Yaşam, Bilinç Demektir Cogito, Ergo Sum
Hayatta kalma arzusu insanın en önemli dürtüsü. Bu dürtü tarih boyunca nasıl olmuş da ortaya çıkmış acaba? Bu bilgi nasıl olmuş da genlerimize kazınmış? Sadece biz insanlarda değil, tüm canlılarda var olan bir dürtü bu.
Karnım acıktı!
Hadi ya, nasıl anladın?
Gurulduyor işte, insan karnının acıktığını bilmez mi! Acıktım, biliyorum!
***
Çok üşüyorum, üşüttüm mü ne?
Üstüne sıkı bir şeyler giy, havalar soğudu. Üşütmek istemiyorsan bu mevsimde sıkı giyineceksin.
***
Bilgi, bir şekilde beynimiz bilgilerle dolu.
Çok bilgili biridir, çok okur!
Evet, belki de çok okumak sayesinde bu kadar bilgi sahibiyizdir.
O bildiklerini hep dedesinden öğrendi!
Bazen de büyüklerimiz aktarır bize bildiklerini.
Çok gezen mi? Çok okuyan mı?
Bazen de çok gezerek öğreniriz dünyayı.
Bırak bu kocakarı ilaçlarını, modern tıpa güveneceksin azizim, neymiş o öyle ebegümeci, zerdeçal, zencefil, sarımsak?
Bunlarla olacak şey mi bu işin tedavisi?
Eskiler neler neler denemişler hasta olduklarında. Kimisi işe yaramış da!
Zencefili severim ben, marketten aldığım şekliyle taze taze salataya ince ince doğrarım biraz, o acı tadıyla sağlık katar bana. Kimisi acı olduğu için bal ile karıştırıp da yemesini sever, öyle de olur, tavsiye ederim.
***
Bilgi bir yerlere yazılıyor mu gerçekten?
Ne düşünüyorsak Allah hepsini bilir!
Kimileri böyle inanıyor. Doğru olabilir, sonuçta Allah her şeye kadir!
Kimileri de düşündüklerimizin mutlaka evrende bir yerlere yazıldığına inanır.
Olabilir mi? Belki.
Sonuçta düşünceler elektriksel birtakım etkileşimler sonucu beynimizde oluşuyor, bu elektrik etkileri gerçekten evrende bir şeylere etki ediyor olabilir. Gerçi oldukça zayıf akım dolaşıyor sinirlerimiz arasında, elektromanyetik etkisi ne kadar uzakta bir şeyleri etkileyebilir ki?
Bence aklımızda ne kalıyorsa o işte, hafızamıza ne yazılıyorsa, hafızamızda kaldığı kadarıyla artık, unuttuklarımız silinip gidiyor işte!
***
Bilgi nedir?
TDK sözlüğü yine kaytarmış, bili, malumat demiş kısaca. Bir de anlamsız bir takım şeyler yazmış yanına, “insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü” demiş.
Bir şey anlayan var mı bu tanımdan?
Bakın bir tanım da şöyle: “verinin anlam kazanmış biçimi”. Evet, bence bu tanım güzel. Demek ki bilginin kaynağı veri! Veriye anlam kattığımızda ise artık o veri bir bilgi oluyor!
Kulağımızdan bir ses verisi geliyor, aklımızla irdeliyoruz ve korna sesi olduğunu anlıyoruz.
Bakın artık o veri bir bilgiye dönüştü!
Aklımız korna ile ilgili olayları gözden geçiriyor hafızamızdan.
Eyvah! Korna basılıyorsa ezilme riskin var demektir! Adımını atma sakın kaldırımdan yola, serseri genç, aşırı hızlı sürüyor altındaki spor arabayı. Üstelik sen yaya geçidinden geçmek üzereydin, yavaşlayıp duracağına bir de korna çalıyor!
***
Bilgi ve bilinç ilintili şeyler sanırım.
Sözlükte bilinç için “şuur” denmiş. “İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci” diye açıklanmış.
Hastanın bilinci yerine gelmeye başladı!
Hadi ya, nereden bildin?
Parmağını oynattı, gördüm.
Bilinç öyle bir şey değil ki, parmağını oynatmasıyla nasıl da bildin bilincinin yerine geldiğini?
Halbuki taş düşmüştü başına, belki de uyandığında kendisinin bile kim olduğunu hatırlamayacak!
Hasta uyanır ve ilk sorduğu şey sen kimsin olur!
Şaka, şaka. Ameliyat sonrası narkozdan uyanan hastaların ilk sorduğu şey ben neredeyim sorusu.
Bir de bugün günlerden ne?
Kaç gündür baygın halde yatıyorum ben?
Evet, bilinçli olma durumunun tersi de baygın olma durumu sanırım.
Halbuki bayılma durumu o kadar da kötü bir durum değildir.
Bayıldım vallahi yemeğe, enfes olmuş. Tabii bayılırsın, imam bayıldı bu yemeğin adı.
Yine de bilinçli olmak baygın halde olmaktan çok daha önemli bir yaşam hali.
Maşallah, nazar değmesin, bu yaşına geldi, halen daha bilinci gayet yerinde! Hafızası da gayet iyi, her şeyi hatırlıyor! Maşallah, maşallah… Allah nazarlardan korusun!
***
Evet, bilinç aslında tek başına var olabilen bir kavram değil, bilincin olabilmesi için öncelikle verilere ihtiyaç var.
Verinin yanında verinin anlamlandırılması ve bilgiye dönüşmesi için gerekli olan ve eski bilgilerin biriktirildiği bir bellek de gerektiriyor.
Tabii bir de verinin işlendiği bir işlemci lazım, beynimizin anlamlandırma merkezini bu işlemci olarak kabul edebiliriz.
***
İnsan beynini kandırmak zor mudur?
Hayır, hiç de zor değil.
Hepimiz izlediğimiz filmlerin aslında fotoğraf kareleri halinde beynimize ulaşan verinin beynimizce araların tamamlanarak oluşturulan görüntüler olduğunu biliriz.
Anlamlandırma diyoruz ya, işte bu aşama insanın gelen veriyi işlediği ve bir anlam atfettiği aşamadır. Gelen veriyi daha önceden belleğinde kayıtlı bilgiler ile karşılaştırdığı aşama.
Bunu çok hızlı yapmak zorunda ve dolayısıyla her şeyi ile doğrulamıyor beyin gelen veriyi, bir takım noktasal benzetmeler ile o verinin bir ağaç verisi olduğuna karar veriyor mesela.
Evet, bir gövdesi var, dalları da var, eh, yaprakları da olduğuna göre bu bir ağaç olmalı!
Elma ağacı mı bu? Evet, kesinlikle elma bu! Dallarındaki şu elmalara baksana, nasıl da kızarmışlar güneşte!
***
Bilincin bir güzel tarafı da hayattan aldığımız hazlar.
Sevinen bir bilgisayar gördünüz mü siz?
Bilgisayar da ne alaka dediğinizi duyar gibiyim.
Bu aralar uğraşıyoruz ya süper bilgisayarlar yapmaya. Süper yapay zekalar.
Zekanın bilinç ile ilgisi yok tabii ki, ancak yukarıda bilinç ile ilgili saydıklarım bana bilgisayarları anımsattı nedense.
Bilgisayarlar da verileri işliyorlar ve hafızalarındaki yüklü bilgiler ile anlamlandırıyorlar bir bakıma.
Yoksa onların anlamlandırma diye bir kaygıları yok mu?
Bilgisayarların bugün yapabildiklerini yaparken bizim gibi seçme şansları yok tabii ki. Nasıl programlandılarsa öyle çalışıyorlar.
Yoksa yanılıyor muyum?
Bilgisayarların da yaptıklarını seçme şansları olmasın sakın?
***
Sahi en güzel tanımlamayı biz yapmışız bu konuda.
1969 yılında Hacettepe Üniversitesinde Aydın Köksal tarafından ilk defa önerilmiş “bilgisayar” sözcüğü ve oradan yayılmış dilimize.
Bilgisayar! Bilgileri sayıyor diye düşünmüş Aydın Köksal, bilgileri işlemiyor, sayıyor.
Halbuki İngilizceden tam tercümesi işlemcidir bilgisayarın. Kompüter, yani işlemci!
Sahi gerçekten biz mi düşünmüşüz bilgisayarın bilgi saymasını? Yoksa Latince “putare: saymak” sözcüğünden mi esinlenmişiz?
Kompüter!
Neyse, önemli değil neyden esinlenildiği, bugün artık dilimize oturmuş bir sözcük sonuçta bilgisayar.
***
Bizim işlemci dediğimiz parçası ise proses eden, yani belli bir sıra ile gelen komutları belirli bir süreçten geçiren parçadır. Mikroprosesör!
Şöyle bir komut gelirse böyle bir tepki vereceksin diye baştan düzenlenmiş mantık devreleri vardır içinde. Makina dili ile çalışır.
Şu şu şu bacaklardan elektrik verirsen, şu şu bacaklardan elektrik alırsın, bir bacak atlayıp diğer bacaktan elektrik verirsen çıkıştaki şu bacak hariç bunlardan elektrik alırsın. Aslında basit bir mantığı vardır. Sadece biraz karışık bir mantıksal düzeni vardır.
Sıfırlar birler, ya da elektrik var, elektrik yok ile çalışan aptal bir elektriksel mantık devresi işte.
Niye mikroprosesör? Çünkü içindeki devreler oldukça mikro düzeyde.
Başka ne özelliği var?
Gün geçtikçe daha da gelişiyor işlemciler, çok hızlı tepki veriyorlar!
Beynimiz de aynı düzende çalışıyor olabilir mi sizce? Yani sıfırlarla ve birlerle, yeterince de hızlı demek istiyorum?
Hayır! Kesinlikle hayır! Bizim bir bilincimiz var!
Beyin böyle çalışıyor olamaz!
***
Evet, bir bilgisayarın bilinç sahibi olması mümkün değil galiba.
Yoksa olabilir mi?
Düğmesine bas bakalım ne olacak?
Dur bak bilinci yerine geliyor sanırım!
Nereden anladın? Parmağını oynattı. Yok, yok, parmağını oynatmıyor tabii ki bilgisayarlar, ama açılış düğmesine basınca ekranında bir şeyler beliriyor!
***
Bir bilgisayar bilerek yapmaz ki yaptıklarını.
Önceden programlanmıştır o, nasıl programlanmışsa da ona göre davranır, yani çalışır!
Halbuki biz insanlar öyle miyiz?
Biz ne yaparsak bilerek yaparız! Bilincimizle yaparız! Bizim beynimizde kayıtlı bir program yok!
***
Ama beynimizi kandırmak o kadar da zor değil diyoruz?
Soldan sağa doğru dönen bilgisayar imitasyonu balerin videosu görmüştüm bir ara, bir süre baktıktan sonra aslında sağdan sola doğru döndüğünü de fark ettim.
Gözümü kapatıp yine baktım, yine soldan sağa dönmeye başladı!
Beynimiz gördüğümüz o birkaç kareyi anlamlandırırken birden farklı şekilde algılayabiliyor, yani aniden yön değiştirebiliyor dönen balerin.
O anki konsantrasyonumuza bağlı galiba.
Aynı şey bir tabağın alttan mı, yukarıdan mı göründüğü üzerine de oluyor bazen.
İnternette bir sürü böyle resme rastlıyorum.
Siz ilk ne gördünüz diye soruyorlar resmin altında.
Ya güzel gözlü bir kız size bakıyor resimde, ya da daha farklı bakınca iki tane kuş ağacın dalına konmuş oluyor mesela.
Artık sizin aklınız o an neye yorarsa resmi, siz kendinize göre bir anlam katarak görüyorsunuz resmi.
Kişinin fikri neyse zikri de öyle olurmuş!
Sonradan daha dikkatli bakınca da resmin içinde başka şeylerin de olduğunu fark ediyorsunuz.
Algı! Hepimizin hayatı algılaması farklı farklı oluyor.
***
Bilinçli bir varlığız biz, ama bilincimiz nereye kadar bizim hayatta kalmamıza yardımcı oluyor pek belli değil sanki.
Hadi bu uçurumdan atla aşağıya!
Siz olsanız atlar mısınız?
Ben atlamam! Sanırım siz de atlamazsınız.
Çünkü uçurumdan aşağıya düştüğümüzde başımıza ne geleceğini biliriz!
Bizzat tecrübe ile olmasa da, bir şekilde bu bilincimiz oluşmuştur.
Halbuki küçük bir çocuk bu bilinçte değildir.
Onun büyükleri tarafından sürekli izlem altında tutulması gereklidir. Çünkü o henüz neyin tehlikeli, neyin değil olduğunun bilincinde değildir.
Ama doğuştan kimi yüklü bilgiler de var aklımızda, genlerimizde diyoruz genellikle.
Evet var, mesela hayatta kalma bilinci, beslenme bilinci, üreme bilinci, bunlar doğuştan var olan bilinçlerimiz!
***
Aklıma sevgili devre arkadaşım Hakan Evrensel’in senaristi olduğu bir filmden bir sahne geldi şimdi.
Nefes.
Güzel filmdir.
Mete yüzbaşı askerlere dağ başında, içtima halinde biraz da sert bir tonda bir şey anlatmaktadır.
Bir asker nöbette uyumuştur.
Nöbette uyursan ölürsün der askerlerine.
*
Kâmil Ateş tekmil verir.
Kâmil Ateş sen öldün! Karın var mı?
Var komutanım!
Lojmanda mı kalıyor?
Evet komutanım!
Hemen haber ver, yeni ev arasın, lojmanda çok tutmayacaklar. Niye?Öldün!
Anan baban hayatta mı?
Evet komutanım!
İyi, cenazeni ona göndeririz! (Burada “onlara” deseymiş daha iyi olurmuş!)
*
İçtima böyle sürer gider, diğerleri ile de benzer konuşmalar yapar Mete yüzbaşı.
Nefes! Vatan sağolsun!
Bu sahne oldukça etkileyici bir sahneydi.
Şehit olmak 45 saniyelik bir televizyon haberi!
Bu adam nöbette uyudu diye öldünüz!
Sen uyursan herkes ölür!
***
Yaşamda kalma bilinci!
Bu biz insanları bilgisayarlardan ayıran en önemli farklılık olmalı.
Peki nasıl oluyor da canlı bombalar çıkıyor insanlar içinden öyleyse?
İşte bu durum aslında insanlık bilincinin köreldiği nokta.
İnsan beyni eğer ölümden sonra yaşamın mümkün olduğuna inandırılırsa, mesela cennete gideceğine inanırsa insan öldüğünde neden olmasın?
Hayatına son veriverir işte o düğmeye basarak.
Üstelik ardında kalanların darda kalmayacaklarına da emin olursa, oluverir size bir canlı bomba.
Atlar o zaman o uçurumdan aşağı gözünü kırpmadan.
***
Aynı şey vatan savunmasında hepimiz için geçerli değil mi?
Ben size ölmeyi emrediyorum!
Çanakkale’yi bu emir kurtarmadı mı?
***
Evet, hayatta kalma arzusu insanın en önemli dürtüsü.
Bu dürtü tarih boyunca nasıl olmuş da ortaya çıkmış acaba?
Bu bilgi nasıl olmuş da genlerimize kazınmış?
Sadece biz insanlarda değil, tüm canlılarda var olan bir dürtü bu.
Bu konuyu araştırmak lazım!
***
Bilinç tarih boyunca ünlü felsefeciler tarafından anlaşılmaya çalışılan önemli bir kavram.
Bu konu üzerine tonlarca kitap yazılmış.
Halen daha da tam olarak ne olduğu bence anlaşılabilmiş değil.
Belki de bilinç bir kurallar zinciri aslında, bilgilerin anlam kazanmış zincirleme hali.
Anlam kazanmak ise bilgi birikimi ile ilişkili.
Faydalı bilgiler ile faydasız bilgilerin beynimizde bir özümsemesi.
Uyurken bilgi ayıklama esnasında rüya görmüyor muyduk biz? Rüyalar aslında beynimizin kayıtlı bilgilerinden bir düşleme yöntemi değil mi? O yüzden de rüyanın Türkçesi düştür!
Hayatta kalmanın bir yöntemi, bir yolu olarak gelişmiş belki de bilinç dediğimiz şey.
Bilinçli olmak zorunda kalmış canlılık kurulu düzenin devamı için!
***
Bak, bilinci yerine geliyor nihayet!
Nasıl anladın?
Parmağını kıpırdattı!
Hareket de bilincin bir göstergesi demek ki!
Sahi niye hareket etmek zorundayız ki?
Çünkü yaşam hareket demek!
Çünkü hareket de zaman demek!
Hareketin olmadığı yerde ne yaşam olur, ne de zaman akar.
Yaşamın ve zamanın olmadığı yerde ise bilinç diye bir şeyin olması da mümkün değil.
O zaman hareket halinde olan herhangi bir şeyin aynı zamanda bir bilinci de vardır diyebilir miyiz?
Mesela bir yanardağın bilinci var mıdır?
Rüzgârın bir bilinci var mıdır?
Denizler bilinç ile mi dalga dalga olur?
Bilmem, belki.
Bildiğimiz anlamda bir bilinç değil belki, ama bunlar da farklı bir bilinç şekli olabilir.
Belki çevremizde ne oluyorsa belli bir düzenin, belli bir bilincin bir parçasıdır hepsi, tüm olup bitenin bilinçli bir açıklaması olabilir.
Gerçekten tüm olup bitenler bilinçli bir düzenin bir parçası olabilir mi?
Neden olmasın?
Öyle ilahi bir düzen değil tabii ki bahsettiğim.
Ama eğer bir şekilde madde bir düzen kurmaya meyilli ise, bunun bir sebebi olmalı gibi geliyor bana.
Baksanıza, uygun şartlar oluştuğunda, sonuçta bilinçsizlik ortamından madde bilinç dediğimiz şeyi ortaya çıkarmış. Hepimiz yıldız tozlarıyız sonuçta. Ama bir bilincimiz de var.
Demek ki bilincin ortaya çıkmasını sağlayan bir dizi evrensel kural baştan varmış zaten.
Bilinç! Kurallar zinciri!
Eksi yük ile artı yük birbirini çeker, aynı yükler birbirini iter. Doğanın baştan konulmuş kuralları değil mi bu durum?
Sonra renkler!
Kırmızısı, mavisi, yeşili. Baştan belli değil mi renkler? Işığın farklı dalga boylarının biz insanlar tarafından algılanma ve anlamlandırılma şekli aslında renk dediğimiz.
Tüm bu kurulu düzen içinde bir sonuç değil mi yaşam?
Kim canlı, kim cansız? Fark var mı aslında canlılıkla cansızlık arasında?
Canlılığın tam bir tarifi var mı sizce?
Canlıyız, çünkü yaşamdan zevk alıyoruz.
***
Düşünüyorum, öyleyse varım!
Latincesi ile “Cogito, ergo sum.” René Descartes (1596–1650)
Yaşamdan zevk almak için ise bilincimizin yerinde olması olmazsa olmaz gereklilik.
Yoksa bir anlamı olur muydu yaşamın?
Bugün de aklınıza sahip olun diyerek bitireyim yazıyı, ya da sevgili Şule Aydın’ın dediği şekliyle “aklınızı kafatasınızda tutabileceğiniz bir hafta” dileyerek bitireyim bugün de yazıyı.
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla