Kalkınma Kavramı (1)
Sanayi devrimiyle birlikte hızla gelişerek sanayileşmelerini tamamlayan ülkelere kıyasla daha az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler nitelemesi ortaya çıkmıştır.
Sanayi devrimiyle birlikte hızla gelişerek sanayileşmelerini tamamlayan ülkelere kıyasla daha az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler nitelemesi ortaya çıkmıştır. Azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde, üretim ve gelir seviyesi düşüktür. Sanayileri gelişmemiş veya gelişmekte olup, ekonomik yapı büyük oranda tarıma dayalı seyreder. Hafif sanayi dalları belirli ölçüde gelişmiş olabilir. Ancak tam sanayileşme henüz sağlanamamış durumdadır. Vural Savaş’a göre azgelişmiş ülke, fert başına düşen milli geliri, gelişmiş ülkelerdeki kişi başına düşen milli gelir düzeyinden önemli ölçüde düşük olan ülkedir.
Günümüz şartlarında net bir rakam “kişi başına düşen gelir” skalası olarak belirtilmemekle birlikte, gelişmiş/kalkınmış ülkeler baktığımızda kişi başı düşen gelirin 30.000 USD ve üzerinde olduğu görülür. Bu çizginin altında kalan ülkeler, genel kabullere göre az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler kategorisinde gösterilir.
Gerçekten de kalkınma kapsamında kişi başına düşen gelir iyi bir göstergedir. İlave olarak eğitim seviyesindeki iyileştirmeler, teknik bilgi kullanımı ve bununla birlikte insan kaynaklarını/beşeri sermayeyi geliştirmeye yönelik kaynaklardaki artışlar da kalkınma kapsamında değerlendirilir, endekslerde yer alır.
Çok bağlayıcı olmamakla birlikte, az gelişmiş ülkelerin genel görünümüne baktığımızda, azgelişmiş ülkelerin ortak özellikleri olarak bazı özelliklerin öne çıktığını görüyoruz. Bunlardan kısaca bahsedelim:
Ekonomik Özellikler
Kişi başına düşük gelir, dengesiz gelir dağılımı, gelişmemiş tasarruf ve yatırım iklimi, yüksek oranlı işsizlik ve yetersiz istihdam ortamı, tarımın öncü sektör olması (%70-90), ihracatın birincil mal üretimine dayanmasıdır.
Demografik Özellikler
Hızlı nüfus artışı, yüksek seviyede dışa bağımlılık, yetersiz sağlık harcamaları, ortalama düşük ömür beklentisi, yüksek oranlı bebek ve çocuk ölümleri, nüfusun çoğunluğunun kırsal kesimde yaşamasıdır. Eğitim seviyesi düşüktür.
Sosyal Özellikler
Orta sınıfın neredeyse olmaması, gelenek-görenek ve dine dayalı toplumsal yapı, akrabalık, soydaşlık, hemşerilik, cemaatçilik gibi bireycilik ve girişimciliği körelten ve her şeyin devletten beklendiği hazırcı bir toplum düzeni vardır.
Siyasal Özellikler
Genellikle siyasal istikrarsızlık, diktatörlüğe veya küçük bir azınlığın çıkarlarına hizmet etmeye daha yatkın bir siyasi yapı bulunur.
Yönetsel Özellikler
Zayıf planlama kültürü, yetersiz vergi toplama ve bütçe sistemi, hantal bürokrasi, rüşvet ve yolsuzluğun yaygın olmasıdır.
Coğrafya, doğal kaynaklar, endüstriyel kapasite, nüfus, ulusal karakter, ekonomik göstergeler, diplomasi, siyasi kurumlar, uluslararası kurum ve kuruluşlarla bağlantılar, yönetim şekli gibi sahip olunan niteliklere bakarak devletler hakkında gelişmişlik, ekonomik büyüklük vb. yorumlar yapılabilir.
Uluslararası sistemde, en önemli uluslararası aktör olarak kabul edilen devletler bir bütünün parçasıymış gibi hareket eder. Devletlerin karşılıklı olarak birbirleri üzerindeki etkileşimi, gelişmişlik seviyelerine göre güç üzerinden şekillenir.
Ekonomik güç yanında kalkınmışlık ve dolayısıyla gelişmişlik seviyelerini garanti eden endüstriyel ve teknolojik kapasiteleri, devletlerin varlıklarını ve güvenliklerini sağlayan askeri kapasiteleri kadar önemlidir.
Tanım olarak birçok kalkınma tanımından bahsedebiliriz. Bize göre bütünleyici, kapsayıcı tanımlama şudur: “Kalkınma”, ekonomik büyüme dâhil sermaye birikimini, sanayileşmeyi ve bir bütün olarak yapısal değişimi ifade eder. Kalkınma kavramı, kendine yakın anlamları olan büyüme, gelişme, ilerleme, sanayileşme, modernleşme, teknolojiye ayak uydurma gibi kavramlarla iç içe geçmiştir. Kalkınmışlık, ekonomik büyüme dâhil sermaye birikimini, sanayileşmeyi ve bir bütün olarak yapısal değişimi ifade eder ve gelişmekte olan ülkelerin ortak hedefidir.
Kalkınma, önceden belirlenmiş bir hedefe doğru ilerleyiş için uygulanan politikalar olarak ifade edilir. Kalkınmanın gerçekleştirilmesi, gelişme yolundaki tüm ülkelerin ortak hedefidir.
Kalkınan bir ülkede;
(1) Kişi başına milli gelir artar,
(2) Üretim faktörlerinin etkinliği artar,
(3) Milli gelirin büyümesi ve sanayi kesiminin milli gelir içindeki payı artar.
Kalkınma süreciyle tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçiş sağlanırken; yaşam tarzı, kırsaldan şehir yaşamına, teknoloji, ilkel ve eski teknolojiden yeni ve gelişmiş üretim teknolojilerine dönüşür. Bu orada dönüşen toplum, cemaat kültürünün hakim olduğu köy ve kasaba yaşantısından, cemiyet kültürüne geçişisin yaşandığı şehir ve metropol hayatına geçiş yapar. Ülkenin kalkınma serüveni hızlı bir şekilde gerçekleşirse, kuşaklar arasında büyük bir yaşam farkı kendiliğinden ortaya çıkıverir. Bu değişime ayak uydurmakta en fazla yaşlı kesimin zorlanacağı, sahip olduğu toprağından kopsa bile şehirlerin hızlı döngüsüne uyum sağlamak konusunda ciddi toplumsal sorunların ortaya çıkabileceği söylenebilir. Bu değişimin uzantısı olarak görülen sosyolojik ve psikolojik sorunları boyutları toplumda sarsıntılara yol açabilir.
Bu boyutları bir kenara bırakıp, maddi temellere göre baktığımızda, genel olarak kalkınmanın seyrinde, öncelikle demir ve demir-çelikle ilgili endüstrilerin geliştiği, sonrasında kömür endüstrisi, mühendislik endüstrileri (makine ve motorlu araçlar), kimya endüstrisi (petrol ürünleri ve gübreler) ve elektrik-elektronik endüstrisinin geliştiği görülür.
İktisadi kalkınma; iki aşamalı bir süreci ifade eder.
-- Birinci aşama, üretim faktörlerinin bir araya getirilmesidir. Bu aşamada, ekonomiyi de içine alan kurumsal/yapısal bir değişime ihtiyaç duyulur.
-- İkinci aşamada iktisadi nitelikte olan yapılar yanında sosyo-kültürel ve siyasal nitelikteki yapılarda da gelişme kaydedilir.
Kalkınma sürecine yönelik şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Kalkınma, ekonomik boyutla beraber toplumu kültürel, psikolojik ve politik tüm boyutlarıyla kuşatan karmaşık bir süreci içine alır. Bu kapsamda, kalkınmanın temel bileşenleri, dinamik ve genç bir nüfus, ulusal ekonomik varlıklar ve sermaye olarak görülür.
Bu bileşenlerin iyi bir yönetişimle kalkınma için seferber edilmesi, doğal olarak bir ülkede kalkınmayı beraberinde getirecektir. Siyasi iradenin gereken liderliği gösteremediği hiçbir ülkede kendiliğinden kalkınma gerçekleşemez. İngiltere'den başlayarak ABD, Almanya, Japonya dahil modern dönemde gerçekleşen kalkınma hikayelerini yazan birincil aktörün devlet mekanizması olduğunu görüyoruz. Devlet aygıtının tüzel varlığına dayanmayan bir kalkınma hikayesi henüz yazılmamıştır. Bir devletin sahip olduğu kalkınmaya esas unsurlarını doğru istikamete sevk edecek siyasi liderlik en önemli gerekliliktir. Siyasi liderliğin beşeri sermayenin hazırlanmasından ülke kaynaklarının geliştirilmesine kadar sürece öncülük etmesi bir zorunluluktur.
Nüfus, ekonomik varlıklar ve sermaye bileşenleri başıboş bırakılması, beraberinde belki bir ekonomik büyümeyi geçici olarak getirebilir, rant üzerine dayalı bir ekonominin gelişigüzel ülkeye hakim olmasını sağlayabilir ancak uzun soluklu bir yolculuk olan kalkınmanın gerçekleşmesi mümkün olamaz. Kalkınmanın çok dar alanlarda geçici sıçramalar şeklinde gerçekleşmesi gibi geçici bir halüsinasyon olabilir. ,Neticede sürekliliğin tesis edilememesini, ülkedeki doğal kaynakların yarı-mamul veya mamul ürün haline getirilemeden doğal hammadde şeklinde diğer ülkelere aktarılması, kısaca katma değer üretemeyen bir ekonomik hayatın ülkeye hakim olması gibi istenmeyen bir durumla karşı karşıya kalınır. Hatta bir devletin doğal kaynakları zengin olsa bile, bir süre 30.000 USD üzerinde kişi başı gelir seviyesine ulaşılması mümkün olsa bile, bu "deniz bitinceye kadar" sürebilen geçici bir durum olur. Eğer doğal kaynakların sağladığı zenginliği kalkınma hamleleri için kullanamazsa, en zengin doğal kaynaklara sahip ülkeler bile kalkınamaz, üstelik kalkınmış ülkelerin doğrudan veya dolaylı sömürgesi olarak kaynaklarını dış dünyaya peşkeş çekmiş olur.
Her durumda devletin öncülüğünde kalkınmak, modern çağda her ülke insanı için birinci önceliktir. Kalkınamayan bir ülkede yaşam sürmek demek, sadece ekonomik hayatın değil, hayatın tüm yelpazelerinden beslenen "insanca yaşam" hakkının da ıskalanması durumunu ister istemez beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmanın, aşabilmenin birinci şartı olanak "kalkınmak" her ülke vatandaşlarının temel ülküsü olmak durumundadır. Bu ülküye sahip olmayan her ulus, medeni dünyada ikinci/üçüncü sınıf insan olarak görülmeye mahkumdur.
Not: Bir sonraki yazımızda “Kalkınma Teorileri” üzerinde duracağız.
Yararlanılan Bazı Kaynaklar:
Demiray M, İşcan İH. (2008). Uluslararası Sistemde Güvenlik Kavramının Değişimi Ekonomik Ve Jeopolitik Arka Planı, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 21, Ağustos 2008 <https://birimler.dpu.edu.tr/app/views/panel/ckfinder/userfiles/17/files/DERG_/21/141-170.pdf>, s.e.t. 14.04.2017.
Sabır H. (2010). Azgelişmiş Ülkelerde Rekabet ve Kalkınma, Derin Yayınları:162, İstanbul
Savaş V. (1986). Kalkınma Ekonomisi, Beta Basım Dağıtım, İstanbul, 4. Baskı.
Şahin E. (2007). Alternatif Bir İktisat Politikası Olarak Bilgi ve Teknoloji Temelli Kalkınma (Yüksek Lisans), Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Bolu <https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=wBmNpkQC9Nhi90NLW7E7-b4ztdoIT2Bu6k0R1uMvd4rkAe-wJFWcSMQ9_zy0rZKQ>, s.e.t. 10.06.2017.
Taban S, Kar M. (2016). Kalkınma Ekonomisi, Ekin Yayınevi, 3. Baskı, Bursa.