisini samimi olarak sorguya çekme cesaretini gösterebilenler, kaybolmaz veya kaybolsa bile hemen bir çıkış yolunu bulabilir.
Hayat yolumuzun üstünde her zaman çiçekler olmayacağını biliyoruz. Bazen çalılar da olacaktır. Bazen tökezlediğimizde, çalılar bacaklarımızı çizebilir, az biraz yaralanabiliriz. Ne olursa olsun; misafir olarak geldiğimiz bu dünya hayatında, her an’ı keyifle yaşamayı becerebilmeliyiz. Melankoliye düşmeden gerçekleştirilecek iç hesaplaşmalar bize bunu sağlar. Tüm mesele budur zaten, “olmak ya da olmamak.”
Zamanın Akışı:
Bir şeyler ters gittiğinde veya hayat bitmesin diye aklımızdan geçirdiğimizde, zamanı durdurmak isteriz. Ancak zamanı durduracağımızı sanarak, zamana meydan okuyamayız. Zamanın bizde yapacağı değişimleri kabul ederek, onunla yaşamayı öğrenmek durumundayız. Zaman bizim hayat akışımızın arkadaşıdır sadece. Arkadaşımız olan yıllara meydan okumak gibi bir derdimiz su yüzden olmamalıdır. Olduğumuz şekli kabul ederek, kendimizle barışık bir şekilde yaşamak, en güzeli değil midir?
“Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok, nice elbiseler gördüm içinde insan yok” sözü güzel bir felsefe değil midir?
Bazen tökezleyeceğiz, bazen düşeceğiz de. Çünkü yürümeyi seviyoruz, koşmayı seviyoruz, en önemlisi yaşamayı seviyoruz. O zaman yaşamın bir parçası olan tökezlemeyi de seveceğiz, katlanacağız. Neden tökezlediğimizin iç hesaplaşmasını kendimizle yapacağız. Bir daha tökezlememeye çalışacağız. Ama her ne olursa olsun, tökezlemek hayatımızın sonu olmayacak. Doğal bir parçası olarak kalacak.
Bazen de gereğinden fazla bize hayatımızı zehreden duygu ve insanlar ile karşılarız. Olabilir. Boğulma tehlikesi yaşadığımız için, denizde yüzmekten vazgeçilir mi? Elimizde, kolumuzda ve bacaklarımızda çizikler olduğu için dağda bayırda yürümekten vazgeçilir mi? Sırf bunları yaşıyoruz diye yaşamaktan vazgeçilir mi? Cevap: Hayır.
Sonuç:
Mutlu an’lar, günler, yıllar hep sizinle olsun. Hayatı geldiği gibi yaşamak. “Sen gökyüzüsün, olanlar ise hava durumu”.
"Bazen hesaplaşmak iyidir, sonucu ne olursa olsun, çünkü siz, biz, hepimiz insanız da ondan".