Site İçi Arama

dinfelsefe

Maddeden Ruha Geçiş

Sevgi ile vücudumuzda kim bilir ne gibi hormonlar devreye girer, hemen yüzümüze bir gülümseme gelir mesela, mutluluk bambaşkadır, endorfin diyorlardı galiba adına salgılanan hormona. Korku ise çok daha değişik kimyasal ve fiziksel tepkimelere sebep olur. Adrenalin ve noradrenalin sanırım salgılanan hormonlar.

Bir yazımda maddenin yaşam mücadelesinden bahsetmiştim.

https://strasam.org/analiz-ve-raporlar/analiz/maddenin-yasam-mucadelesi-1178

O yazıda daha çok maddeden canlılığa geçiş aşamaları, cansız dediğimiz bir madde topluluğu ile canlı dediğimiz bir madde topluluğu arasındaki belirgin farklardan falan bahsetmiştim.

Ama canlılığın bir başka yönü daha var, canlı birtakım şeylerin farkında, maddeye bağlı veya değil, yani bazen somut şeylerin, bazen de soyut kavramların farkında.

Gelin biraz canlılığın bu diğer yönünü, yani farkında olmayı inceleyelim.

Önce maddenin var oluşunun aklımızda algılanmasına, yani duyularımıza bir göz atalım.

Evet, maddenin var olduğunu bir şekilde algılayabiliyoruz.

Bunun için çeşitli duyu organlarımız var.

Bu duyu organlarımızla madde bizi varlığından haberdar ediyor. Şeklini şemalını, rengini, hareketliyse hareketini, parlıyorsa parıltısını, sönümleniyorsa sönümlenmesini, daha birçok fiziksel durumunu gözlerimizle fark ediyoruz.

Ama gözlerimiz her şey için yeterli değil, diğer duyu organlarımıza da ihtiyacımız var.

O şeyin bir sesi varsa kulaklarımızla, tadı varsa dilimizle, kokusu varsa burnumuzla hissediyoruz.

Bu kadar mı? Hayır bir de vücudumuzun her yeri ile dokunarak hissedebiliyoruz, özellikle de sıcaklığını ve şeklinin kimi özelliklerini dokunarak hissedebiliyoruz.

Çok sıcak bir çay içsek ağzımız yanar mesela, yani sadece ellerimizle değil, sinir sistemimizin vücudumuzda dağılmış olduğu her noktada bu ve benzeri etkileri hissedebiliriz.

Kimilerinin de altıncı his derler, diğer duyu organlarımızla herhangi bir şey hissedemesek de, bir şeyin varlığını hissedebildikleri altıncı bir hisleri olur. Bu biraz da böyle insanların sezgilerinin güçlü olmasıdır.

Daha çok şu an olan değil de, ileride olabilecek şeylerin önceden hissedilmesine, önden sezilmesine diyoruz altıncı his diye. Hanımlarda çok daha kuvvetlidir bu his mesela. Doğaları gereği her halde.

Gelelim soyut konulara.

Peki dokunup göremediğimiz, maddi bir şeye bağlı olmayan, yani somut değil de soyut dediğimiz bir şeyler yok mu?

Var tabii ki. Bunlar daha çok duygu olarak nitelendiriliyorlar.

Mesela sevgi, mutluluk, umut, kıskançlık, korku...

Bu ve benzeri birçok duygunun maddesel bir karşılığı yoktur.

Aklımızda kurgulanan bu belirli duyguların bazen fiziki tepkilerimize de sebep olduğu görülür. Böyle duyguları hissettiğimizde hemen fiziki veya kimyasal bazı tepkiler üretir vücudumuz.

Sevgi ile vücudumuzda kim bilir ne gibi hormonlar devreye girer, hemen yüzümüze bir gülümseme gelir mesela, mutluluk bambaşkadır, endorfin diyorlardı galiba adına salgılanan hormona.

Korku ise çok daha değişik kimyasal ve fiziksel tepkimelere sebep olur. Adrenalin ve noradrenalin sanırım salgılanan hormonlar.

Bu fiziksel ve kimyasal tepkilerimiz dışında soyut kavramları, yani duyguları tarif edebileceğimiz bir maddi karşılıkları yoktur. Duygular aklımızda oluşmuş soyut kavramlardır.

Ne kadar ilginç değil mi? Madde önce cansızlıktan canlılığa geçiş yapıyor, sonra duyular ile çevresinden haberdar oluyor, sonra da bir çeşit soyut kavramlar, yani duygular geliştiriyor iç dünyamızda. Üstelik bu soyut kavramlara tepki olarak kimyasal hormonlar salgılıyor.

Bir de yine soyut, ama herhangi bir tepkiye sebep olmayan kavramlar var mıdır aklımızda acaba?

Var oluş, ya da yok olma kavramı mesela. Bu böyle bir kavram mıdır?

Bir şeyin var olup olmadığını nasıl anlarız?

Duyu organlarımızdan varlığına dair bir şeyler hissetmiyorsak yoktur, tersine varlığına dair bir şeyler hissediyorsak vardır!

Bu yeterli mi? Görmesek de, duymasak da bir şey var olamaz mı mesela?

Ahmet Tecer Kutsi'nin ünlü şiiridir;

Orada bir köy var, uzakta

O köy bizim köyümüzdür.

Gezmesek de, tozmasak da

O köy bizim köyümüzdür.

1927 yılında yazmış Ahmet Tecer Kutsi bu şiiri. Herkesin dilindedir, ama şiiri kim yazmış çoğu bilmez. Bir kaç dörtlüğü daha var, hepsini yazmak istemedim şimdi buraya.

Evet, bazen duyu organlarımızla varlığını algılayamasak da, bir şey var olabilir. İşte bu noktada başka bir boyuta geçiyoruz.

Aklımızla bir şeyin var olup olmadığını anlayabiliriz aslında. Direk duyu organlarımız ile duyulamasak da, aklımız bir şeyin varlığı veya yokluğu konusunda yeterli olur.

Düşünüyorum, öyleyse varım!

"Cogito, ergo sum!", bu da latincesi.

René Descartes yazmış 1637 yılında yayınladığı "Discours DE LA MÉTHODE Pour bien conduire sa raison, et chercher la vérité dans les sciences" adlı eserinde. Eseri Fransızca yazmış.

Benim Fransızcam yok ama eserde geçen Fransızca hali şöyle:

"Je pense, donc je suis!"

Evet, aklımızı kullanarak, yani düşünerek bir şeyin var olup olmadığı sonucuna varabiliyoruz, görmesek de, hissetmesek de, sadece düşünerek bunu yapmak mümkün. Bazen de sezgilerimizi kullanıyoruz, sezinleyerek karar veriyoruz, ama daha çok aklımızla, mantığımızla, düşünerek!

Felsefe buradan yola çıkmamış mı zaten? Düşünmek! Ünlü filozoflar aslında birer düşünürler.

Tarih boyunca filozoflar düşünmüş durmuşlar. Mesela Thales, Konfüçyüs, Hipokrat, Platon, Aristo, İbn-i Sina, İbn Rüşd, Montaigne, Descartes, Spinoza, Kant, Hegel, Marx, Engels, Russell, Popper ve niceleri...

Kimileri çok saçma sonuçlara varmışlar düşünerek, ama aralarından gerçekten önemli kavramlar ortaya koymuş olanlar var.

Kimileri de sadece düşünmekle kalmamış, düşünceleri ile vardıkları sonuçları çeşitli yöntemlerle ortaya koymuşlar.

İşte bu tarz kişilere biz biliminsanı diyoruz. Biliminsanları aslında aynı zamanda birer düşünürdürler. Ama sadece düşüncede kalmayan, düşüncenin yanında araştırıp bir şeyler keşfedenlere, insanlık yararına bir şeyler üretenlere deriz biliminsanı.

Sadece biliminsanları mı bir şeyler üretir peki?

Ya yazarlar, sanatçılar, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler... Evet, hepsi bir şeyler koymuş ortaya. Hepsi çok değerli insanlar.

Bunlarla da sınırlı değil sanırım bir şeyler üretmek. Kimileri basit bir şeyler üreterek de yaşamlarını sürdürmüş, bir çiftçi mesela, bir çoban, bir işçi mesela. 

Böyle direk bir işi olmayanlar peki? Ev hanımları az mı iş yapar evde mesela?

Mesleklerimizi saymaya başlasam buraya sığmaz.

Yani aslında hepimiz bir şeyler yapıyoruz yaşamımızda. Hepimizin şu kısa yaşama bir katkımız var.

Hiçbir şey yapmasak bile en azından yaşıyoruz, o da bir şey.

Aslında galiba en önemlisi de bu, yani yaşamak. Ama iyi yaşamak, düşünerek, huzur içinde, üreterek!

Zaten yaşıyorsan istemesen de düşünüyorsun, istemesen de bir şeylerle uğraşıyorsun, dolayısıyla bir şeyler üretiyorsun.

Sadece biz de değil, her canlının yaşama bir katkısı var.

İşte bu düşünce sistemine ruh diyoruz. Yaşam ancak ruh ile mümkün oluyor.

"Onun arabası var güzel mi güzel

Şoförü de var, özel mi özel

Bastı mı gaza, gider mi gider

Maalesef ruhu yok."

Sevgili Mustafa Sandal'a selam olsun bu arada!

Öyleyse bu yolculuk, yani maddenin ruha dönüşümü öyle basit bir şey değil, ruh, yani Türkçesiyle soluk.

Soluk aldığımız sürece eğer var olduğumuzu hissetmek istiyorsak aklımızın da yardımıyla faydalı bir şeyler yapmaktan geri durmayalım.

En önemlisi de düşünelim, bir karar alırken düşünerek alalım o kararı, enine boyuna iyi tartalım.

Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 21.11.2022
  • Süre : 5 dk
  • 1233 kez okundu

Google Ads