Site İçi Arama

ekonomi

Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Duyun-u Umumiye

Portföy yatırımları dışındaki doğrudan yabancı sermaye yatırımları, yabancı ülke merkezli uluslararası bir yatırımcının veya firmanın, başka bir ülkenin bir veya birkaç firmasıyla ortaklık kurarak o ülkede gerçekleştirdiği, kaynak transferi sağladığı yatırımlardır. Bu yatırımlara atfen kullanılan ‘doğrudan’ terimi, yabancı sermaye yatırımlarının portföy yatırımlarından ayrı düşünülmesine işaret eder.

Bir önceki yazımda, teknoloji transferi konusuna değinmiştim. Bu kapsamda sırasıyla teknoloji transferindeki temel araçlara değinmek istiyorum. Literatürde, doğrudan yabancı sermaye yatırımları (Foreign Direct Investment – FDI), lisans anlaşmaları ve ofset yatırımları, teknoloji transferindeki temel araçların başında gösterilmektedir. Bugün sadece doğrudan yabancı sermaye yatırımları konusuna değineceğim.

Portföy Yatırımları ile Yabancı Sermaye Yatırımları Arasındaki Fark:

Portföy yatırımları dışındaki doğrudan yabancı sermaye yatırımları, yabancı ülke merkezli uluslararası bir yatırımcının veya firmanın, başka bir ülkenin bir veya birkaç firmasıyla ortaklık kurarak o ülkede gerçekleştirdiği, kaynak transferi sağladığı yatırımlardır. Bu yatırımlara atfen kullanılan ‘doğrudan’ terimi, yabancı sermaye yatırımlarının portföy yatırımlarından ayrı düşünülmesine işaret eder.

Yabancı firmaların diğer ülkelerde gerçekleştirdikleri yatırım, yabancı tahvil, hisse senedi, bono benzeri finansal varlıklar şeklinde olabilir. Aynı zamanda o ülkede üretim amacına yönelik de olabilir.

Finansal varlıklara yapılan yatırımlar mali yatırımlar, portföy yatırımlar veya dolaylı yatırımlar olarak bilinir. Kısa vadeli borç stokunda sıkıntı yaşayan ülkeler için portföy yatırımları bir kurtarıcı olarak görülebilir.

Üretim için yapılan yatırımlar ise reel yatırımlar ya da doğrudan yatırımlar olarak adlandırılır.

Bir ülkenin hakiki manada kalkınmasını gerçekleştirmek ve/veya ekonomisini büyütmek isteyen ülkeler için portföy yatırımlarından ziyade doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ev sahipliği yapmak daha çok arzu edilir, edilmesi gerekir.

Kalkınma ve Ekonomik Büyüme için FDI:

Gelişmekte olan ülkeler açısından, özellikle teknoloji transferi boyutuyla bakıldığından, üretim için yapılan yatırımlar daha çok arzu edilir. Çünkü FDI ile çoğunlukla sermaye yanında, üretim teknolojisi ve işletmecilik bilgisinin de o ülkeye gelme ihtimali yüksektir.

Doğrudan yabancı yatırımlar, genellikle çok uluslu şirketler tarafından gerçekleştirilir. Çok uluslu şirketlerin çoğunluğunun, kendi ülkelerinden başka bir ülkede yatırım yapmalarının başlıca nedeni, daha yüksek kârlılık elde etme veya stratejik açılım, yani yeni pazarlara erişim gibi küresel çıkarlarıdır.

Küresel ölçekte meydana gelen politik ve ekonomik değişimler, yabancı yatırımcıların yönünü belirlemesinde en büyük etkenlerden birisidir. Gidilmesi öngörülen ülkedeki politik ve iktisadi rejimler yanında, ucuz iş gücü ve hammadde kaynaklı avantajlar, yabancı yatırımcılar için ciddi motivasyon ölçütleri (kriterleri) arasında yer alır. Ayrıca, yabancı yatırımcılar, gittikleri ülkedeki ortak kurdukları şirkette genelde en az %10 pay alma ve yönetimde ciddi bir söz hakkına sahip olmak isterler. Bu imkanları veren ülkeleri tercih ederler.

FDI ile Teknoloji Transferi Fırsatlarından Yararlanılmalıdır:

Gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında, doğrudan yatırımlar, teknoloji transferinde geçerli olan pasif bir yöntemdir. Genellikle çok uluslu şirketler aracılığıyla gelişmekte olan ülkelere teknoloji transferi bu yöntemle sağlanmaktadır. Bir ülkeye yatırım yapan çok uluslu bir şirketin; o ülkede gerçekleştirdiği ortak üretim öncesinde, üretim sırasında ve sonrasındaki aşamalarda, ortaya çıkabilecek teknik, finansal ve pazarlama konularındaki özellikle teknik sıkıntılara çözüm getirmesi, çok uluslu şirket eliyle sıkıntıların aşılması beklenir. Bu yöntem, gelişmekte olan bir ülkenin dış kaynaklara bağımlılığını azaltır, üretim tekniğine dair bilgi edinimi artırır. Beşerî sermayenin gelişimine ve birikimine katkı sağlanır. Böylece, çok uluslu şirketlerle iş birliği yapan yurtiçindeki milli firmaların teknoloji yeteneklerini, kalite seviyelerini, verimliliklerini ve performans seviyelerini yükseltme ve geliştirme imkânı doğar.

Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ve teknoloji transferinin gerçekleştirilmesinin istenmesindeki esas amaç, çok uluslu şirketlere sağlanan yurtiçi yatırım kolaylıkları karşılığında ileri teknolojilerin bu şirketler eliyle nispeten ucuz bir maliyetle yatırım yapılan ülkeye transfer edilmesidir. Aksi takdirde, patent ve lisans anlaşmalarıyla benzer bir teknolojinin daha pahalıya elde edilmesi zorunluluğu ortaya çıkabilir.

Teknoloji Transferi Sunmayan Yatırımcı, Sadece Sömürür:

Yabancı sermaye, yüksek kârlılık getirmeyen hiçbir ülkeye yatırım yapmaya istekli olmaz. Elindeki yüksek teknoloji birikimini doğal olarak yabancı firmalar karşılığını almadan başka ülkelere transfer etmeye yanaşmaz. Ayrıca siyasi faktörler de bu açıdan önemli bir kısıt olabilir. Uluslararası ilişkilerdeki temel aktör olan devlet, uluslararası ticarette de ana aktör olma özelliğini korumaktadır. Bir devletin sınırları dahilinde işletmecilik yapan, üretimini gerçekleştiren çok uluslu bir şirket, nihayetinde kendi ülkesinin verdiği izinler ve kontrollü açılımlar dahilinde başka bir ülkede yatırımlarını gerçekleştirebilmektedir.

Buradaki denge, gelişmekte olan ülkenin sunduğu imkanların yabancı firmaya cazip gelmesi, bunun karşılığında sahip olduğu teknoloji birikimini doğrudan veya dolaylı yollardan, kendi devletinin siyasi kısıtlamalarının olmayacağı farz ve kabulüyle, yabancı firmanın yatırım yaptığı ülke firmasıyla paylaşmasıdır. Teknoloji transferi, kazanımı sunmayan yabancı yatırılar modern yöntemlerle sömürü düzeni kurmaktan, kendilerine yeni pazar alanı açmaktan öteye bir fayda sağlamamış olurlar.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, özellikle kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye’nin (Genel Borçlar) bir uzantısı olarak, 1881 yılından itibaren gündeme gelen zorunlu yabancı yatırımlar, demiryolu ve deniz yolu ulaşımı gibi alanlarda tekel olmaya çalışmışlar, bu alanlarda yüksek karlılıkla kendileri için sermaye birikiminden öte Anadolu’ya bir faydaları olmamıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında her şeyiyle yeniden kurulan Türkiye Cumhuriyeti, iktisadi bağımsızlığını da kazanmak için Lozan dahil her zeminde haklarını aramış, nihayetinde kapitülasyonların kaldırılmasını sağlamıştır. Bu arada deniz ulaşımı ve demiryolları ulaşımı gibi alanlarda faal olan dış sermayeli firmaların değerleri karşılığında millileştirilmesi sağlanmıştır. Ortaya çıkan dış borçlar yeniden yapılandırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bu borçları yıllara sâri olarak 1954 yılına kadar ödemiş, Osmanlı’dan kalan bu çerçevedeki dış borcunu kapatmıştır.

Bir ülkeye yatırım yapmak isteyen, tesisini taşımak isteyen ve orada üretime yönelen yabancı yatırımcılar, mecburen uzun vadeli düşünmek durumundadır. Nispeten yatırım yapılabilir ülke olması, siyasi sorunları olmaması, komşularıyla savaş potansiyelinin düşük olması, iç istikrarının yüksek olması vb. kriterler yabancı sermaye yatırımcısı tarafından arzu edilir, aranır. Bu yönüyle, FDI yatırımlarını yapacak firmalar, kısa vadeli portföy yatırımcılarına göre daha ‘nazlı’ yatırımcılar olarak bilinir. Hisse senedi gibi araçlara yönelen yabancı yatırımcıların bir kriz esnasında o ülkeyi terk etmesi nispeten kolaydır. Öte yandan o ülkeye üretim yapmak için gelen yatırımcının o ülkeyi terk etmesi kendi içinde güçlükler barındırır. Yabancı yatırımcı, bir bölümüne sahip olduğu üretim tesisini istediği fiyattan satıp ivedi olarak nakde dönüştürmesi çoğunlukla mümkün olmaz. Giriş kararı stratejiktir. Aynı şekilde çıkış kararı da stratejik bir değerlendirme sonucunda verilmek durumundadır.

Sonuç:

Bu kapsamda, Türkiye benzeri gelişmekte olan ülkelerin kalkınmada ve ekonomik büyümede gereksinim duyduğu sermaye birikimini sağlamak için, dış borç ya da kısa vadeli yatırımlar yerine doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına yönelmesi uzun vadede çok daha akılcı bir yoldur. Balık satın almak yerine balık tutmayı öğrenmek gerekir.

Ancak, 1854 yılında ilk borçlanmasını yapan ve çok kısa sürede duyun-u umumiye açmazına düşen Osmanlı Devlet yönetiminin düştüğü tarihi hatanın tekrar yaşanmaması da önemlidir. Halihazırda, Osmanlı Devleti kadar olmasa da dış borç sorunsalı bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin, duyun-u umumiyeye düşmeden, dışardan her yoldan gelecek dövize ihtiyaç duyduğu günümüzde, üretime ve teknoloji transferine yönelik uzun vadeli yabancı yatırımların ülkeye çekilmesini sağlamak, ciddi bir marifet ve yeni bir bakış açısını gerektirmektedir.

Koyun Can Derdinde Kasap Et Derdinde misali, kısa vadeli çıkarlara odaklanmak durumundaki Türk Hükümetinin uzun vadeli çıkarlarla ne derece ilgilenebildiği ciddi bir soru işaretidir. Bununla birlikte, Türkiye’nin kısa vadeli borç sarmalından çıkıp, uzun vadeli doğrudan sermaye yatırımlarını çekebilecek bir yapılanmaya gitmesi, kalkınma ve büyüme hamlelerinin geleceği açısından bir zorunluluk olarak tüm yurtiçindeki siyasi aktörlerin önünde durmaktadır.

Dr. Hüseyin FAZLA
Dr. Hüseyin FAZLA
Tüm Makaleler

  • 27.04.2022
  • Süre : 5 dk
  • 1222 kez okundu

Google Ads