Seçime Doğru Giderken Ekonomi
Elbette bir siyasi iktidar 20 yılı aşan bir süre iktidarda kalırsa, ekonomideki rakamların karşılaştırılması için ortaya 20 yıllık bir perspektif çıkmaktadır. Ancak halen Cumhurbaşkanı olan R. Tayyip Erdoğan, kanımca yanlış bir seçim stratejisi ile “Yeter söz milletin” söylemini benimsemiş görünmektedir.
Sevgili dostlar, henüz kesinleşmemiş olsa da, muhtemel tarih olarak 14 Mayıs 2023’ün konuşulduğu bir seçim için sürecin başlamasına sayılı günler kaldığını söyleyebiliriz. Bu seçim, ilk defa ülkede 20 yıldan fazla süredir devam eden bir iktidarın devam edip etmeyeceğini belirleyecek bir seçim olmasının ötesinde, siyasal iktidarın bugüne kadarki uygulamalarının halk nezdinde ne ölçüde kabul gördüğünün de belirleyicisi olacaktır. Tabii bunu söylerken, demokrasinin en önemli gereklerinden biri olan “alternatif enformasyon” konusunda vatandaşın tarafsız ve farklı kaynaklardan bilgiye erişiminin yeterli düzeyde olduğunu kabul etmek ne kadar doğru olur, bilemiyorum. Yani yeteri kadar bilgi sahibi olmayan insanların inanç düzeyindeki bağlılıkla oy kullandığı bir ortamda demokrasi sadece şeklen vücut bulabilir. Hatta belki siyasi iktidarın devlet gücünü açıkça taraf tutarak kullanması halinde o bile çok zor olabilir.
Elbette bir siyasi iktidar 20 yılı aşan bir süre iktidarda kalırsa, ekonomideki rakamların karşılaştırılması için ortaya 20 yıllık bir perspektif çıkmaktadır. Ancak halen Cumhurbaşkanı olan R. Tayyip Erdoğan, kanımca yanlış bir seçim stratejisi ile “Yeter söz milletin” söylemini benimsemiş görünmektedir. Oysa bu süreçte AKP iktidarı hiçbir zaman güçsüz değildi ve istediğini yapmasının önünde Anayasanın ikinci maddesinde sıralanan Cumhuriyetin niteliklerini saymazsak, hiçbir engel yoktu. Kaldı ki, zaman zaman bu niteliklerin bile esnetildiği politika tercihlerine şahit olundu. Bu nedenle muhalefetin seçime yönelik söylemine daha uygun düşen bu sloganın AKP açısından doğru bir tercih olmadığını düşünenlerdenim. Ülkenin 20 yılda uluslararası istatistiklerde nereden nereye geldiğine göz atıldığında, olumsuz sonuçların muhalefetle ilişkilendirilmesi, büyük bir propaganda başarısı olarak görünmektedir. Sürecin tamamında tek başına iktidar olan güçlü bir hükümet vardır. Dolayısıyla 21 yıllık iktidar sürecinin rakamlarının karşılaştırılması, hepimizin anlayabileceği net sonuçları ortaya koyabilecektir. Ancak verileri toplarken farklı kaynakların araştırılmış olmasından dolayı, bazı alanlarda 20 yıllık verilerin bulunması mümkün olmamaktadır. Yine de bu rakamlarda trendi görebilmek adına önceki yıllarla kıyaslama yapabilme imkânı bulunabilmektedir.
AKP İktidarının İlk Yıllarında Ekonomi Politikası Nasıldı?
AKP, 2002 Kasım seçimlerinde TBMM’de büyük bir çoğunluk sağlayarak iktidar olduğunda, o güne kadar Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden biri olan 2001 krizinin halkta mevcut iktidara karşı yarattığı memnuniyetsizliğin sandığa yansımasının sonuçlarından kârlı çıkmıştı. İktidarın ilk yıllarında 2001 krizine karşı alınan radikal tedbirleri hiçbir değişiklik yapmadan uygulamayı başaran AKP, ekonomideki iyileşmenin meyvelerini girdiği seçimlerden daha güçlü çıkarak topladı. AKP bu süreçte, DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti döneminde Kemal Derviş tarafından başlatılan ve IMF programına paralel bir ekonomi politikası takip etti (1).
2002-2007 yılları arasındaki 58 ve 59. Hükümet döneminde ekonomi yönetiminden sorumlu olan Ali Babacan, 2007 seçimlerinden sonra Dış İşleri Bakanı olarak 2009 yılına kadar görev yaptıktan sonra, Hazineden Sorumlu Başbakan Yardımcısı oldu. Başbakan ile ilk görüş ayrılığını 2010 yılında ekonomide uzun vadede öngörülebilirlik sağlanması için “mali kural” yasasının çıkarılması çalışmalarında yaşadı. Başbakan Erdoğan, büyümeyi yavaşlatacağı endişesiyle “mali kural”a karşı çıktı. 2008 Krizi sonrası 2010 yılından itibaren sermaye akımların ülkeye girişiyle beraber rahatlayan ekonomik ortamda IMF programı yenilenmedi. Ancak yavaşlayan sermaye akımlarıyla birlikte 2013’den itibaren “Birikim Modeli Krizi”(2) yaşanmaya başlandı. 2014 ve 2016’da yaşanan darboğazlar sonrası 2018’de yaşanan döviz krizi, birikim modeli krizinin son halkasını oluşturdu.
Ancak bu süreci sadece ekonomi politikaları ile yorumlamaya çalışırsak, çok büyük bir boşluk oluşacaktır. Siyaseten yozlaşma, döviz garantili ödeme sistemi ile yapılan yap-işlet-devret ihaleleri, Cumhuriyet değerleriyle çatışan bir iktidar algısı gibi sorunlar, sadece ekonomiyi değil, ulusal ve uluslararası ilişkileri de etkiledi.
Özellikle Yasamayı tamamen kontrol altına almış bir Cumhurbaşkanının yürütme gücünü kendi bünyesinde topladığı, denge fren mekanizmalarının çalışmadığı bir sisteme geçilen 2018 sonrasında, sıraladığımız sorunlara yenileri eklenmeye devam etti. AKP’nin başarılı ekonomi politikaları izlediği ilk yıllarındaki para ve maliye politikaları, deyim yerindeyse adeta raydan çıktı. Merkez Bankası bağımsızlığı ortadan kalktı. Ulusal ve uluslararası düzeyde devletin açıkladığı bütün verilere karşı güvensizlik oluştu.
Yargının bağımsızlığına olan güven ciddi anlamda erozyona uğradı. Elbette bunların ilk somut etkisi, uluslararası sermaye akımlarının kesilmesi, doğrudan yabancı yatırımların azalması ve yabancı yatırımcıların ülkenin sermaye piyasalarından süratle uzaklaşması oldu. Cari açık arttı ve bunu finanse edebilecek yabancı kaynak bulmak zorlaştı. Ülkenin kredi risk primi (CDS) 20 Ocak 2023 itibariyle 558 puandan kapattı. Bu şu anlama geliyor; CDS’i 10 olan bir ülke dışarıdan Libor(3)+0,1 ile borçlanırken, Türkiye Libor+5,58 ile borçlanabilecektir. Yani Yunanistan 1 Milyar dolar borç için yıllık (yaklaşık) 45-50 milyon dolar faiz öderken, Türkiye 95-100 milyon dolar faiz ödeyecektir. Bu durum bütçedeki faiz yükünü sürekli artırırken, ülkede birilerinin çıkıp “faizi indirdik, halkı faizden kurtardık” demesi en hafif tabirle yanıltıcıdır. Kamunun artan borç yükünün anlamı, gelecek yıllarda bu paranın bir şekilde halkın refahından alınarak borç ve faiz ödemek için kullanılacağıdır.
Göstergeler Neler Söylüyor ve Ne Anlama Geliyor?
Türkiye, AKP’nin iktidara geldiği 2002-2003 yıllarında dünyanın 21. Büyük ekonomisi durumundaydı. Aynı dönemde dünya ekonomisindeki payı 0,69-0,8 olarak gerçekleşmişti (4). 2013-2016 yılları arasında dünyanın 16. Büyük ekonomisi olan Türkiye, bu dönemden sonra hızla gerilemeye başlamış ve 2021 yılında 21. büyük ekonomi olmuştur. 2022 yılı tahminine göre de 23. büyük ekonomisi olması beklenmektedir. Bu süreçte dünya ekonomisindeki payı 1,24’ten 0,67’ye yani 2002 rakamının da gerisine hatta 1980 yılındaki 0,86 oranının da gerisine düşmüştür. Kişi başına düşen milli gelir hesaplamalarında yapılan değişikliklerden sonra 2013 yılında 12.582 doları gören rakamlar, 2021 yılı itibariyle 9.592 dolar olarak gerçekleşmiştir. 2002 yılında kişi başına düşen milli gelir sıralamasında 63. basamakta olan Türkiye, 2021 sonunda 2013 sonrası azalan bir trendle 81. Basamağa düşmüştür (5).
BM tarafından açıklanan 2022 İnsani Gelişme Endeksi Raporunda Türkiye 48. Sırada yer almaktadır. İnsani gelişme endeksi bileşenlerinde 1990-2021 arasındaki göreli iyileşme ile birlikte Türkiye bu sonuçla “çok yüksek insani gelişme” kategorisinde yer alabilmiştir. Bununla birlikte “Toplumsal cinsiyet eşitliğinde erkeklerin insani gelişme seviyelerinden yararlanma oranı kadınlara göre daha yüksek olurken, Türkiye bu kategoride 170 ülke arasında 65. sıraya geriledi” (6). Burada Türkiye’de kamusal alanda dinin yerinin politika tercihi olarak yükseltildiği ve buna bağlı olarak, kadın erkek eşitliğinde sorunlar yaşanmaya başlandığı görülmektedir.
Gerilemenin gözlendiği bir diğer endeks, yolsuzluk algı endeksidir. Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından 1990’lardan bu yana hazırlanan raporda 2012-2013 yıllarında 49-50 puanda bulunan Türkiye, sürekli puan düşüşüyle 2019’da 39 puanla 179 ülke arasında 91. sırada yer almıştır (7).
Bu süreçte Türkiye’de parlamenter sistemin sürekli olarak zayıfladığı/zayıflatıldığı gözden kaçırılmamalıdır. Bu göstergelerin hem ekonominin işleyişi hem de ekonominin geleceği ile doğrudan ilişkisi vardır. Zira doğrudan yabancı yatırımlar ve sermaye piyasalarına yabancı yatırımcının ilgisi, ülkede hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye duyulan güvenle doğru orantılıdır.
Enflasyon ve Faiz Arasındaki İlişki Nedir ve Türkiye’de Durum Nasıldır?
Enflasyon bir piyasadaki fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artış olarak ifade edilir. İki tür enflasyondan söz edebiliriz. Bunlardan biri talep enflasyonu, diğeri maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonu, üretimdeki girdi maliyetlerinin artışına bağlı olarak oluşan enflasyondur. Talep enflasyonu ise, ürüne yönelen talebin artışına bağlı olarak denge fiyatının yukarı hareketidir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanununun 4. Maddesi “Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler.” hükmü yer almaktadır. Dünyada serbest piyasa ekonomisinin kurallarının geçerli olduğu ülkelerde merkez bankalarının görevi para politikasını belirleme ve araçlarını kullanarak fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu çok önemli bilgileri aklımızda tutarak, AKP iktidarı döneminde enflasyonun seyrine bakalım.
Merkez Bankasının sayfasında yıllara göre hedeflenen ve gerçekleşen enflasyon oranları verilmiştir. AKP’nin iktidara geldiği yıldan 2016 yılına kadar genel olarak enflasyonun %10 altında tutulabilmesi mümkün olabilmiştir. Bu yıldan sonra (2012’den başlayarak) hedeflenen enflasyon 2025 yılına kadar %5 olarak belirtilmiştir. Ancak 2017’den itibaren enflasyonda gözle görülür bir artış gözlenmektedir (8).
Son olarak 2022 yılı için %64,27 açıklansa da bunun bir önceki yılın aynı dönemindeki aylık enflasyonun çok yüksek olmasından dolayı, baz etkisi ile düşük göründüğü bilinmektedir. Ayrıca enflasyonun düşmesinin fiyatların düşmesi anlamına gelmediğini de hatırlatmak gerekir. Bunun yanında özerkliğini yitirmiş ve verilen emirleri uygulayan bir Merkez Bankası ile enflasyon istatistiklerini açıklayan TÜİK’in güvenilirliği konusunda burada yorum yapmaya gerek bulunmamaktadır. Zira kurumlara kanunla verilen yetkiler uygulanmamaktadır.
Özellikle bir kişiye olağanüstü yetkilerin verildiği, dünyada benzeri olmayan bir başkanlık sistemine geçildikten sonra, bütün kurumlar, kanunlarında kendilerine verilmiş olan görevleri bir tarafa bırakıp emir ve talimatlarla çalışmaya başladıktan sonra ekonomideki bozulmanın hız kazandığı, rakamlardan görülmektedir. Peki, neden böyle olmuştur? Bu sorunun en kestirme cevabı, sorunun kaynağının büyük oranda hükümetin düşük faiz konusundaki ısrarı ve fiilen (kâğıt üzerinde değil) hiçbir denetim ve fren mekanizmasına sahip olmadan hükümet gücünü kullanan aşırı yetkili bir Cumhurbaşkanıdır.
Faiz, paraya ödenen kiradır. Nasıl ki, bir piyasada konut kira fiyatlarını belirleyen piyasa dinamikleri varsa, faizi belirleyen dinamikler de söz konusudur. Faizi talimatla aşağı indirmeye kalkarsanız, pandoranın kutusunu açmış olursunuz. Burada düşük tutulan politika faizi, tam tersine kamunun borç yükünü artırıcı etki yapar ki, sonuçta bu borç vergi ödeyen halkın sırtına ekstra yük getirmekten başka bir şey değildir. Elbette bütün iktidarlar yüksek faiz ortamının ülkeye verdiği zararı istemezler. Sadece iktidarlar değil, kimse istemez. Ancak faizi belirleyen piyasa dinamiklerini ortaya çıkaran politikaların sorumlusu, açık ve net şekilde siyasal iktidarlardır.
Hükümetlerin uyguladığı politikalar piyasa koşullarının oluşmasını etkiler. Sonuçta düşük faiz talimatla değil, her alanda doğru politikalar uygulayarak sağlanmalıdır. Negatif reel faiz politikasının ilk etkisi, döviz kurlarının yukarı hareketidir. Ancak bunu da piyasa dinamiklerine uymayan tercihlerle baskılamaya kalkarsanız, kamunun borç yükünü artırarak ortaya çıkacak krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramayan bir tercihte bulunmuş olursunuz. Kur Korumalı Mevduat hesabı, bu anlamda Türkiye’nin gelecek yıllarını ipotek altına alan bir uygulamadır. Sorulması gereken soru, bu ipoteğin karşılığının ne olduğudur.
Türkiye mevcut durum itibariyle Aralık 2022 verileri dâhil edildiğinde dünyada en yüksek enflasyona sahip 7. Ülke konumundadır. Bu konumuyla, OECD ve G 20 ülkeleri arasında açık ara birinci durumdadır. Açıklanan enflasyon oranlarında üretici fiyatları enflasyonu üç haneli rakamlarda gezinirken, TÜFE’nin nasıl 64,27 olduğu ise ekonomi biliminin açıklamakta yetersiz kaldığı bir durumdur. Daha sorunlu bir gösterge ise gıda enflasyon rakamlarında göze çarpıyor. 2022 yılında dünyada gıda fiyatları ortalama %1 gerilerken, Türkiye’de TÜİK verilerine göre %76,8 artmış görünüyor (9).
Bu rakamla Türkiye dünyada en kötü beşinci ülke konumunda bulunuyor. Elbette burada tarım bahsini ilerideki bir yazının konusu olarak ayırıp sadece ekonomik sonuca odaklanıyoruz. Mevcut durumda enflasyon algısından dolayı, eline para geçen herkesin, ileride fiyatının artacağını düşündüğü ürünlere yönelmesi, maliyet enflasyonunun yanına bir de talep enflasyonu etkisini yüklemektedir.
Sonuç
Türkiye ekonomisinde özellikle R.Tayyip Erdoğan’ın tek adam gibi davranmaya başladığı 2014’den ve özellikle tek adam olduğu 2017’den sonra, rakamlarda gözle görülür bir bozulma mevcuttur. Ekonomistlerin ve dünyada bu konuda hazırlanan kurumsal raporların verdiği sinyaller, mevcut sistemin devamı halinde bozulmanın tahmin edilemeyecek düzeylere varabileceğini gösteriyor. “Seçim Türkiye için bir kurtuluş mu?” sorusunun kısa vade için olumlu bir cevabı bulunmuyor. Ancak sistemin düzeltilme ihtimali orta ve uzun vade için umut verici olabilir. Bütçe açığı ve cari açık yükselmeye devam ederken, ekonomide bunun anlamının çok büyük riskler barındırdığı uzmanlar tarafından açıklanıyor.
Sorun ekonomik göstergelerin bozulmasıyla kalmıyor. Ekonomik göstergelerle ülkenin yönetim biçimi arasında açıkça görülebilecek kadar net karşılıklı ilişkiler mevcut. Ekonomik bozulma ayrıca sosyal yapıda da büyük hasarlar meydana getiriyor. İnsan ilişkilerinden ticari ilişkilere kadar hiçbir şey sağlam kalamıyor. Bu nedenle enflasyon birçok uzman ve siyasetçi tarafından, yozlaşmanın ve yoksullaşmanın kaynağı olarak görülmektedir. Eğer bir halk yoksullaştığını ve bozulduğunu göremeyecek kadar bilincini yitirmişse burada rasyonel olarak açıklanamayan bir hipnoz durumu söz konusudur. Rasyonellikten bu ölçüde uzaklaşmak ciddi bir patolojidir. Tedavisi de sanıldığı kadar kolay ve hızlı olmaz. Dostoyevski’nin şu sözüyle bitirelim; “İlk yapılan yanlışa kaza, ikincisine hata, üçüncüsüne ise tercih denir”. Yani her şey ortadayken kimse yaşadığı sefaletten iktidarı eleştirenleri sorumlu tutamaz. Tercihlerin sonucunu yaşamak kaçınılmazdır…
Kaynakça
(1) https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-52974356 , ET:22.01.2023
(2) Akademisyen Ahmet İnsel, 2001 yılında Birikim Dergisi'ne yazdığı makalede birikim rejimini şu şekilde açıklıyor: "Kapitalizmin dinamiğinde yatırım vardır. Kapitalist sermaye birikimi rejiminde yatırım, birikimin sürekli genişlemesini sağlayan itici güçtür. Kapitalizm, sürekli yeni yatırımlarla sermaye birikiminin beslenme ihtiyacının karşılandığı bir genişleme sürecidir."
Marksist teoriye göre sermayenin yeniden yatırıma dönüştürülmesinin artık getiri sağlamadığı yerde birikim krizi meydana gelir; çünkü bir piyasaya sermaye akımının olması bir süre sonra değer kaybını da beraberinde getirecektir. Akademisyen Ümit Akçay, "Neoliberal popülizm, düşük faize dayanan bir birikim rejimidir" tanımını yaparak Türkiye ekonomisinin 2002-2013 arasında bu rejime geçtiğini belirtiyor.
(3) LIBOR (London Inter Bank Offered Rate) üye bankaların katılımıyla belirlenen Londra para piyasalarındaki bankalar arası borç verme faiz oranıdır. ICE Benchmark Administration (IBA) tarafından yayınlanır. Dünyada faiz oranını belirlemek için en yaygın olarak kullanılan oranlardan biridir. Avro, Dolar, Frank, Yen ve Pound üzerinden hesaplanır.
(4) https://tr.euronews.com/2022/09/06/turkiyede-kisi-basina-dusen-milli-gelir-kac-dolar-yillar-icinde-nasil-degisti#:~:text=Ki%C5%9Fi%20ba%C5%9F%C4%B1na%20d%C3%BC%C5%9Fen%20milli%20gelirde,9%20bin%20528%20dolar%20d%C3%BC%C5%9F%C3%BCyor , Verilerin Kaynağı IMF.
(5) https://www.dunya.com/ekonomi/gelirde-tarihi-kume-dususu-haberi-675206
(6) https://tr.euronews.com/2022/09/08/turkiye-bm-insani-gelisme-endeksinde-191-ulke-icinde-kacinci-sirada-yer-aldi , UNDP kaynaklı veriler.
(7) https://tr.wikipedia.org/wiki/Yolsuzluk_Alg%C4%B1s%C4%B1_Endeksi