Türkiye’de Eğitimin Ekonomik Kalkınmaya Etkisi
Türkiye’de eğitim sisteminin yapısı ve içeriği Millî Eğitim Sistemini düzenleyen etkenlere göre şekillenmektedir. Bu etkenler; Atatürk’ün eğitim ile ilgili düşünce ve görüşleri, Anayasa, Millî Eğitim Temel Kanunu, kalkınma planları ve hükümet programlarıdır.
"Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin özgür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha gönençli Türkiye ülküsünün belkemiğidir."
Mustafa Kemal ATATÜRK
Demografik yapısı bakımından nüfusu hızla artan gelişmekte olan ülkeler (Dünya Bankası sınıflamasına göre alt gelir grubu ülkeler) arasında yer alan Türkiye, ekonomik yapının gereksinim duyduğu insan gücü kaynakları açısından genç bir nüfusa sahiptir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre 2020 yılı sonu itibarıyla Türkiye'nin toplam nüfusu 83 milyon 614 bin 362 kişi iken 15-24 yaş grubundaki genç nüfus 12 milyon 893 bin 750 kişi oldu. Genç nüfus, toplam nüfusun %15,4'ünü oluşturdu. Türkiye'nin genç nüfus oranının %15,4 ile Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin genç nüfus oranlarından daha yüksek olduğu görüldü. Bu genç nüfus gizil gücünün kalkınmada etkin olarak değerlendirilmesi eğitime verilecek öneme bağlıdır.
"Eğitim ve Ekonomik Kalkınma İlişkisi" adlı önceki yazımda; ekonomik kalkınma kavramının ne demek olduğu, eğitimin önemli bir sermaye yatırımı olarak ekonomik kalkınma ile olan ilişkisi incelenmişti. Bu yazımda ise, Türkiye’de eğitim sistemi ve ekonomik kalkınma açısından eğitim yapısındaki değişimler analiz edilmiş, Türkiye’de eğitimin ekonomik kalkınma üzerindeki etkisi konusunda yapılan bazı araştırma sonuçları özetlenmiştir.
Türk Eğitim Sistemi ve Yapısındaki Değişimler
Türk eğitim sisteminin geçirdiği evreler, yapısı ve özellikleri, eğitimin ekonomik kalkınmaya etkisinin belirlenmesi açısından son derece önemlidir. Osmanlı döneminde idadi, sultani gibi ortaöğretim, iptidai gibi ilköğretim kurumları, darülfünun, askeri okullar, medreseler, sübyan mektepleri, daha sonraları kurulan azınlık ve yabancı okullar, Tanzimat okulları şeklinde farklı eğitim ve öğretim kurumları vardı. Her bir kurumun farklı eğitim ve öğretim vermesi, eğitim ve öğretim de ulusallığın bulunmaması nedeniyle 3 Mart 1924 tarihinde 43 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun ile Türk eğitim ve öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış, böylece eğitim işlerinin tek elden yürütülmesi gerçekleştirilmiştir. Medrese ve sübyan mektepleri kapatılarak eğitimde laiklik ilkesine doğru önemli bir adım atılmıştır.
Eğitim alanında Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana getirilen en önemli yeniliklerden birisi 1928 yılında gerçekleştirilen Harf Devrimi'dir. Cumhuriyetin ilk yıllarında toplam nüfus içerisinde %90’ı aşan okur-yazar olmayanların oranı harf devrimiyle azalma göstermiş, bu oran günümüzde %3'ün altına düşmüştür. Diğer yenilikler ise yetişkinlerin eğitimi amacı ile kurulan halk evleri ve halk odalarının faaliyetleri olmuştur. Yükseköğretim alanında da önemli adımlar atılmıştır. İstanbul’daki Darülfünun İstanbul Üniversitesi adını alarak, 1933 yılında yeniden düzenlenmiştir. 1940’larda ise İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi kurulmuştur. Diğer önemli bir gelişme, Köy Enstitüleri'nin kurulmasıdır. Köy Enstitüleri, köylerin kalkınmasında eğitimi bir araç olarak kullanmayı amaçlamışlardır.
Köy Enstitüleri, 1940 yılında köylerde 6 yaşın üzerindeki nüfusun %90’ının okuma yazma bilmemesi, ayrıca köylerin sağlık, temizlik ve gelişme olanaklarından uzak olması nedeniyle kurulmuştur. Bu kurumlar, köylerin toplumsal ve ekonomik yapısında önemli değişimler yaratmışlardır. Enstitülerin ilk resmi öğretim programı 1943 tarihli olup, bunlar ilkokuldan sonra 5 yıl öğretim yapmaktaydı. Köy Enstitüleri, bulundukları çevreye dolaysız ve dolaylı ekonomik, kültürel ve sosyal etkilerde bulunmuşlardır. Bulundukları yerlere yeni üretim yöntemleri ve ürünler getirmişler; pazar olanakları sağlayarak köy kalkınması üzerinde önemli roller üstlenmişlerdir.
Eğitim sorunlarının belirlenmesi ve sistemin olgunlaştırılması amacıyla belli yıllarda Millî Eğitim Şûrası toplanmaktadır. 1930 yılında Birinci Millî Eğitim Şûrası yapılmıştır. Tüm eğitim şûraları eğitim sistemine işlerlik kazandırılması, sorunların tartışılması ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi açısından büyük öneme sahiptir.
Türkiye’de eğitim sisteminin yapısı ve içeriği Millî Eğitim Sistemini düzenleyen etkenlere göre şekillenmektedir. Bu etkenler; Atatürk’ün eğitim ile ilgili düşünce ve görüşleri, Anayasa, Millî Eğitim Temel Kanunu, kalkınma planları ve hükümet programlarıdır.
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununa göre; Millî Eğitim Sisteminin yapısı örgün ve yaygın eğitim olmak üzere iki ana bölüme ayrılmaktadır. Örgün eğitim, okul sistemini kapsamaktadır. Örgün eğitim okulları; okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim olmak üzere dört kademeden oluşmaktadır. Yaygın öğretim ise, örgün eğitim sistemine hiç girmemiş veya örgün eğitimin herhangi bir aşamasında bulunan veya bu aşamadan çıkmış vatandaşlara, örgün eğitimin yanında veya dışında gereksinim duyulan çeşitli alanlarda eğitim ve öğretim vererek bireylerin belli amaçlar doğrultusunda yetişmesini sağlamaktır.
Türkiye’de Eğitim Durumunun Analizi
Ekonomik kalkınma düzeyinin belirlenmesinde; var olan eğitim yapısını yansıtan okur-yazarlık oranı, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim, mesleki ve teknik öğretimdeki sayısal gelişmeler, okullaşma oranı, gayrisafi millî hasıla (GSMH) içinde eğitimin payı, bütçeden eğitimin aldığı pay önemli role sahiptir. Bu göstergeler kalkınma için olduğu kadar uluslararası alanda dünya standartlarına uygun bir gelişme düzeyinin elde edilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi nüfus artış hızının yüksekliğidir. Yıllık nüfus artış hızı 2020 yılında binde 5,5 iken, 2021 yılında binde 12,7 oldu. Ortalama yıllık %1'in üzerindeki nüfus artış oranının Türkiye ekonomisine getirdiği en önemli sorun; artan her nüfusun, var olan nüfusun eğitim olanaklarını daraltarak eğitim düzeyi ve niteliğini olumsuz yönde etkilemesidir.
Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısı 30 yaşından gençtir. Türkiye’de görülen bu genç nüfus yoğunlaşmasına karşılık Batı ülkelerinde (Almanya, Fransa, İngiltere gibi) nüfus ileri yaşlarda yoğunlaşmaktadır. Söz konusu genç nüfusun yüksek ve nitelikli bir eğitim düzeyine ulaştırılması ve etkin insan gücü ve eğitim planlamasının yapılması durumunda, Türkiye’nin insan faktörü yönünden önemli bir üstünlüğe sahip olacağı söylenebilir.
Türkiye’de yaş gruplarının toplam nüfustaki dağılımında en yüksek payı genel eğitim çağı olarak kabul edilen 6-24 yaş grubu almaktadır. Toplam nüfusun önemli bir yüzdesine sahip olan genel eğitim çağında bulunan genç nüfusun sektörel ihtiyaçlara ve ekonomik talebe uygun alanlarda eğitilmesi büyük önem taşımaktadır.
Eğitim Kademelerine Göre Okullaşma Oranları
|
Okulöncesi |
İlköğretim |
Ortaöğretim |
Yükseköğretim |
||
Genel |
Mes./ Tek. |
Top. |
||||
1996-97 |
8,9 |
88,9 |
30,8 |
23,9 |
54,7 |
22,4 |
2004-2005 |
15,2 |
95,7 |
38,8 |
22 |
60,8 |
39,9 |
2020-2021 |
56,89 |
93,93 |
51,16 |
36,76 |
87,93 |
44,4 |
Kaynak: http://www.dpt.gov.tr/
Tablo'da verilen Türkiye’deki okullaşma oranları incelendiğinde; 2004-2005 öğretim yılında okulöncesi eğitim için %15,2, ilköğretimde %95,7, ortaöğretimde 60,8 (genel ortaöğretim %38,8 + mesleki ve teknik ortaöğretim %22), yükseköğretimde ise %39,9 (örgün yükseköğretim %26,5) olarak gerçekleşmiştir. Bu oranlara bakıldığında 1996-1997 öğretim yılına göre Türkiye’de okullaşma oranlarında büyük gelişme kaydedildiği görülmektedir.
Mesleki ve teknik eğitimin ortaöğretim içindeki payının düşük olması önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Sanayileşme ve teknolojik ilerlemenin sağlanması, gelişmiş ve diğer ülkelerin sanayi ürünleriyle rekabet edebilme ve Avrupa Birliği gibi entegrasyonlara üye olabilme açısından mesleki ve teknik eğitim oldukça önemlidir. Türk millî eğitim sistemi mesleki ve teknik eğitim açısından değerlendirildiğinde, Türk işgücü piyasasının en önemli sorunlarından birisinin nitelikli işgücü eksikliği olduğu ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan, yükseköğretime olan talebin artarak devam ettiği görülmektedir. Yükseköğretimdeki öğrenci artışı karşısında var olan koşullar aynı ölçüde değişmediğinden söz konusu eğitimde nitelik sorunu yaşanmaktadır.
GSMH içinde eğitim sektörünün aldığı pay, eğitime ne kadar önem verildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Türkiye’de eğitim sektörünün GSMH’den aldığı pay; 1970’te %2,86, 1971’de %4,44, 1972’de %4,36 olmuştur. 1973-1977 yıllarında %3 dolayında, daha sonraki yıllarda ise %2 dolayında gerçekleşmiştir. 1983 yılında %3,32’ye çıkmış, 1984’te ise %2,49’a düşmüştür. Eğitimin GSMH’deki payı 1985, 1986 ve 1987 yıllarında da düşmeye devam etmiştir. 2004, 2005 ve 2006 yıllarında ise sırası ile %4, %3,9 ve %3,7 düzeyinde olmuştur. 2018 yılında eğitime ayrılan pay %3,8 olmuştur. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran, %5 ve üzerindedir.
İnsani kalkınma, insanların seçeneklerini arttırma süreci olarak tanımlanmakta, uzun ve sağlıklı bir yaşamı, bilgi edinmeyi ve iyi bir yaşam standardı için gerekli koşulların sağlanmasını ifade etmektedir. Bir ülkenin GSMH’si fazla olsa bile eğitimdeki durumu düşük bir seviyede kalmış ise o ülkenin kalkınmış bir ülke olduğunu söylemek zorlaşmaktadır.
Türkiye, OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkeleri arasında insani kalkınma endeksi sıralamasında 82. sırada yer almaktadır. Dünya ortalamasına göre eğitime daha çok önem veren ülkelerin daha yüksek kalkınma atılımı gösterebildikleri, eğitim seviyeleri düşük olan ülkelerin ise kalkınamadıkları ve bunun sonucu olarak da dünya gelir dağılımında aşağı sıralarda yer aldıkları görülmektedir. Bu nedenle eğitime daha fazla kaynak aktarılması ve bunun bir yatırım olduğu fikrinin benimsenmesi gerekmektedir.
Türkiye’de Eğitimin Ekonomik Kalkınmaya Etkisi Nedir?
Türkiye’ye ilişkin yapılan araştırmalardan birisi Çömlekçi (Necla Çömlekçi, 1971) tarafından yapılmıştır. Çömlekçi, 1948-1965 dönemi eğitim yatırımlarıyla birey başına düşen gelir arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Yapılan analize göre eğitim yatırımları ile birey başına düşen gelir arasında anlamlı ve güçlü bir ilişki vardır. Mahmut Adem tarafından, 1960-1972 dönemine ilişkin yapılan eğitim harcamaları analiz edilmiştir. Ulaşılan bulgulara göre Türkiye’de eğitim kesimine, özellikle üniversitelere ve Millî Eğitim Bakanlığının öğretim dairelerine ödenek ayrılmasında belirlenmiş hiçbir ölçütün bulunmadığı, bu durumun planlarda saptanmış olan eğitsel hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı konusunda ciddi kuşkular yarattığı ve eğitimin hem niceliği hem de niteliği konusunun rastlantıya bırakıldığı sonucuna varılmıştır.
Başka bir araştırmada,1959-1960 ve 1973-1974 dönemlerine ilişkin okullaşma oranları ile GSMH rakamlarını dikkate alarak eğitimin gelir üzerindeki etkisi hesaplanmıştır. Sonuç olarak; okullaşma ile gelir arasında çok yüksek ilişki olduğu saptanmıştır. Okullaşma ile gelir arasındaki bu ilişkinin en düşük ilkokul düzeyinde, en yüksek ortaokul düzeyinde olduğu gözlenmektedir. Lise ve yükseköğretimde okullaşmanın gelire etkisi yaklaşık olarak aynı hesaplanmıştır (Unay,1982).
Türkiye’de eğitimin ekonomik kalkınmaya etkisine ilişkin yapılan diğer bir araştırmanın sonuçları aşağıda özetlenmiştir.
Analizlerde BBDG (Birey Başına Düşen Gelir), ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim okullaşma oranları, GSMH ve kamu eğitim harcamaları değişkenleri kullanılmıştır. Değişkenlere ilişkin söz konusu ilişkiler ile okullaşma oranlarının BBDG’ye etkisi ortaya konmuştur.
Araştırma sonuçlarına göre; ilköğretim okullaşma oranındaki %10’luk bir artış BBDG’yi %20 arttırmaktadır. BBDG’deki artışın %68‘i okullaşma oranındaki artış ile açıklanmaktadır. Genel ortaöğretim okullaşma oranındaki %10’luk artış BBDG’yi %6 arttırmaktadır. Mesleki ortaöğretim okullaşma oranındaki %10’luk artışın ise BBDG’yi %6 arttırdığı tahmin edilmiştir. Toplam ortaöğretim okullaşma değişkenindeki %10’luk bir değişimin ise BBDG’yi %6 etkilediği tahmin edilmiştir.
Yükseköğretim okullaşma oranındaki %10’luk artışın BBDG’yi yaklaşık %6 arttırırken, 1980 öncesi dönemde yükseköğretim okullaşma oranındaki %10’luk artışın BBDG’yi %6, 1980 sonrası dönemde ise yükseköğretim okullaşma oranındaki %10 değişmenin BBDG’yi yaklaşık %3 etkilediği tahmin edilmiştir. Bu oran 1980 öncesi yükseköğretim okullaşma oranının BBDG’ye etkisinden daha düşüktür.
GSMH’nin eğitime katkısı eğitimin GSMH’ye katkısından daha düşük çıktığı tahmin edilmiştir. Eğitim harcamalarındaki %10’luk bir artışın GSMH’yi %10,4 arttırdığı tespit edilmiştir. GSMH’de meydana gelen %10 artışın ise eğitim harcamalarında %9 artışa neden olduğu tahmin edilmiştir.
Elde edilen bulgulara göre toplam okullaşmanın BBDG’ye katkısı %69,21’dir. BBDG’ye ilköğretim okullaşma oranının katkısı %6,7, ortaöğretim okullaşmanın katkısı %76,4, yükseköğretim okullaşmanın katkısı ise %16,9 olarak bulunmuştur. Diğer bir ifadeyle BBDG’deki değişmelerin %6,7’si ilköğretim, %76,4’ü ortaöğretim, %16,9’u ise yükseköğretim okullaşma oranı ile açıklanmaktadır. Ortaöğretimin BBDG’ye etkisinin diğer öğretim düzeylerinden daha yüksek olduğu görülmektedir.
Eğitimin ekonomik kalkınma üzerindeki etkisini belirlemek için BBDG, GSMH değişkenlerini incelemek yeterli olmamaktadır. Kalkınmayı belirleyen diğer faktörler yönünden de konunun analizi daha sağlıklı sonuçlar ortaya koyabilir.
Türkiye’de ekonomik kalkınmaya eğitimin etkisinin nasıl ve ne yönde olduğunu incelemeye yönelik bir araştırmada; ortaöğretimin diğer eğitim düzeylerine göre BBDG’yi arttırıcı yönde daha etkili olduğu, eğitimin GSMH’ye katkısının GSMH’nin eğitime katkısından daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu ise, bir insan sermayesi ögesi olarak eğitime yapılacak yatırımların ekonomik büyümeyi hızlandıracağı görüşünü doğrulamaktadır.
Türkmen tarafından yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre 1980-1999 döneminde ortalama büyümenin yaklaşık yüzde 31’inin insan sermayesindeki artıştan kaynaklandığı bulunmuştur. Bu sonuç, Türkiye’nin sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için üretim faktörleri arasında eğitimi öncelikli olarak değerlendirmesi gerektiğini göstermektedir.
Eğitim Durumu ve Gelir arasındaki ilişki
Öğrenim Durumu |
Ortalama Gelir (%) |
Okuma Yazma Bilmeyen |
2.91 |
Okuma Yazma Bilen ama bir okul bitirmeyen |
3.15 |
İlkokul |
38.37 |
Ortaokul |
10.32 |
Lise |
16.97 |
Lise dengi meslek lisesi |
4.86 |
Yüksekokul ve Fakülte |
19.64 |
Kaynak: TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı
Tablo incelendiğinde, eğitim düzeyi yükseldikçe bireyin gelir seviyesinin de yükseldiği anlaşılmaktadır. Çizelgede dikkati çeken bir nokta ise ilkokul mezunlarının ülke gelirinin en çoğunu almalarıdır. Bu durum, ilkokul mezunlarının sayıca fazla olmasından kaynaklanmaktadır.
Sonuçlar
Türkiye'de eğitim ve ekonomik kalkınma ilişkisi açısından şu sonuçlar çıkarılabilir:
• Eğitim üzerine yapılan birçok araştırma ve gelişmiş ülkelerin bugün ulaştıkları düzey, eğitimin ekonomik kalkınmada etkili bir faktör olduğunu ortaya koymuştur. İnsanın niteliğini arttırmaya yönelik yapılacak yatırımlar içerisinden en önemlisi olarak kabul edilen eğitimin, ekonomik büyüme üzerindeki etkisi kadar, kalkınmayı belirleyen ekonomik, politik ve kültürel yapıdaki gelişmeler, teknolojik gelişme, uluslararası alanda rekabet edebilme ve belli bir gelişmişlik düzeyine ulaşabilme açısından son derece önemli bir etkisi vardır.
• Yapılan araştırmalar, her eğitim düzeyinin kalkınmayı aynı oranda etkilemediğini, Türkiye’de ortaöğretimin BBDG’ye etkisinin daha fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun nedenleri arasında; ekonominin sektörlere göre gereksinim duyduğu ara insan gücü yönünden en fazla talebi ortaöğretimin çekmesi ve yükseköğretimin gereksinim duyulan nitelikten yoksun olması sayılmaktadır.
• Türkiye’de eğitim sektöründeki yetersizliklerin çoğunun, günümüze kadar uygulanan ekonomi politikalarının eğitimi temel öncelikler arasına almamasının, eğitim sisteminden ve eğitimin finansmanından kaynaklanan sorunların bir sonucu olduğu değerlendirilmektedir.
Öneriler
Bu sonuçlar bağlamında öncelikli önerilerim şunlardır:
• Türkiye’de de var olan kaynakların kullanılmasında öncelik eğitime verilmelidir. Eğitim planlaması ve sanayideki gelişmenin yeterli ölçüde koordine olamaması nitelikli işgücü açığını ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda mesleki ve teknik eğitim politikalarının ekonomik talebi karşılayacak şekilde geliştirilmesi ve eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir.
• Eğitimin nicelik yönü kadar niteliği de önemlidir. Yükseköğretim kurumları kalkınma, uluslararası entegrasyonlara üye olabilme ve gelişme düzeyini sağlama açısından özellikle nitelik yönünden geliştirilmelidir.
• Türkiye’nin toplam nüfusunun büyük bir kısmının genç ve genel eğitim çağında olduğu, söz konusu insan sermayesi kaynağının kalkınma ve uluslararası alanda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu esas alındığında ulusal ekonomi öncelikleri, bu kaynağı geliştirecek şekilde belirlenmelidir.
• Türk eğitim sisteminde değişim ve yenilikler kısa dönemli hükümet programlarıyla değil, bilimsel araştırmalar ışığında Milli Eğitim Şuralarında görüşülerek eğitim bilimleri alanlarında uzmanlaşmış eğitimciler aracılığıyla yapılmalıdır.
Kaynakça
Adem, Mahmut. Türk Eğitiminin Ekonomik Politikası. Ankara, 1977.
Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi. (Başlangıçtan 1988’e), Ankara: A.Ü.E.B.F. Yayını, No: 160,
Çömlekçi, Necla. Türkiye’nin İktisadi Kalkınmasında Eğitimin Rolü. Eskişehir: E.T.İ.A. Yayın No: 85/45, 1971.
Ereş, F. Eğitimin Sosyal Faydaları: Türkiye-AB Karşılaştırması. Milli Eğitim Dergisi, 167. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığı, 2005.
Friedrich Ebert Vakfı. Türkiye’de Mesleki Teknik Eğitim ve Sorunları. (Toplantı Notları), Yayına Hazırlayan: Mustafa Sönmez, İstanbul, 1990.
Hoşgörür, Vural. “Ekonomik ve Sosyal Kalkınmada Eğitim”, http://efdergi.yyu.edu.tr, 2006.
Kaya, Yahya Kemal. İnsan Yetiştirme Düzenimiz. Ankara, 1989.
Türkmen, F. Eğitimin Ekonomik ve Sosyal Faydaları ve Türkiye'de Eğitim Ekonomik Büyüme İlişkisinin Araştırılması. Ankara: DPT Yayınları, No:2655,2002.
TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı. 2005.
Unay, Cafer. Eğitimin Ekonomik Kalkınma Üzerindeki Etkileri, İstanbul, 1982.