Site İçi Arama

ekonomi

Kapitalist Sistemdeki Ekonomik Kriz Teorileri (Bölüm-2)

Emperyalist çağla ilgili olarak burjuva kriz teorileri genellikle bu çağdaki kapitalist kriz anlayışını yansıtmaktadır.

Emperyalist Çağda Kapitalist Kriz Teorileri

Emperyalist çağla ilgili olarak burjuva kriz teorileri genellikle bu çağdaki kapitalist kriz anlayışını yansıtmaktadır. Aşağıda bazı kriz teorilerini somutlaştırırken, bu alandaki burjuva kriz teorisyenlerinden de bahsetmiş olacağız.

Kondratieff: Uzun Konjonktür Dalgaları

1790 lardaki ABD ve İngiltere üzerine fiyat ve çıktı serilerinin davranışlarına yönelik yapılan istatistikler, Kondratieff’e uzun dalgaların varlığını işaret etmekteydi. Kondratieff’e göre kapitalist dünya, evrimleşen ve kendi kendisini tamir eden bir yapıya sahipti ve dolayısıyla Kondratieff, kapitalizmin yıkılışının yaklaştığına dair Marksist görüşlere karşı durmaktaydı. Ancak Kondratieff, uzun konjönktür dalgalarını keşfeden kişi değildi ve bazı açılardan bu dalganın ismini taşımakta olması bir hata olarak kabul edilebilir. Bu düşünce daha çok, 1913 yılında, bunu açıkça ortaya koymuş olan Hollandalı Marksist Van Gelderen’e bağlanabilir. Aynı dönemde aralarında Pareto’nun da bulunduğu bir grup iktisatçı, yarım yüzyıl kadar süren bir devrede fiyat hareketlerinde, faiz oranlarında ve ticaret hacminde uzun dönemli dalgalanmalara dikkati çekmiştir.

Uzun Konjonktür Dalgaları ve Özellikleri

Uzun konjonktür dalgaları, esas olarak fiyat ve çıktı gibi serilerde uzun vadede görülen dalgalanma hareketlerini açıklamaya yöneliktir. Bu dalgalanmalar ekonomik konjonktürde yeni dönemlerin başlangıcını ve bu başlangıcı takip eden yıllarda düşüşe geçişini gösterirken; bir dalganın sona erip diğerinin başlaması da önemli teknolojik devrimlere, savaşlara ve sosyal dönüşümlere tanıklık eder. Kondratieff dalgalarının temel özellikleri ise şöyle sıralanabilmektedir:

-Kondratieff dalgaları dünya ekonomisinin bir davranışıdır ve bireysel olarak ulusal ekonomilerin üretim verilerinden ziyade uluslararası üretim verilerinde gözlenirler.

-Fiyatlardan ziyade çıktılarla ilgilenir.

-Ortalama 50-60 yıllık periyotlarda ortaya çıkarlar.

-Teknolojik devrimler yaratan yeniliklerin yeni lider endüstriler ve ticari sektörler yaratmalarından doğarlar. Diğer bir deyişle Kondratieff dalgaları yeni problemlere yönelik çözümlere olan talepten kaynaklanır ve bu tür çözümlerin arzı yenilikçi firmalarca yapılır.

-Her Kondratieff dalgası ortaya çıkış yeri ve zamanı açısından kendine özgüdür.

-Her Kondratieff dalgası dünya ekonomisini değiştirir. Diğer bir deyişle, yapısal dönüşümlere yol açarlar.

Kondratieff, uzun konjonktür dalgaları ve savaşlar arasında bir ilişki olduğuna da dikkati çekmiştir. Kondratieff’e göre, savaşlar ve devrimler dalgaların başlangıç dönemlerinde veya dalgalararası geçiş dönemlerinde ortaya çıkmaktadırlar. Buna en güçlü örnek ise iki dünya savaşı arasında ve 1914 öncesi ile 1945 sonrası genişlemeleri gösteren iki uzun konjonktür dalgasının arasında ortaya çıkan 1930’ların Büyük Buhran’dır.

Kondratieff’in Uzun Konjonktür Dalgaları Analizi

Kondratieff, İngiltere, Amerika ve Fransa’ya dair fiyat ve çıktı serilerini inceleyerek uzun konjonktür dalgalarının varlığını göstermeye çalışmıştır. Analizinde ilk olarak ABD, İngiltere ve Fransa’nın mal fiyatları endekslerini inceler. Fransız fiyat endeksi 1850’lerin sonlarından ilk uzun dalganın yükselişi 1789–1814 dönemini ifade eden 25 senelik dönemi kapsar. Düşüş dönemi ise 1814’te başlayıp 1849’a dek sürer. Diğer bir deyişle, düşüş periyodu 35 senelik bir süreyi kapsar. Sonuçta, çevrim 60 sene içerisinde tamamlanır. 2. dalga 1849’da başlar ve 24 sene sonra 1873’te sonlanır. Öte yandan dalganın dönüş noktası ABD’de, İngiltere ve Fransa’dakinden farklıdır. ABD’de dalganın tepe noktasına ulaşması 1866 yılında iç savaşla olur. 2. dalganın düşüşü 1873’te başlar ve 23 sene sonra 1896’da sona erer. 2. dalga böylelikle 47 sene sürer. 3. dalganın yükseliş hareketi 1896 yılında başlar ve 1920 yılında sona ererek toplam 24 sene sürer. Tüm verilerde dalganın düşüşü 1920 yılında başlar. Sonuçta, 1780’lerin sonundan itibaren fiyat endekslerinde 3 büyük dalgalanma oluşmuştur.

Dünya Ekonomisinde Kondratieff Dalgaları

Dünya ekonomisinin Kondratieff konjönktür dalgalarına göre tanımlanması literatürde farklı bakış açılarına ve tanımlamalara göre zaman zaman yapılmıştır. Teknolojik yenilik ve icatlar bağlamında Kondratieff dalgalarını tanımlamaya çalışanlar literatürde oldukça fazladır ve her tanımlama yüksek sübjektiflik içerir. Sanayi Devrimi’nin ilk dönemine tekabül eden birinci konjonktür dalgalanmasında makineleşme büyük ölçüde su gücüne dayalıdır ve tekstilde fabrikasyon üretim, yaygın sanayi faaliyetidir. İkinci Kondratieff dalgası ise hızla yayılan buhar gücünün diğer sanayilerde makineleşmeyi sağlaması ve yeni demiryolu altyapısını geliştirmesine dayanmaktadır. Elektrik sanayisinin ortaya çıkması ve kimya sanayisinde teknolojik yapı değişiklikleriyle, araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) faaliyetleri de oldukça önemli hale gelmiş ve böylelikle yeni bir uzun dalga tanımlanmıştır. Ar-Ge birimlerinin önemi otomobillerde ve sentetik maddelerde kitle üretim çağının, diğer bir deyişle Fordizm’in ortaya çıkışıyla, dördüncü konjonktür dalgası süresince büsbütün artmıştır. Nihayet yirminci yüzyılın son çeyreğinin belirleyici özelliği ise, ucuz mikro elektronik malzemeler temelinde, ekonominin bilgisayarlaşması olmuştur ve bu beşinci dalganın ne zaman sonlanacağına yönelik kesin bir genel görüş söz konusu değildir.

H. Minsky’nin, Finansal İstikrarsızlık Modeli

Hyman Minsky'n, “Finansal İstikrarsızlık Modeli”, ekonomik sistemdeki finansal istikrarsızlıkları ve finansal krizlerin nedenlerini anlamaya yönelik bir teorik çerçeve sunmaktadır. Minsky, finansal sistemin doğası gereği istikrarsız olduğunu ve bu istikrarsızlığın zaman içinde arttığını savunur. Minsky, Hipotezi'nde kapitalizmin gelişim dönemlerini analiz etmiştir. Çünkü başka iktisatçılarda olduğu gibi ona göre de “1929 Büyük Buhranı’ndan” çıkış için düzenlenen “New Deal Kuralları” işgücü ve sanayi sektörü için tam devlet müdahalesi uygulamaları söz konusu olduğundan korumacı kapitalizm dönemi olarak tanımlanmaktadır. Böylece özel sektörün kârlılık ve varlıkları artmıştır. Paranın kontrolü de finansal kapitalistlere geçmiştir. Bunlarda yüksek kârlar peşinde koşan aşırı risk alan kişiler veya kurumlardı. Zaten kapitalist devletlerde borç deflasyonu ve yüksek enflasyon riski olan ülkelerdir.

Minsky, “Finansal İstikrarsızlık Teorisi’nde” iki fiyat sistemi kullanmaktadır. İlki cari ürün için olan diğeri ise varlık fiyat sistemidir. İlkinde tüketim, yatırım, hükümet harcamaları ve ihraç mal ve hizmetlerinin fiyatı vardır. İkincisi olan varlık fiyat sisteminde ise yatırımlar ve gerçekleşen kârlar belirlenir. Minsky’ye göre yatırımların finansmanının da borçlanmalar ekonominin kırılganlığını arttırır.

Bunlardan başka, Minsky kapitalizmin çok farklı formlarda görülebileceğini ve savaş sonrası gelişmiş ülkelerde oluşan tipinin finansal kapitalizmin özelliklilerine uyduğunu belirtmektedir. Ona göre, kapitalist dünyanın büyük devletlerin 2. Dünya Savaşından sonra, 1929-1933 yılları arasında yaşanan krizler gibi büyük sarsıntılar yaşamamalarının nedeni Büyük Devletin varlık fiyatları ve kârların belli bir düzeyin altına düşmesini engellemesidir. Minsky’nin ifadesiyle Büyük Devlet ve Büyük Banka sistemdeki istikrarsızlığı önlemeğe çalışmaktadır. Amacı da iş dünyasının ve bankacıların spekülatif finansla meşgul olma eğilimlerinin kısıtlandığı 'iyi bir finans toplumu' kurmak ve uygulamaktır.

Bu amaçla büyük devlet mal fiyatlarına taban ve tavan koyarak talebin dalgalanmasını kısıtlamaya çalışırken, büyük bankada varlık fiyatlarına taban ve tavan koyarak finansal sistemde istikrarsızlığı önlemeğe çalışmaktadır. Buna rağmen ekonomi doğası gereği istikrarsızdır. Bu istikrarsızlık taban ve tavan fiyat uygulaması ile kısıtlanmağa çalışılmıştır. Sistemin kendinden kaynaklanan istikrarsızlığı yatırım ve finansman arasındaki etkileşimdendir.

Buna karşılık, Minsky’nin katkısı yatırımların finansmanı ve devresel hareketlerin gerçekliğe dönüşmesi teorisidir. Büyük devlet sistemin istikrarsızlığını dengelemek için, kamunun iktisadı hayattaki payını arttırmayı ister. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, 2. Dünya savaşı öncesinde kamu sektörünün GSYİH da oranı yüzde üç iken savaş sonrası bu oran yüzde 25’lere kadar çıkmıştır. Bu orandaki bir kamu sektörü özel sektör harcamalarındaki dalgalanmaları ortadan kaldırabilir ve gelir ve istihdam düzeyini stabilize edebilir. Ayrıca, Minsky’e göre yüksek oranlardaki kamu açıklarının 3 etkisi vardır:

1. Gelir ve istihdam etkisi-basit çarpan etkisi

2. Nakit Akım etkisi-Kamu açıklarının yarattığı borçlanma

3. Portföy etkisi- “kamu borçlanması güvenli varlık olarak nitelendirilen kamu kağıtları ile gerçekleşir”

Dahası, H.Minsky, Fisher yaklaşımını da finansal kırılganlık hipotezi çerçevesinde geliştirmiştir. Yaklaşıma göre konjonktürün genişleme dönemlerinde finansal sistemin fonksiyonlarını yerine getirmede sorunlar yaşanmasından kaynaklanan kırılgan yapı, varlık fiyatlarının düşmesi ve varlık satışlarıyla birlikte finansal krizlerin başlamasına neden olmaktadır. Yatırım miktarını da varlıkların talep ve arz fiyatları belirler.

Grafik 1: Minsky Yatırım Şekli

Minsky’e göre asıl önemli olan yatırımların finansmanının nasıl olacağıdır. Yatırımlar sahip olunan varlıklar veya dış finansman ile gerçekleştirilir. Bu durumda da borç alan ve borç verenin riski vardır. Bu risk yatırımların içsel olarak istikrarsızlığı fikrini gündeme getirmektedir. Yatırımların finansmanı hedge, spekülasyon veya Ponzi şeklinde olabilir. Hedge finansmanında beklenen nakit akımı gelecekteki nakit taahhütlerinden daha fazladır. Nakit akımları belirsiz olduğundan her firmanın bu akımlar için bir varyans yani değişkenlik tanımlaması gerekmektedir. Nakit akımlarının değişkenliği, finansal piyasa koşullarına bağlı olmamalıdır. Bu değişkenler mal ve emek piyasalarının normal işlevine bağlı olmalıdır. Spekülasyon finansmanında ise bazı dönemlerdeki nakit taahhütleri, nakit akımlarından fazladır. Firmalar nakit taahhütleri ve nakit akımları arasındaki farkı borçlanma ile karşılarlar. Dahası, spekülatif finansman para piyasalarının işlevine bağlıdır. Ekonomide spekülatif finansmanın ağırlığının artması faiz oranlarının yukarı doğru baskısını da arttırır.

Son olarak ise yatırımlar Ponzi finansmanı ile yapılabilir. Ponzi finansmanında nakit taahhütler her zaman beklenen nakit akımlarından fazladır. Bu durumda firmalar nakit taahhütlerinin ana parasını ve faizini borçlanarak karşılarlar. Bu tip finansmanda birimler borç satışlarına büyük ölçüde bağımlıdır. Yine Minsky`e göre finansal piyasalar talep ağırlıklıdır. Talep artışlarında, özel bankalar, kredi verirken Merkez Bankası veya yerli ve yabancı para piyasalarından borçlanırlar. İçsel para arzı nedeni ile para politikasının finansal piyasalar üzerinde etkin bir denetimi yoktur. Bu aşamada yüksek faizli borçlanmalar ile Ponzi finansman artar ve bu durum finansal krizlerin habercisi aşırı şişkin balonlara neden olur. Örneğin, yüksek büyüme dönemi sırasında ABD’de 2003-2006 yılları arasında cari açık, kredilerin GSYH’ya oranı ve yatırım&tasarruf dengesizliği de artmıştır.

Yatırımların finansmanında spekülatif ve Ponzi finansman seçeneklerinin çoğalması ekonominin kırılganlığını da arttırır. Bu kırılganlığında iki bileşeni bulunmaktadır. Ekonomilerin şokları karşılama oranı düşer ve borç alan ve verenlerin riskleri arttıkça, borca dayalı finansal faaliyetler sisteme daha da bağımlı hale gelir. Bu durumda finansal krizlere yol açarak borçları arttırır. Bu arada yatırımların finansmanının hedge veya Ponzi mi olacağı ve kırılganlığın derecesi beklentiler ile cevaplandırılmaktadır. Minsky`e göre kapitalist finansal sistem işleyişi doğrultusunda dönemler içinde bir krizden diğerine geçecektir. Bu durum devresel hareketler esnasında beklentilerin değişmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bunlardan başka, Minsky`nin analizinde finansman ve belirsizlik analizin temel ögesidir. Devresel hareketin dip noktasında gerçekleşen kâr ve kâr beklentileri düşüktür ve yatırımların finansmanı Ponzi finansmanı ile gerçekleşir. Ekonomi dipten yukarı doğru hareket ettikçe kâr oranları artar, fakat kar beklentileri düşüktür. Zaman ilerledikçe, gerçekleşen karlar, beklenen kâr oranlarının üstüne çıktıkça beklentilerde yukarı doğru hareket eder ve kar içgüdüsü ile firmalar kâr için daha fazla borç almak isterler. Minsky`ye göre tam istihdam dönemleri kapitalist ekonomiler için doğal denge noktası değildir. Bir devresel hareketten diğerine geçiş ile finansal kırılganlık artmaktadır. Yani Ponzi finansmanının artması finansal kırılganlığı da artırır. Yurtiçi piyasaların kırılganlığı faiz oranlarının artmasına veya paranın değer kaybetmesine bağlıdır. Tam istihdama ulaşıldığında euphoric beklentiler gerçekleşir. Fazla olumlu beklentiler ile veri kâr ve ücret paylaşımı altında borçların büyüme oranı kârlardan daha büyüktür. Bu model iki sorunun cevaplanmasını gerektirmektedir.

Bankalar ve kuruluşlar fazla olumlu beklentilerden nasıl etkilenecektir ve borçlanma neden para politikası araçları ile kontrol altına alınamamaktadır. Bu soruların cevabı Minsky’ ye göre para arzının içselliğidir. H. Minsky`e göre finansal piyasalar talep ağırlıklıdır. Özel bankaların kredi taleplerini karşılayacak yeterli rezervleri yoksa bu durumda bankaların iki seçeneği vardır: Merkez Bankası veya para piyasalarından borçlanmak. Borçlanmadan dolayı bankaların yükümlülük yönetimi önem kazanmaktadır. Bankaların yükümlülüklerini mevduat yerine kamu kağıtları, fonlar, döviz alacaktır ve yükümlülük yönetimi de faiz oranlarını artıracaktır. Faiz oranlarının artması de spekülatif sermaye hareketlerini artıracaktır.

H.Minsky, kurumsal yeniliklerin banka rezervlerinde bir artışa yol açmadan ekonomik faaliyetlerin genişlemesine katkıda bulunduğunu belirtmiştir. Sıkı para uygulaması sonucu faiz hadlerinde yükseliş olacağını, buna rağmen kredi talebinde ivedilikle azalış olmayacağını, faizlerin yükselmesi ile kar elde etmek isteyenlerin likit varlıklarını elden çıkaracaklarını, yenilikler ile daha yüksek para dolaşım hızının gerçekleşeceğini ifade etmiştir. Her finansal yeniliğin ekonominin likiditesini azaltacağını, yine de mevcut likidite ile daha fazla harcamaların finanse edilebileceğini, likit olmayan değerlerin yerini de nakit hazine bonoları veya tahvilleri gibi daha kolay paraya çevrilebilen emtiaların alacağını bunun da “likit varlıkların piramit gibi büyümesine” sebep olacağını söylemiştir. Böylece sistemin daha da istikrarsız hale geleceğini ve krizlerin oluşacağını, MB’nin de düşen varlıklar nedeni ile zor durumda kalacak finansal kuruluşları kurtarmak için, likit olmayan varlıkları alarak krizleri önleyebileceğini belirtmiştir. Bu itibarla, bankaların operasyonel kaldıraç oranlarının yani borçların likit varlıklara oranının artırmasının bir sınırı olduğunu, finansal durumun kötüleştiği zamanlarda bu oranın düşeceğini, ekonomik durgunluk dönemlerinde aktiflerin likide dönüştürülmesi aşamasında değerlerini de kaybedeceklerini, MB’nin de ancak parasal genişleme ile sistemsel krizleri engelleyebileceğini ifade etmiştir.

H.Minsky`nin analizinde para arzının içselliğinden dolayı para politikası finansal piyasaları etkin bir şekilde kontrol edememektedir. Para politikası özellikle spekülatif finansın kontrolünde etkisiz kalmaktadır. Minsky’nin finansal istikrarsızlık teorisine göre piyasa ekonomilerinde durgunluk ve gerileme öncesinde genellikle finansal dalgalanmalar gözlenmektedir. Hızlı büyüme devresindeki bir ekonomide daha zayıf finansman birimleri ortaya çıkar. Minsky’ye göre, önceleri daha sağlam olan Hedge finansman duruma hâkim iken daha sonra spekülatif finansman ön plana çıkmaktadır. Son olarak da Ponzi finansmanı ağırlık kazanır.

(Devam Edecek)

Araştırmacı Yazar, Akademisyen Yiğit KÖYMEN
Araştırmacı Yazar, Akademisyen Yiğit KÖYMEN
Tüm Makaleler

  • 30.08.2024
  • Süre : 8 dk
  • 106 kez okundu

Google Ads