Sıfır Faiz Denen Şey Ne Kadar Mümkün dür?
Birlik olabilmenin ana şartı ise ortak kültür, ortak geçmiş. Ortak inanç değil, ortak kültür. Kültürümüze sahip çıkalım, tarihimizle, kardeşlerimizle bir olalım, birlik olalım, ancak öyle satranç turnuvasına katılabiliriz. Aksi durumda tahtadaki taşlardan biri kadar değerimiz olur, daha fazlası değil, anca onun bunun kuklası oluruz.
Sıfır, Varlığını Hintlilere Borçlu:
Bir, iki, üç.. on, yirmi...elli..yetmiş... yüz, iki yüz, üç yüz....bin, iki bin... beş bin...dokuz bin, tümen.
Evet, tümen bugün askeri bir terim olsa da bir sayı aslında.
Hepsi Orhun yazıtlarında geçen öz Türkçe sayılar. Hepsini bugün de aynen kullanıyoruz.
Ancak bir sayı yok bu listede, sadece bizim dilimizde değil, birçok dilde de yok bu meşhur sayı, "sıfır".
Hintliler hariç hiçbir millet sıfırı akıl edememiş. Islak kil zemine yuvarlak çakıl taşını koyup kaldırırsanız çıkan iz yuvarlak bir halkadır, bundan esinlenildiği düşünülüyor. Çakıl taşını yerine koydum, var, kaldırdım, artık yok, yani sıfır!
Kavram olarak da zor anlaşılmış önceleri. Hintlilerden Araplar almış, matematikte epey ilerlemişler, çok katkıları olmuş. Araplardan da biz öğrenmişiz. Sıfır Arapça kökenli, diğerlerinin hepsi eski Türkçe.
Sayıları bilmeye biliyormuşuz, muhtemelen toplama çıkarma da biliyormuşuz, ama o kadar, sayılara simge bile düşünmemişiz. Rakamlar yok Orhun yazıtlarında, yazıyla yazmışız. O yüzden çarpma bölme de yok, yani matematik yok. Belki budur sebebi, özümüzde yok matematik, anlamıyoruz. Anca toplayıp çıkarma, daha doğrusu parmak hesabı üst üste ekleme, eksiltme.
Şimdilik burada bir virgül koyalım ve biraz daha farklı bir açıdan bakalım konuya.
Paradan Önce Takas Yöntemi Vardı:
İnsanoğlu parayı bulmadan önce takas yaparmış ürettiği şeyleri, yakaladığı avları, topladığı meyveyi sebzeyi. Bu mal takasını yapabilmek için bir araya gelen insanlar, zamanla ilk yerleşik yaşama bu şekilde geçmiş anlaşılan. Takasların güvenliğini sağlayan şehir kralları, doğal olarak şehre girişte getirilen malın bir kısmını vergi olarak alırmış.
Düşünsenize, ekiyorsun, biçiyorsun, onca vakit ve emek harcıyorsun, sonra yüklüyorsun katırlara, develere, belki tekerlekli arabaya, günlerce yolculuk yapıyorsun, takas yerine götürüyorsun, bir kısmını vergi diye veriyorsun, takas yöntemiyle ihtiyacını karşılayıp yine günlerce geriye yolculuk. Üstelik yolda başına gelebilecek her türlü kötü şeyin riski de üzerinde.
Bir gün canı üretmek istemeyen, kendi avlanmak da istemeyen birileri kapına kadar gelse ve senin ürettiğini ya da avladığını yerinde satın alsa, şehre gitmek için vakit harcamana gerek yok, krala vergi ödemene gerek yok, yolda başına kötü bir şeyler gelme riskin de yok. Ne güzel iş. Tam bir ‘kazan kazan’ durumu.
İşte size ticaretin doğuşu!
Peki ticaret için öncelikle ne lazım? Tabii ki sermaye. Sermayen olacak ki ona alıp yirmiye satasın.
Şimdi şöyle bir hesap yapalım, sözgelimi ???? birim paramız var ve ticaret yaparak paramızı hadi insaflı olalım, %10 artırdık diyelim. Neticede hayatımızı idame ettirmek zorundayız, üretim ya da avlanma kadar olmasa da bir emek harcanıyor, karşılığında elde edilen kazanç doğal olarak helal kabul ediliyor.
Peki ya bırakın üretim için olanı, ticaret için gereken kadar bile emek harcamak istemiyorsak, birikimimizle para kazanmak istiyorsak? Bunun da riski var. O zaman ne yapacağız? Olmaz, öylesi nass! Öyle mi?
Demek istediğim, nasıl elde ettiğimizin şu an için konumuzla ilgisi yok, elimizde yeterince, hatta yeterinden fazla sermayemiz olsa, çeşitli sebeplerle sermayeye ihtiyacı olan birileri gelip borç olarak para istese, siz olsanız hangi şartlarda borç verirdiniz? Sonuçta borç vermek nass değil herhalde.
İsterseniz olasılıkların bir kısmını şıklar halinde vereyim siz seçin.
*Al ne kadar lazımsa, canın istediği zaman getirirsin.
*Al, ama şu gün getir mutlaka
*Al ama getirene kadar bana rehine bir şeyler bırak, risk içeriyor çünkü
*Al, ama %10 fazlasıyla getir. Zaten biliyorsun getirmezsen başına neler gelecek.
*İstediğin kadar değil, benim şartlarımda şu kadar veririm, karşılığında ya rehin olarak şunu bana vermen lazım. Ya da şart olarak şunu yapman lazım, şu tarihe kadar yüzde şu kadar fazlasıyla geri ödersin. Yani günümüzün borç bulma kuralı!
Ticaretin keşfedilmesi emeğin değerini ikincil konuma düşürmüştür:
Paranın ticarette kullanılması ise bir şekilde kapital birikmesine yol açmış.
Kapital birinci konuma yükselirken, ticaret ikinciliğe düşmüş, emeğin değeri ise diplerde, hadi diyelim üçüncül konuma düşmüş.
Biriken kapital kendi başına bir işe yaramaz aslında, borç olarak verilmeli ki, karşılığında kazanç elde edilebilsin.
Kapitalizm diyoruz ama, alın size modern tefecilik. Tefecilik caiz mi? Hiçbir İbrahimî dinde değil tabii ki, ama kim takar.
Ama bugünün dünyasında eskinin en komünist yönetimleri dahil hepsi kapitalist düzene uyum sağlamak zorunda kalmış durumda. Hiçbir ülke yeni dünya düzeninde kendi başına yaşayamıyor, mutlaka diğerleriyle iletişim halinde olmak zorunda. Teknolojinin nimetleri, iletişim çağındayız artık.
Finansman Problemi:
İletişimin önceliği ise finansmanda. Genellikle de yukarıdaki sonuncu seçenek şartları ile kapital sahipleri ihtiyaç sahiplerine borç veriyorlar, ya da yeni adlandırılması ile finanse ediyorlar. Biraz önce de dediğim gibi modern tefecilik düzeni, bizdeki meşhur ismiyle faiz lobisi.
İşte istesen de istemesen de bugünkü dünya düzeninde uluslararası finans ilişkilerinde o yüzden sıfır faiz mümkün değil. Sende olmayan bir şeyi alabilmek için, bizim için bu ihtiyaç özellikle enerji, geçerli para biriminden kapitale ihtiyacın var, yoksa bir şekilde bulmak zorundasın, kazanmak zorundasın, ama kapital dediğim öyle bende de kâğıt var, mürekkep var, bastım gitti ile olmuyor.
O kısmı sadece ülke içi üretim ve emeğin düzgün dağıtılması için geçerli olabilir. "HAVUZ PROBLEMİ" aslında nasıl düzgün dağıtılmalı ülke içinde emeğin karşılığı, gelir-gider dengesi.
Bak işte bu dağılımı yaparken istersen, daha doğrusu becerebiliyorsan sıfır faiz uygula. Sonuçta her şey bir denge, yüklerken geminin dengesini tutturamazsan denizin ortasında alabora olur, dikkat edeceksin.
Ama öyle faizsiz kazanç deyip aslında hülle geleneğinin bir ürünü SUKUK yöntemi falan, bence sadece kendini kandırırsın. Anca kendince rahat uyursun belki.
Döviz Sorunu:
Neyse, önemli olan uluslararası finans ilişkileri. Ticaretten de kazansan, kazandığın dövizin maliyeti esas ticari ilişkilerde.
Burada avantaj sahibi olan ülke, Amerika Birleşik Devletleri’dir. Avrupa da yanında zaten kurulu düzenin. Şimdilik parası dolaşımda kullanılan, bu durum herkes tarafından benimsenmiş, üstelik kâğıt ve mürekkep masrafı dışında ekstra bir gideri olmadığını herkesin bilmesine rağmen, yine de bu karşılıksız basılmış kağıt parçası uğruna savaşların bile yapıldığı Amerikan parası, hadi diyelim yanında Avrupa parası aslında belki de bir saadet zinciri, ya da ne bileyim, belki de şişmekte olan bir balon. Ne zaman patlayacağı da meçhul.
ABD şimdilik gücü yerindeyken kurmuş olduğu finansal düzene karşı çıkan kim varsa bastırıyor. Hayattayken kendi ülkelerinde yaşam tarzları ne kadar eleştirilse de, hem Saddam'ın, hem Kaddafi'nin sonunu petrol satışını Amerikan doları dışında bir para ile yapmak istemeleri getirdi. Yoksa aynı yaşam tarzında günümüzde çok ülke var, rahmetlilerden tek farkları mevcut düzene biat etmiş olmaları.
Algısal gerçeklik kurallarının geçerli olduğu günümüzde aslında gözümüzün önünde kartlar tekrar karılıyor. Güç dengeleri tekrar kuruluyor. Satranç tahtasının başında oturan asıl oyuncular, tahtada mevcut piyonundan atına, kalesinden vezirine, şahına oyunun taşlarını istedikleri gibi oynatıyorlar, istediklerini istediklerine kırdırıyorlar. Acı gerçekler, akan kan, vahşet, gencecik hayatların sönmesi, çekilen onca acı, evini, yurdunu terk etmek zorunda kalan onca aile, çocuk yaşta kaybolan ümitler… Hepsi maalesef algısal gerçeklerle gizleniyor, çıkan feryatlar ise yankı duvarları arasında sönümlenip yitiyor.
Güçlü Olma İhtiyacı:
Bu çok oyunculu büyük satranç tahtasında birilerinin satranç taşı olmamak için, sadece piyon değil, şah da olsan, vezir de olsan, sonuçta sadece bir satranç taşısındır, güçlü olmak zorundasın. Her anlamda güçlü. Güç ise birlikten doğar.
Birlik olabilmenin ana şartı ise ortak kültür, ortak geçmiş. Ortak inanç değil, ortak kültür.
Kültürümüze sahip çıkalım, tarihimizle, kardeşlerimizle bir olalım, birlik olalım, ancak öyle satranç turnuvasına katılabiliriz.
Aksi durumda tahtadaki taşlardan biri kadar değerimiz olur, daha fazlası değil, anca onun bunun kuklası oluruz.