Paradoks
Paylaşmak için ortalıkta paylaşılabilecek bir şeyler olması gerekiyor. Paylaşım yapılabilecek bir şeyleri elde etmenin yolu ise birlikte bir şeyler yapmaktan geçiyor.
Hadi gel şöyle bir şey yapalım diyorsun. Önce tamam diyor, sonra da bin dereden su getiriyor. Hiçbir işin, hiçbir şeyin sorumluluğu altına girmek istemiyor. Bir kapristir tutturmuş, hiçbir şeyi beğenmiyor.
Bak diyorsun, sen böyle yaparsan iş yapamayız ki seninle, bu kadar burun kıvıracağına tut şu işin ucundan!
Nasıl istersen diyor, iş yapamayız diyorsan yapmayalım öyleyse birlikte iş diyor. Sen öyle diyorsan benim için sorun yok diyor.
Umurunda değil yani, sana bir faydası olacakmış, ihtiyacın olduğunda bir katkı verecekmiş hiç umursamıyor.
Bir yandan da kendi de sürünüyor, aslında onun sana değil, senin ona faydan olacak. Senin ona ihtiyacından çok onun sana ihtiyacı var.
Ama yine de umursamıyor, sen tut şu işin ucundan dedikçe kaprisleri ile bunaltıyor seni, sürekli şikayet ediyor.
***
İnsanlar niye böyledir?
Hepsi değil tabii, ama sanki özellikle son zamanlarda pek bir kaprisli olduk gibime geliyor.
Özellikle de parası bol olanlar parasını vermiyor muyum, öyleyse ben nasıl istiyorsam öyle olacak diye her şeye bir kulp takmasını seviyorlar.
Evet, parayı veren düdüğü çalar da, bu kadar da kaprisli olmaya gerek yok sanki.
***
Ama benim daha çok eleştirdiklerim hem suçlu olup hem de güçlü olduğu için haklı olduğunu düşünenler. Bir anlamda zeytinyağı gibi hep üste çıkanlar.
Zavallı durumda olup da sırf kapris yapmak uğruna burnundan kuş ayırmayanları da eleştiriyorum. Ancak baştan diyorum ya, bunlar zavallılar, kaprisleri anca kendilerine zarar.
Hem suçlu olup hem de gücüyle haklı olduğunu düşünenler ise tehlikeli insanlar.
Güçlerini kullanarak karşılarındakinin ne durumda olduğunu umursamadan hep istedikleri ne ise zorla almaya alışmışlar.
Üstelik etrafta bu kadar güce tapan olunca da, bu gibilerinin güçlerine güç katılıyor her geçen gün.
Çünkü insanoğlu ilginç bir yapıya sahip. Bizde bile derler ya bileğini bükemediğinin elini öpeceksin diye, Stockholm sendromu da diyorlar, insanlar güce yanaşıp kendilerine o güçten güç devşirmeyi seviyorlar.
***
Gün karamsar olma günü değil!
Öyle ya da böyle her zaman etrafta böyle insanlar olacaktır. Böylelerinden uzak duracaksın, nasıl olsa senin gibi iyi niyetli olanlar çoğunlukta, hacı hacıyı Mekke’de bulurmuş derler ya, hayatta karşılaşacağınız insanların çoğu sizin benim gibi normal insanlar, bir zararları olan olmaz. Gönül rahatlığı ile iletişimde bulunabilirsiniz insanlarla.
Evet, bu da doğru, insanların çoğunluğu gerçekten iyi niyetli.
Ancak bir yandan da bir çoğu vurdumduymaz!
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!
Bakın birçokları için geçerli yaşam tarzı da bu olmuş. Aman aman diyeyim, dert benden uzak olsun da, benim zaten kendime bakacak halim yok, bir de senin derdinle uğraşmayayım. Derdin varsa uzak dur benden!
Tabii insanların genelinin böyle düşünmeleri için bir sürü sebep var. Her şeyden önce ülke çapında birçok badireler atlattık. Sonra ekonomik olarak da garip bir dönemden geçiyoruz. Maalesef ekonomik olarak ülke çapında zor durumdayız. Gerçekten kimsenin bir başkasının derdi ile dertlenmeye hali yok.
Tamam da, bir yandan da insan olmak diye bir şey var! Eğer birbirimizin derdiyle dertlenmeyeceksek niye kendimize insan diyoruz? Ne farkımız kalır ki aklı sahibi olmayan diğer canlılardan?
İnsan olmak bir yandan da komşusu açken tok yatan bizden değildir denir ya, rızkını paylaşmak, birlikte tok yatabilmek değil midir?
Olabilir, ancak o paylaşılan bir dilim ekmek ile ne sen, ne ben tok yatamayacaksak, o zaman paylaşmanın da bir anlamı olmuyor. Paylaşmak için ortalıkta paylaşılabilecek bir şeyler olması gerekiyor.
Paylaşım yapılabilecek bir şeyleri elde etmenin yolu ise birlikte bir şeyler yapmaktan geçiyor.
Yani geliyoruz yazının başına!
Hadi gel şöyle birlikte bir şeyler yapalım diyorsun. Önce tamam diyor, sonra da bin dereden su getiriyor!
Nasıl çıkacağız bu işin içinden?
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla.