Enerjinin Kontrolü (1)
Bulunduğu yerde yanındaki ateş yaktığına dair kalıntılar ve yakındaki mağarada bulunmuş hayvan fosillerinden dolayı "Pekin insanı"nın ateşi kontrollü bir şekilde kullandığı, bulunmuş en eski fosil olduğu anlaşılmış. Dünya kültürü için çok önemli bir kanıt.
Ateş ne zaman bulunmuş acaba?
Büyük ihtimal yıldırım düşmesi sonucu yanan ormanlar insanoğlunun ateşle ilk tanışmasına vesile olmuştur.
Biz ateş sözcüğünü Farsçadan almışız, nedense Türkçesini kullanmıyoruz. Türkçesi "od" veya "õt". "õ" vurgulu okunan "o" harfi. Orhun yazıtlarında geçiyor. Yani öz Türkçe! Sonradan Farsçadan öğrendiğimiz ateş sözcüğü daha çok hoşumuza gitmiş anlaşılan. "Od" demeyi bırakmışız. Ancak "od" köklü sözcüklerimizi kullanmaya devam ediyoruz. "Od-cak" zaman içinde "ocak" olmuş, "ot-ung" zamanla "odun" olmuş. "Õt-ağ" zamanla "oda" olmuş, "otağ" da kalmış. Her ikisi de içinde ateş yanan yer anlamında aslında.
1923-1927 arasında yapılan arkeolojik kazılarda Çin'de Pekin yakınlarında bir fosil bulunmuş. "Pekin insanı" olarak adlandırılmış. "Pekin insanı" yakın zamanda, 2009 yılında tekrar karbon testleri ile incelendiğinde yaklaşık 750.000 yıl öncesine ait olduğu anlaşılmış.
Bulunduğu yerde yanındaki ateş yaktığına dair kalıntılar ve yakındaki mağarada bulunmuş hayvan fosillerinden dolayı "Pekin insanı"nın ateşi kontrollü bir şekilde kullandığı, bulunmuş en eski fosil olduğu anlaşılmış. Dünya kültürü için çok önemli bir kanıt.
Pekin İnsanı
"Pekin insanı" enerjiyi kontrollü olarak kullanan ilk insan. Aradan geçen binlerce yıl içinde türlü türlü enerji kaynakları keşfedip bugün dünyaya hükmeden yegâne canlı olmuşuz.
Bugün çoğunlukla kullandığımız enerji kaynakları fosil yakıtlar. Ancak fosil yakıtların gelecekte içinde şimdilik yaşayabildiğimiz yegâne gezegenin gelecekte yaşanmaz bir yer haline dönüşmesine sebep olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı.
Küresel ısınmadan güzel ülkemiz bile etkilenmeye başladı. Geçen seneki orman yangınları, sene içindeki sel felaketleri sanırım halen daha hepinizin hafızalarında. Daha bir hafta önce Ankara'da yağan aşırı yağmurda dört can verdik.
Fosil yakıtların yerine geçebilecek enerji kaynakları konusunda bütün ülkeler hummalı bir araştırma içinde. Biz her zaman olduğu gibi kendimiz araştıracağımıza satın alıp kullanmayı tercih ettiğimiz için dünyanın parasını ödemeye devam ediyoruz. Yine de güneş panelleri, rüzgâr türbinleri, jeotermal enerji ülkemizde de bir şekilde kullanıma girmeye başladı. Çok büyük riskler içermesine rağmen nükleer santral bile yapmaya başladık.
Hidro-elektrik Santralleri (HES)
Üç tarafımız denizlerle kaplı olmasına rağmen niçin dalga enerjisinden de faydalanmadığımızı anlamıyorum mesela.
Nehirlerimizin üzerine epey bir baraj da yaptık. Üniversite yıllarında Atatürk barajında yaptığım stajdan bahsetmiştim bir yazımda. Geçenlerde o zamanlar stajımı yanında yaptığım baraj gövdesinden sorumlu inşaat mühendisi olan, barajlar konusunda çok tecrübeli abim Haşim Kılıç'ın YouTube'da bir söyleşisini buldum ve izledim, beni hatırlamaz ama yine de buradan sevgilerimi iletiyorum. Onun söyleşide dediğine göre neredeyse baraj yapacak yer kalmamış nehirlerimizin üzerinde. Ben staj sonrasında aslında stajda çok sevmeme rağmen baraj şantiyesinde bir daha çalışma fırsatı bulamadım. Mesleğe başka bir dalda, statik proje mühendisi olarak adım atmayı tercih etmiştim.
Bırakın nehirleri, derelerde bile artık neredeyse yer kalmadı. Dereler üzerine bile bence hiç faydası olmayan ve çevreye ciddi zarar veren bir sürü HES yaptık.
Ama tüm bu yapılan altyapılar enerji ihtiyacını maalesef karşılayamıyor. Gün geçtikçe enerji ihtiyacımız artıyor.
Nükleer Santraller ve Diğer Kaynaklar:
Enerjinin üretimi dışında bir sorunumuz daha var. Barajlardan veya diğer enerji kaynaklarından elde edilen enerjiyi tam olarak kontrol edemiyoruz. Eğer kurak bir mevsim ise barajlardan üretilen enerji miktarı düşüyor. Eğer rüzgâr esmezse rüzgâr türbinlerinden elde edilen enerji azalıyor. Yine güneş panellerinden de hava şartlarına göre elde edilen enerji değişiklik gösteriyor.
Nükleer santraller belki bir çözüm olabilir, ama onun için de çok geç kaldık diyebilirim. Teknolojisini kendimiz geliştiremediğimiz için hem çok pahalı hem de nükleer enerjinin riskleri çok yüksek, özellikle de çevreye zararı çok fazla, çıkan atıklardan kurtulmak neredeyse imkânsız. On kere düşünmek lazım santralı kurarken.
Bu yüzden artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için çözüm şimdilik fosil yakıtlar gibi görünüyor. Ama ülkemiz maalesef fosil yakıt fakiri bir ülke. Kömür ocaklarından çıkan kömürün kalitesi düşük, petrol zaten Batman dışında henüz hiçbir yerden çıkmıyor. Oradan da ihtiyacın %2-3 ünü anca çıkartıyoruz. Doğalgaz kaynakları da şimdilik sadece Karadeniz'de bulundu ve henüz çıkarılması için uğraşılıyor, ekonomiye tam katkısı ancak tesisler tam kapasite çalışmaya başladığında olabilecek.
Enerjide dışarıya bağımlı bir ülke durumundayız. Bu durum ise ekonomimize olumsuz etki ediyor. Belki yakında bir miktar rahatlama olacak, ama görünen o ki, daha uzun yıllar da bu durum değişmeyecek.
Şimdilik dışarıdan temin edilen kömürle çalışan termik santraller ve yine yurtdışından alınan gaz ile çalışan doğalgaz çevirim santralleri ile dışa bağımlı olarak enerji ihtiyacımızı karşılamaya çalışıyoruz.
Enerji üretiminde de daha çok termik ve doğalgaz çevrim santrallerini tercih ediyoruz. Bunun bir sebebi var. Diğer enerji kaynaklarının ihtiyaç duyulan enerjinin kontrollü bir şekilde üretilmesinde sorunları olmasına rağmen, bu santrallerde kontrollü enerji üretimi mümkün. Enerji ihtiyacı gün içinde arttığı zaman santraller daha yüksek kapasite ile çalıştırılıyor, gün içinde enerji ihtiyacı düştüğünde ise kapasite düşürülüyor. Bu yüzden de son yıllarda termik ve doğalgaz çevrim santrallerine yatırımlar artırıldı.
Şimdilik burada bir virgül koyalım ve yazımıza yarın devam edelim.
Yarın ateşten elektriğe uzanan bu enerjinin kontrolü konulu yazımızda önce nedir elektrik enerjisi, onu anlamaya çalışalım. Sonra da kontrol altına almak için neler yapabiliriz ona birlikte bir göz atalım.
Moskova'dan sevgi ve saygılar