Türkiye’de ve Dünyada Sınıf (Kast) Düzeni Devam Ediyor mu?
Hem bizde hem de dünyanın birçok ülkesinde, toplum hayatındaki sınıf farklılıkları belki de hiç bir zaman giderilmeyecek. Birileri sürekli farklılıklar olsun diye körükleyecekler ateşi. En iyisi mi bir şekilde birlikte yaşamanın yollarını arayalım biz.
Geçenlerde bir dizi film izledim, dört bölümlük bir mini diziydi.
Adı “Kuzey & Güney”.
1800’lü yıllar Kraliçe Viktorya İngiltere’sinde geçen bir dizi.
Genel konusu henüz yeni yeni başlamış olan o sanayileşme döneminde kuzeyde bir şehirde pamuk işleme fabrikası sahibi genç adam ile güneyden şehre gelmiş eski bir rahibin genç ve güzel kızı arasındaki aşk.
Böyle deyince sadece bir aşk filmi gibi görünse de, hayır, film aslında gerek o dönemlerde yeni yeni başlayan endüstriyel dönemin zorunlu emek sermaye çatışmasını irdeliyordu, buna sendikacılık da dahil, ve gerekse fakir emekçi halk ile zengin sanayici patronlar arasındaki güncel yaşam ilişkilerini, ve gerekse o zamanların kuzeyli İngiltere’si ile güneyli İngiltere’si arasındaki mantalite farklılıkları, kültürel farklılıkları göstermesi açısından çok güzel bir dizi film.
Sanırım aynı adlı bir romandan esinlenilerek çekilmiş.
***
Aslında bu yazıda amacım dizimin tanıtımı değil, hatta yazdıklarım mecburen spoiler içeriyor.
O yüzden diziyi izlemeyi düşünenler affetsin beni. Çünkü filmde geçen konular tam da bugün aklımdan geçenleri sizlere daha iyi anlatabilmem için faydalı olacak gibime geliyor.
Bu yüzden izlemeyenler ve merak edip izlemek isteyenler için üzgün olsam da, biraz filmin konusu hakkında bilgi vermem gerekiyor.
Yine de olayları oldukça kısa geçerek ilgisini çekenlere dizi filmi izlemelerini baştan tavsiye ediyorum.
***
Rahibin eşi bu hiç de güneydeki güzel konforlu şehirlere (Mesela Londra’ya!) benzemeyen kuzeyin kirli ve soğuk şehrinde hastalanır ve bir süre sonra ölür.
Rahip de eski kilisesine gittiği bir seyahatten geri dönemez ve o da orada vefat eder.
Rahibin genç ve güzel kızı ise bir süredir yaşadığı ve yoksul halk içinden arkadaşlar edindiği, bir yandan da gizliden aşık olduğu kişinin olduğu bu kuzeyin sanayi şehrini terk etmek ve güneyde yaşayan teyzesinin yanına gitmek durumunda kalır.
Ancak ülke dışında olan oğlu yüzünden rahipliği bırakıp, yaşadığı ortamı değiştirmek zorunda kalan ve bu kuzeydeki küçük şehirde özel dersler vererek ailesini geçindiren zavallı babasının ölmeden önce zengin bir arkadaşından ricası ile genç kız parasız pulsuz bir şekilde ortalıkta da kalmaz.
Babasının bu zengin ve yaşlı arkadaşı hanımefendiye tam olarak on beş bin pound para bırakıp hayatının son günlerini geçirmek için Güney Amerika’da bir yerlere gider ve yerleşir.
***
Evet, o zamanlar on beş bin pound oldukça büyük bir servettir. Bugün de az para değil, ancak o zamanlar çok büyük bir servetmiş.
Genç hanımefendi de bu arada kuzeydeki o kirli ve soğuk sanayi kentindeki aşık olduğu pamuk tüccarının iflas ettiğini öğrenir ve bir şekilde gidip sevdiği adama yardım ederek birlikte geçecek mutlu ve mesut bir yaşama adım atar.
***
Filmin konusu oldukça özetleyecek olursam kısaca böyle, dediğim gibi aslında bir aşk filmi gibi, ama bir yandan da o yılların İngiltere’sinde geçen yaşam koşullarını anlatan, o günlere özel o soyluların düzeyli ve gayet nazik insan ilişkileri yanında fakir halkın kabalığını, ama bir yandan da ne kadar içten olduğunu gösteren, bir yandan zenginler ile fakirler arasındaki ilişkileri irdelerken, diğer yandan da soylular ile zorba sanayiciler arasındaki kültür farklılıklarını irdeleyen güzel bir dizi film.
On beş bin pound bugün servet denilebilecek bir para olmasa da o zamanlar çok büyük bir servetmiş gerçekten. Ama olay servet sahibi olmakla bitmiyor. Daha o günlerde para risk demekmiş.
Dolayısıyla filmde ilk borsa günleri anlatılıyor bir yandan.
Bir yandan da pamuk tüccarı olan genç adamın ve ailesinin işleri iyi giderken yeterince paraları olsa da soyluluk konusunda ne kadar da kaba saba olmalarını, güneyli bir rahibin kızının ve ailesinin ise çok daha az gelir sahibi olmalarına rağmen bu pamuk tüccarlarına göre ne kadar soylu olduklarını anlatıyor.
Evet, güneydeki ailelerin yetiştirilmeleri, aldıkları eğitim seviyesi ve daha çok da yetiştikleri çevrenin sosyal ve ekonomik koşulları ile kuzeydeki tüccarlar ile aralarında bir sınıf farkı olması filmde konu edilmiş.
Yoksul emekçi halk ise tamamen farklı bir kesim. Yoksul halk içerisinde hastalık, perişanlık kol geziyor.
Filmimizin ana karakteri eski rahibin güzel kızı ise tam da arada bir konumda. Bir yandan yetiştiği çevre dolayısıyla hem oldukça nazik, oldukça soylu; bir yandan, hem de bir rahibin kızı olması sebebiyle çok da iyi niyetli, vicdanlı biri. Yoksul halk içinden de kendine arkadaşlar edinmiş.
Genç ve zengin pamuk tüccarı ise hem oldukça kaba hem de bir yandan da zorba biriymiş. Fabrikasında tütün içen bir işçisini kendi elleriyle dövdüğü bir anda tanışıyorlar genç hanımefendiyle.
Tabii fabrika bir pamuk işleme tesisi, en ufak bir ateş sıçramasında tüm bu yatırımın kül olma riski var ve bu konuda genç pamuk tüccarı doğal olarak çok katı kurallar koymuş işçilere.
Kim haklı, kim haksız, yaptığı bu hatasıyla ailesini geçindirecek paradan olan, kovulan ve bir yandan da sopa yiyen işçi ne kadar haksız, kaba kuvveti ve gaddarlığı ile genç pamuk tüccarı ne kadar haklı insanın aklı karışıyor. Sonuçta işsiz kalan işçinin bakacak bir ailesi ve çocukları var, ama gözünün yaşına bakmayan bir de işvereni var.
Sonra ücretlerinden memnun olmayan emekçi sınıfın greve gitmesi sonucunda neredeyse batma durumuna gelen tüccarlar var. Grev dolayısıyla verilen siparişleri zamanında yetiştiremedikleri için tüccarlar zor duruma düşüyorlar ve kapanan fabrikalar yüzünden işçiler tümden zor durumda kalıyorlar.
Tüm bu ikilemler filmde irdelenmiş.
Soylular sınıfına dahil olmaya çalışan ama bu kuzeydeki fakir ve kirli şehirde yetiştiği için bir türlü güneyli soylu hanımlar tarafından aralarına kabul edilmeyen pamuk tüccarının biraz da şapşal olan kız kardeşi var.
Yani film çok yönlü olarak o zamanların İngiltere’sindeki sınıflar arası ilişkileri irdelemiş.
***
Bugünün Türkiye’sinde bizim aramızda da sınıfsal farklar var mı?
Aslında bizim de zengin kız, fakir genç aşkını, ya da tam tersini, yani fabrikatör genç adam ve fakir genç kız aşklarını gösteren filmlerimiz var.
Biraz da bu eski Yeşilçam filmleri oldukça kötü çekilmiş filmler. Hem film çekim kaliteleri hem senaryoları, hem de derinlemesine bu sınıf farklılıklarını irdelemedikleri için çok zayıf filmler.
Bilmiyorum, bugün açıp da izleyen var mıdır o eski Yeşilçam filmlerini, ama bugün çekilen dizi filmler de aslında ülkemizdeki sınıf farklılıklarını gösteren, hatta biraz da abartarak, olduğundan çok daha farklı gösteren diziler
Konu pek de değişmiyor, halen daha zengin sınıf ile fakir sınıf arasındaki çatışmalar.
Evet, bizde de sınıflar var. Her ne kadar cumhuriyet bir ulus devlet projesi olsa da, halkın arasındaki bu sınıf farklılığını maalesef kuruluş günlerinden sonra başa geçenler yeterince giderebilmiş değiller.
Üstelik bizde bir de dinin çok fazla etkisinde kalanlar da var. İslam dini hristiyanlıkta olduğunun aksine hayatın içine müdahil bir din olduğu için, bizde muhafazakar kesim ve modern kesim diye iki ayrı toplum sınıfı ortaya çıkmış durumda.
Evet, bizde bu iki toplum kesiminin yaşam tarzları birbirinden çok farklı.
Arada olan bir başka kesim de var tabii ki. Bu arada dediğim kesimi en belirgin özelliği ile akşamdan akşama alkol de içen, normalde namaz kılmayan, ama cumaları camiye de giden, orucunu tutan, kurbanını kesen kesim olarak söyleyebilirim.
Bir de Allah inancım var ama o benim bileceğim şey, ben modern bir insanım diyenler var. Laik kesim dediklerimiz, ama aslında seküler olanlar. Laiklik neticede biraz farklı bir kavram, biraz devlet ile ilişkili olan tarafı din işlerinin. Sekülerlik ise kişi özelinde olan bir kavram.
Bu yüzden karıştırılır aslında bu iki kavram birbirine.
Laiklik içerisinde farklı dinlerden ve inançlardan vatandaşları olan her devlet için olmazsa olmazdır. Her dine, her inanca devletin eşit mesafede olması demektir.
Bizde böyle mi peki?
Ben cevap vermeyeyim isterseniz bu soruya. Devletin din işlerini yürüttüğü Diyanet İşleri Başkanlığı’nda hangi dinlere ait, hangi inançlara ait başkanlıklar olduğunu bir düşünün, siz zaten kendiniz cevabı bulacaksınız.
***
Konumuz din değil sonuçta, ama doğal olarak toplumumuz içerisinde bir de dindar kesim var. Kalben inanan ve dini vecibelerini yerine getiren kesim bu dediğim.
Namazında niyazında, hanımsa başını örten, belli bir yaşı varsa camiden çıkmayan bir kesim bu.
Tüm dualarını Allah kabul etsin de, işte bu kesim biraz da toplumun seküler bir hayat yaşamayı tercih eden kesimine kızıyor.
Seküler olanlar dindar olanlara kızmıyor mu? Bence pek kızmıyorlar. Ancak onların da biraz dindar kesimi çağ dışı gördükleri doğru tabii ki.
Zaten bu değil miydi aradaki sorun? Göbeğini kaşıyan adam falan demişti seküler kesim dindar olanlara. Cahil demişti!
Bence her ikisi de yanlış yaptılar. Halen daha bir yanlış içindeler.
***
Ancak bugün güç el değiştirdi, dindar düşüncede olanların baskısı çok daha fazla hissedilir oldu.
Niye seküler yaşam yaşıyorsunuz?
Ne yapalım? Biz böylesini tercih ediyoruz! Biz modern bir Türkiye hayal ediyoruz!
Modernlik ile dindarlık çelişiyor mu peki?
Modern olup da dindar olunamaz mı?
Ya da tam tersi, dindar olup da modern olunamaz mı?
Görünüşe göre dini kurallar buna pek uymuyor. Olmuyor!
Bence her ikisi de olunur da, işte bunu dışarıya göstermek isteyenler gibi olunur o zaman da.
Cuma’ya gidersin, ama başka namaz da kılmazsın. Belki bir de Ramazan'da teravilere gidersin.
Akşamdan akşama rakını içersin, ama soranlara elhamdülillah Müslümanım dersin. İçki içmek günah değil mi diye soranlara da günahsa benim günahım, sana be oluyor dersin.
Yani iki arada bir derede yaşarsın.
***
Görünüşte Müslüman olup, yani hiç bir namazı kaçırmayıp, içki de içmeyen, ama fırsatını bulduğunda da her türlü ahlaksızlık yapmaktan geri durmayanlardan iyidir ama bu iki arada kalma durumu!
Hem dindar görünüp hem de ülke sınırları dışına çıkınca yapmadığını bırakmayan kimleri kimleri gördüm ben. Özellikle de buralara sözde iş seyahatlerine gelmiş olan son zamanların zenginleri arasında.
Sahi bir de iktidarın da etkisiyle özellikle son yıllarda paranın gözüne vurmuş olanlar var değil mi?
Bu hem dindar görünen hem de artık oldukça zengin olmuş kesim bence en tehlikelisi.
Dindar olanlar demiyorum, gerçek dindarlara hiçbir sözüm olmaz benim. Dindar görünenlerden bahsediyorum.
***
Bizde biraz da belki günah çıkartma diye bir şey olmadığı için olacak, insanlar günahkâr olsalar da günahkar olduklarını gizlemek ihtiyacı duyuyorlar. İçlerine yer ediyor ama işledikleri günahlar.
Günah çıkarabilseler rahatlayacaklar belki, ama İslam’da dinen böyle bir şey mümkün olmadığı için başlıyor psikolojik kişilik bozuklukları.
Hiç beklemediğin insan fırsat görüyor ya ülke dışında olmayı, eh, fazlasıyla parası da var, başlıyor buralarda gece kulüplerinde gününü gün etmeye. Güzel Rus kızları da sardı mı etrafını, ne namaz kalıyor ne niyaz.
O işler geriye, Türkiye’ye döndüğünde ancak.
***
Peki toplum olarak düzelir miyiz bir gün?
Bilmem, belki bir gün.
Ama oldukça ilerilerde bir gün bu dediğim gün. Bizler görmeyiz herhalde.
İnsanoğlu riyakardır. Türkçesiyle ikiyüzlü.
Kimin ne düşündüğünü, niyetinin ne olduğunu bilmek mümkün değil.
Kız alıp vere vere, belki bir gün gerçekten tam olarak aynı özelliklere sahip olan bir toplum oluruz. Bugünkü sınıf farklılıklarımız azalır belki.
Ama daha toplumun etnik olarak farklı olan, dini açıdan aynı dinden de olsa farklı mezheplere ait olan, tamamen farklı dine ait olan bir sürü farklı sınıfı var, sonra çok zengin olanlar, çok fakir olanlar da var. Yani bir sürü ayrı toplum kesimi var.
Bundan yüzyıllar önce İngiltere’de bile bunca farklı toplum kesimi varmış, bugün de benzer kesimler olduğu gibi yaşamına devam ediyorlar.
Yani toplumdaki sınıf farklılıkları belki de hiç bir zaman giderilmeyecek. Birileri sürekli farklılıklar olsun diye körükleyecekler ateşi.
En iyisi mi bir şekilde birlikte yaşamanın yollarını arayalım biz.
Düzelecek diye beklemektense, ya da birbirimizle çatışmaktansa bu daha iyi bir çözüm olur bence. Birlikte yaşamak için yollar arayalım. Buluruz bence.
Bunu yapabilmenin yolu da birbirimize saygı duymaktan geçiyor aslında. Tabii bir de yüreği sevgi dolu biri olmaktan.
Sınıf farklılıkları her zaman olacaktır!
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla.