Ekonomik İstikrarın Temel Kuralı Nedir?
Türkiye’de resmin bütününe bakıldığı zaman bu kriz birçok yönden geleceğini hepimize hissettirmişti. Göstergeler bu krizin sinyallerini bizlere çok önceden veriyordu.
Hepinizin bildiği gibi ülkemizde 2021 sonunda hat safhaya varan ve hala devam etmekte olan ekonomik kriz hayatımızı derinden etkiledi, etkiliyor. Ekonomi bir iktisat bilimidir. Ekonominin temel konusu elde mevcut kıt kaynakların tüm insanların en yüksek tatmini sağlayacak şekilde kullanılmasıdır. Ekonomi arz ve talep dengesi üzerine kurulmuştur. Bir ülkede üretim ve tüketim dengelerinin kimi zaman sağlıklı bir şekilde işlemesini engelleyen, var olanın dengeyi bozan şeylerin başında, o ülkede yaşayan insanların ihtiyaçlarının farkındalık düzeyindeki yetersizlik, bilinçsizlik ve aşırılıktır. Ayrıca ekonomi biliminin bir başka özelliği, teori ve kanunların zaman ve mekâna göre değişken olmasıdır. İnsan ve toplum davranışlarının değiştiği an, ekonomi kuralları da değişiyor.
Bu değişebilirlik ekonomiye dinamizm ve hareketlilik verir. Bundan dolayı da akademisyenlerin ekonomi bilimine bakışı, aynı başlığa ilişkin görüşleri ve kurguladıkları ekonomi kanunları farklı farklı olabilir. Bundan dolayıdır ki, ekonomi biliminin yasaları fizik biliminin yasaları kadar kesin değildir. Kendine göre doğruları vardır. İktisatla ilgilenen bilim insanlarındaki algıdaki farklılığa benzer şekilde bizlerin de hayatlarının bir parçası olan ekonomiyi ilişkin, örneğin beni de kendime göre edindiğim tecrübelerden, okuduğum iktisat kitaplarından ve bu işi akademik kariyer alanı olarak seçen insanlardan edindiğim bilgilere göre formülü ettiğim 3S kuralı var.
Nedir bu 3S kuralı? 1.Siyasi istikrar,2.Sosyal adalet 3.Sağlık.
Sağlıklı bir ekonomi için siyasi istikrarın olması yanında ülkenin mutlak adil yönetilmesi şarttır. Adalet bir kelimedir fakat bir ülkede, vatandaşlar arasında adaleti layıkıyla sağlamak, uygulamak öyle söylendiği kadar kolay değildir. Siyasi istikrarı olan bir ülkede adaletli yönetim olacağından ekonomi tüm toplumun yararına çalışacaktır. Sosyal adalet sağlanmış olduğundan gelir dengesizliği yaşanmayacaktır. Tüm fertlere sağlıklı yaşam olanakları sunulduğundan daha sağlıklı, mutlu ve çalışkan insanlarla toplumun tüm sorunları siyasi istikrarı olmayan bir ülkeye göre hızla çözülebilecektir.
Herhangi bir ekonomik kriz için önceden bilinemez diyenler olabilir. Ancak ekonomik göstergeleri iyi takip edenler bile, iktisat bilimiyle meşgul sıradan bir bilim insanıymışçasına yaklaşan ekonomik krizi kolaylıkla tahmin edebilirler. Örneğin Türkiye’de resmin bütününe bakıldığı zaman bu kriz birçok yönden geleceğini hepimize hissettirmişti. Ülkede iktidar sahiplerinin sorumsuzluğu, yaptıkları harcamaların ölçüsüzlüğü ve dengesizliği bu krizin sinyallerini bizlere çok önceden veriyordu.
Şunu belirtmekte fayda görüyorum. Bütün dünyada insanların önceliği karınlarının doyması ve ekonomidir. Kriz, bireyler, kuruluşlar, ülkeler için hem bir tehlike, tehdit. Hem de yeni fırsatlar ortaya çıkarır. Bu kriz kısa ya da uzun süreli olabilir. En olumsuz özelliği ‘bulaşıcı’ olmasıdır. Bir kuruluş veya ülkede çıkan krizler, ilişkide bulunulan diğer kuruluş, şirket ve ülkeleri de etkilemesidir. Kriz dönemlerinden en az zararla çıkmak, olumsuz gelişmeleri olumluya çevirmek, krize karşı organizasyonların ve devletlerin, firmaların alacağı önlemlerle gerçekleşir. Ekonomi politikalarının asıl işlevi, mevcut dengede bozulma olmadan, arzu edilen dengeye ulaşacak politikaları uygulamaktır. Daha yüksek büyüme hızı, daha iyi gelir dağılımı, düşük enflasyon, daha az kamu borçlanması, daha yetkin istihdam, daha fazla yatırım gibi şeyler beklenir. Bu ise adalet vurgusuna yaptığımız üzere, yazıldığı veya söylendiği kadar kolay değildir.
Sadece Türkiye ekonomisi değil küresel ekonomi de büyük bir krizin içine girmiştir. Bu ekonomik krizin kısa zamanda sona ermeyeceği görüşündeyim. Eğer bu krizde ekmek ve iş noktasına gelinirse çok büyük sıkıntılar doğar. Dünya toplumlarının geneli gibi Türk insanı da üretmeden tüketme hastalığına yakalanmıştır. Kısacası ayağını yorganına göre uzatma kültürü rafa kaldırılmış, elinde avucunda olmayan da zenginler gibi harcama yapma alışkanlığı edinmiştir. Ayrıca insanlar gibi devletlerin de yanlış uyguladıkları ekonomik politikalar sonucu maalesef şu anki duruma gelinmiştir.
Oysa ekonominin genel kuralı, üreticiyi her zaman destekleyen ve onu ayakta tutan sosyal ve ekonomik politikaların olması gereğidir. Üretilecek bir artı değerimiz olmazsa, tüketebilecek bir şey bulamayız. Ekonomimiz daha sosyal, daha şeffaf ve dinamik olmalıdır. Buna göre planlamalarımızı daha sağlıklı ve güçlü yapıp, vatandaş, iş insanı, hükümet, muhalefet yani 7’den 70'e herkes el ele verip daha çok üretip ancak ihtiyacımız kadar tüketerek bu krizi en az hasarla atlatabiliriz.
Bu basit dengeyi, iktisat biliminin önde gelen bilim insanlarının süslü ifadelerinde, ortaya attıkları denklemlerin özünde zaten bulabiliyoruz. İşin özünü herkes biliyor. Acı olan şu ki, bu reçeteyi iktidar sahipleri de biliyor. Ancak Türkiye’deki iktidar da, elimizde avucumuzda olmadığı halde, yıllar içinde harcaya harcaya dağ yaptıkları bunca borcumuzun varlığına rağmen, Tanzanya gibi üretip Almanya gibi harcama yaparak ülkeyi yönetme alışkanlığından vaz geçmiyor. Ülke batmış, batmamış gibi davranıyor. Bizim de bu yanılsama için kredi kartlarına, eşe dosta borçlanarak yaşayan insanlar haline dönüşmemize yol açıyor. Artık hem devlet hem millet bu üretim-tüketim dengesizliğinin tüm geleceğimizi ipotek altına alan bir hastalık olduğunu görmeli, ekonomiyi iyileştirmek için bu gerçeği kabul ederek, iyileşme yolunda ilk adımı atmalıdır kanaatindeyim.
Saygı ve sevgiyle kalın