İkileme Düşmek Nedir Böyle?
Kimileri belki az emek ve çok kazanç peşinde olabilir, ama ben emeğin karşılığını almanın yeterli olduğunu düşünenlerdenim. Hatta keşke kimseye zararım olmasa, sadece kendim emek harcasam ve karşılığı neyse elde etsem, başka insanlar ile ilişkili iş olmasa yaptığım. Sonuçta birine dokunursa bir zararım vicdan azabı duyarım.
Hayat İkilemlerle Dolu
Bazen düşünüyorum da, hayat nedense ikilemlerle dolu. Bakıyorsun gayet mantıklı geliyor, hadi diyorsun, bir deneyeyim. Sonra nedense ikilemde kalıyorsun, öyle yapsan ona dokunuyor ucu, böyle yapsan şuna.
Her şeyi etraflıca düşünmek gerekiyor, ama bazen ne kadar düşünürsen düşün yine de bir aşamada ikileme düşüyorsun. Halbuki baştan iyice tartmış, yapacağın işin her aşamasını düşünmüştün, sormuştun, soruşturmuştun. Doğru dürüst bir plan yapmıştın. Niye iş sarpa sardı anlamıyorsun.
Başlıyorsun çözüm aramaya, ama artık o geri dönülmez aşama gelmiş, yapacak bir şey yok, ne kadar az zararla kapanacak bu iş, ona karar vermeye çalışıyorsun. Zararla çıkacağın artık kesin de, ne yapsan da az zarar olsa, artık onun hesabını yapıyorsun.
İşte bu aşamada çoğumuzun gözleri kararıyor, işler bu aşamaya gelince kendimizden başka hiç kimsenin önemi olmuyor. Başta belki çok iyi niyetle başlamış olsak da yaptığımız işe, artık ne yaparsak yapalım birilerine zararı olacak ve o zarar bizim olmasın da, ucu bize dokunmasın da, kim zarar görürse görsün, gelir geçer mantık bu oluyor bir çoğumuzda.
Bir iş yapıp kazanç sağlamak herkes için doğal bir yaşam şekli. Hayatın kuralı aslında çalışıp para kazanmak. Çalıp çırpacak halimiz yok ya, tabii ki emek harcayıp karşılığını almak istiyoruz hepimiz.
Kimileri belki az emek ve çok kazanç peşinde olabilir, ama ben emeğin karşılığını almanın yeterli olduğunu düşünenlerdenim. Hatta keşke kimseye zararım olmasa, sadece kendim emek harcasam ve karşılığı neyse elde etsem, başka insanlar ile ilişkili iş olmasa yaptığım. Sonuçta birine dokunursa bir zararım vicdan azabı duyarım.
Ancak kendi başımıza yapabileceklerimiz sınırlı şeyler oluyor genellikle. Hayat içerisinde birçok iş ya birlikte yapılmak zorunda ya da yaptığımız işi kendi başımıza yapsak da, karşılığı için diğer insanlarla ilişki içerisinde olmamız gerekiyor bir şekilde.
İşte bu yüzden başladığımız iş sarpa sardığında bir şekilde oluşan zararın ucu birilerine dokunuyor mecburen. Hatta kimseye zararı olmasın diye iyi niyetli olsak bile, bazen neticede oluşan zarar artık kendi başımıza karşılayabileceğimiz düzeyin üstünde olabiliyor, yani mecbur bazen zararı başkalarına da yansıtmak zorunda kalıyoruz.
İnsanları Kandırarak Para Kazanmanın Yolunu Bulmak
Nereden geldi şimdi tüm bu karamsar düşünceler aklına diyebilirsiniz.
Yine bir dolandırıcılık haberi okudum. Bir firma banyo topu yapmaları için kırk bin kişiye temizlik malzemesi satmış ve ürettikleri banyo toplarını üç katı fiyat ile geri almayı taahhüt etmiş. Başlangıçta her şey normal, insanlar fabrikadan temizlik malzemelerini satın alıyorlar, artık nasıl yapıyorlarsa evlerinde banyo topu üretiyorlar, firma bu ürünleri üç katına geri satın alıyor, kırk bin kişiye de iyi bir ek gelir oluyormuş. Firmanın sloganı ise "tozu satın alın, yoğurup banyo topu yapın, kuruttuktan sonra bize 3 katı fiyatına satın".
Ama bir aşamada firma yetkilisi onca temizlik malzemesini bu işe hevesli insanlara sattıktan sonra önce ödeme süresini üç aya çıkarıyor, sonra da ödemeleri hiç yapmıyor.
Üretilen ürünleri fabrikaya teslim edip bedelini alamayan insanların şikâyeti ile olay ortaya çıkmış.
Ödemesi yapılamayan tutar ne kadar bilmiyorum, ama dolandırıcılık mı, yoksa ülke ekonomisinin geldiği durum dolayısıyla firma sahibi de bir mağdur mu henüz belli değil.
Belki de yine yeni tip çiftlik bank hikâyesi. Yine bir tosuncuk vakası. Kim bilir? Yine dolandırıldığını iddia eden onca insan, yine bir sürü mağdur. Üstelik uzaktan emeğe bağlı masum bir iş gibi görünüyor, en azından başlangıçta herkes bu işten memnun.
Ama bir aşamada herkes temizlik malzemelerine verdikleri paralar dolayısıyla dolandırıldığını düşünüyor.
Şikayetler neticesinde yapılan operasyonla firma sahibi yakalanmış ve tutuklanmış. Bir kişi daha tutuklanmış.
Ama firma sahibi yaptığı açıklamada niyetinin dolandırıcılık olmadığını söylemiş. Doğru söylüyor olabilir, öyle olsaydı kaçardı herhalde. Gerçi bu işler belli olmaz, belki de operasyon tam zamanında yapıldı, adam kaçamadı, o yüzden öyle söylüyor olabilir. Bu günlerde neye inanacağını bilemiyor insan. Kimseye güven kalmadı.
Bu tür şeyler neden oluyor?
İşte ben de tüm iyi niyetimle bu olayı analiz etmeye çalışıyordum.
Aklımda düşünceler gidip geliyor. Bir yandan düşünüyorum, belki de masum bir iş ve emek harcayarak para kazanmaya çalışan insanlar, hatta bu zor ekonomik şartlarda belki de insanlara iş imkânı sunan iyiniyetli bir iş insanı. Diğer yandan da düşünceler tam aksini söylüyor, belki de fabrika sahibi amacı insanları dolandırmak olan bir uyanık, etrafında da biri üç yapma derdinde olan kendini uyanık sanan bir sürü insan. Hangisi doğru? Karar vermek zor sanki.
Belki de gerçekten iyi niyetliydi ve işler bir aşamada sarpa sardı, ülkeyi yönetenlerin beceriksizlikleri bu iş insanını da etkiledi ve başta yaptığı plan tutmadı. Halbuki ekonomik şartlar stabil olsaydı, belki de herkes kazanacaktı. Ama olmadı işte. Bir şekilde ürünler satılamadı. Zarar bu iş insanının karşılayabileceğinin çok çok üstüne çıktı ve o da zararı paylaştırmaya karar verdi. Olamaz mı? Bu durumda ülkeyi yönetenlerin hiç mi kabahati yok? Hatta bu durumda ben niye zarar ediyorum ki dedi ve paraları toparlayıp kaçma planları yaparken yakalandı. Bu da olabilir!
Sanırım tüm bu detaylar mahkemede ortaya çıkar, ama yine de benim aklıma özellikle insanların şu bire üç kazanma hevesi takıldı.
Ben olsam ne yapardım acaba? Bire üç, iyi kazanç.
Eh, ona soruyorum, buna soruyorum, ödemeler yapılıyor diyorlar. İşveren de namazında niyazında biri. Temiz kazanç!
Yapacağın ne? Bir miktar para veriyorsun, temizlik malzemeleri alıyorsun, evde bir ay uğraşıyorsun, banyo topu yapıyorsun, şu küvete atınca köpüren toplardan. Çocuklar küçükken severdi banyoda. Sonra da fabrikaya ürettiklerini verip gidip kasadan üç katı parayı alıp, istiyorsan bir aylık yeni malzeme alarak tekrar paranı üçe katılıyorsun. Gerçekten iyi kazanç!
Riski var mı? Var tabii ki, ya verdiğin para karşılığı aldıklarınla bir başına kalırsan?
Ya bir gün emek harcayıp ürettiğini götürüp vereceğin fabrikanın kapısında zincir görürsen?
Ama sonuçta aldığım temizlik malzemesi değil mi? Kendim kullanırım.
Ancak ben her halde verdiğim para acaba aldığım malzemelerin tam karşılığı mıdır, onu bir kontrol ederdim.
Eğer malzemelere fahiş bir ücret istiyorlarsa bir şeylerden işkillenirdim herhalde.
Yine de neticede bire üç kazanç var, belki de bir miktar parayı riske atardım. Ama öyle elimde ne var ne yok yatırmazdım böyle bir risk görürsem. Az bir şey riske edilebilir.
Eğer herkes bu benim mantığımla yola çıkmış olsa niye şikâyet etsinler ki? Yap banyo topunu, al üç katı parayı, güzel iş!
Sülün Osman Hikayesi Burada da Geçerli
Ama hayır, insanlar bunu bir fırsat olarak görmüşlerdir muhtemelen. Ellerinde ne var ne yok, üç katına katlama şansı varken, niye fırsatı kaçırsınlar ki? Birçoğu belki de önemli bir şeylerini satıp bu işe girmiş bile olabilir.
İşte size klasik Sülün Osman hikâyesi. Galata köprüsünü ucuza kapattığını sanan uyanık vatandaş psikolojisi. Sülün Osman mahkemede ne demişti? Köprüyü satın alan beni kazıkladığını düşünüyordu hâkim bey!
Peki en azından bir sözleşmen var mı? Yok! Olsa masrafı olacak, biri üçe katlayamayacaksın! Olsa en azından devlete gelir vergisi ödemen gerekecek. Yani baştan riskini üstlenmişsin, bile bile suç işliyorsun, fabrika sahibi ile ortak suç işliyorsun, sen de suç ortağısın aslında. Ama bire üç, iyi kazanç! Suç işlemeye değer değil mi?
Gerçi sözleşmen olsa ne olacak, elinde bir kağıtla kalakalırsın ortalıkta baştan bu işi dolandırmak amacıyla organize eden olursa. Adam paraları toparlayıp kaçacak, belli değil mi? Bire üç veriyor, var mı böyle bir kazanç normal bir işte? Ama bire üç, iyi kazanç!
Benim babam hayatı boyu ocağın başında bakırcılık yapmış, bakır tabak, çanak, tencere kalaylamış. Ömrünün sonunda yapabildiği elde ne varsa, tarla, bahçe, bir de anamın kolundaki bilezikleri de satarak kasabamızda satın aldıkları tek katlı damın üzerine bir kat daha çıkabilmek olmuş, o da ücra bir yerde bir kasaba. Öyle şehirde falan değil alabildikleri dam. Bire üç kazanabilseymiş, kim bilir neler yaparmış. Ama bir zamanlar insanlar makul kazançlar elde ediyorlarmış, alın terinin makul bir karşılığı varmış ve bu herkese yeterli oluyormuş. İnsan olmak yeterliymiş, saygı duyulmak yeterliymiş. Herkes bir şekilde geçinip gidiyormuş.
Şimdi ise insanlar çok değişti, herkes fırsat peşinde koşturuyor, herkes biri üç yapma derdinde. Kimse makul nedir bilmiyor.
Toplum bozuldu sanki. Hep ne yapsam da onu bunu kandırsam diye düşünüyor insanlar gibi geliyor bana.
Anacığım müstahak derdi, bilmiyorum, ne kadar iyi niyetle analiz etmeye çalışsam da bu olayı, galiba bize müstahak bu olanlar. Bu toplum bir gün düzelir mi Allah bilir.
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılar