İç Sesimiz
Ben bazen kendimi iç sesimle sohbet ederken buluveriyorum. O bana şunu şöyle yapalım diyor, ben ise hayır öyle değil, böyle yapalım diyorum! Sanki iç sesim benimle tartışmayı seviyor!
Hayırdır, ne yapıyorsun burada böyle kendi kendine oturmuş?
Düşünüyorum.
Nasıl yani?
Düşünüyorum işte, nasıl olacak, bildiğin düşünme eylemi ile meşgulüm!
***
Nedir düşünmek?
Ben bazen kendimi iç sesimle sohbet ederken buluveriyorum. O bana şunu şöyle yapalım diyor, ben ise hayır öyle değil, böyle yapalım diyorum!
Resmen iç sesim benimle tartışmayı seviyor! Bazen de çok gıcık ediyor!
***
Sahi her insanın bir de iç sesi var değil mi?
Hani şu her şeye karışan, sanki içimizde bizimle birlikte yaşayan, ama bağırmak istese de sesi dışarıdan duyulmayan, bir yandan da her şeyi de bizden daha iyi bildiğini düşünen iç sesimiz!
Sizin de iç sesiniz var mı?
İç sesimiz sessizdir, ama pek de baskındır aslında. Bir anlamda bizi çoğu zaman ayartan da o şeytanın temsilcisi iç sesimizdir!
***
Hanım evden çıkarken başlar kendi kendine konuşmaya.
Işıkları kapattım, bugün ütü yapmadım, camlar kapalı, saç kurutma makinası fişe takılı değil falan filan. Evden çıkarken kendince sıraya koyduğu bir retoriği vardır, o kafasındaki sıralamayı sesli bir şekilde tekrarlamadan evden çıkmaz.
Genellikle de bunu eğer daçaya falan giderken, bir süreliğine evde olmayacağımız zamanlarda yapar.
Bir yerlerde okumuş, insan sesli olarak bazı şeyleri aynı düzende tekrar ederse daha iyi algılıyormuş.
En azından evden çıktıktan sonra çarşıda eyvah ütü fişe takılı kaldı diye heyecan yapmasına gerek olmuyor galiba, yani faydalı bir alışkanlık hanımınki.
***
Ütü fişe takılı mı? Değil mi? Anne bir koşu gidip bakar mısın?
Büyük kızın bir zamanlar sürekli evden çıkınca ettiği telefonda sorduğu soru buydu annesine.
Şimdi alışkanlık haline getirdi, evden çıkarken odasının elektrik sigortasını indiriveriyor, böylece aklı da evde kalmıyor.
Ayıptır söylemesi, ben akıl verdim.
***
Bence çok fazla tekrar etmek kimi şeyleri ezbere bindirir, alışkanlık yapar. Sonra da yine anlamadan yaptığınız için her halükârda şüpheye düşersiniz.
En azından bende böyle oluyor. Bazen henüz gelmişsem eve mesela, biraz sonra kalkıp dış kapıyı kontrol ediyorum, kapadım mı, yani kilitledim mi hatırlamıyorum. Otomatiğe bağlamışım, kilitliyorum aslında, ama nedense o an hatırlayamıyorum.
Şimdiye kadar da kilitlemediğim an olmadı, ama bilinç altım alışkanlık yaptığı için o anı hafızama yazmıyor, hepsi bu.
Dolayısıyla bazı şeyleri bu kadar çok tekrar etmeye gerek yok bence.
Yaptığımız şeylerin bilinçle olması için tekrarları arada değiştirin diye de görüşler var.
Mesela kendi adıma dış kapıyı kilitlerden sırf ezber bozmak için önce bir tur kilitle, şimdi geri aç ve iki tur kilitle diye yeni bir retorik geliştirsem, artık kapıyı kilitledim mi diye şüpheye düşmeyeceğim.
***
Ancak bu tekrarlar konusunda markete giderken benim de kendimce uyguladığım bir yöntemim var.
Gün içerisinde, ya da artık en son ne zaman markete gitmişsem o günden başlayarak aklıma geldikçe ihtiyaç olan şeyleri aklımda numaralandırıyorum.
Sonra da markete giderken mesela o seferinde en son beş tane ihtiyaç var diye aklımda tutmuşsam, markette o beş şeyi de aldım mı acaba diye aklımdan kontrolünü yapıyorum. Mesela dördünü almışsam ve beşinciyi hatırlamıyorsam mutlaka biraz düşününce bir şekilde hatırlıyorum.
Ama ben hanım gibi o beş şeyi evden çıkarken sesli olarak tekrar etmiyorum. İçimden, kendi kendime bir tekrar oluyor benimki.
Belki hanımın yöntemini de değerlendirmeye almam gerekli, tam olarak karar veremedim şimdi.
***
Kimilerinin ezber kabiliyeti oldukça iyidir. Benim oldum olası hafızam o kadar iyi değildir. Okuldayken doğru dürüst şiir bile ezberleyemezdim.
Sanırım bu ezber kabiliyeti iyi olanların da kendilerince geliştirdikleri ezber yöntemleri oluyor.
Bir çoğu da büyük ihtimal kendi iç sesleri ile çalıyorlar gibime geliyor.
Ne bileyim, belki iç sesleri onlara neydi, neydi hatırla diye kızıyor ve onlar da hatırlayıveriyorlar ne ezberlemişlerse.
Yani bazen iç sesimiz iyi de bir otorite oluyor bize.
***
Düşünürken gerçekten iç sesimizle mi düşünüyoruz?
Yoksa bize mi öyle geliyor?
Düşünceler için iç sesimize ihtiyacımız var mı?
***
Bakın aklıma takılan bir başka şey de hangi dilde düşündüğümüz?
Ben bazen kendimi Rusça düşünürken buluveriyorum. Özellikle de o an Rusça bir şey izliyorsam aklım Rusçaya kayıyor.
Aynı şey İngilizce ve Türkçe için de geçerli.
Bazen de dilleri atlayı atlayıveriyorum aklımdan.
Artık o an konu neyse, ona göre dil seçiyoruz herhalde.
***
Ama bazen iş toplantılarında falan bir kaç dil konuşulduğunda aklımız bir başka şekilde çalışmaya başlıyor.
Çeviri başka bir şey!
Simültane çeviri yapanlar nasıl yapıyorlar acaba?
Ben mesela asla yapamam simültane çeviriyi.
Benim çeviri yapmam için önce kendim anlayacağım ne dendiğini ve sonra aynı şeyi böyle denildi diye diğer dilde yanımdakine anlatacağım.
O yüzden benim çevirilerim birebir sözcük sözcük çeviri olamıyor.
Bu haliyle çeviri kolay bir şey sanırım.
Ama simültane çeviri yapanların konuyu kendilerinin de anladıklarına ben inanamıyorum. Konuyu anlatmaları için vakitleri olmuyor.
Belki de anlıyorlardır, orasını da bilmiyorum gerçekten.
Dedim ya, benim hafızam o kadar kuvvetli değil, hafızaları da iyiyse eğer, bakın o zaman olabilir, hafızası iyi olanlar onca söylenen şeyi akıllarında tutabiliyor olabilirler muhtemelen.
***
Düşünmek diyoruz ya, bazen de yolda kendi kendine konuşanlar oluyor.
Gerçi şu kulağa takılan kablosuz kulaklıkların ilk çıktığı zamanlarda ne oluyoruz diye çok şaşırırdım.
Almanya’ya gittiğimizde, Frankfurt’ta sanırım, küçük bir parkta ağaçlarla konuşan bir hanımefendi görmüştüm ve o zaman bir insanın kendi kendine sesli bir şekilde konuşmasının ne demek olduğunu bu kadar açık gözümle bizzat ilk defa görmüştüm.
Hayır, daha o zamanlar henüz bu bluetooth kulaklıklar çıkmamıştı.
Yani o hanımefendinin biraz da akıl sağlığından şüpheye düşmüştüm.
Zaten ağaçlara kızıyordu adeta, el kol hareketleri de yapıyordu. Bir ağaçtan diğerine hızlı hızlı koşuşturuyordu.
Almanca konuştuğu için ne dediğini anlamamıştım, ama bu durum garip gelmişti bana.
İşte kablosuz kulaklıkların ilk çıktığı zamanlarda kimilerinin sokakta kendi kendilerine konuştuklarını görünce o şahit olduğum durum gözümün önüne gelirdi ve burada da ne kadar çoğaldılar diye hayrete düşerdim.
Sonradan alıştım, artık kulaklıklı insanlar her yerdeler ve evet, gerçekten normaller ve sadece telefon görüşmesi yapıyorlar.
Yani her gördüğümüz kendi kendine konuşanın akıl sağlığından şüpheye düşmemize gerek yok, özellikle de günümüz teknolojisinin sunduğu imkanlarla insanlar artık sokaklarda kendi kendilerine güler oldular, kendi kendilerine konuşur oldular, bir anlamda akıl sağlıklarını kaybettiler, ama bir yandan da daha akıllı oldular.
***
Oldukça seyrek de olsa halen daha akıl sağlığı gidik ve yolda kendi kendine konuşanlara rastlamak mümkün oluyor.
Geçenlerde oldukça da yaş almış bir hanımefendinin markette sebze reyonunda ondan mı alsam, bundan mı alsam diye kendi kendine konuştuğuna rastladım mesela ben.
Yok, o hanımefendinin akıl sağlığından pek şüpheye düşmedim, ancak garipsemedim desem yalan olur. Ben kendi kendine konuşan her gördüğüm insanda o Almanya’daki genç hanımefendiyi hatırlıyorum, çok acımıştım ona.
Biraz da dil bariyeri sebebiyle yardımcı da olamadığım için sanırım içimde yer etmiş oldu o an.
***
Bizim dilimizde düşünmenin düş ile ilintili olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde yazmıştım.
Gerçekten biz Türkler her iki eylemi ilintili yapmışız, düşünmek ve düş görmek!
Diğer dillerde bu ilinti yok nedense. Olan dil varsa da ben bilmiyorum.
En azından benim bildiğim dillerde böyle bir ilinti yok.
Bizde de aslında ilintinin direk düş görmek ile değil de, hayal kurmakla olduğunu sanıyorum.
Hayal kurmaya düşlemek desek, ki bence hayal kurmanın Türkçesi bu olmalı, bir anlamda ikisi arasında bir ilinti kurmak mümkündür diyebiliriz.
Öncelikle her iki eylem de bilincimiz açıkken yapılan eylemler.
Sadece birinde biraz daha hayatın içinden bir şeylere kafa yorarken, diğerinde gerçekleşeceğine bizim de pek emin olmadığımız, ancak olsa ne güzel olur dediğimiz şeyleri düşünüyor oluyoruz.
Bizzat düş görmek ise artık bilincimizin kapalı olduğu uyku anında gerçekleşen bir olay olduğu için, düş görmek belki de başka bir sözcükle tanımlanmalı.
Rüya diyelim! Rüya gördüm!
Olur, Türkçesi varken niye şimdi rüya diyormuşuz?
Hadi “görüngü” deseniz anlayacağım, çünkü düş uyurken gördüğümüz bir şeydir ya, görmeyle ilgili bir sözcük daha yakışır düşe bence.
Görüngü!
Bu arada dilimizde “görüngü” diye bir sözcük var gerçekten. Arapça tezahür ya da tezahürat sözcüklerinin Türkçesi olarak 1935 yılında dil devrimi kapsamında ortaya konmuş. Sözlükteki yazılı anlamı hadise aslında.
Ancak tezahür etti, yani ortaya çıkıverdi yerine görüngü oldu gibi bir şey söyleyenini ben hiç duymadım.
Yani bir çok sözcük gibi bu sözcük de tutmamış anlaşılan.
O yüzden düş, ya da rüya yerine bence daha doğru bir sözcük görüngü. Benimle aynı fikirde olanlar varsa günlük yaşamlarında kullanabilirler.
Bu gece ne görüngüler gördün, anlat bakalım?
Olmaz! Hayırdır demeden tek kelime söylemem!
Rahmetli anacığım hep böyle derdi, nedense hayırdır demeden düşlerini anlatmazdı.
***
Görüngü tabiri yapılır efendim, hanım, söyle görüngünü, anla yarıngını.
Yarıngıyı kafiye olsun diye yazdım! Böyle bir sözcük yok dilimizde. Doğrusu yarınını olacak tabii ki! Kafiyeli olsun dedim işte.
Görüngü rüya yerine gerçekten kullanılabilir bence.
Hayal kurmak yerine de düşlemek doğru fiil bence.
***
Öyle ya da böyle, düşünmek hepimizin farkında olmadan yaptığımız bir eylem. Tanrı vergisi!
Düşünmeyen insan yok!
Düşünmek zor gelen var. Hatta aklını başkasına kiraya verip zombileşenler de var, ancak normal bir insan düşünme yetisine sahip olarak dünyaya geliyor.
***
Hayvanlar aleminde ise durum pek böyle değil sanki!
Düşünen tavuk olur mu?
Siz hiç gemileri yakmış bir inek gördünüz mü?
Trene bakanı var da, düşüneni yok galiba.
Aklınız alıyor mu? Karadeniz’de gemileri batmış gibi oturmuş kara kara düşünen bir kediniz olsa mesela, mümkün mü bu dediğim?
Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Hayvanlar düşünebiliyor olabilirler mi sizce?
***
Bence düşünüyorlardır muhtemelen, ama biz insanlar gibi uzun uzadıya olamaz onların düşündükleri herhalde.
Ben en azından düş gören köpek biliyorum.
Bir arkadaşım köpeğinin sürekli düş gördüğünden bahsediyordu. Nereden anlıyorsun diye sorduğumda da, kim bilir düşünde ne görüyor da, uyandığı anda saçma sapan tepkiler veriyor diyordu. Çok detayını sormadım artık nasıl tepkiler verdiğini, ama o anlıyordu bir şekilde köpeğinin düş gördüğünü.
İşte en azından köpekler düş görüyorlarmış diye duymuşluğum vardır.
Bu konuda, yani hayvanların düş görüp görmedikleri üzerine söz veriyorum, yapılan akademik çalışmalar varsa araştırıp daha sonra bir ara yazacağım.
***
Gelelim biz şu iç sesimize!
Bazılarında altıncı his dediğimiz bir şey olur, bazılarının sezgileri kuvvetlidir de diyebiliriz.
İşte böylelerinin kendi iç seslerini dinlemelerinde fayda vardır.
Tamam, iç sesimiz biraz da korkularımızın sesidir.
Zaten gördüğümüz düşler de çoğu zaman uyku halindeyken gün içinde yaşadığımız, gördüğümüz şeylerin daha önceleri hafızamıza kayıtlı bilgilerle çakıştırılması, hafızamızdaki bilgilerin önem sırasına göre tekrar dizilimlerinin yapılması ve gereksiz bilgilerin hafızadan silinmesi esnasında bize gerçekmiş gibi görünen şeylerdir.
Düşler bir anlamda bizim görüp de dikkatimizi vermediğimiz şeylerin tekrar gözden geçirilerek hafızamızdaki bilgilerle ilintilerinin araştırıldığı sırada bize ilintili gibi gelen görüntülerdir.
Bir yandan da gerçekten bizi bilmediğimiz bir şeyler için uyarabilirler. Çünkü düş gördüğümüz anlarda sezgilerimiz de değerlendirmenin içinde yer almaktadır.
Sözün özü, korkularımız bir yana, ister anlık olarak verdiğimiz kararlarda, ister gördüğümüz düşler ile ilgili olsun, iç sesimizin dediklerini en azından bir kez daha düşünerek alacağımız kararlarda tekrar değerlendirme yapmakta fayda vardır diye düşünüyorum.
Eskiler ne demişler, boğaz dokuz boğumdur demişler, bin düşün, bir söyle demişler.
Bu sözlerin bin düşün, bir yap halinde de yorumlanabileceğini tahmin edersiniz.
İç sesimiz aslında Kirâmen kâtibin melekleri olabilir mi?
Olabilir gerçekten, neden olmasın?
Zaten onların bir diğer adı da Koruyucu melekler.
İç sesinizi dinleyin! Yanılmazsınız.
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla.