Ekonomide ve Hukukta Reform Ne İşe Yarar?
Herhangi bir alanda reform ya da değişim ihtiyacı o alanda işlerin istenildiği gibi gitmediğine delalet eder. Nitekim yöneticilerimiz de ekonomi ve yargı da işlerin iyi gitmediğini fark etmiş olacak ki
Herhangi bir alanda reform ya da değişim ihtiyacı o alanda işlerin istenildiği gibi gitmediğine delalet eder. Nitekim yöneticilerimiz de ekonomi ve yargı da işlerin iyi gitmediğini fark etmiş olacak ki bu alanlarda reform isteğini sürekli dile getirmektedir. Burada sorulması gereken soru bu alanlarda yapılacak reformun toplumun ihtiyaçlarına cevap verip vermeyeceğidir. Hukuk ve ekonomi aslında birbiriyle doğrudan bağlantılıdır, nasıl mı? Soru ve cevaplarla kısaca anlatacağım:
Türkiye’nin ekonomik sıkıntısını tek bir cümleyle özetleyecek olursak; “üretmeden tüketiyoruz” diyebiliriz. Peki üretmeden nasıl tüketebiliriz? Borç alarak. Maalesef Türkiye yıllardır üretmeden tüketmiş ve bu tüketiminin kaynağı ise aldığı dış borçlar olmuştur. Gelinen nokta; 450 milyar dolar civarında dış borç, işsizlik, çift haneli enflasyon, yüksek faiz ve cari açıktır. Daha da kötüsü sistem tıkanmıştır. Bu sadece devletin sorunu değildir. Vatandaşın durumu da aynıdır. Bankalara borcu olmayan vatandaş neredeyse yok gibi.
Çıkış ne? Çıkış ilave kaynak yaratmak. Kaynağı ne için kullanacağız? Öncelikle borçlarımızı ödeyeceğiz daha sonra da üretime yönelik yatırımlar yaparak üretim tüketim dengemizi sağlayacağız, işsizliği azaltacağız. Ya da önceliği yatırımlara vereceğiz buradan kazandıklarımızla borçlarımızı ödeyeceğiz. Mevcut durumda bu mümkün mü? Ne yazık ki kısa vadede bu ülke içerisinde ilave bir kaynak yaratmamız mümkün değil. Ya bir yerden petrol fışkıracak, ya bir yere kazmayı vurup altın çıkaracağız ya da yakınımızdaki zengin bir bölgeyi işgal edeceğiz. Bunlar gerçekçi senaryolar değil. Karadeniz’de bulduk dediğimiz doğalgazın piyasalara katkı sağlaması bile 3-4 yılı buluyor.
O zaman kaynağı dışarıdan sağlamaktan başka yol kalmıyor. Bunun da iki yolu var, ilki borç almaya devam etmek, ikincisi ise yabancı sermayeyi ülkemize çağırmak. Borç almaya devam edelim de ucuza borç veren yok. Niye? Risk primimiz Venezuela, Arjantin gibi ekonomisi iflas etmiş ülkelerin bir çıt altında, dolayısıyla yabancı kolay borç vermez, verse bile çok yüksek faizle verir. Zaten bu çözüm de sürdürülebilir değil. Haa burada neyi öğrendik? Demek ki uluslar arası değerlendirme kuruluşlarının verdikleri raporlar ve notlar önemliymiş. Geriye ne kaldı? Yabancı sermayeye ülkemize çekmek, yatırım yapmalarını sağlayarak para girişi sağlamak.
Peki yabancı yatırımcı ülkemize gelir mi? Yabancı yatırımcı dediğimiz aslında bizden alacaklı olanlar. Gelir elbette, en azından parasını kurtarmak ister. Ancak ilave garantiler de ister. Ne tür garantiler bunlar? Önce verdiği borçların geri ödenmesini teminat altına alır. Sonra senin paranla senin ülkene yatırım yapar. Ama yatırımının uluslararası ticaret hukukunun genel ve benimsenmiş serbest piyasa kurallarıyla teminat altına alınmasını ister. Edindiği mülkiyetin korunmasını ister. Elde ettiği karı dilediğince başka ülkelere transfer etmek ister. Gümrük engelleriyle karşılaşmamak ister. Ucuz işgücü ister. Vergi muafiyetleri ve teşvik ister. Piyasada yerli rakip istemez, kendisiyle rekabet etmek ister. Sürpriz vergilerle karşılaşmamak ister. İşin özeti bir koyuyorsa üç kazanacağı koşulların yaratılmasını ister. İşte bu bahsettiklerimizin hepsi hukukla ilgili düzenlemeler gerektirir. Yabancının hukuku senin hukukunun üstüne geçer. Biz buna kapitülasyon hukuku diyoruz.
Özellikle kriz ortamlarında hukuk reformlarının maksadı, yabancı yatırımcıya uygun yatırım ortamını sağlamaktır. Yabancı yatırımcı Malezya, Vietnam, Filipinler, Endonezya örneklerinde olduğu gibi senin ülkendeki insan hakları gibi konularla çok ilgilenmez, hatta mümkünse kendisine uygun yatırım koşullarını sağlayacak “tek adam, tek parti iktidarı” ile muhatap olmak ister. Ülkenin demokrasisi, insani gelişmişliği, vatandaşın içtiği acı ilaç falan çok da umurunda değildir, kapitalist sistemde insan sadece bir üretim aracıdır. Yabancı yatırımcı getirdiği paradan elde edeceği kara bakar. Bunu baştan konuşalım da hiç kimse hayal kırıklığına uğramasın. Bir reform yapılacaksa rekabetçi piyasa mekanizması, piyasa aksaklıklarının giderilmesi, mülkiyet hakkı ve sözleşme serbestisi konularında olacaktır.
Hukuk eğitimimde öğrendiğim bir şey var: Her vatandaşın doğuştan sahip olduğu ve Anayasamızla da teminat altına alınmış temel insan hakları pazarlık konusu değildir. Mesela dünyada 1215 yılında İngiliz kralı John’dan, ülkemizde 1839 yılında Sultan Abdülmecit’ten teslim alınan mülkiyet hakkının tartışılması bile abestir. Evrensel anlamda kabul görmüş bu hakları yıllardır görmezden gelerek, uygulamayıp sonra da süslü bir reform paketi ile vatandaşa vereceğini söylemek ise tipik bir siyasetçi kurnazlığıdır.
Hukukta reform denince öyle bir hava estiriliyor ki her paket açıldığında sanki bundan sonra gazeteciler tutuklanmayacak, mahkeme süreleri kısalacak, AİHM, AYM karalarına uyulacak, sabaha karşı haksız ev basmalar, tutuklamalar olmayacak, her eleştiriye hakaret diye işlem yapılmayacak, kayyumlar olmayacak, gösteri ve yürüyüşler serbest olacak, medya hukuk dışı baskı altına alınmayacak, velhasıl paketten tavşan çıkacak...
Konuyu dağıtmayalım. Diyelim yukarda bahsettiğim düzenlemeler yapıldı ve yabancı yatırımcı geldi. Ülkemize sıcak para akmaya başladı. Ekonominin çarkları tıkır tıkır çalışmaya başladı. Vatandaş olarak elde edilecek ekonomik fayda ve refahtan payınızı alacağınızı düşünüyor musunuz? Hafızanızı zorlayın ve geriye gidip iyi düşünerek cevap verin. Hadi düşünemediniz, o zaman elinizi cebinize sokup bir bakın…