Dijital Dünyanın Diğer Yüzü
Nesnelerin interneti ile birlikte teknoloji kullanımı farklı bir boyuta taşınmış oldu. Bunun makro düzeyde vücut bulmuş hali olan “Akıllı Kentler” (Smart Cities), insanlara daha az enerji tüketen, kaynakların daha etkin kullanıldığı ve daha güvenli yaşam alanları sunuyor. Gerçekten de öyle mi?
Ülkemizde her seçim ortamı, insanların hırs ve ihtiraslarının onlara neler yaptırabileceğine dair daha uç örneklere şahit olmamızı sağlıyor. Bıraksanız, hiç tanımadığı insanları bir kaşık suda boğacak, öldürecek ve zerre kadar pişmanlık duymayacak bir kitle oluştu. Buna hangi siyasetçi/siyasetçiler yol açtıysa insanlıktan, vicdandan ve vatan sevgisinden nasibini almamış olmalı diye düşünüyorum. Biraz bu ortamın dışına çıkıp nefes almak için bugün farklı bir konuyu ele alacağım.
Fransız gazeteci ve program yapımcısı Guillaume Pitron’un iki yıl boyunca dört kıtada yürüttüğü araştırmalar sonunda yazdığı “Dijital Cehennem” kitabı, Türkiye’de İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basıldı. Kitabı okurken çoğu defa gelecek adına kaygıya kapıldım. Teknolojinin nimetleri ve hayatımızı kolaylaştırması konusundaki yaygın kanaatlerin bir parça pazarlama stratejilerinin ürünü olduğunu düşündüm. Kitap, genellikle teknoloji konusunun gündeme getirilmeyen olumsuzluklarını ele alıyor. Bunu yaparken de çok güçlü, veriye dayalı kanıtlar sunuyor.
Nesnelerin interneti ile birlikte teknoloji kullanımı farklı bir boyuta taşınmış oldu. Bunun makro düzeyde vücut bulmuş hali olan “Akıllı Kentler” (Smart Cities), insanlara daha az enerji tüketen, kaynakların daha etkin kullanıldığı ve daha güvenli yaşam alanları sunuyor. Gerçekten de öyle mi? Kentsel alanlar, dünyanın toplam yüzölçümünün sadece %2’sini kapsadığı halde, nüfusun yarıdan fazlasını barındırıyor ve bu oran gittikçe artıyor. Toplam enerjinin %75’i bu alanlarda üretilirken, küresel ısınmanın temel sebebi olan CO2 salımının %80 kadarı da buralarda açığa çıkıyor.
Akıllı kent kavramının simgeleşmiş modeli olarak bilinen Masdar kenti, 2006 yılında Abu Dabi’de 22 Miyar dolar devlet desteği ile dünyanın en sürdürülebilir kenti olarak tasarlandı. 2016’ya kadar tamamlanması gereken bu akıllı kent tasarımı, çeşitli nedenlerle süresiz ertelendi. Temel sorun alanları, verilere erişim ve yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin planlanan akıllı kent için yetersizliği idi. Gerçek anlamda bir akıllı kent inşası, günümüzün yaşadığımız kentlerinden farklı olarak, bütün yapıları ve bütün sistemleriyle etkileşimli olarak yaşayan bir organizma gibi olmalıydı. Oysa bilişim teknolojileri ve her alanda kullanılan sensörler, sayısız zorluklarla karşılaşıyordu. Bu zorlukların temelinde yeterli yenilenebilir enerji üretimi ve kullanımı geliyordu.
Bilgi iletişim teknolojileri (BİT), dünyada üretilen enerjinin %10’unu tüketmektedir ve bu, 100 nükleer reaktörün üretimine eşittir. Eğer dijital sektör bir ülke olsaydı, Çin ve ABD’den sonra dünyanın en çok enerji tüketen ülkesi olurdu. Dijital elektrik tüketimi her yıl %5-7 kadar artmaktadır ve 2025 yılında dünyadaki elektriğin %20’sinin dijital teknolojiler tarafından tüketilmesi beklenmektedir. Bu da BİT’lerin dünyadaki CO2 salımının iki katına çıkabileceği anlamına gelmektedir.
Hemen hepimiz, her gün farklı sosyal medya platformlarını kullanıyoruz. Acaba kaçımızın büyük ölçekli veri merkezleri, uzak mesafeli fiber optik ağlar ve bulut platformları olmadan bu platformları kullanamayacağımızdan haberi vardır? Sizler hoşunuza giden bir paylaşım için “like” tuşuna bastığınızda, karşınızdaki alıcı sizin on metre ötenizde bile olsa bu like internetin yedi katmanından geçerek ona ulaşmakta, diğer bir deyişle dünyayı dolaşmaktadır. Elbette ki, dijital her eylem, ekolojik ayak izinin artışına neden olmaktadır. Dijitalleşmenin hızla arttığı on yılların ekolojik ayak izimizi de hızla artırdığına şüphe yoktur. BİT’ler kendi şirketlerinin karbon ayak izlerinin %30’unu oluşturmaktadır.
Sürdürülebilirlik konusunda bir diğer önemli boyut, BİT’ler tarafından kullanılan cihazların üretiminde ihtiyaç duyulan hammadde miktarlarının artışıdır. 1960’lı yıllarda bir telefon üretmek için 10 element kullanılıyordu. 1990’larda bu sayı 29 elemente çıkmıştır. 2021 yılında ise bir telefonun yapımında kullanılan element sayısı 54’tür. Örneğin paladyumun %15’i, gümüşün %23’ü, tantalın %40’ı, antimonun %41’i, berilyumun %42’si, rutenyumun %66’sı, galyumun %70’i, germanyumun %87’si, terbiyumun %88’i dijital teknolojiler tarafından tüketilmektedir. Bu durumda küresel kaynak tüketiminde de ciddi bir artış söz konusudur. OECD, kaynak tüketiminin 2011 yılında 79 gigaton iken 2060 yılında 167 gigatona yükselme riskine dikkat çekmektedir.
Dijital teknolojide yazılımların kullanım ömürleri sürekli kısalmaktadır. Firmalar kısa sayılabilecek sürelerde eski ürünlerden desteklerini çekmekte ve tüketiciyi yeni ürün almaya zorlamaktadır. Yapılan bir araştırma, 1995 ile 2015 arasındaki 20 yılda web sayfasının ağırlığı iki kat artmıştır. Yani bir metnin yazılması için gereken güç, iki üç yılda bir ikiye katlanıyor. Son 30 yılda bilgisayarların ömrünün 11 yıldan 4 yıla düşmesi de yazılımlardaki hızlı değişimin bir sonucu olarak görülüyor. Tüketici satın aldığı nesnenin sahibi olsa da yazılım üzerinde bir hakkı bulunmuyor. Sonuçta “Sapiens her yıl 5000 Eyfel kulesi kadar elektronik çöplük üreten bir Homo deritus’a (çöp insan) dönüşüyor”.
MIPS (Hizmet birimi başına maddi girdi), bir ürünün üretiminde kullanılan madde miktarını ifade eden bir kavramdır. Her bir ürünün üretiminin dünyanın çeşitli yerlerinde üretilen kaynaklarla ilişkisi vardır. MIPS bu madde miktarlarını uzmanların tahminlerine göre hesaplasa da, gerçeğe yakın olduğu görüşü hâkimdir. Örneğin bir tişörtün üretimi için 226 kilo, bir şişe portakal suyu için 100 kilo malzeme gerektiğini bu yöntemle hesaplamak mümkün. Bir altın yüzük için gereken madde miktarı ise üç ton. Kısacası, etrafımızda gördüğümüz her ürün gerçekte olduğundan yaklaşık 30 kat daha büyük. Telefonda bir dakika konuşmanın bedeli 200 gram, bir SMS’in ağırlığı ise 0,632 kg.’dır. Söz konusu elektronik bir çip olduğunda MIPS değeri astronomik bir artış göstermektedir. 2 gramlık bir entegre devre için 32 kg. yani 16000/1 gibi bir oran söz konusudur. Bu konuda çalışmalar yapan bir Fransız Enstitüsü, 2050 yılına kadar kişi başına yıllık MIPS değerinin 38 tondan 8 tona düşürülmesinin ekolojik sürdürülebilirlik adına çok önemli olduğunu belirtiyor.
Sentetik olduğu için doğada çözünmeyen florlu gazlar, sera gazı etkisi açısından CO2 gazından çok daha fazla tehlikelidir. Bu gazların atmosferde kalma süreleri 740-50000 yıl arasında değişmektedir. Gelelim işin can alıcı noktasına! Bu gazlar (HFC, SF6, PFC, NF3, CF4 ) soğutmada kullanılmaktadır ve en yaygın kullanım alanları, bina iklimlendirme ve veri işlem merkezleri olarak bilinmektedir. 2016 yılındaki Kigali iklim zirvesinde HFC gazının azaltılması karar bağlansa da büyük üretici olan Çin ve Hindistan 2030’ların başına kadar sınırlamadan muaf olacaktır.
Her bir damla suyu bir bayt olarak düşündüğümüzde her bir kısa e-posta yaklaşık yarım bardak suya denk gelir. Dünyada her gün 5 eksabayt (1018 bayt) veri üretilmektedir. Bu ise Cenevre gölünün beş katından fazladır. Yılda üretilen 47 zettabayt veri düşünüldüğünde Akdeniz ve Karadeniz’in toplam hacmi ile karşılaşırız. “İnsanlık, kelimenin tam anlamıyla bir veri okyanusunda boğuluyor”. Üretilen bu verilerin depolanması ise devasa büyüklükteki bulut depolama alanlarının varlığını gerektiriyor. Bu aynı zamanda çok daha fazla enerji tüketimi demek oluyor. 2015 yılında 12 zettabayt veriüretilirken 2035 yılında (180 kat fazla) 2142 zettabayt veri üretilmesi öngörülmektedir.
İnternet üzerinden bir hizmet kullanımı için onay verildiğinde iziniz her yerde bulunabilir hale geliyor. Mobil veriler hayatımız hakkında diğer tüm verilerden fazlasını içeriyor. Ham veriler analiz edilerek, ev adresimiz, inancımız, siyasi görüşümüz, sağlığımız kolayca öğrenilebiliyor. Sosyal medya verileri bu konuda oldukça değerli kabul ediliyor. Facebook ve Google uygulamalarının göründüğü kadar masum olmadığını düşünmek için çok neden var. Bir hacktivist (eylemini toplumsal çıkarlar için yapan hacker), doğum öncesi eğitim hizmeti sunan bir uygulamanın çocuğun adı, cinsiyeti, emzirilme biçimini hemen Facebook’a aktardığını saptamış. Verilerin kötüye kullanılmasının engellenmesinin yolu, verileri toplamamak olarak görülüyor. Günümüzde sosyal medya platformlarının devletlerle ticari ilişkide olduğu konusunda oldukça güçlü bir kanaatin oluşmuş olması da bu görüşe haklılık kazandırıyor.
Çevrimiçi videolar veri akışının yaklaşık %60 kadarını oluşturmaktadır. Bu konuda bilinen platformlar %20-30 kadar karbon bazlı enerji kullanmaktadırlar. 1.7 Milyar kez izlenen Gangham Style videosunun izlenme sayısı 397 GWh elektriğe denk düşmektedir. Bu rakam birçok orta büyüklükteki yerleşim merkezinin yıllık elektrik tüketimine denk gelmektedir. Bir videoyu WiFi üzerinden izlemek, 4G’ye göre 27 kat daha az enerji tüketimi demektir.
Şirketler genellikle bu tür bilgileri kamuoyuyla paylaşmaktan kaçınmaktadırlar. Genellikle mobil iletişim şirketleri hem reklamlarında çekim güçleri ile övünmekte hem de çevre dostu olduklarını iddia etmektedir. Ancak bu ve benzeri şirketler genellikle “temiz enerji kullandıklarını ve çevre dostu olduklarını” iddia ederek greenwashing olarak bilinen aldatma eylemini gerçekleştirmektedir.
Elbette konunun daha farklı boyutları da vardır. Üretici olmadığınız bir alanda dışa bağımlılık, çevresel sorunların yanında güvenlik sorunları da yaratabilmektedir. Çin’in bu alanda yabancı yazılımları tamamen devre dışı bırakmaya yönelik çalışmaları devam etmektedir. Dijital teknolojinin her derde deva gibi sunulduğu bir ortamda insanların bu bilgilere de sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Genellikle başkalarının tercihlerini kendi tercihimiz gibi sahiplenmemizin altında yatan nedenlerden bir kısmı, dijital dünyanın çalışma alanına girmektedir. Belki bir gün geç olmadan bu dünyanın bize ait olmadığını anlayan bir zihniyetle yönetilmenin mutluluğunu yaşarız.
Bu yazıda sizlere okuduğum kitaptan önemli gördüğüm bazı bilgileri aktarmaya çalıştım. Stephen Hawking’in şu sözü ile bitirelim; “Geleceğimiz teknolojimizin artan gücü ve bunu kullanmakta sergileyeceğimiz bilgelik arasında geçen bir yarıştır.”